Kimse kızmasın ama çoğumuzun durumu bu.Bir kaç örnek verirsem daha iyi anlaşılacak. Bir yabancı dil öğrenmiştir ve bunu satar da satar ama sıkı bir kitabı okuyacak düzeyde bile değildir, örneğin Rusça bilir geçinir ama Dostoyevski’nin İnsancıkları’nın daha ilk sayfasında (en yalın dille yazdığı ve de en ince romanıdır) pes eder. Gençliğinde spora merak sarmıştır ama yüzmeyse stilli yüzmeyi, masa tenisiyse topa doğru düzgün falso vermeyi beceremez. Çapkın geçinir ama kızlara göz süzüp durmakla yetinir ya da daha ilişkinin başlarında bir tatsızlık çıkarıp sonraki buluşmaya gitmemekle kendini erişilmez adam sınıfına koyar. Caz severim der, sevdikleri 20 yıl öncesinde kalmıştır. Şaraptan anlarım diye lanse edilir ama ancak şişenin etiketine bakarak bir yorumda bulunabilir, hatta arkadaşları şişenin içindekini değiştirerek pek çok kez ti’ye almışlardır muhteremi.
Çoğumuza tanıdık geldi değil mi bu tipleme? Apartmanımızda da vardır böyle komşular, işyerimizde hele doludur, arkadaşlarımızın arasında da sıkca bulunur. Tamam hepsi kabul de böyle bir yüzeysel entellektüel Türkiye’nin “amiral gemisi” diye adlandırılan gazetenin genel yayın müdürlüğünü -sıkı durun- tam 20 yıl idare ettiyse ne buyurulur?
Tek kelimeyle yazık bence, sizce de öyle değil mi?İnanmıyorsanız yeni çıkan kitabına bakın… Ne diyor Tuhaf için?
-Sizi inancın labirentlerine sokacağım. Tabiatın açıklanabilir caddelerinin alelade kalabalıklarından kurtarıp, tenha ara sokaklara çekeceğim.
Aydınlıklardan kaçıp, loş kapı aralarında iş tutacağız. İnsana ait hiçbir şeyin şaşırtamadığı ruhları bile şaşırtacak şeylere dalacağız.Tek şartım var. 
Sorgulamayacaksınız, ikna olacaksınız, biat edeceksiniz, inanacaksınız.Bana inanacaksınız. Kayıtsız şartsız inanacaksınız.Çünkü bu bir yolculuk. Tuhaf şeylere yolculuk. Gerçeğin katı ufkunun ötesine geçeceğiz. Kaf Dağı’nın arkasındaki Simurg’a gideceğiz. “Otuz Kuş”u bulmaya çalışacağız. Allahtan ki bulamayacağız.
Oysa hiç de öyle değil. Şurada burada denk düşüp üstünkörü okuyuverdiği, çalakalem not aldığı konular. Türkçe hatalarından geçtim, mantıktan, araştırmadan yoksun, öylesine yazılmış bir müsvedde… Şimdi merak edip almaya kalkışacaksınız, yapmayın, paranıza acıyın… Ne yazıktır ki kitabı Doğan Yayınevi basmıştır aslında basması da doğaldır, yıllardır çalıştığı gruptur çünkü. Yani körlerle sağırlar birbirini ağırlar. Zaten objektif koşullarda bastırmaya kalkışsa hiçbir basımevi böyle bir saçmalığı basmaya yanaşmazdı.
Peki neden yazar insan böyle bir kitabı? Gündemde kalmak için mi? Ben de varım diyebilmek için mi?Aslında hiçbiri değil, dalkavuklarının ona yaptırdığı iş bu bence… Çevresindeki onlarca dalkavuk demiştir ki:-Aman efendim, ne harika bir diliniz var. Ne kadar sürükleyici kaleme almışsınız. Ne kadar entellektüelsiniz. Sizin söz ettiğiniz konuları zavallı ülkemizde ne duyan ne bilen vardır.Görün bakın nasıl da satış rekorları kıracak kitabınız. Herkes için tam bir başucu eseri olacak.Bununla da yetinmezler, hergün bir televizyon programına çıkarırlar muhteremi, her gazetede bir söyleşisi yayınlanır, komik ama satış rekorları bile kırar kitap. Baskı üstüne baskı yapar.Bu hengamede yazarının Ne Emin Çölaşan’ı kovduğu hatırlanır, ne Bekir Coşkun’u gitmek zorunda bırakışı… Ne işlerin en civcivli zamanında Paris’e kaçıp, dönüşte sadece tek bir yazı kaleme alıp Charles Jourdan ayakkabılarını öve öve bitiremeyişi. Memlekette kan gövdeyi götürürken koca bir yazı kaleme alıp, Seren Serengil için “çok iyi bir kız” deyişi… Hatta yıllar once Ankara’da makamında sekreteriyle biraz uygunsuz biçimde “çok sevdiğini ikide birde anlatıp durduğu eşi tarafından” basılışı akla gelir.
O ünlü mahalledeki konağında çevresi dalkavuklarla dopdolu, mutlu-mütebessim yaşamaya devam eder. Hatta her sabah aynaya bakıp, “Yahu ne adammışım ben be” diye sırıtır bile saç ektirdiği suretine…
Kıskanıyorsun, önyargın var diyenlere ise “size müstahak! gidin kitabı alın” diyorum ve aslında ben de bu saçmalığa hizmet ediyorum… Öyle ya, reklamın kötüsü olmazmış, değil mi?HAMİŞ: Bu yazıya sizi biraz eğlendirmek için link verilmemiştir, buyrun siz ekleyin.