Hayatta varsa sonuna kadar sevdiğim bir şey, o da yolda olmak. ‘Ben de geziyorum, benim de var bir bildiğim’ diyen arkadaşların dikkatine sunmak için kişisel bir liste hazırladım. Son derece sübjektif bir listedir dikkat. ‘Buranın en turistik lokantası nere?’ sorusuyla başlayıp giderek cıvıyan ve ‘Beyti var mıymış burada?’ sorusuyla biten 32 kişilik sağdan say kültür turizmi olayından kıllananların işine yarayabilir.DÜNYANIN EN AĞIR VE EN GÜZEL 5 MEKANI
1.YALOVA
Yalova’ya, iskelenin karşısına açılan yeni işportra pazarından vurdum, en ucuzundan pantalonlar, paltolar, kırıntı peynirler, Çin işi matkaplar, deri süsü verilmiş vinylex ceketler, ilk yüklenişte kırılacak tornavidalar, Filipinler’den ithal edilen ve akabinde Tahtakale’ye, oradan Anadolu esnafının eliyle Yalova’ya, Bursa’ya, oradan Bolu’ya, Düzce’ye, Düzce’den Merzifon’a, Merzifon’un köylerine vs vs vs dağılan ucuz biblolar, kilosu üç sente Hong Kong’da bir plaza’nın 76. katından alınan saatlar ve McDonalds için üretilen, fazlası ihraç edilen oyuncaklar arasından.
Pazardaki müşteriler ağır ağır dönüyordu, ben de böyle bir tur döndüm onlarla, bir tur daha, koptum sonra, Yalova’nın eski merkezi’ne giden yolu buldum.
Çünkü eskiden Yalova’nın merkezi burası değildi.
Eskiden, çok eskiden değil ama, depremden önce, bir kaç yıl eskiden İstanbul’dan Yalova’ya gelenleri “Hoşgeldin genç, nereye bakalım yolculuk?” diyen görkemli bir Atatürk heykeli karşılardı “Farkındayım delikanlı, senin hayatın da b.ktan. Ama daha da berbatını gördük biz, eğilme ulan, delikanlı ol, yıkılma!” diyen öyle baba bir heykeldi.
O heykel depremde yıkıldı. Onun yerine en ucuzundan bir heykel diktiler. Yazısız karikatür gibi bir şey.
Cumhuriyet tarihinin ilk tatil beldesi olan, Türk küçük burjuvazisine ‘tatil yapmak’ denilen şeyi (“Bak Ali, bunlar tatil yapan Kamil Bey ve ailesidir.”) öğreten bu şehir; Türk küçük burjuvazisinin ilk tatilini yaptığı, ilk yazlığını aldığı, ilk disko mecerasına girdiği, ilk slow dansını yaptığı Yalova, hala çok güzel. En güzel şehir.2.GETTO-VARŞOVA
La Fontaine’in masallarındaki resimler kadar güzel bir takım kiliseler ve tarihi binalardan oluşan Eski Varşova’dan çıkıyoruz, yolda bekleyip, sakin tabiatlı bir Polonya ailesini kolluyoruz. Bir sarhoş sallanarak geçiyor, bu abi olmaz, bulmuşken bizi bi saat konuşur, arkasında çilli bir kız beliriyor, öğretmen kılıklı anne babasını takmış peşine mırmır bi şeyler anlatıyor kendi kendine, anne babasına yaklaşıp “Sorry, Where is the Ghetto?” diyoruz, şişe dibi gözlüklü baba Orta Doğu görünümlü suratlarımızı süzüyor, ama konuşuyor, Getto 30 dk ileride.
Getto: Bizdeki Beşiktaş kadar, belki daha da küçük bir mahalle. İkinci Dünya Savaşı’nda iki yılda tam 300 bin (yazıyla üçyüz bin) insanın trenlerle gaz odalarına yollandığı ‘bizim mahalle’. Alman Başbakanı Willy Brandt’ın, 1970’lerin başında diz çöküp (O meşhur fotoğraf) Alman halkı adına ilk kez önünde özür dilediği anıt, “Getto Şehitleri Anıtı” tam merkezde duruyor, fonda ‘Getto Şehitleri’nin bir zamanlar akşam yemeğine oturduğu, skştiği, çocuklarını kucakladığı, dua ettiği apartmanlar, pencereler, kapılar.Avrupa’nın en yoksul Yahudiler’i, işçiler, bulaşıkçılar, at arabası şöförleri, tabancayla, kürekle, kazmayla, burada getto’yu aylarca savundular. Sonunda trenlere dolduruldular. Şu evden, şu evden ve aha buradan da. İnsanın ruhu eziliyor.
