Ingilizler diplomaside dunya birincisidir. Krallik cikarlari icin ne gerekirse yaparlar. Ornek alinacak bir milliyetcilikleri var, ciddi soyluyorum, onlar kadar yaptiklari her iste vatanlarina sahip cikan bir millet gormedim. Ve bunu gosterissiz, son derece samimiyetle yaparlar. Vatan karsiti Ingiltere’de linc edilir vallahi.Ya biz? Bizim milli ruhumuz katledilmis. Nerede milli kimlik? Onca mucadeleden sonra nerede Turk ruhu? Orta asyali Turk arkadaslar dustugumuz hallere cok uzuluyorlar.
Soylu İngiliz dostlarımızın, İslam Devleti’ni yıkmak içinne güzel çalıştığını biliyoruz.Fuck uzmanı gönüllü ajanlar ise aramızda.Bkz üstteki İngiliz hayranı.
Anlama engelli vatandasim, “onlar kendi cikari icin herseyi yaparlar” demek ne zamandan beri hayranlik oluyor? senin milli kimliginin yuz katini cebinden cikarir Ingilizler, senin gibi millet degil ummet diyen vatan hainleri modeli yok onlarda; hristiyanindan yahudisine, ateistinden budistine kadar hepsi milleti ve ulkesi icin calisir. Sen ise Araplara secde eder, Cumhuriyetini, laikligi kotulersin. Aradaki fark bu.
Bu arada koske cikan uzaylilara BBC “Teletubby of the year” odulu veriyormus duydunuz mu.
Teletubby of the Year Awards 2008
.Hem de “Disi agriyan teletubby” ve “tavsan teletubby” odullerini de supurmus.Ayrica bir sonraki “Alien” serisinde de basrol teklifi yapmislar… simdi Siirt’li Amina ile yarisiyorlarmis cunku onun kafatasindaki cikinti role daha uygunmus.
wu ha ha ha haa :))Aliyen teyzelerle akraba olduk tamam, ben pıredatör amcaları bekliyorum hala.İngiliz dingilizlerine hayranlık duymuyormuşsun ama,adamlara tüm vasıfları sıralamışsın.Sömürü devleti ne güzel çalışırmış be!
hepsi milleti ve ulkesi icin calisir
PKK ile TSK’yı denk tutan biri içintabii ki ümmetçilik vatan hainliğidir. Gurur duyarım!
BU arada yeni haberlerler gore yaratiklar arasinda soguk hava esiyormus…Holywood Alien scriptini yenilemeli. Yukaridaki yaratiklarin dusmanligini dile getirmelidir. Ya da Japonlara soyleyelim e Godzilla vs. Megalon usulu bir film ceksinler hazir kavga varken !!!!
Isin komik yani bunlar iktidar sarhoslugu icinde kendilerini padisah falan zannetmeye basladilar, majesteleri onlara gereken illuzyonu verdi zaten. Baktilar popularite karizma yerlerde, Bush’un Neocon think tank’i bu dahiyane Royal ziyaret fikriyle “bak biz Kraliceyi bilem getiririk” diyor cahil kitlelerimize.
Senden sahsima hakaret edecegini beklemezdim Zen. Tum bunlar hayatta gormediginiz bir insanin 9 yasindaki bir cocukla evlendigini soylememden kaynaklaniyor oyle mi. Yani sen, hayatta tanimadigin, yasadigini dahi emin olmadigin bir insana taptigin icin, yasayan bir insani gozden cikarabiliyorsun. Senin “Insan” anlayisin bu demekki, senin arkadasligin da buraya kadarmis Zen.toplu lincinize soylediklerinizden siz sikiliana kadar devam. Cunku kufurleriniz ancak size zarar verir.Mahale baskisini internette uygulayabilecegini sana zorbalar: Pedofil duzeniniz kadar cirkinsiniz.
Ben senin inancina kufretmedim. Ben senin inancinda PEDOFILI ve KADIN DUSMANLIGI var dedim. Bunu sokaktan cevirdigin her on kisiden biri, eger surada yaptigin sahsa hakaret eylemini yapmayacagindan emin olsa, sana itiraf edecektir. Senin amacin burada tartismayi BENI SUSTURARAK SAHSIMA HAKARET EDEREK ENGELLEMEK.Islam usulu evlenenler kiz cocuklariyla en az 13-14 yasinda evleniyorlar Turkiye’de. Ama evlenen koca erkek cocuk degil, en az 30-80 yas arasi yetiskin erkek. Hem imam nikah iile birden fazla es aliyorlar hem siddet uyguluyor hem d eolduruyorlar. Femicide, cinsiyet ucurumu ve ensest korkunc boyutlarda. sen hala kalkmis ban ahakaret ediyorsun! Ben isin sonucuna bakiyorum, senin gibilerinin kafalarinda siddetin hangie ideoloji tarafindan legallestirildigine bakiyorum ve sonuc boyle cikiyor. Senin dinin, inancin buna izin veriyor! Henuz buyumemis kiz cocuklariyla yetiskin erkekleri evlenmeyi okeyleyen bir dini elestirmek neden baska milletin kolesi yapacakmis anlat bana? Turkiye’de yasayan herkes ayni dusunmek zorunda mi? Herkesin ayni seyi dusunmesi mumkun mu? Neden farkli dusunceleri kaldiramaiyorsun? ve farkli dusundugum icin sen fikrime degil SAHSIMA saldiriyorsun. Sonra da utanmadan kalkmis “sana degil sanal kisiligine saldiriyorum” diyorsun!!!, yahu ben bir tek kisiyim, burada yazdiklarimla ben bir butunum. bu yazilar kendiliginden olusmadi, beni insan yerine bile koymayi bilemeyecek kadar ipin ucunu kacirmissan, seninle diyaloga gerek yoktur. Benim varligimi ve butunlugumu teyit etsen bile yine tartismayi bilmiyorsun, cunku donup dolanip konuya degil sahsima saldiriyorsun.Fazla soyleyecegim sey yok. Eger mantikli bir arguman koyabilseydin tartisirdim ama sen beni kotulemekten baska bir harekette bulunmuyorsun.Tavsiye ederim, bunu din takintisi olan herkese soyluyorum, YAZILARIMI OKUMAYIN! Hazmedemeyeceginizden emin oldugunuz fikirleri gormeyin, duymayin, bilmeyin. Sonra da kendi prensiplerinizle (varsa eger) ters dusup cirkeflige, hukuksal yaptirimli karalama suclarina dokmeyin diyalogu. Bu kadar basit.
Senin amacin burada tartismayi BENI SUSTURARAK SAHSIMA HAKARET EDEREK ENGELLEMEK.
Bu alışkanlık olmuş sende Clicia. Eleştiri, hatta hakaret dolu ifadeler kullanıyorsun. Ardından tepki alınca da “beni susturmaya çalışıyorsunuz.” klişesiyle mukabele ediyorsun. Her aldığın tepki ardından aynı cümle. “Zulme uğrayan küçük kız.” Siteye ilk giren biri, seni Emrah filmlerinden hortlamış bir “Küçük Clicia” bile sanabilir.Fevkulbeşer gayet açık yazmış. En ufak saldırı anlamı taşıyan ifade de kullanmamış. Senin yaptığından daha naif ve sakin ifadeler yazmış. Sadece kendi doğrularını yazmış. Sen ise bunu senin doğrularını yazmana engelliyormuş gibi bir edayla karşılıyorsun. Bunun, en azından buranın sakinleri açısından pek inandırıcılığı olmayan bir atraksiyon olduğunun farkındasındır.Ayrıyeten, ısrarla din ile gelenek arasındaki farkları çarpıtarak dine yamamaya çalışıyorsun. Henüz yeni ergeneliğe girmiş 14-15 yaşındaki kızların evlendirilmesi geleneğinin dinle ve de İslam’la gelmiş olduğuna inandırmaya çabalıyorsun. Halbuki bu dinin emri olan birşey değil. Bu İslam olan-olmayan çoğu dünya toplumlarının geleneklerinde bulunan bir uygulamadır. Ve de yanlış da değildir. Her gelenek insan toplumunun ihtiyaçlarına karşılık vermek için üretilmiştir. İnsan ömrünün 30-40 sene gibi kısa olduğu ve nüfusun yetersiz olduğu toplumlarda, nüfus için elzem olan kadınların erken evlenmesi doğaldır, gereklidir. Bu gerçeği, eski çağların toplum yapılarını bilmezden gelip (yada bilmeyip) dinin bir emri gibi yansıtman senin TAKINTILARININ göstergesidir. İslam ile çıktığını iddia etmen ya senin din düşmanı olduğunun yada cahil olduğunun işareti olur. Git, bu hafta içi Türkiyede alem yapmak için kafa izni yapan Elisabeth teyzemin hanedan şeceresini incele. Aile bireylerinin kaç yaşında evlendiklerini öğren, sonra din gibi insanlık için binlerce yıldır çözülemez bir muamma olan konu da bize hakikatı öğretmeye kalkış.Şimdi bu yazdıklarımdan rahatsız olup Küçük Clicia’ya dönüşürsen ben de alta şu ibareni yapıştırıyorum:
Tavsiye ederim, bunu din takintisi olan herkese soyluyorum, YAZILARIMI OKUMAYIN! Hazmedemeyeceginizden emin oldugunuz fikirleri gormeyin, duymayin, bilmeyin. Sonra da kendi prensiplerinizle (varsa eger) ters dusup cirkeflige, hukuksal yaptirimli karalama suclarina dokmeyin diyalogu. Bu kadar basit.
Bir fikir serdediyorsan, karşıt fikir geleceği gerçeğinden de rahatsız olma. Aynı, senin fikirlerinden rahatsız olanların olmamaları gerektiği gibi. Şayet bir şey iddia edeceksen dersine iyi çalış, açık verip durma. Sonra biz de senin açıklarını ve yanlışlarını yüzüne vurmak zorunda kalmayalım.
Internet 101- Part 2: Fikrini ifade etmek icin bir konuda uzman olman gerekmez.Benim doktora sinavimdan baska hic bir seye calismam gerek yok efendim.Elestiri dolu ifadeler kullanmisim vah vah. Anthro senin kafan o kadar kapali, hayat gorusun o kadar dar ki, elestiriye gelince beynin STOP ediyor. Elestiri olmayan yerde dusunce olur mu? Bu nasil bir saplanti yahu? Bu senin sorunun, benim degil!Vakit gazetesinin yazari kucuk kiz icin tecavuzden hapse atildi. Onlari koruyanlar (evet , bir kismi da kadin) kucucuk kizi sucladilar! gazozuna ilac koydu gibi abes, APTALCA bahaneler.. yok daha neler!Bunun gibi onlarca vak’a gazeteleree her gun boy gosteriyor, cok esli islamcilarin nasil eslerini aldattiklarini, dovduklerini, oldurduklerini goruyoruz. Eger dinin izin vermese sen boyle bir seyi yapar misin? Peygamberin 6 yasindaki cocukla evleniyor, 9 yasinda cinsel iliskiye giriyor. Salincaktan indirilip Muhammed’in cadirina sokulmus bir kiz cocugu! Peygamberinin yaptigini taklit etmeyi gelenek yerine getirmis bir dinin pedofili egilimi olmadigini mi iddia ediyorsun?Yok cennette bakire huriler beklermis, bunlari boza boza yasarmissin (ne kadar HAYVANCA) , yok 4 kadin alabilirmissin, yok kadinlari itaat (!) etmezse dovebilirmissin (sanki kadin degil kopek) , yok kadinin vucudu gunahmis kapatilmasi gereken bir ocuymus. yahu sen kulahima anlat bunlari!Anti kadin pedofil duzeni bu iste, daha ne cikarim olabilir bundan. Asil sen aksini kanitla, de ki Islam sayesinde kadinlar hayatin her dalinda basarili oldular, cok mutlular, taslanarak ya da namus (!) meselesi yuzunden oldurulmuyorlar, taciz edilmiyorlar, okumus, rahat, zengin, saglikli ve mutlu insanlar vs vs hadi aksini kanitla!
Clicia, Şayet cımbızla kötü örnekleri karşıt gördüğümüz dünya görüşüne yamama yarışına girelim diyorsan ben varım. Ama buna pişman olursun. Sen üç örnek sunarsan ben otuz örnek sunarım, ona göre.Onun dışındaki iğrenç ifadelerin için ise her zamanki gibi seni, seninle karşıt görüşlü olan Taliban üyelerine bırakıyorum. Sen ve arkadaşın olan Wilders’gillerin söylemlerini, faşistleri ve köktenci fundamentalist görüşlü kişileri, birbirleri ile diyalog kurmaya davet ederim sadece. Bu türde ifadeleri ciddiye alacak olanlar mutedil müslümanlar, vasat hristiyanlar, ılımlı ateistler, Türkler, Çinliler yada ingilizler değildir. Siz kendi aranızda bu gibi diyalogları kurun. Nazilerlerle, evanjelik köktendincilerle, talibanla, el kaidecilerle ve tüm anti-semitik, islamofobik insanlarla.Bu laflarının muhatabı ben değilim. Ciddiye alacağım laflar değil bunlar.
