Ne zaman anne diyecek olsam aynı anda babam düşer aklıma… Ne zaman annemi aramak için bir hamlede bulunsa işaret parmağım geri kalanlar uzanır istemsizce babamın numarasına… Aramam, arayamam…Herkes özel numaradan ayrıldığı sevgilisini arar birkaç saniye sesini duymak için, bense babamı… söyleyecek önemli bir şeyim yoksa konuşmam, konuşamam….İçimi kaplayan duman sağanak yağışlara dönüşür de bir türlü güneş açmaz ruhumda…Ben kendi güneşimi doğuramam…Bir babanın sıcak, az biraz tombul ama güven veren elini bırakalı çok oldu. O günden beri annenim kemikli, ince, narin ellerinde arıyorum güveni. Bulmuyor muyum? Elbette buluyorum. Ama ben bir babanın resmine bakarak büyümedim. Hapiste değildi, sürgünde değildi, ölmüş değildi…Uzak ama çok uzak bir ülkenin yağmurlu, güneşli, karlı havalarında bir başka eli tutup yürüyordu ömrümün hikâyesini yazar gibi…Kimse kandırmadı beni bir gün gelecek diye… Ben hep gelmeyeceğini bildiğim bir yolcuyu bekledim, gerçekleşmeyeceğini bildiğim bir dilek gibi yaş günü pastamdaki muma üflerken…Yakışıklıydı… Kim görse hele karşı cinsten bir daha bakardı, ardı sıra takılır kalırdı kadın gözleri…Merhametliydi, parası olmayan hastanın duasını da kabul eden namı, almış yürümüş muayenehanesinin önü gariban insanlarla dolup taşmıştı…Karizmatikti… Mutfakta zaman zaman önlük takıp et yemekleri yaparken sevimli, şirin…Annem kırmızı elbisesini giydiğinde evde bile onu tangoya davet edecek kadar romantik…Duygusaldı… Hiçbir zaman hiçbir duygusunu ertelemeden yaşadı.. Kalbi ne dediyse emir bildi… Ve bir gün kalbinin götürdüğü yere gitti…Ne zaman biri ağzını doldurup baba diyecek olsa yanımda, ne zaman küçük bir çocuk sesi duysam baba diye bağıran, ne zaman bir keman sesi sürüklese ruhumu hayalimin dansına hep o gelir aklıma…Ne zaman anne diyecek olsam aynı anda babam düşer aklıma…