Dünyanın en güzel manzarası. Ayrıyetten en süper lahmacunlar kedi etinden yapılmış, buzhane balığı ekmek arası, az ileride Köprüaltı, birahaneleri yeniden açmışlar süper manzara, yan taraftaki Üsküdar vapurunda bir kadın istifra ediyor, ötede Kadıköy, Harem, tam karşıda Galata kulesi oyuncak gibi duruyor, arkanda Sirkeci Garı, diğer tarafta Tahtakale. Burası dünyanın tam merkezi miymiş neymiş. Bir şairin öyle bir lafı var. Her şey burada başlıyor. Ve burada bitiyor.
“Avrupalı olmak ama aynı zamanda bizi biz yapan Doğu değerlerini korumak” denilen dalga konusunda İstanbul’dan üstün bir şehir olabilir mi, oluyor, Vardar’ın bir tarafında Müslümanlar, diğer yanında Ortodoks Hristiyanlar oturuyor, iki yaka arasında dünyanın en güzel köprüleri duruyor.
5.KAYSERİ
Erciyes Dağı manzarası. Uzatmayayım.
yorumlar
üsküp ve kayseri aynı link’e girmiş. erciyes dağı link’ini merak ettim.
cok enteresandı gerçekten! Bana “el kol hareketi yapma lan!” diyor gibi gelmişti. Bir kere gelmiştim Yalova’ya ondada bismillah Atatürk’le karşılaşıp, haydi hayırlısı demiştim :))demek yok artık.. “Ben Atam’a doymadım doysun kara topraklar”
Evet, gördüğüm en acaip Atatürk heykeliydi, avucunu öyle pençe gibi açmış, ileriye doğru uzatmış, hakkaten bi şey der gibiydi. Heykeltraşın sanatsal bir kaygısı vardı herhalde ama neydi bilemiyoruz, ya da ben bilmiyorum.Erciyes’in özelliği ise Kayseri ile arasında başka hiç bir obje bulunmaması. Uludağ falan tam tersidir misal, Bursa’dan bakınca Uludağ’ı görmek imkansız gibidir, arada başka bi sürü tepe, vadi şu, bu vardır. Erciyes ise bozkırın ortasında şey gibi yükselir, tek başına, tek tabanca. Gerçi bi küçük Ali Dağı var aşağıda ama o fasulyeden, sayılmaz..Şu link az biraz anlatıyor durumu: Resim
Erciyes’e sadece Kayseri’den bakmayın. Tekir Yaylası‘na çıkarsanız Develi tarafından inip Yahyalı istikametinde Sultan Sazlığı‘na mutlaka uğrayın. Her ne kadar yollar kirletilmiş ise de.
Uçakla Gaziantep’e giderseniz, tam erciyesin üzerinden (görecek kadar yanından) geçersiniz. Bir keresinde aşağısı tamamen bulutlarla kaplıydı ve yer görülmüyordu. Ve… birden bulutların üzerine çıkmış ada gibi bir zirve… İşte o “şey gibi” olan oydu. Yırtık buluttan çıkmış… 🙂
Eğer denizi, balığı ve rakıyı seviyorsanız, Ege dolaylarında dolaşırken mutlaka Karina‘ya uğrayın derim. Dilek Yarım Adasının bir ucunda olan bu küçük balıkçı kasabası, sazdan kulübeleri ve çam ağaçları ile kaplı tepeleri ile görülmeye değer bir yer. SİT alanı olduğu için çarpık yerleşim de göremezsiniz. Yıllar önce, orayı sadece balık adamlar ziyaret eder, balıkçı kulübelerinde konaklar ve balıkçılarla beraber kendileri pişirir kendileri yerdi. Uzun zamandır uğramadım ancak en son gördüğümde, kafasını çalıştıran bir iki balıkçı, balık restoranına çevirmişti kulübesini. Denize nazır, tertemiz bir havada, gerçekten güzel balıklar yemek istiyorsanız, es geçmeyin derim. Yemeğinizi yerken biraz zorlarsanız ayaklarınızı denize dahi sokabilirsiniz, aman dikkat! Yengeçler kapmasın parmaklarınızı! Karina’ya özel, plastik ayakkabı alırdık biz; çocukluk işte, balıkçılar da bot giyer ya, etkilendik sanırım. Hala eski güzelliğini koruyor mu bilmiyorum, en iyisi ben de en kısa zamanda ziyaret edeyim.Karina’nın yamaçlarında, prefabrik evler yapıldıktan sonra aşağıya taşınan köylülerin terk ettiği, eski bir Rum köyü vardı. Zamanında sudan ucuza satılırdı o evler, bir gün zengin bir vatandaşımız farketti ve olaya el attı, bir evi alıp restorasyona başladı. O gün bugündür fiyatların yanına yanaşılmıyor diye bilmekteyim. Gerçi orası şimdi kim bilir nasıl olmuştur. O köyü de ziyaret etmenizi öneririm.