Bak gene tartisma konusuna degil tartisana saldiriyorsun! Konuya konsntre olamayacaksan bence sen fazla yorma dilini cunku argumanin zayif, fikrini savunamiyorsun.
Bak gene tartisma konusuna degil tartisana saldiriyorsun! Konuya konsntre olamayacaksan bence sen fazla yorma dilini cunku argumanin zayif, fikrini savunamiyorsun.
Tartışanı değil, tartışma üslubunu tartışıyorum. Ben fikir sundum sana yukarıda. Hani, tek bir cevap verememişsin o konuda. Eski toplumlarda kadınların erken yaşta neden evlendiklerini, neden doğurganlığın önemli olduğunu.Cevabın var mı?Var.Ama nasıl bir cevap? Söylediğimi okumadan ya da görmezden gelerek önceki dediğinin de iyice bokunu çıkarmışcasına, 15 yaştan önce 9’a, bu kez de yaşı 6’ya indirerek dezenformasyon yaparak tartışmayı bulandırıyorsun.Sana şunu soruyorum: Belli bir dönemin geleneksel değerlerini bu günün şartları ile değerlendirerek karşılaştırmak ne denli doğrudur?Sen önce buna cevap ver.Madem batı medeniyetine tapınıyorsun (sakın ben her şeyi eleştiririm yalanını söyleme, şu ana kadar ingiltereyi eleştirme ile ilgili herhangi bir şeyini okumadım) o mübarek Magna Carta ilanı ertesinde evlenen kraliçelerin yaşlarına bak:Isabelle d’Angoulême (c. 1187 – May 31, 1246) 13 Yaşında evlendi.Eleanor of Provence (c. 1223 – 26 June 1291) 12 yaşında evlendiIsabella of France (c.1295 – August 22, 1358) Papa tarafından 3 yaşında evlendirildi. Nikah töreni Edward I’in ölümü üzerine 12 yaşında yapılabildi.Onu bırak, bundan 50 yıl önce ABD’den Kıta Avrupasına dünyanın heryerinde bir kız 20 yaşında hala evlenemişse beğenilmemiş ve evde kalmış kız olarak görülüyordu. 15 yaş kadınlar için evlenme yaşı idi. Sen son elli yıl içinde dünyada gelişen toplumsal değişmeler nedeniyle oluşan yeni cinsiyet algısı ile tarihi ve hatta bir dini yargılamaya çalışıyorsun. İstediğin kadar ben herşeyi eleştiririm diye yırtın. Kimseyi kandıramazsın. Şayet şu ana kadar yukarıda verdiğim örneklerdeki kişilerle ve onların toplumsal yapıları ile alakalı iki kelam eleştiri getirmiş olsaydın objektif yaklaştığına ikna olabilirdim. Ama sen sadece batı medeniyetine tapınan ve kendi medeniyetinden utanç duyarak uzaklaşan insan tiplerinin davranışını sergiliyorsun.Onun dışında eleştirine eleştiri getirilmesinden de rahatsız oluyor ve hep aynı şeyleri söylüyorsun. Hangi sahada doktora yapıyorsun bilmiyorum ama LSE hocalığı da yapmış ve belki de sana yakın yerlerde bulunmuş Avusturya asıllı İngiliz filozof Karl Popper‘ın kitaplarını temin et bence. Aksi halde bu kafa ile ne doktora yapabilirsin ne de bilim. Ne der abim:
Bir teorinin bilimsel olabilmesi için yanlışlanabilir olması gereklidir… Doğrulayıcıları çok olan fakat yanlışlayıcıları belirsiz olan bu kuramlar ona göre bilimsel olmayan kuramlardı… Eğer bir kuram yanlışlanabilir ise, bilimseldir. En iyi kuram “zamana bağlı olarak yanlışlanabilir, çürütülebilir olan kuramdır.”
Anladık mı? Sen nasıl yanlışlama hakkını kullanıyosan sana karşı yanlışlama yöntemini kullananlara karşı da tahammüllü ol. Aksi halde bir süre sonra yanlışlanmaya değer görülmez olursun. Bu ise senin açından hiç de hoş bir durum olmamış olur.
Arada bir hafife değişik tipler gelip, “Biz herşeyi sorguluyoruz, sizin gibi dogmatikler bizim dediklerimizi bile anlayamazsınız. Siz var ya siz, soru sormaktan bile acizsiniz, biz herşeyi sorgularız, allahı gelsin onu bile sorgularız” diye hava atıp, İslama küfür edip dururlar. Gariptir aynı huy “aydın”larımızda da vardır. Adamın anlattıklarına baksan ahanda düşünce, sorgu-sual, budur diyeceksin ama biraz bakınca adamların sorguladığı tek şey “İslam”dır. Onun dışında hiçbir şeyi sorgulamazlar. Mesela Clishe, ne zaman Atatürk ve icraatlarını sorgulamıştır. “Memleketin aydın yüzü”, “Cumhuriyet kadınları”, feminist ablalarımız hangi aralıkta Latife Hanım’ın intiharını sorguladı. Hangi aralıkta “laiklik” sorgulandı. Dünyadaki değişik laiklik anlayışları ve tanımları nasıl? Hangi aralıkta Atatürkçülük sorgulandı? Hangi aralıkta Kürt halkının gaspedilen ve gaspedilmeye devam edilen hakları sorgulandı? Hangi aralıkta statüko, askeriye sorgulandı? Hangi aralıkta Şemdinli, Atabeyler, Dağlıca sorgulandı? Hangi aralıkta darbeler, darbeciler, darbe teşvikcileri sorgulandı? Hangi aralıkta 31 Mart, Menemen Olayı doğru düzgün bütün karanlıklar aydınlatılarak sorgulandı?Dediğim gibi, bizim “aydın”larımız, bizim elitlerimiz, ve Gri Türkler hep İslamı ve İslamla ilgili meseleleri sorgular, ama diğer taraflara gel dediğin zaman bir bakmışsın klişe laflar…
popper’in bu tanimini ben pseudoscience konusunda tartisirken yapmistim, tekrarlaman iyi olmus.”dediğinin de iyice bokunu çıkarmışcasına, 15 yaştan önce 9’a, bu kez de yaşı 6’ya indirerek dezenformasyon yaparak tartışmayı bulandırıyorsun.”Hayir Anthro ac bak internette yuzlerce sitede bas bas 6 ve 9 yaziyor, Buhari’nin hadisi deniyor, bundan utananlar asil revizyonizme gidip yok 15indeydi yok 18indeydi diye uyduruyorlar; hatta bir kismi, utanclarindan olsa gerek “araplarda kizlar erken gelisirdi” gibi abes otesi bir takim aciklamalarla geliyorlar. Onlara gore bir kiz cocugu menstruasyona baslayinca evlilik cagina gelmismis! Bu bir erkek cocugunun daha sesi degismeden olan ergenlik belirtileriyle olgunlastigini iddia etmek gibi yersiz bir iddia!senin verdigin ornekler 1200lu senelerden, ve asillerden ornek veriyorsun! Bu genel halka tekabul etmiyor. Asiller arsi cikar icin her sey yapilir, soyun devami soz konusu cunku.ISLAM DAHA COCUK YASTA KIZLARIN YETISKIN ERKEKLERLE EVLILIGINE KARSI CIKIYOR MUYOKSAMUHAMMED’IN YAPTIGI GIBI IZIN MI VERIYOR?Vemiyorsa neden Yemen’de evlilik yasi 9??? Neden suudi arabistan’da evlilik yasi 15+ olmasina ragmen cocuk yastakiler kendinden buyukleriyle evlendiriliyor? neden turkiye’de 18+ olmasina ragmen aynisi oluyor?Ayse’nin evlilik yasi 6, munasebet yasi 9 derken, hatta “salincakta salinirken ” annesinin gelip Muhammed’in yanina goturdugunu yazan kayitlar ne olacak?”15 yaş kadınlar için evlenme yaşı idi. “dogru degil, isvec, norvec ve finlandiya’da ve hatta kafkas milletlerinde eskiden beri 30 yas ustu evlenme durumu vardi. cok genelleme yapiyorsun.”Ama sen sadece batı medeniyetine tapınan ve kendi medeniyetinden utanç duyarak uzaklaşan insan tiplerinin davranışını sergiliyorsun.”hala , hala tartismayi kisi uzerinden yurutuyorsun. hala insnalarin fikirlerindne dolayi kafana siniflandiriyorsun. bu onyargilarinla nasil tartisma yurutecegini saniyorsun.Peki bunlari tartismak en basta neden dun TABU halindeydi de simdi yola geldiniz? cunku artik hakaret etmedigimi, bir takim gercekleri ortaya koymaya calistigimi mi anladiniz?
Muhammed’in 9 yaşındaki Aişe ile evliliğiMuhammed’in en küçük karısı Aişe’dir. Muhammed 52 yaşında iken, 9 yaşında olan Aişe ile gerdeğe girmiştir (Aişe, Muhammed ile evlendiğinde 6 yaşında idi (Bkz:Buhari, e’s Sahih, Kitabu Menakıbı’l-Ensar/44; Tecrid, Hadis no:1553; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’n-Nikah/69, Hadis no:1422) ,demek ki 3 yıl beklenilmiş).Bunun üzerine, islam hukuku bundan bir sonuç çıkarıyor ve “9 yaşındaki bir kız, “müştehat” (şehvete konu olabilecek çagda sayılır) deniyor. Ve de bu nedenle, bir erkeğin 9 yaşındaki bır kızla evlenebileceğini bildiriyor bır fıkıh hükmü olarak(Bkz:Muhammed Ali Tehanevi,Keşşafuıstılaha-tı’l-Fünun,1/788).M. Sofuoğlu (Cilt 4, Syf – 318,319)Sahih-i Müslim ve TercümesiBabanın Küçük Bakire Kızı Evlendirmesi Babı1422…….: Aişe şöyle dedi: Ben altı yaşımda iken Resulullah beni (nişan) akdi yaptı. (Üç yıl sonra) ben dokuz yaşında bir kız iken de benimle evlendi. Aişe dedi ki: Biz Medine’ye geldik. Akabinde ben bir ay sıtmaya tutuldum, hummanın şiddetinden saçım döküldü. (Hastalıktan kurtulunca) saçım gürleşti ve omuzlarıma kadar uzadı. Bir kere ben arkadaşlarımla beraber bir salıncak üzerinde oynarken annem Ummu Ruman bana doğru geldi ve beni çağırdı. Ben de annemin yanına geldim. Benden ne isteyeceğini bilmiyordum. Annem elimden tuttu sonunda beni evin kapısı önünde durdurdu. Bende yorgunluktan dolayı “heh, heh” diyerek kaba kaba soluyordum. Nihayet derin derin soluyuşum geçti. Sonra beni eve soktu. Evde Ensar’dan birtakım kadınlarla karşılaştım. Bu kadınlar: Hayır ve bereket üzere, en hayırlı kısmete dediler. Annem beni bu kadınlara teslim etti. Onlar da başımı yıkadılar ve üstümü başımı düzelttiler. Duha vaktinde Resulullah’ı habersizce görmekten başka beni hiçbir şey heyecanlandırmadı. Akabinde Ensar kadınları beni Resulullah’a teslim ettiler.Aişe: Peygamber beni altı yaşında bir kız iken akid yaptı, dokuz yaşında bir kız iken de benimle evlendi demiştir.Ma’mer, Zuhri’den, o da Urve’den, o da Aişe’den haber verdi ki: Peygamber Aişe’yi yedi yaşında bir kız iken akid yaptı, dokuz yaşında ve oyuncakları beraber iken de evlendi ve nihayet Aişe on sekiz yaşında bulunduğu sırada Resulullah vefat etti.Aişe şöyle demiştir: Resulullah Aişe’yi altı yaşında iken akid yaptı. Aişe dokuz yaşında bir kız iken Resulullah’ın evine gidip zifaf oldu. On sekizlik bir kadın iken de Resulullah vefat etti.6542 – Abdullah İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe radıyallahu anha ile yedi yaşında iken onunla nikahlandı, dokuz yaşında iken zifaf yaptı. Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe onsekiz yaşlarında iken vefat etti”5607 – Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm benimle Şevvâl’de nikâh yapmıştı. Şevvâl’de gerdek yaptı. Yanında hangi kadını benden daha bahtlı idi?” (Urve der ki: “Hz. Aişe radıyallahu anhâ) yakınlarından olan kadınları şevvâl ayında gerdeğe sokmayı müstehab addederdi.”Müslim, Nikah 73, (1423);Tirmizi, Nikah 9, (1093);Nesai, Nikah 77, (6, 130).5575 – Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, ben altı yaşında iken benimle evlendi. Medine’ye geldik. Benî’l-Hâris İbnu’l-Hazrec kabilesine indik. Ben hummaya yakalandım. Saçlarım döküldü. (İyileşince) saçım yine uzadı. Annem Ümmü Rumân, ben arkadaşlarımla salıncakta oynarken, bana geldi, benden ne istediğini bilmeksizin yanına gittim. Elimden tuttu. Evin kapısında beni durdurdu. Evimizde, Ensârdan bir grup kadın vardı. “Hayırlı, bereketli olsun!”, “Uğurlu mübarek olsun!” diye dualar, tebrikler ettiler. Annem beni onlara teslim etti. Onlar kılık-kıyafetime çeki düzen verdiler. Beni, (kuşluk vakti aniden) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm(ın gelişinden) başka bir şey şaşırtmadı. Annem beni O’na teslim etti. O gün ben dokuz yaşında idim.”Buhari, Nikâh 38, 39, 57, 59, 61;Müslim, Nikah 69, (1422);Ebu Dâvud, Nikâh 34, (2121); Edeb 63, (4933, 4934, 4935, 4936, 4937);Nesai, Nikah 29, (6, 82).5574 – Urve merhum, Hz. Aişe radıyallahu anhâ’dan şunu nakletmiştir: “Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm bana dedi ki: “Rüyamda sen bana üç gece gösterildin: Melek seni bana bir ipek parçası içerisinde getirdi ve “Bu senin zevcendir, aç onu!” dedi. Ben de açtım, içindeki sendin. Ben: “Bu rüya Allah katından ise, onu gerçekleştirecektir” dedim.”Buhari, Nikâh 9, 35, Ta’bîr 20, 21;Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 79;Tirmizi, Menakıb (3875).4448 – Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın hanımlarından hiçbirine, Hz. Hatice radıyallahu anha’ya karşı duyduğum kıskançlığı hiç duymadım. Halbuki onu hiç görmüşlüğüm de yok. Ancak, Aleyhissalatu vesselam onun yâdını çok yapardı. Ne zaman bir koyun kesip parçalara ayırsa Hatice’nin dostlarına da gönderirdi. Bazan ona: “Sanki dünyada Hatice’den başka kadın yok!” derdim de bana: “(Onun gibisi var mıydı, o şöyleydi, o böyleydi..! (Öbür kadınlar beni çocuktan mahrum ederken) benim çocuklarım ondan oldu” diye karşılık verirdi. (Hz. Aişe derki: İçinden ” Bir daha Hatice hakkında kötü söz söylemeyeceğim” dedim).” Hz. Aişe devamla der ki: “”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Hatice’den üç yıl sonra benimle evlendi.”Buhari, Menakıbu’l-Ensar 20, Nikah 108, Edeb 73, Tevhid 32;Müslim, Fezailu’s-Sahabe 73, 74, 77, 78, (2434, 2435, 2436, 2437);Tirmizi, Menakıb, (3885, 3886).6577 – Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam’ın yanında iken bebeklerimle oynardım. Aleyhissalatu vesselam da benim kız arkadaşlarımı bana gönderirdi. Arkadaşlarımla beraber oynardık.”5607 – Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm benimle Şevvâl’de nikâh yapmıştı. Şevvâl’de gerdek yaptı. Yanında hangi kadını benden daha bahtlı idi?” (Urve der ki: “Hz. Aişe radıyallahu anhâ) yakınlarından olan kadınları şevvâl ayında gerdeğe sokmayı müstehab addederdi.”Müslim, Nikah 73, (1423);Tirmizi, Nikah 9, (1093);Nesai, Nikah 77, (6, 130).6542 – Abdullah İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe radıyallahu anha ile yedi yaşında iken onunla nikahlandı, dokuz yaşında iken zifaf yaptı. Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe onsekiz yaşlarında iken vefat etti”6547 – Ebu Saidi’l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe radıyallahu anha’yı, elli dirhem değerinde ev eşyası mukabilinde nikahladı.”14- Aişe(rah)anlatıyor;‘’Resullah ‘ın yanında kızlarla oynuyordum ,benimle birlikte oynayan arkadaşlarım vardı.Resullah (s.a.) eve girdiği zaman onlar gizlenirlerdi. Kendisi evde olmadığı zaman – onları bana gönderir,benimle oynarlardı..’’204
Hz. Aişe validemizden yapılan bir rivayet :“Hz. Muhammed henüz Mekke de iken ve bende oynayan bir çocuk iken “onların vadeleri kıyamettir. Kıyamet ne dehşetli ve ne acıdır!” mealindeki (kamer s. 46) ayet inmişti… (Buhari 1.cilt Telifil Kur’an bahsi)” Bu sure Mekke devrinin birinci döneminde(4. yıl) inmiştir. Hz.Aişe validemiz bu sure ve ayetleri net olarak hatırladığına göre yukarıdaki iddianın doğru olması mümkün değildir.Olayları ayrıntılarıyla hatırlayabilmek ve sokakta oynayan bir çocuk olması için en az beş veya altı yaşında(veya daha büyük) olması gerekir. Kamer suresi Mekke devrinin dördüncü yılında indiğine göre dördüncü yılda beş-altı yaşında olması gerekmektedir.Ayrıca Kız kardeşi Esma ; Kardeşi Esma Abdullah bin Zübeyir’in annesidir. Esma yüz yaşına kadar yaşamış ve Hicretin 73. yılında vefat etmiştir. Hz. Aişe validemizden on yaş daha büyüktür. Hz. Ebu Bekir (r.a) kızı Esma ve oğlu Abdullah Abdul Uzza’nın kızı Kayleden, Hz. Aişe ile Abdurrahman ise Ümm-i Rümandan doğmuşlardır. Hz. Esma yüz yaşında ve hicri 73. yılda öldüğüne göre hicret esnasında 27 yaşında olması gerekir. Bundan on yaş küçük olan kardeşi Hz. Aişe validemizin de 17 yaşında olması gerekir ki bu da aşağı yukarı Buhari de Hz. Aişe’nin kendi hadisindeki ifadeye uygun düşmektedir.Hz. Aişe validemiz peygamberimizle dokuz yıl beraber yaşamıştır. Onun Kur’an, hadis ve fıkıh ilimlerindeki yerini bütün islam alimleri teslim etmektedir. O devrinin en büyük alimlerini tenkit etmiş, çeşitli konularda fetvalar vermiş, Kur’an’ın ve sünnetin doğru anlaşılması konusunda insanlara önderlik etmiştir. Sünneti Kur’an’la test etmenin ilk örneklerini vermiştir. Bu birikimi henüz çocuk denecek yaşta bir insanın elde etmiş olmasını kabullenmek oldukça zordur.Bu konuyu aydınlatan bir başka rivayette şöyledir: Hz. Aişe validemiz henüz peygamberimizle evlenmeden önce Cübeyir bin Mut’im ile nişanlanmıştı. Mut’im Hz. Aişeyi oğluna almakla evine müslümanlığı sokacağını düşünerek bu nikahı feshetmişti. Hz. Ebu Bekir (r.a) islamı ilk kabul edenlerden biri olduğuna göre; bu olayın vukuu, islamın alenen duyurulmasından veya şuyu bulmasından önce olması gerekir. İslam alenen açıklanıp müslümanlar Kabe yürüyüşü veya Safa tepesi toplantısından sonra topluma deşifre olduktan sonra Ebu Bekir (r.a) ın müslüman olduğu bilinince kızını almaktan vazgeçmiş olması daha doğru görünmektedir. Bu olayda yine Hz. Aişe’nin peygamberimizle evlenmeden önce evlilik çağına geldiğini ve nişanlandığını göstermektedir. Yani değil Hz. Resulle nişanlanıp bir yıl sonra evlenmesi , daha önce evlenecek çağa gelmişti, nişanlandı , zamanla İslam tebliği yayılınca Hz. Ebu Bekir’in Müslüman olması bu işi bozdu…Daha sonra da Hz. Resul onunla nişanlanıp bir yıl sonra da evlenmişti…Sıcak ülkelerde çocukların erken gelişip, olgunlaştığı düşünülünce – Günümüzde bile Mısır’da ilkokul birinci sınıfa giden kızlar ergenlik çağına girdiği – yani Mısır’daki 8 yaşındaki bir kız , Türkiye’deki 12-13 yaşındaki bir kız olgunluğuna gelip ; daha önce olgunlaşıp, daha önce yaşlandığı – düşünülürse 17 -18 yaşındaki bir kızın arabistandaki normal görüntü ve evlilik yaşı haliyle gelmiş bir yaş olduğu rahatlıkla kabul edilmelidir!Hz. Aişe validemiz peygamberimizle dokuz yıl evli kalmışlardı. Peygamberimizin vefatı esnasında İse 27 yaşında idi. Peygamberimizden sonra da 48 yıl yaşamış ve hicri 58. yılda ve 74 yaşında vefat etmiştir. Sondan başa doğru gidersek 74 ten 48 i çıkartıp kalandan da evli olduğu yılı çıkartınca evlendiği yaşı bulmuş oluruz. 74 – 48 = 26; 26 – 9 = 17 kalır ki yaklaşık 17 veya 18 yaşında evlendiği gerçeği ortaya çıkar…Sahihi Buhârîye göre, Hazreti Âişe, Kur’anın Mekkeli âyetleri gelirken oyun çağındaydı. Bu yaştayken, kendisi «Kamer» Sûresinin nazil olduğunu söylüyor. Kur’arun 54 üncü Kamer sûresi, Mekkeli sûrelerdendir. Bu sırada Rasûl-i Ekrem «Erkam»ın evinde bulunuyordu. Rasûl-i Ekrem, Hicretin ilk senesi Hazreti Âişe ile evlendi. «Bakare» ve «Nisa» sûreleri vahyolunurken, Hazreti Âişe, Rasûl-i Ekremin zevcesi bulunuyordu. «Bakare» sûresi, Medine devrinin ilk zamanlarında. nazil olmuştu.Mişkât sahibi der ki: Hazreti Âişenin hemşiresi Esma, Hicret esnasında 27 yaşında idi. Aişeden on yaş büyüktü. Hazreti Aişe de, Esmadan on yaş küçük olduğuna göre, Hicrette onyedi yaşındaydı: (Asrı Scâdet, C: 2, S: 1010.)Rasül-i Ekremle evlendiği zaman, 18 yaşında bulunuyordu.Hazreti Âişenin altı yaşında nişanlandığı, dokuz yaşında nikahlandığı hakkındaki rivayetler doğru değildir, tarihî hakikitlere aykırıdır.Hz. Aişenin ablası Esma, ondan yaklaşık 10 yaş büyüktü. Hz. Aişe evlendiğinde Hz. Esma’nın yaklaşık 30 yaşında olduğu rivayet ediliyor. Buradan Hz. Aişenin evlendiğinde 18-20 yaşlarında olduğu sonucuna varılmaktadır.Batıyla ilgili forumun ‘toplum’ kategorisindeki ‘Başörtüsü, İdeolojiler, Çözümler’ ve ‘Demokrasimize Çifte Saldırı’ başlıklarındaki tartışma izlenebilir.18 yaşı ise Arabistan bölgesindeki ortamda kız çocukların daha çabuk ergenlik çağına vardıkları göz önünde bulundurulduğunda, çok erken bir evlilik yaşı olarak asla değerlendirilemez. Bugünkü ortamlar için de 18 yaşı erken sayılmamaktadır.Kaynak
Cliciax hanım kızımıza İbn Haldun(1332-1406) un Mukaddimesinin birinci kısmında açıkladığı “tarihi yorumlama” kısmını, “Turan dursun” tercümesini rahatça okuyabilirler çünki islam düşmanı bir arkadaşımızdır, kesinlikle tavsiye ediyorum. 1330’lu yıllarda adam günümüz cahillerine yol gösteriyor.
Hz. Ayşe’nin yaş olayını Fevkulbeşer izah etmiş zaten. Bunu kırk kere daha yazsak değişecek birşey olmayacağı için ve de ben de bu mevzu nedeniyle burayı terketmek istemeyeceğim için, o konuyu kendi açımdan nokta koyarak geri dönmemek üzere geçiyorum.Ama İngiliz geleneklerinde de aynısının olduğunu söylememe rağmen bu konuda eleştiri getirmedin. Papa 3 yaşında bir bebeği bir prensle evlendiriyor. Ama o dönemin İngilteresini biz Magna Carta ile anıyoruz ne hikmetse. Bunu görmek istemiyoruz.Sana başka bir şey göstereyim. İslam Dünyası ile Batıya yayılan bir hastalık. Aynı çağlarda. Adı ise Arap Hastalığı olarak anılır. Rus Oryantalist Leonid Sukiyanen bir sempozyumda aktarıyor:
Daha çok şey var.. o dönemde batı ile doğuyu mukayese etmek mümkün değil. Bu bugün Norveç ile Afganistan’ı mukayese etmek gibi bir durum olur anca. Şayet az buçuk Avrupa ve İslam Dünyası kültür tarihini okumuş isek o çağların altın dönemlerini İslam Dünyasının yaşadığını, Avrupa edebiyatındaki Gündüz ülkesi (doğu), ve Gece ülkesi (Avrupa) imgelerinden anlarsın. Batı kendini bu şekilde ifade ediyor, senin tahkir ettiğin medeniyeti ise aydınlık kelimesi ile anlatıyordu. Bundan gayrısı laf-u güzaftır..