İstanbul, Kadıköy Sebze Haline de sabaha karşı bir uğrasanız fena olmaz diye düşünmekteyim. Saat dört gibi bulunduk orada. Taşıyıcılar, kasa kasa sebzeler, yılan gibi o karmaşada kıvrılan tırlar ve “hooop! sağ yap! sağ yap!” nidaları arasında kendinizi bambaşka bir yerde sanıyorsunuz. Siyahlar giydiğimiz için, “satanist numarası yapalım, bizden korksunlar,” dedik; ancak milletin canı burnunda; dikkat çekiyorsunuz ama pek de rahatsız edilmiyorsunuz.İzmir, Selçuk, Şirince köyü. Şarap üreten adı gibi şirin bir köy. Kış ayları için uğranılası bir mekan. Şömüne kenarında şarabınızı yudumlayıp, tatlı sohbetlere karışmak isterseniz, oralara da bir şans tanıyın derim.Herkes gezdiği mekanları eklerse hoş bir seyahat rehberi çıkacak gibi görünmekte, gezdikçe ve yahut hatırladıkça yeni yerler eklerim. Bol bol gezeceğim aşikar; ulaşmaktan çok, gitmek cazip ne de olsa…
İki hafta önce İstanbul’a geldiğimde Köprüaltı’nda biraları çakarken ben de benzer şeyleri düşündüm yemin ediim , hatta konuştuk bile, “Lan” dedim “Şanslısınız valla, eşsiz benzersiz güzellikler içinde yaşıyosunuz”, bi de şey dedim tekneden balık satanları görünce “Bunlar taze çıkmış balık değil di mi?”, güldü kankalar, “İlgisi yok” dediler, “Buzhane”, yine de balıkçılara helal olsun bence, iyi mizansen yaratmışlar, sen git buzhaneden balığı al filan, sonra da gel teknede film oyna, yaratıcı..Neyse, martı seslerini, vapur düdüklerini, limanlardan gelen acayip metalik ses ve uğultuları, dünyalar güzeli İsveç’li turistleri ve baş döndürücü tazelikteki deniz esintisini unutmayalım. (Bu arada, boğaz tarafında manzara daha güzel olmasına rağmen Haliç tarafından güneşin batışı pek bi ihtişamlı mı oluyo ne??)Bi de, ilerleyen saatlerde kıyıdan balık ekmek çakmak için Irreversible’dekine benzer bi alt geçitten çıkıyosun ki, dünyanın bütün seyyar satıcıları karşında, işte onların içinde dev bir tablada undergraund arabesk/türkü kasetleri satan bi adam vardı ortalığı müziğe boğan, üşenip bakmadıydım neler satıyo diye, keşke baksaydım diyorum şimdi .. (heralde kürtçe bişeyler çalıyodu o esnada, balık da berbattı iyi mi)
pazar pazar kapalı her yer alt geçitten geçiyoruz. paranoya yaptık. kapansa bütün kapılar falan.sonra ayrıldım ben çocuklardan karaköyden geçerken kadıköye vapurdakilere bi göz gezdirdim de sanki ben zevk alıyordum etrafı seyretmekten diğerleri bi haber. yaşayanlar hayret etme yeteneğini kaybetmeye başlıyor. böyle olsun istemem hiç bir zaman.
sebze halinde o saatte ne aradığınızı anlamamakla birlikte, moda kayalıklarında şarap içmenin tadı başkaydı diyorum.
atatürk’ün cumhurbaşkanı olmasaydım yalova ya da suşehri’ne belediye başkanı olmak isterdim dediğini söylerler.esenköy yolunda ağaç kovuğuna lokanta açıldı. köfte ekmek 3 milyon. deprem sabahı gördüğüm yalova makyaj yapmış gibi geliyor. yine de çok güzel şehir.
tam fenerbahçe orduevi-nin yanından yokuş bi yol iner, ne zamandır gitmemişim meğer pek güzel yapmışlar, yol ve kayalıklar, kayalıkların ordaki düz asfalta uzan uyu, tepende ay yıldızlar, şarap, hadi burda uyuyalım dedim, uymadılar bizimkiler halbuki bi koşu eve gidip karfurdan 9.950 Tl ye aldığım uyku tulumlarımı bile getirmeyi teklif ettim
diye tabir eder eskiler o bölgeyi. çay bahçeleri de var. eskiden ve hala arabayla iner denize karşı çayını içerdin.küçük masalar atılırdı oraya. balıkçılar da vardı orada, hala duruyorlar galiba. köpekbalığı yakalardık küçükkene. bir de fenerbahçe burnunda bir yer var bu aralar çok tutulan; parka girince solda minicik bir merdivenden sahile iniyorsun ve güzel bir mekan çıkıyor karşına ve fakat adını hatırlamıyorum.