Oncelikle yukaridaki verdigim kaynaklar SAHIH DEGIL diyorsun oyle mi? Senin kaynagin yalan soylemedigini nereden bilelim ?Internette bu sacma sapan, onun yasindan bunun yasini cikarip dolambacli yollarla allem edip kallem edip yasin 17’ye uzatildigi yazilari da gordum merak etme. Ama kesinlikla inandirici degil; en basta evlenme yasinin 12 alti oldugu bi ulkede bir kiz nisanli olup da 17 yasina kadar bekler mi, hic ama hic inanmiyorum bu tuhaf kulak gosterme cabalarina. Sen tutmusun Ayse’nin kayitli sozleri yalan diyorsun, sonra da tavsanin suyunun suyundaki rivayetle ne acikladigini saniyorsun? 55 yasindaki adamin (hadi diyelim) 17 yas alti bir kizla isi ne? ooof offf Zen ne yaptin ya.Utanmadan sunulan su argumana bak, cam ustune cam devirmeyin bari!”Günümüzde bile Mısır’da ilkokul birinci sınıfa giden kızlar ergenlik çağına girdiği – yani Mısır’daki 8 yaşındaki bir kız , Türkiye’deki 12-13 yaşındaki bir kız olgunluğuna gelip ; daha önce olgunlaşıp, daha önce yaşlandığı – düşünülürse 17 -18 yaşındaki bir kızın arabistandaki normal görüntü ve evlilik yaşı haliyle gelmiş bir yaş olduğu rahatlıkla kabul edilmelidir!”ABES ! Gunumuzde kiz cocuklarinin daha cabuk ergenlige girdigini bilmiyorsun galiba. Yuksek proteinli diyet ve gorsel stimulasyonla erken ergenligin tetiklendigi uzerine oldugunu cikaran bir arastirma mevcut. Ama Misir’da 8 yasinda olgunlastigini soylemenin KESINLIKLE bilimsel bir yani yok! Yukaridaki argumanla en basta kendi iddiasini ayagindan vurmus! 12-13 yas caizdir diyor!”12-13 yaşındaki bir kız olgunluğuna gelip ; daha önce olgunlaşıp, daha önce yaşlandığı – düşünülürse” CILDIRTMA BENI! 12-13 yasinda cocuk hala cocuktur, bacaginin arasindan kan aksa da o buyudugunu hissedene kadar cocuktur! Senin dinin diyor ki kiz cocugu menstrasyona baslayinca olgunlasir, bu cok buyuk bir YALAN, kiz cocugununun vucut gelismesi 16-20 yasina kadar surer!Ustelik erken hamileligin getirdigi problemleri saymiyorum bile.Aman tanrim, kizlar erken yaslaniyormus lafa bak! Ulen sizden en az 10 yil fazla yasiyoruz biz! kimmis erken yaslanan ha?”rahatlıkla kabul edilmelidir!”DOGMAYA gel DOGMAYA!kabul et! Sorgulama! yoksa pedofil oldugumuzu anlarlar…
Zen, konuyu savunamadin ve sorduklarima cevap veremedin.1) Verdigim kaynakgin yalan oldugunu nasil ispat edebilirsin? Neden Ayse’nin sozu gecersizmis? (kadin oldugu icindir, uc sahit daha gerek oule mi!!)1) Verdigin kaynak prensip olarak kendi icinde celisiyor, 12-13 yasindaki kiz cocuguna “evlenmeye musait” gibi bir yaklasimla PEDOFILIYE ACIKCA MEYIL gostermis.3) Argumanin tamamen rivayet ve yanlis bilgilere dayaniyor ve/veya hic de inandirici degil.4) Biz burada Islam’in pedofiliye olan tavrindan bahsediyoruz, ABD ve Avrupa’dan bahsetmiyoruz. Baska bir baslik acalim, Katolik kilisesinin de erkek cocuk pedofili ekolunu de orada tartisalim! Ama o yonden tartisacaksan unutma, Turkiye istatistiklerinie imam nikahi katinca evlilik altinda girilen iliski yasi bilinenin cok altina dusuyor ve resmi nikah olmadigi icin de, evlilik disi dogan cocuk sayisi orani konusunda Turkiye Danimarkayi solluyor, haberin olsun .5) Hay senin kendi kuyrugunu kovalayan mantigini seveyim, battikca batiyorsun, daha fazla ugrasma bence!hala guluyorum ya, Misir’da bir kiz 8 yasinda evlilik eriskin sayilir cagina gelirmis zuhahaha! hangi bilimsel arastirmanin sonucu bu acaba!
Assessment of pubertal development in Egyptian girlsPuberty is a significant event of human growth and maturation associated with marked physiological and psychological changes. The aim of this study was to assess normal pubertal development in Egyptian girls to define normal, precocious and delayed puberty. The present study included a cross-sectional sample of 1,550 normal Egyptian girls of high and middle socio-economic class living in Cairo. Their ages ranged from 6.5 to 18.5 years. Pubertal assessment was made according to Tanner staging. The mean menarcheal age (MMA) was estimated using probit analysis. Weight and height were measured and body mass index (BMI) was calculated. The mean age at breast bud stage (B2) was 10.71 ′ 1.6, pubic hair stage (PH2) was 10.46 ′ 1.36, while axillary hair stage (A2) was 11.65 ′ 1.62 and MMA was 12.44 years. The mean age at attainment of puberty was compared with those of other Egyptian studies and other populations. Girls of the present study started pubertal development and achieved menarche earlier than those of previous Egyptian studies confirming a secular trend. Differences between the present study and other worldwide studies can be attributed to various genetic, racial, geographical, nutritional, and secular trend factors.Eveeet gordugun uzere Misirli kizlar menstruasyona ortalama 13 yasinda basliyor, 8 degil. Ustelik bu yas, eski zamanlara gore daha erken sayiliyor. Hem de MMA yasi vucudun gelismesinin devam ettigini gosterir, Islam ise eriskin sayiyor! Bu da senin gosterdigin kaynagin ne kadar BOKTAN oldugunun ispati.
# Verdiğin kaynak şundan dolayı hatalıdır: Bu tip yaklaşım sergileyenlerin temel argümanları, hadislerin uydurma olduğu ve islam kaynaklarının muğlak olduğu iddiasıdır. Ama devekuşu olmalarından mütevellid, -nasıl ki deveyim dedikten sonra işine gelmediği anda kuş olmaya karar veriyorsa- iki dakika sonra kalkar, yine aynı hadisleri bu kez kendi iddialarına dayanak olarak sunarlar. Halbuki senin verdiğin örnekler sağlam olmayan tevatürdeki, muteber olmayan hadislerdir. Yani nakil doğrudur ama hesap hatası akılda kaldığı gibi aktarılmıştır. Fakat sağlam olan hadislere göre çıkan yaş hesaplamalarında 15-17 yaşlarında olması muhtemeldir. Bu İslam tarihinde öteden beri böyle bilinmektedir. Yeni keşfedilen birşey değildir yada pedofili gibi algılanmaması için sonradan iddia edilen bir söylem değildir; zaten kırk defa tekrar ettiğim gibi son 50 yıla kadar o yaşlardaki kızların evlendirilmesi çoğu toplumlarda ayıp addedilen bir şey değildi. Bu 12 yaşında yada 9 yaşında evlendi iddiaları ise, evlenme yaşının 20 yaş sonrasına sarktığı son onyıllarda, İslamofobik çevrelerin eski evlilik yaşlarının sıradan insanlar tarafından unutulduğu ve yeni evlilik yaşının dünya toplumları tarafından iyice kanıksanmış olmasının avantajı ile, islam alerjisi yapabilme amacıyla kullandıkları yalan fırsatçılıktan ibarettir.# Tekrar ediyorum, 12-13 yaşında evlenmek insanoğlunun şu an geldiği durum gereği yanlış olabilir ama biyolojik olarak evlenmenin insan doğasına aykırı bir yanı yoktur. Her hayvan, cinsel olgunluğa erişir erişmez çiftleşmeye başlayorsa insan da bu açıdan nesil devamı ve türün çoğalması için en erken yaşta çiftine kavuşabilir. Fakat insanoğlunun şu an geldiği durum gereği bu hale ihtiyaç yoktur. Dünya nüfusu ihtiyacın da ötesine ulaşmış ve tabiata zararı artmaya başlamıştır. Haliyle de AnthroSphere’deki zararı azaltılması için daha geç evlenmek ve daha az doğurgan olmak zorunda kalmıştır. Şayet yarın öbür gün insanlık tekrar bir felaket yada savaş nedeniyle yarı yarıya nüfus kaybına ulaşırsa, yine kızlar bu yaşlarda evlenmek ve düzinelerce çocuk doğurmak zorunda kalacaktır. Lütfen bunu bu kadar izah etmeme gerek kalmadan kendin algılamaya çalış.# Madde 1’de dediğim gibi, sen rivayetlerini yine onun kullandığı hadislere dayandırıyorsun. Bu konuda daha yakın başka da kaynağımız yok. Ama senin gibi düşünenlerin tek yaptığı fark, dini bilmemeleri ve bilmek istememleri sebebiyle sadece sahih olmayan hadisleri dikkate almaları ve işine gelen kısmını cımbızla çekmeleridir. Bu ise bilimsel değildir. İnandırıcı hiç değildir.# “evlilik disi dogan cocuk sayisi orani konusunda Turkiye Danimarkayi solluyor” Bu konuda elinde bir veri var mı? Neye dayanarak bu gibi bir iddiada bulunuyorsun? Ben de sana, ben ve kıçımın ortaklaşa üreteceğimiz pekçok oranı sunabiliriz. Ama kıçımla başbaşa verdiğimiz zaman ürettiklerimizi bilim dünyası ve insanlık genelde pek kale almazlar. Seni de alacaklarını sanmıyorum. Ama imam nikahı olayı ise Türkiye’deki çarpık devlet anlayışının ürettiği bir gudubet durumdur. Sen orada evlenirsen eğer, muhtemel olan bu evliliği oradaki bir kilisede; görevli ve yetkili bir Pastör tarafından kıydıracaksın. Türkiye’deki sistem ise din ve devlet işlerini ayıracağım adı altında kadını, erkeklerin sunduğu yalnızca imam nikahı ile evlenmeye razı olmaya mahkum ediyor. Şayet devlet tarafından yetkili kılınan imamlar, belediye ile ortak olarak dini ve resmi nikahı beraberce kıyacak olsalardı, sadece dini nikaha razı edilip mirasdan ve diğer olasılıklardan (kuma vs.) korunaklı hale gelmiş olacaktı. Ama biz Türk tipi laiklik yaşadığımız için kadınları koruyoruz kisvesi altında onları buna mahkum ettiriyoruz. Ne de olsa bu tip laikliği savunan kadınlar bu durumlardan zararlı çıkan kişiler değiller. Zararlı çıkan kadınlardan da nefret ettikleri için, hem o sevmedikleri kadınların sıkıntılarından keyif alıyorlar hem de işlerine geldiği anda bu ezilen kadınları kendileri için kalkan ve argüman olarak kullanmaktan da geri durmuyorlar.# Tûtî-i mu’cize-gûyem ne desem lâf değilÇarh ile söyleşemem âyînesi sâf değilSorular Fevkulbeşer’e yöneltilmişti ama hızımı alamadım önce ben davrandım. Kendisi de cevap vermeye mucib görürse, bilahare kendi adına cevaplarını verir.
Kadın HaklarıHayvan topluluklarının hepsinde fizikî güç, özellik ve farklılıklar büyük önem taşır. İnsan toplumlarında dikkati çeken ilk önem sırasının cinsel olduğu, sonra fizikî ve iktisadî önem sıralarının söz konusu olduğu, son zamanlarda ve çağdaş telakkilerde ise önem sırasının iş bölümüne dönüşmeye başladığı öne sürülmektedir. Tarih boyunca kadına tanınan statünün, genel hatlarıyla bu iddiayı desteklediği de söylenebilir.Yakın zamanlara kadar, bazı istisnalar dışında erkek-lerle kadınlar medenî ve siyasî haklarda eşit değildi. Son yüzyıla kadar Batı toplumu kadın hakları konusunda kötü bir sınav vermiştir. Günümüzde bu toplumdaki aykı-rılık ve aşırılıklar da âdeta bu kötü döneme tepkiyi içeren karşı ucu teşkil etmektedir. Kimi bilim adamları-na göre, kadının köle seviyesinde bulunuşu, köklenmiş nüfus şartlarının sonucuydu. Çocuk ölüm oranı çok yüksek olunca insanların yeryüzünden silinme tehlikesi belirmiş ve kadınlardan sadece çocuk vermeleri beklenmişti. İtal-ya’da Mussolini kadınlara yüksek öğrenimi yasaklarken, Hitler 1914 yıllarının II. Guillaume’unu hatırlayarak kadınların “üç k”dan başka şeylerle uğraşmamasını iste-miştir (kinder=çocuk, kuche= mutfak, kirche=kilise).Tarih boyunca kadınların siyasî haklardan uzak tutul-malarının istisnaları görülmektedir. Kimi yazarlar, ka-dınların saltanat sürdüğü dönemleri sağ duyunun ağır bastığı dönemler olarak adlandırır. XV. yüzyılda müslümanları ülkeden atan ve Kristof Kolomb’un Amerika sefe-rini himayesine alan İspanya Kraliçesi Katolik İsabella, 1558’de İngiltere tahtına çıkan, Protestanlığı sağlam-laştıran Elisabeth, Büyük Katerina (1729-1796), 1740-1780 yılları arasında hüküm süren Avusturyalı Maria Teresa ve 1837-1901’de hüküm süren Victoria devlet gemi-sini yürütmüş kadınlardır.Günümüzde kadınlara oy hakkı tanınmasından sonra he-men hemen bütün ülkelerde kadın bakan ve milletvekili sayısı düşme göstermiştir. Etraflıca incelenmeye değer bu konuya ilişkin olarak Fransız sosyolog Gaston Bouthoul, temel siyasî meselelerin savaş ve zorbalık terimleriyle sarılıp sarmalanarak sunulduğu zamanımızda, ruhsal yapıları ve özel mantık düzenleriyle kadınların bu terimleri anlamasının ve benimsemesinin güçlüğünden bahseder ve önümüzdeki günlerde de savaşın er kişilerin en büyük meselesi olmaya devam edeceğini ileri sürer. Ona göre, siyasî davranışlar bakımından kadınları erkek-lerle eş tutmak yanlıştır ve meseleyi ayıklamaya yetmemektedir. Kadınların devletin gidişine bütün kadınlıkla-rıyla katılması isteniyorsa, oylarının ve düşüncelerinin erkeklerin davranışlarının yan sonuçları, yan ürünleri olarak kabulüne son verilmelidir. Kadınlar insan nüfusu-nun yarısıdır ve sayılarına uygun şekilde temsil edilme-leri halinde meclislerdeki milletvekili ve hükümet üye-liklerinin yarısı kadınlardan oluşur.İslâm dininin kadına tanıdığı hakların değer ve öne-mini daha iyi kavrayabilmek için İslâm’dan önceki çeşit-li toplum ve medeniyetlerde kadının durumu hakkında kı-saca bilgi vermekte yarar vardır.Eski Hint telakkisine göre kadın, yaratılış olarak zayıf karakterli, kötü ahlâklı ve murdar bir varlıktı. Budizm’in kurucusu Buda başlangıçta kadınları kendi di-nine kabul etmemişti. Hint hukuku kadına evlenme, miras ve diğer uygulamalarda hiçbir hak tanımıyordu. İsrail hukukunda baba kızını satabilirdi; ailede erkek evlât varsa kızlar mirastan pay alamazlardı. İran’da Sâsânîler döneminde kız kardeşle evlenilebilirdi. Eski Yunan’da koca dilerse karısını başkasına devredebilir, kendisi öldükten sonra eşinin başkasına devredilmesi için anlaş-ma yapabilirdi. Çinliler’de kadın insan sayılmadığı için ona ad bile verilmezdi.İnsanların çeşitli müdahaleleriyle aslî hüviyetini yitiren Yahudilik ve Hıristiyanlık, Hz. Havvâ’nın Hz. Âdem’i aldatarak yasak meyveyi yemesine sebep olduğunu kabul ettiğinden, kadını ilk günahın asıl suçlusu, bütün insanlığı günah kirine boğan kötü bir varlık sayar ve ona şeytan gözüyle bakar. Bu yüzden İngiltere’de kadına İncil’e el sürebilme izni ancak XVI. yüzyılda verilebil-miştir.Eski Türkler’de kadının durumu, diğer toplumlara nisbetle iyi sayılabilirdi. Ancak onlarda da İslâm ahlâ-kı ve günümüz değer yargılarıyla bağdaşmayan uygulamalar vardı. Meselâ maddî durumu elverişli olan erkek istediği kadar kadınla evlenebilirdi. Babası ölen evlât, annesi dışında, babasından kalan bütün kadınlarla evlenmek zo-rundaydı. Eğer baba, sağlığında malını paylaştırmamışsa kızlar mirastan mahrum bırakılırdı. Bununla birlikte eski Türk geleneğinde siyasal haklar bakımından kadınla-rın durumu, dönemine göre, hatta sonraki birçok döneme göre oldukça iyi ve ileri bir durumdaydı. Nitekim Nizâmülmülk’ün, Orta Asya’da âdet olduğu üzere kadınla-rın siyaset üzerine müessir olmalarını önlemek arzusu ile, kadın hâkimiyetine eğilim göstermemesi için padişa-hı ikaz ettiği bildirilir.İslâm’dan önceki Araplar’da bazı soylu aile kızları birtakım imtiyazlara sahip olsalar da genelde kadının durumu çok kötüydü. Her şeyden önce dinmek bilmeyen ka-bile savaşları kadınlar için büyük bir tehlike oluşturuyordu. Çünkü Câhiliye Arabında kadın, savaş sonunda her-hangi bir mal gibi, kendisinden çeşitli yollarla yarar-lanılan bir ganimet kabul edilirdi. Bu durumda, kız ço-cuklarının ileride kendilerine utanç ve ar getirecek bir duru-ma düşmesinden kaygı duyan müşrik Araplar, yeni bir kız çocuğunun do-ğumunu utanç verici bir olay sayarlar-dı; hatta bunu önlemek için bazı kabi-lelerde kız çocuk-larını diri diri toprağa gömme âdeti bulunmaktaydı. Bunu geçim zorluğu yüzünden yapanlar da vardı. Kur’ân-ı Ke-rîm’de bu uygula-malara değinilerek, onları buna yönel-ten zihniyet yerilmektedir. Câhiliye döneminde zina ve fuhuş eğilimleri, son derece çirkin ve ahlâk dışı uygu-la-maların, sözde nikâh usullerinin ortaya çıkmasına yol açmıştı. Kur’ân-ı Kerîm’in bir âyetinde de işaret edil-diği üzere, Câhiliye döneminde genç kızları pazarlayarak bundan kazanç sağlayanlar bile vardı (en-Nûr 24/33).İslâm dini, zina ve fuhuşu önleyici tedbirler alması yanında, bütün müslümanların kardeş olduğunu, her müslümanın malının, kanının ve namusunun “Mekke kadar, Kâbe kadar” mukaddes ve dokunulmaz olduğunu ilân etmek sure-tiyle kabileler arası savaşı ortadan kaldırdı. Bu geliş-me en çok kadınlara yarar sağladı. Çünkü yeni düzen, on-ları esir düşüp câriye olmaktan, erkekler için gelişigü-zel bir tatmin aracı ve ganimet malı haline gelmekten kurtardı. Artık kadın iffetsizliğe zorlanamayacak, hatta iffetine gölge düşürücü sözler söylenemeyecekti (en-Nûr 24/4-6). Kız çocukların hor görülmesi kesinlikle yasak-lanmış (el-En‘âm 6/151; el-İsrâ 17/31); kız evlât ile er-kek evlât arasında hiçbir değer farkının bulunmadığı ifade edilmiştir (en-Nahl 16/56-59). Kadının fizyolojik bakımdan erkeğe göre zayıf olduğu gerçeği kabul edilmek-le birlikte (en-Nisâ 4/34), bu onun için horlanma sebebi sayılmayıp, aksine, bu vesileyle erkeğe, kadını himaye etme, sevgi ve şefkat gösterme, ihtiyaçlarını karşılama gibi görevler yüklenmiş (en-Nisâ 4/24-25); bütün bunla-rın ötesinde, kadına anne olması itibariyle hiçbir mede-niyette benzeri görülmeyen bir yücelik ve değer verilmiş (el-İsrâ 17/23-25); “Cennet annelerin ayakları altında” gösterilmiştir (Münâvî, Feyzü’l-kadîr, III, 361).Kur’ân-ı Kerîm’in tasvir ettiği yaratılış sahnesine göre, önce erkek yaratılmış, daha sonra ve bizzat ondan (veya aynı asıldan) eşi (kadın) yaratılmış ve bütün insan-lar bu çiftten türemişlerdir (el-Bakara 2/187). Bu tasvir, öz ve esas itibariyle, kadın erkek ayırımı yapmaktan zi-yade bu ayırımın olmadığını, aslolanın “insan” olduğunu anlatmaktadır. Tasvirde ikinci olarak vurgulanan husus ise, erkek ve kadının, birbirlerinin hasmı ve rakibi de-ğil, bir bütünün parçaları oldukları ve birbirini tamam-layıp bütünledikleridir. Biri diğerine eş olmanın ve in-sanların türeme mekanizmasını oluşturmanın tabii gereği olan bu farklılık, kesinlikle ontolojik ve değer itiba-riyle bir farklılık değildir.Kur’ân-ı Kerîm’de erkeğin kadından üstün yaratıldığı izlenimini veren âyetler, toplumsal bakış ve telakkileri yansıtmaktadır. Meselâ “Sayesinde Allah’ın bir kısmınızı diğer kısmınıza üstün tuttuğu şeye imrenmeyin, onun için iç geçirmeyin, hayıflanmayın. Erkekler kendi kazandıklarında pay sahibi olduğu gibi, kadınlar da kendi kazandıklarında pay sahibidir. Bu yönde Allah’ın lutuf ve ikramından iste-yin” (en-Nisâ 4/32), “Yine herkes (erkek ve kadın) ana baba ve yakınların bıraktıklarında aynı şekilde pay sahibidir-ler…” (en-Nisâ 4/33). “Erkekler, hem Allah’ın kendilerine sağladığı bu üstünlük (yani erkek yaratılmış olmaları) hem de bu uğurda harcamada bulunmaları sebebiyle, kadınların işlerini çekip çevirirler. Sâlih kadınlar uyumlu davranır-lar ve gizlilikleri Allah’ın istediği gibi korurlar. Ger-ginlik çıkarmalarından endişe ettiğinizde onlara nasihat edin, yataklarda sırtınızı dönün ve onları dövün. Eğer uyum sağlarlarsa, onların aleyhine davranmak için bahane arama-yın” (en-Nisâ 4/34).Bu âyetlerde anlatılmak istenen husus insanlar ara-sında erkek olmanın avantajlı olduğuna dair yaygın te-lakkinin Allah nezdinde bir öneminin olmadığıdır. Evet erkeklik ve kadınlık Allah’ın takdiri gereği olan bir şeydir. Yaratılış ve türeyiş bunun üzerine kurulduğu için, bir kısım insanların erkek, bir kısmının kadın olması kaçınılmazdır. Yaratılış gereği doğal farklılık-ların da etkisiyle mevcut toplumsal telakkilerin bir cinse üstünlük atfetmesi sebebiyle niye o cinsten olma-dığınıza hayıflanmayın. Bu Allah’ın takdiridir. Fakat Allah karşısındaki konum, Allah ile olan ilişkiler bakı-mından erkek kadın farkı olmadığı gibi insanî kazanımlar açısından da aralarında bir fark yoktur, kemale yürümede fırsat eşitliği vardır ve herkesin kazandığı kendisinedir. Kadın erkek farklılığı ve cinsler hakkındaki toplumsal telakkiler Allah açısından bir değere sahip değildir.Kur’an’ın önerdiği hayat anlayışında temel öğe ve mu-hatap olarak insan alınmıştır. Bu bakımdan Kur’an’da, kadın-erkek ayırımı yapılmadan çeşitli hak ve sorumlu-luklardan, insan ilişkileriyle ilgili birçok ilke ve kuraldan söz edilir. Bu yüzden İslâm’da kadın da erkek de, çocuk da yetişkin ve yaşlı kimse de hiçbir cins, renk, yaş ve statü farkı gözetilmeksizin benzer bir ilgi ve öneme sahiptir. Dinî telakkiler, hak ve ödevler kural olarak o dine inanan