duruyor lakin arka taraflara çok itici cafe-barlar yapmışlar, piyasa yeri olmuş ama allahtan sahille aralarında bi 15-20m. var; bir de salaş meyhaneleri sevenlere maltepe sahilindeki yerleri önerebilirim, manzarası da güzel, en taze balık-kalamar-karides üçlüsü de buralarda
1-adatepe/istanbul: minibüs yolundan süreyya plajı tren istasyonuna doğru ilerleyin. alt geçitten geçmeyin hemen sağa dönün. ordan hafif eğimli, yukarı doğru bir yol çıkar küçük evlerin önünden. sonra kafanıza göre durup bakın bir yerlerden.2-babakale/çanakkale: burada anlatıyor. gerçi biraz fazla abartmışlar ama güzeldir. en ucu yahu. yüzüp yüzüp sonuna geliyorsunuz. :)3-ayvalık’ın ara sokakları/balıkesir: özellikle geceleri. korku filmi gibi oluyor. sonra da avşar büfede tost. ohh
ek istanbul;1 – sultanahmet, soğukçeşme sokağı başlangıcında konuk evi bahçesi; ıhlamur, erik, hanımeli ağaçları arasında potla servis edilen çay veya buz gibi bir bira, çok sessizse, sokağın sonuna yürüyüş ve topkapı sarayı ana girişinin oradaki kafeterya, amma çok insan geçiyor be yahu.2 – pierre loti ve muhteşem haliç, gözlerim hala boğaz girişini görebiliyor, iyi yani.3 – nevizade, kalabalığın arasına sıkışmış bir figur olmayı sevdiğim zamanlar. kısa kestiğim bir akşam üstünde beyoğlu galata kulesinin oradan arka sokaklara dalış, eski binaları yeniden keşfediş. sıraselviler de bir kahve molası.4 – kandilli sahilindeki cami yanı balık lokantası, burada içki olmaz, balıkla ayran içilir, bilin.5 – biraz daha ileri gidelim kanlıcanın üstünde güzelce hisar, keşke fiyatlar biraz daha uygun olsa.6 – istinye, balık pazarından alınan balığın teknede pişirilmesi, yanında bol soğanlı salata, sallanarak şıp şıp keyfi. bunun bir başka versiyonu da kumkapı balık pazarı yanıdır, hatırlana.7 – maslak kasırları, bahçede at heykelleri arasında dolaşmak, mutlaka tost çift kaşarlı istenmeli(anca tek kaşarlı oluyor), bu heykeller nasıl gelmiş buraya, ağzı açık dinleme.8 – anadolu kavağındaki kalenin surları üzerinde dolaşma, çayırına yayılma, çek çek fotoğrafımı çek aynı anda hem avrupa hem asya arkamda olsun, bir de dönüşte vapur uykusu iyi gelir. sirkeci vapur kalkış 10:35 – 13:35, geri dönüş 15:00 – 17:00 (yanılmıyorsam). kavakta en sağlıklı yiyecek waffle’dır… devamı gelsin mi?şehir dışında;1 – yakın plan; ağva’ya sahil yolundan giderken 3 km önce kurfallı plajı, sakin mekan, kalabalıktan uzak kum plaj, spor olarak Ağva’ya yürünmekte, ya da yeşil patikalarda bulunmak üzere kaybol, bir kaç bungalow vardır, gece de kalınabiliyor.2 – gökçeada, barba yorgo restaurant; sübye; mutlaka denenmeli, kekremsi tadı olan şaraptan bolca içilmeli. restaurant meydanının yanındaki marketten yol için ev şarabı alınmalı(rakı şişesi içinde). kalınacak yeriniz, restoranın da içki içmeniz gereken yakamoz pansiyon, kale.3 – kaş; küçük çakıl plajında gece yüzmek için, dikkat sağ tarafta soğuk su kaynağı bulunmakta. gece dedik herhalde kimse görmez çıkar üstündekini.4 – edirne, kılıç ali paşa çarşısında ciğer molası, meriç’in ötesine sinan köprüsünden geçiş, ağaç kovuğuna giriş.5 – sinop, şelaler ve fiyordlar şehri, olmadı burada az kalınmıştı, tekrar gidilecek.6 – bergama, aseklepion, sağlıklı olmak için tercih ettiğim mekan.7 – izmir teleferik, et mangal için daha uygun bir mekan yoktur.8 – datça; fevzi’nin balık meyhanesi, sübye güveç, kalamar omlet, ahtapot köfte, güveçte sardalya, yaprak sarmalı sardalya… durun nereye gidiyorsunuz; daha soğuk mezeleri söylemedim bile.9 – patara; deniz tosbağalarının minik ayak izlerini takip ederken ki çoşku… dalyan da arkadaşlarla karşılaşma ve tanışma imkanı… devamı gelsin.