herkesi eşit şekilde ilgilendirir, sadece erkeklere veya kadınlara özgü sayılmaz. Bununla birlikte dinî metinlerin sosyal ve hukukî kural ve dü-zenlemelerinde genelde toplumlarda egemen grup esas alı-narak söz edildiği için, sonuçta bu ifadelerin diğer grupları ne ölçüde kapsadığı ve onların ne gibi hakları-nın bulunduğu tartışılmaya başlanır. “İslâm’da kadın hakları”, “kadının bireysel ve sosyal konumu” gibi tek yanlı bir anlatımın ortaya çıkması ve bu konuda kaygı ve tartışmaların gündeme gelmesi de bu sebepledir. Bununla birlikte çocuk, kadın, köle, işçi, fakir ve kimsesizler gibi çeşitli grup ve cinslerin haklarının güvence altına alınması, egemen ve karşı grupların da sorumluluklarını belirlemek anlamına geldiği için, sonuçta, toplumda her grubun hak ve sorumluluğu belirlenmiş, aralarında denge kurulmuş olmaktadır. Bu yüzdendir ki ilâhî dinlerin en önemli mesajlarından birisi de, toplumda çeşitli haksız-lık ve mağduriyetlere mâruz kalabilecek durumdaki grup ve kimselerin haklarının korunması olmuştur.Kadın, yaratılış itibariyle erkeğe göre ikinci dere-cede bir değere sahip değildir. İlke olarak insanların en değerlisi, “takvâda en üstün olanıdır” (el-Hucurât 49/13). Kur’ân-ı Kerîm’de, farklı fizyolojik ve psikolo-jik yapıya sahip olan kadın ve erkekten biri diğerinden daha üstün veya ikisi birbirine eşit tutulmak yerine birbirinin tamamlayıcısı kabul edilmiştir (el-Bakara 2/187). İslâm inancına göre Hz. Âdem bütün insanlığın atası olduğu gibi, Hz. Havvâ da annesidir (el-Hucurât 49/13). Ehl-i kitabın, Âdem’i “aslî günah” işlemeye eşi-nin kışkırttığı şeklindeki inançları Kur’ân-ı Kerîm’deki bilgilerle bağdaşmaz. Nitekim Tevrat’ta “yasak meyve”yi, yılanın kadına, kadının da Âdem’e yedirdiği belirtilir-ken (Eski Ahid, “Tekvîn”, 3), Kur’an’da “Şeytan ikisini de ayartıp yanılttı” (el-Bakara 2/36) buyurularak her ikisi-ni de şeytanın aldattığı belirtilmektedir. Başka bir âyette, Havvâ’dan hiç söz edilmeyip, şeytanın doğrudan doğruya Âdem’e seslendiği ve “Ey Âdem! Sana ebedîlik ağa-cını, eskimeyen saltanatı göstereyim mi?” (Tâhâ 20/120) dediği ifade edilir.Hukuk, toplumda var olan sosyal ve insan ilişkileri-nin açıklık, güven ve düzen içinde yürütülmesini, birey-lerin hak ve sorumluluklarının belirlenip dengelenmesini hedefler. Bunu gerçekleştirirken, toplumda var olan te-lakki ve değerlerin hukuka yansıması kaçınılmazdır. Bu itibarla tarihî süreç içerisinde müslüman toplumlarda oluşan hukuk kültür ve geleneğinde, kadının hukukî konu-muna, birey, anne, eş, vatandaş gibi çeşitli sıfatlarla sahip olduğu hak ve sorumluluklara veya tâbi olduğu kı-sıtlamalara ilişkin olarak yer alan yorum ve görüşlerin, âyet ve hadislerde sözü edilen ilke ve tavsiyelerin yanı sıra o toplumların bu konudaki gelenek, kültür ve telak-ki tarzlarıyla da yakın bağının bulunması tabiidir. Bu yüzden de, kadının temel hak ve özgürlükleri, ehliyeti, şahitliği, örtünmesi, sesi, yabancı (kendisi ile arasında nikâh bağı veya devamlı evlenme engeli bulunmayan) erkek-lerle bir arada bulunması, yolculuğu, sosyal hayata ka-tılımı, kamu görevi üstlenmesi gibi çeşitli konular a-sırlar boyu oluşan zengin fıkıh literatüründe geniş yer işgal etmiş, hukuk ekollerine, çevre ve dönemlere göre kısmen farklılıklar arzeden birçok görüş ve yorum ortaya çıkmıştır.İslâm’da insanlık ve Allah’a kulluk bakımından kadın-la erkek arasında bir fark bulunmadığı gibi temel hak ve sorumluluklar açısından da kadının konumu erkekten fark-lı değildir. Kadınlar hakkında ibadet temizliği ve ibadetlere ilişkin bazı özel düzenlemelerin bulunması, bir cinsin kul olarak üstün tutulması veya ikinci derecede kabul edilmesi anlamında olmayıp, bunlar cinsin biyolo-jik yapı ve fıtrî özelliklerine binaen konmuş hükümler-dir.İslâm hukukunda, bir insan olarak erkeğe tanınan te-mel insan hakları kadına da tanınmıştır. Buna göre hayat hakkı, mülkiyet ve tasarruf hakkı, kanun önünde eşitlik ve adaletle muamele görme hakkı, mesken dokunulmazlığı, şeref ve onurun korunması, inanç ve düşünce hürriyeti, evlenme ve aile kurma hakkı, özel hayatının gizliliği ve dokunulmazlığı, geçim teminatı gibi temel haklar bakı-mından kadınla erkek arasında fark yoktur.Kadının maddî ve mânevî kişiliği, malı, canı ve ırzı erkeğinki gibi değerlidir; her türlü hakaret, saldırı ve iftiradan korunması gereklidir. Aksine davrananlar hak-kında İslâm hukukunda ağır cezaî hükümler konulmuştur.Kadın bağımsız bir hukukî şahsiyettir; hak ehliyeti ve fiil ehliyeti açısından kadın olmak, ehliyeti daral-tan bir sebep değildir. Haklarının kocası ya da başkası tarafından ihlâl edilmesi halinde hâkime başvurarak hak-sızlığın giderilmesini sağlamak hususunda erkekten fark-lı bir durumda değildir.Kişinin sonradan kazandığı vasıflar sebebiyle sahip olacağı haklar ve taşıyacağı sorumluluklar arasında di-ğer hukuk düzenlerinde olduğu gibi İslâm hukukunda da kişilerin durum ve özellikleri ölçü alınarak mâkul bir denge kurulmuştur. Bu yüzden kadın, askerlik, cihad, yakınlarının geçimini sağlama, yakınlarının işlediği cinayetlerden doğan kan bedeli borcuna katılma gibi malî ve bedenî borçlarla yükümlü sayılmamış veya malî yüküm-lülükleri asgarî seviyede tutulmuş, bununla dengeli ola-rak kadına mirastan erkeğe göre yarı pay verilmiştir. Kadının diğer malî ve ticarî alanlarda erkeklerle eşit konumda olduğu, kadın olması sebebiyle herhangi bir kı-sıtlamaya mâruz kalmadığı dikkate alınırsa, İslâm miras hukukundaki bu özel düzenlemenin böyle bir nimet-külfet dengesine dayandığı söylenebilir.Kadın ticaret ve borçlar hukuku alanında erkeklerin sahip olduğu bütün hak ve yetkilere sahiptir. Her ne kadar hukuk doktrininde kadının aile hukuku alanına i-lişkin hak ve yetkilerini sınırlayan birtakım görüş ve yorumlar mevcut ise de bunlar doğrudan âyet ve hadisle-rin açık ifadesinden kaynaklanan hükümler olmaktan çok toplumun ortak telakki ve hayat tarzının hukuk kültürüne yansıması olarak değerlendirilebilir. Öte yandan litera-türdeki bu görüşler, ailenin kuruluş ve işleyişini belli bir otorite ve düzene bağlama, aile içi ihtilâfları bi-rinci kademede çözme gibi pratik bir amaca da yönelik-tir. Bununla birlikte İslâm toplumlarında hukukun dinî ve ahlâkî bir zeminde gelişmesi sebebiyle, diğer alan-larda olduğu gibi aile hayatında da tarihî seyir içinde kadın aleyhine sayılabilecek ciddi bir sıkıntı görülme-miş, aile hayatı, kendi sosyal ve kısmen de dinî yapı ve karakteri içinde uyumlu bir şekilde sürdürülmüştür.Kadının şahitliğiyle ilgili olarak Kur’an’da yer alan “İki erkek şahit bulunmadığında razı olduğunuz şahitlerden bir erkek ve -biri yanıldığında diğeri ona hatırlatsın di-ye- iki de kadın şahit bulunsun” (el-Bakara 2/282) meâlin-deki âyetten kadının değer ve insanlık yönünden erkekten aşağı olduğu gibi bir sonuç çıkarmak doğru değildir. Gerekçe unutma, şaşırma ve yanılmayla ilgili olup, geti-rilen hüküm hakkın ve adaletin yerini bulması amacına yöneliktir. Benzeri bir hüküm hadislerde bedevî erkekle-rin şahitliği hakkında da söz konusu edilmiştir. (Ebû Davud, “Akdiye”, 17; İbn Mâce, “Ahkâm”, 30) İçinde bulunduğu şartlar ve eğitim seviyesi itibariyle gerçeğin ortaya çıkmasına, hak ve adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunma imkânı sınırlı olan kişi ve gruplar için böyle bir düzenlemeye gidilmiş olması tabiidir. Öte yandan bu hükmün sadece malî haklar ve borçlar konusunda yapılacak şifahî şahit-likle ilgili olduğu, ihtiyaç duyulduğunda kadının da tek başına şahit olabileceği, yazılı beyan ve belge ile is-pat açısından kadın-erkek ayırımının gözetilmeyeceği yönünde doktrinde mevcut olan görüşler de burada asıl amacın kadının şahitlik ehliyetini kısıtlamak değil, adaleti en iyi şekilde sağlamak olduğu fikrini teyit eder.İslâm’da kadının konumuyla ilgili olarak çağımızda belki de en çok tartışılan konu, kadının örtünmesi mese-lesidir. Kur’an’da kadınların ev dışına çıkarken üzerle-rine örtü (cilbâb) almaları (el-Ahzâb 33/59), erkek ve kadınların gözlerini haramdan sakındırmaları, iffetleri-ni korumaları, kadınların ziynet yerlerini göstermemele-ri, başörtülerini yakalarının üzerine kavuşturmaları ve bağlamaları (en-Nûr 24/30-31) istenmiştir. Gerek bu ve benzeri âyetlerin ifade tarz ve üslûbu, gerekse Hz. Peygamber dönemindeki uygulamalar, kadınların örtünmesinin, tavsiye kabilinden veya örf-âdete ve sosyokültürel şart-lara bağlı ahlâkî çerçevede bir hüküm olmaktan öte dinî ve bağlayıcı bir emir olduğunu göstermektedir. Çağımıza kadar bütün İslâm bilginlerinin anlayışı ve asırlar boyu İslâm ümmetinin tatbikatı da bu yönde olmuştur. İslâm’ın örtünme, iffetini koruma, gözlerini haramdan sakındırma gibi emirleri sadece kadınlara yönelik olmayıp, hem ka-dınlara hem de erkeklere aynı üslûp ve kesinlikte ayrı ayrı yöneltilir, topluma da bu konuda gerekli tedbirleri alma görevi verilmiştir. Ancak örtünme konusunda kadınlara daha ağır bir sorumluluk yüklendiği ortadadır. Fa-kat bunu İslâm’ın kadına daha az değer verdiği, kadını sosyal hayatta geri plana ittiği şeklinde yorumlamak doğru olmaz. Aksine bu kabil hükümleri İslâm’ın kadını koruma, yüceltme ve ona toplumda saygın bir yer kazan-dırma çabasının bir parçası olarak değerlendirmek gere-kir. Zaten utanma ve örtünme, canlılar içinde sadece insana has bir özelliktir. İslâm’ın aslî kaynaklarında erkek ve kadının örtünmesi ilke olarak konmuş, İslâm bilginlerinin de ortak görüşleri kadınların el, yüz ve ayakları hariç örtünmeleri, erkeklerin de diz kapağı ile göbekleri arasını örtmeleri gerektiği üzerinde ağırlık kazanmıştır. Ancak örtünmenin renk, üslûp ve şeklinin toplumların gelenek, zevk ve imkânlarıyla bağlantılı olacağı, bu sebeple de bölge ve devirlere göre farklılık gösterebileceği açıktır. Bu itibarla, asıl amacın kadın ve erkeğin iffetli ve meşrû bir hayat yaşamaları, aşırı-lıklardan, tâciz ve tahriklerden korunmaları olup, ör-tünme de bu amacı gerçekleştirmede önemli bir araç sa-yılmıştır.İslâm, erkeğin ve kadının karşı cinse olan ihtiyaç ve temayülünü tabii bir vâkıa olarak karşılamakla birlikte (Âl-i İmrân 3/14; er-Rûm 30/21), bunun meşrû bir zeminde, düzen ve ölçü içinde gerçekleşmesini gaye edinmiş, hem bireylerin hem de toplumun ortak yararlarını koruyan bir dizi tedbir ve düzenleme getirmiştir. Bunun için de Kur’an ve hadislerde kadın, cinsel tatmin ve zevk aracı olarak değil anne, eş, evlât gibi belli bir insanî değer olarak takdim edilir. İslâm, kadının güzelliğinin ve vücudunun zevk ve eğlenceye, ticarete, cinsel tahrik ve pazarlamaya konu edilmesine de şiddetle karşı çıkmıştır. Kadınların örtünmesiyle ilgili dinî emirlerin yanı sıra, bir kadına kocası dışındaki erkeklerin şehvetle bakması-nın haram kılınışı da (en-Nûr 24/ 30-31) bu anlamı taşır. Hatta kadının sesinin fitneye yol açacağı, bunun için de yabancı erkekler tarafından duyulmasının doğru olmadığı şeklinde klasik literatürde yer alan görüşler de bu ama-ca yöneliktir. Burada söz konusu edilen kısıtlama ile, erkek ve kadınların bir arada yaşaması, birbirlerini görmeleri ve seslerini duymaları değil, kadın-erkek i-lişkilerinde fitne, tahrik ve ölçüsüzlük önlenmek isten-mektedir. Yoksa Hz. Peygamber’in ve sahâbîlerin genç ve yaşlı hanımlarla konuştuğuna dair pek çok örnek vardır. (Bk. Buhârî, “Nikah”, 6; Müslim, “Birr”, 53) Kadınların ticaret, eğitim, seyahat, sosyal ve beşerî ilişkiler gibi normal ve sıra-dan ihtiyaçlar için erkeklerle sesli konuşmalarının veya örtünmesi gerekli yerlerini örtmeleri şartıyla birbirle-rini görmelerinin câiz olduğu açıktır. Ancak kadın ve erkeğin sosyal hayattaki yakınlık ve ilişkisi gayri meş-rû beraberlikler, kötü arzu ve planlar için bir başlan-gıç teşkil edecek bir boyut kazandığı zaman bu davranış kendi özü itibariyle değil, yol açacağı kötülükler sebe-biyle yasaklanmış olmaktadır. Şu var ki, “fitne” kavra-mının devir ve muhitlere göre farklı tanım ve kapsamının olabileceği düşünülürse, kadının sesi, kadının erkekler-le konuşması ve sosyal hayata katılımı konusunda da za-man ve zemine göre farklı ölçü ve yaklaşımların benimse-nebileceği söylenebilir.Gerek hadislerde (bk. Buhârî, “Nikâh”, 111; Müslim, “Hac”, 413-424) gerekse fıkıh literatüründe yer alan, kadının ancak yanında kocası veya mahremi olan bir erke-ğin bulunması halinde yolculuk edebileceği şeklindeki ifadeler de, yine kadını korumaya yönelik bir tedbir olarak görülmelidir. Burada yolculuktan maksat, namazla-rı kısaltmayı veya ramazan orucunu ertelemeyi câiz kıla-cak ölçüdeki ve o dönemin şartlarında yaya olarak veya deve yürüyüşüyle üç gün sürecek bir yolculuktur. Kadının tek başına ya da mahremi olmayan bir erkekle yolculuk etmesinin, özellikle yolculuğun hayvan sırtında veya yaya olarak, çöl, dere-tepe aşarak yapıldığı bölge ve devirlerde hem kadın hem de erkek açısından birtakım sakıncalar taşıdığı, en azından üçüncü şahısların kötü zan ve dedikodularına yol açabileceği, bunun da kadının iffet duygusunu rencide edebilecek uygunsuz bir durum olduğu açıktır. Bu sebeple fıkıh kitaplarında kadının uzak yerlere ancak kocası ile veya kendisiyle evlenmesi câiz olmayan oğlu, kardeşi, kayınpederi gibi mahremi bir erkekle seyahat etmesinin gereği üzerinde durulmuştur. Hanefî ve Hanbelî mezheplerinde kendisine bu şekilde refakat edecek bir mahremi bulunmayan kadına haccın vâ-cip olmadığı hükmü benimsenirken de bu noktadan hareket edilmiştir. Mâlikî ve Şâfiî mezheplerinde ise, kadının kendisi gibi birkaç kadınla birlikte bir grup oluştura-rak hacca gidebileceği görüşü ağırlık kazanmıştır. Şu halde, kadının yakını olmadan tek başına veya yabancı erkeklerle birlikte seyahat edemeyeceği şeklindeki gö-rüşleri bu zeminde değerlendirmek, kadının kişilik, onur ve iffeti için benzeri tehlike veya sakıncaları bulundu-ğu şehir içi veya şehir dışı yolculukları aynı grupta ele alarak öncelikle mevcut ve muhtemel sakıncaları gi-dermek, bu mümkün olmazsa geçici ve özel bir tedbir ola-rak refakatçi erkek çözümünü benimsemek gerekir. Nitekim Hz. Peygamber de bir kadının Yemen’den Şam’a kadar tek başına güven içinde seyahat edebilmesini müslüman top-lumlar için ideal bir hedef olarak gösterir. (Buhârî, “Menakıb”, 25) Bu itibarla kadının yolculuğu konusunda seyahat özgürlüğünü kısıtlamak değil kadınların ve her bireyin güven ve huzur içinde yolculuk edebilmesini sağ-lamaktır. Bunun için de yolcuların emniyet ve güven i-çinde bulunduğu, açıklık ve belirli bir düzen içinde yapılan otobüs, tren, uçak yolculukları veya özel araç-larda yolculuk konusunda günümüzde daha hoşgörülü düşün-mek mümkün görünmektedir.İslâm’da kadının konumu ve hakları konusundaki tar-tışmaların önemli bir kısmı da, kadının sosyal hayata katılımı, çalışması ve kamu görevi üstlenmesi noktala-rında odaklaşır. Özetle ifade etmek gerekirse, kadının ev içinde ve dışında çalışması, ailenin ihtiyaçlarını sağlamada kocasına yardımcı olması kural olarak câizdir ve kadının böyle bir hakkı vardır. Bu konuda bir sınır-lama ve yönlendirme varsa, o da kadın ve erkeğin birbi-rini tamamlayan farklı özellikleri ve kabiliyetlerine bağlı önceliklerle ilgilidir. Kadının öncelikli olarak işi ve görevi, ev idaresi, çocuk bakım ve eğitimidir. Erkeğin öncelikli işi ise ailenin geçim yükünü omuzla-maktır. Şartlar değiştiğinde, ihtiyaç bulunduğunda kadın ve erkeğin birbirine yardımcı olması hatta rollerin de-ğişmesi mümkündür. Önemli olan hayatın huzur ve düzen içinde geçmesi, ihtiyaçların karşılanmasında bireylerin imkân ve kabiliyetlerine uygun sorumlulukları dengeli şekilde üstlenmeleridir. Hz. Peygamber’in, evin iç işle-rini kızı Hz. Fâtıma’ya, dış işlerini ise damadı Hz. Ali’ye yüklemiş olması, müslümanlar için bir aile modeli oluşturma amacına yönelik bağlayıcı bir kural değil, ihtiyaç, örf ve âdete dayalı tavsiye niteliğinde bir çözüm görünümündedir. Kadının çalışmasının ve kamu göre-vi üstlenmesinin sınırlandırılmasına ilişkin olarak İslâmî eserlerde yer alan görüş ve hükümler, nasların açık ifadelerinden değil hukukçuların içinde bulunduğu sosyokültürel ve ekonomik şartlardan kaynaklanmaktadır. Hz. Peygamber devrinden itibaren kadınlar çeşitli özel ve kamu işlerinde çalışmışlar, önemli görevler üstlen-mişlerdir. Kadının öğretmenlik, memurluk, doktorluk ve hemşirelik gibi görevleri üstlenmesinin câiz olduğunda ciddi bir ihtilâf mevcut değilken, hâkimlik ve üst düzey yöneticilik yapmasının cevazı konusunda hayli farklı görüşlerin bulunması da bu yönde bir gelenek veya telak-kinin bulunmayışıyla yakından ilgilidir. İslâm hukukçu-larının çoğunluğu kadından hâkim olmayacağı görüşünde ise de bu görüşün açık bir naklî delili yoktur. Hanefî-ler ve İbn Hazm, kadınların şahitlik yapabildiği dava türlerinde hâkimlik de yapabileceği görüşündedir. Taberî ve Hasan-ı Basrî gibi İslâm bilginleri ise kadından hâ-kim olmasına hiçbir dinî engelin bulunmadığını ileri sürerler. Öyle anlaşılıyor ki klasik dönem İslâm hukuk-çuları, kendi devirlerindeki bilgi, kültür ve tecrübe birikimlerinden hareketle, kadınların adaleti gerçekleş-tirme, yargılama ve hükmü uygulama konusunda erkekler ölçüsünde dirayetli olamayacağı, bunun için de hâkim olmalarının doğru olmadığı görüşüne sahip olmuşlar, ha-liyle bu görüşler hukuk doktrininde de ağırlık kazanmış-tır. Kadınların kaymakam, vali, devlet başkanı gibi üst düzey kamu yöneticisi olamayacağı yönünde klasik fıkıh literatüründe yer alan görüşlere de benzeri bir açıklama getirilebilir. Hâkimlik ve yöneticilik, toplumda önemli bir kamu görevi olduğundan İslâm’ın cins, yaş veya renklere göre bir ayırım yapmayacağı, aksine hâkimlerin ve yöneticilerin bu görevi hakkıyla yürütebilecek nitelik-lere sahip olması üzerinde duracağı açıktır. Hz. Peygamber devrinde kadınlar, henüz haklarındaki olumsuz yargılar tamamen silinmemiş olduğu halde ictihad etmiş, hüküm ve fetva vermiş, bir nevi hâkimlik ve yöneticilik yapmış, savaşlara katılmış, yönetimin kararlarını etki-leyecek ölçüde siyasî faaliyetlerde bulunmuşlardır. An-cak kadınların da sahip oldukları hak ve yetkilerin uy-gulamaya geçirilmesi ve kadınların sosyal hayatta aktif rol üstlenmeleri tamamen sosyoekonomik ve kültürel şart ve ihtiyaçlarla ilgilidir. İslâm bu konuda temel hak ve ilkeleri belirtmekle yetinmiş, geri kalan kısmı müslüman toplumların kendi gelişim seyrine terketmiştir. Bu iti-barla kadınların kamu görevi üstlenmesi ve sosyal hayata iştirakleri konusunda daha sonraki dönemin kaynaklarında yer alan yönlendirme ve kısıtlamalar, genelde İslâm bil-ginlerinin kendi bilgi, tecrübe ve kültür birikimlerin-den, toplumda yaygın telakkilerden, bu yönde ciddi bir ihtiyacın bulunmayışından, biraz da devrin olumsuz şart-larından kadınları uzak tutma gayretlerinden kaynaklan-maktadır.Gerek İslâm dininin aslî kaynaklarında yer alan hü-kümler gerekse asırlar boyu çeşitli bölge ve toplumlarda süregelen uygulama sonucu oluşan İslâm hukuk kültürü, kadının hakları ile sorumlulukları, aile ve toplum içindeki rolü, konumu ve kendisinden beklenen ödevler ara-sında uyum ve dengeyi gözetmeye özel bir önem vermiştir. Öte yandan hak ve sorumlulukların dağılımı, cinslerin imkân ve kabiliyetleriyle de yakından ilgilidir. Meselâ ataerkil bir aile hayatının egemen olup kadının sosyal hayatta erkeğe bağımlı olarak rol üstlendiği dönemlerde kadınların irtidad, yol kesme, anarşi ve isyan gibi suç-ları aslî fâil olarak işlemeyeceği düşünülmüş, onlara daha hafif cezalar öngörülmüş, savaşlarda da kadın ve çocuklar ayrı bir statüde mütalaa edilmiştir. Kadının şefkati ve eğitme yeteneği sebebiyle çocuğun bakım ve yetiştirilmesinde anneye ve diğer kadın akrabaya erkek-lere göre öncelik verilmiştir.Kadının başlıcalarına yukarıda işaret edilen hakları yanında sorumlulukları da vardır. Kadınların hakları ile sorumlulukları birlikte ele alındığında, İslâm’ın ada-let, hakkaniyet ve denge ilkesinin bu alanda da geçerli olduğu görülür. Kadınların dinî öğretideki konumları da ancak böyle bir hak-sorumluluk, yetki-görev dağılımı içinde belirginleşir. Aile yapısının korunması, ailede düzenin, huzur ve mutluluğun sağlanması gibi maksatlarla kendisine yönetim ve aile reisliği hakkı tanınmış olan kocaya saygılı olmak kadının başta gelen görevlerinden-dir ve bu husus âyetlerde ve hadislerde önemle vurgulan-mıştır. Bütün toplumlarda pederşahî bir aile düzeninin hâkim olduğu bir dönemde kadının görevlerine ağırlıkla yer vermenin gereksiz olduğu düşünülebilir. Ancak, özel-likle çağdaş Batı toplumlarında ciddi bir aile problemi halini alan sözde “kadın özgürlüğü” adı altındaki gelişmeler dikkate alınırsa, İslâm’ın kadının görev ve sorumluluklarıyla ilgili olarak koyduğu hükümlerin ne kadar önemli olduğu daha iyi kavranır.Çağımızda feminizm adı verilen hareket, tarihte kadı-nın kiliseye girmesini, İncil’e dokunmasını bile yasak-lamış olan zihniyete karşı bir tepki hareketi olması sebebiyle çıkış noktası bakımından haklı ise de, ahlâkî ve sosyal bakımdan çok olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Bu sonuçları iki noktada toplamak mümkündür.Bir kere, feminizm hareketine kapılan kadın, genel o-larak kayıtsız şartsız özgürlük düşüncesiyle aile için vazgeçilmez olan birçok kural ve değerleri hiçe saymak-ta; esasen sosyal hayatın hiçbir alanında hiçbir insan için geçerli olmayan “Kendi hayatımı canımın istediği şekilde yaşamak hakkımdır!” şeklindeki anlayışı, bütün değerlerin üstünde bir değer ve kanun kabul etmektedir. Bu telakki, bütünüyle ahlâkî değerler ve kurallar ile kutsallık kazanan aile yuvasının iğreti bir hal alması-na, kadın ve erkeğin, aile sorumluluklarını çekilmez bir yük ve bir tür esirlik gibi algılamalarına yol açmaktadır. Bu hayat telakkisinin yaygın olduğu ülkelerde, eşine ve çocuklarına bağlılığı, yuvanın mutluluğuna kat-kıda bulunmayı kendi istek ve tutkularının üstünde tutan kadın tipi giderek özlemle aranır olmakta, nikâhsız bir-likte yaşamaların yaygınlaşması gibi Batılılar’ın bile korkutucu saydıkları olumsuz gelişmelerin temelinde de aynı anlayış yatmaktadır.Sözde kadın özgürlüğünü savunan feminizmin ortaya çı-kardığı diğer bir olumsuz sonuç da erkeklerle ilgilidir. Bu gelişmeler karşısında erkekler genellikle üç değişik tavır sergilemektedirler: Kimileri olayı olduğu gibi kabul etmekte ve onlar da evlenip boşanmayı alışkanlık haline getirmektedir. Bazı erkekler eşlerini baskı zo-ruyla sadık kılmaya, yuvada tutmaya çalışmaktadır. Bazı-ları ise, zaten eşlerini başlarından atmak ve yuvayı yıkmak istediklerinden, boşanmanın olağan bir gidiş ha-line gelmesi bunların işini kolaylaştırmaktadır. Çünkü toplumda herhangi bir kurum -bu arada aile yuvası- bir defa kutsallığını ve değerini yitirdi mi, artık kişisel arzu ve çıkarlarını her şeyin üstünde tutanlar bu kurumu yıkmakta bir sakınca görmemekte ve bu konuda ciddi en-gellemelerle de karşılaşmamaktadırlar. Batı’da ve Batı-lılaşma gayreti içinde olan ülkelerde feminizm hareketi-nin belki de en önemli olumsuz sonucu bu olmuş, aile, eşlerin karşılıklı bağlılık ve fedakârlığıyla yürütülen kutsal bir kurum olmaktan çıkıp her iki tarafta da ben-cillik, tek taraflı çıkar ve yarar egemen olmaya başla-mıştır. Bu gelişmelerden de yine sosyoekonomik konumu daha zayıf durumda olan kadın zarar görmektedir.On dört yüzyılı aşkın İslâm tarihi boyunca müslüman toplumlarda, Batı’da ortaya çıktığı şekliyle bir kadın sorunu, buna bağlı olarak da kadının ezilmişliği ve kur-tarılması, kadın hakları gibi sosyal hareketler olmamış-tır. Bu olumlu durumu, uygulanan İslâm hukukunda kadının ve erkeğin hak ve sorumluluklarının dengeli ve ayrıntılı bir biçimde belirlenmiş olmasından çok, İslâm toplumla-rında hukukî kural ve yaptırımların da temelde dinî ve ahlâkî bir zemine dayanmış olmasıyla, İslâm’ın bireye kazandırdığı dünya görüşünün, hak ve sorumluluk anlayı-şının onun bütün insan ilişkilerini etkilemekte oluşuyla açıklamak daha isabetli olur.Çağımızda İslâm’da kadın ve kadın hakları konusunda müslüman ve gayri müslim yazarlar tarafından bir hayli eser kaleme alınmış olup bu mevzuda zengin bir literatür ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu gelişmelerin temelinde günümüz müslüman toplumlarında kadın hakları ve anlayışı konusunda ciddi bir krizin yaşanmakta oluşundan çok, Batılı yazarların kendi toplumsal gerçek ve değerlerini, aile hayatıyla ve kadınla ilgili telakkilerini ölçü ala-rak İslâm dünyasına yönelttikleri tenkitler, Batılılaşma taraftarlarının aynı çizgideki önerileri, müslüman ya-zarların da bunlara cevap verme ve konuyla ilgili öze-leştiri yapma gayretleri yatmaktadır. Bu konuda samimi olarak ortaya konacak fikrî mesailerin ve özeleştirile-rin çok yararlı olacağını inkâr etmeksizin belirtmek gerekir ki, bütün grup ve kesimler gibi kadınların da sevgi, saygı ve mutluluktan daha çok pay alabilmeleri, müslüman toplumların, İslâm’ın getirdiği hayat anlayışı-nı, insana verdiği değeri, yüklediği ağır sorumluluğu ve insan ilişkilerinde hâkim kılmaya çalıştığı ölçüleri daha iyi kavramalarına bağlıdır.Oluşmasında âdet ve geleneklerin de etkisinin bulun-duğu kişisel görüşlerin din telakki edilmesi çok büyük sıkıntılar doğurmaktadır. Her konuda zayıf veya kuvvetli olsun, herhangi bir hadisin, zaman ve çevre faktörünü dikkate almadan bir hükme esas ve dayanak yapılması son derece sakıncalıdır. Kendince İslâm’ı müdafaa etmeye çalışan veya onun adına konuşan kimselerin, eski dönem-lerin kendi şartlarının iz ve etkilerini taşıyan fıkhî görüşleri, tek İslâmî çözüm olarak takdim etmeleri, hem sorunların çözümüne bir katkı sağlamamakta hem de yaşa-nan olumsuzlukların İslâm’a mal edilmesi gibi olumsuz bir sonuca yol açmaktadır. Genel ilkeler ve bunların belli gelenekleri ve alışkanlıkları olan toplumlarda hayata geçirilme biçimi var. Dikkat edilecek hususlardan biri bu ikisini özdeşleştirmemek, ikincisi ise, bir dö-nemdeki hayata geçirilme biçiminin, o dönemdeki genel şartlara göre insan hakları açısından durumunun ne oldu-ğunu tesbit etmektir.Kaynak: diyanet.gov.tr
HADİSSöz, haber, yeni şey anlamlarına gelen hadis (çoğulu ehâdis), terim olarak, Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirleridir. Bu tanıma göre hadis, sünnetle eş anlamlıdır. Bazı hadisçiler, sahabe ve tabiûn sözlerini de hadis kavramına dahil etmişlerdir. Bu tanıma göre hadis, haber ve eser ile anlamdaş olur.Hadisler, delil değeri açısından; sahih, hasen ve zayıf; kaynağı açısından merfû, mevkuf ve maktû; senet sayısı açısından, mütevâtir, meşhûr ve âhâd (aziz, garîb); senedinin muttasıl olup olmaması açısından, müsned (mevsul), muttasıl, munkatı, mu’dal, mürsel, muallak, muanan, müennen, müdelles kısımlarına ayrılır.MUALLAK HADİSSenedinin başından bir veya daha çok râvîsi hazfedilerek, “kâle fulân”, “zekera fulân” gibi kesinlik ifade eden, ya da “yurvâ”, “yüzker” gibi yarı kat’i ifadelerle rivâyet edilen hadislere denir. Hadisin bu şekilde rivâyet edilmesine de ta’lik denir. Senedin tamamının kaldırılması halinde hadis, direkt olarak ilk kaynağına dayandırılır. Merfû, mevkûf ya da maktu’ hadislerin tamamı için ta’lik söz konusudur. Özellikle daha sonraki devirlerde, herhangi bir sahih ve maruf hadisin Hz. Peygambere kadar uzanan senedinin düşürülerek, “Hz. Peygamber şöyle buyurdu” denilmesi ta’liktir.İsnadı bilinen ve kabul şartlarını haiz olarak hadisçiler tarafından tanınan muallak hadisler, sahih veya hasen hükmündedir. Ancak, bu şartları taşımayan muallak hadisler, senedinden kaldırılan râvîlerin durumu bilinmediği için zayıftır.RİVÂYETSözlükte “sözü nakletmek, aktarmak, sulamak” anlamlarına gelen rivâyet, terim olarak, hadis ve benzeri sözlerin isnadıyla birlikte nakledilmesine denir. Rivâyet eden kimseye râvi, rivâyet edilen söze mervî denir. Rivâyetin en önemli gayesi, Hz. Peygamberin sünnetini gelecek nesillere aktarmaktır. Sünnetin kaynağı olan hadislerin hatasız ve noksansız olarak rivâyeti oldukça önemli olduğundan, hadislerin rivâyeti âlimlerce özel ve ciddî kurallara bağlanmıştır. (A.G.)Rivâyet iki türlüdür: a) Rivâye bi’l-lafz: Bu, hadislerin orijinal lafızlarıyla rivâyet edilmesidir. Bu tür rivâyette, hadislerin sözlerinde hiçbir değişiklik yapmadan, Hz. Peygamberin (a.s.) ağzından çıktığı şekliyle yapılması esastır. b) Rivâye bi’l-mâ’nâ: Bu, hadislerin Hz. Peygamberin ağzından çıktığı şekliyle değil de, hadisin asıl manasını bozmadan, kısaltarak ya da kelimeleri eş anlamlıları ile ifade ederek rivâyet edilmesidir. Mana ile rivâyetin kabul edilebilmesi için râvînin, rivâyet ettiği hadiste kast olunan manayı bozan incelikleri bilmesi gerekir. Muhammed ibn Sîrin ve İmam Mâlik gibi âlimler, mana ile rivâyetin kabul edilmemesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Muhaddislerin çoğunluğu ise, hadisin manasını bozmamak şartı ile, değişik lafızlarla rivâyet edilmesinde bir sakınca görmemişlerdir.RİVÂYET TEFSÎRİRivâyet tefsîri, Kur’ân âyetlerini, âyetlerle, hadislerle ve sahabe sözleriyle açıklamak ve îzâh etmek demektir. Rivâyet tefsîrine, me’sûr ve naklî tefsîr de denir.Rivâyet tefsîrinde en sağlıklı yol, âyetleri ve sahih hadisleri birlikte ele almak, sahih olmayan rivâyetlere ve isrâiliyâta yer vermemektedir.Rivâyet tefsîrine En’âm sûresinin 82. âyetinde geçen “zulüm” kelimesinin âyet ve hadisle tefsîrini örnek verebiliriz. Bu âyetteki zulüm “şirk (Allah’a ortak koşmak)” anlamındadır. Buhârî, (Îmân, 23) ve Müslim’in (Îmân, 197) rivâyet ettiği sahih bir hadise göre Peygamberimiz (a.s.) bu âyetteki zulüm kelimesinin “şirk” anlamında olduğunu söylemiş ve bu anlama delil olarak “şirk büyük bir zulümdür” (Lokmân, 31/13) âyetini zikretmiştir. Söz konusu âyetteki zulüm kelimesinin şirk anlamında olduğuna bir önceki âyet de delalet etmektedir. İbn Cerir et-Taberî’nin Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyı’l-Kur’ân ve İbn Kesîr’in Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm adlı eserleri rivâyet tefsîrlerinin en meşhurlarındandır.
Üstte yapmış olduğum alıntılar yüzeyselde olsa da biraz fikir edinmeni sağlar. Sen cevaplarla ilgilenmiyorsun, çünki senin cevapların teker teker verildi. Sadece Amerika’dan aldığın paraların hakkını ödemek için papağanlık hizmetine devam ediyorsun. Yoksa bu kadar duyarlı bir insan, islam’a saldıracağına evvela A.B.D’nin Irakta, Afrika’da, Afganistan’da ve daha kaç ülkede tecavüz ettiği öldürdüğü kadınlardan, çocuklardan dem vurur. Filistinden dem vurur. Adam takmış Muhammed sübyancı diye. Birde diyor ki Muhammed diye biri var mı yok mu belli değil. Tam komedi… Sen boşvereceksin bu evelemeleri, gevelemeleri asas amacın nedir? vazifen nedir? bu kadar enerjiyi ne için harcıyorsun? insan bir vazifeye inanmışsa silahlarını kuşanır, düşmanını iyi tanır, inançlı olur; sen almışsın taramalı tüfeğini, 1 dolardan amerikan kuşunlarını etrafa saçıyorsun, geliyor arkandan fevkulbeşer diye bir adam balık tavasıyla kafana vuruyor. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Senin bir şey paylaşma gibi bir niyetin yok ki, olsa böyle ajitasyon yapıp, insanlara hakaret edip, kutsallarına bok atmazsın. papağanımız gidiyor birde çağla kubat mı nedir onu örnek veriyor türk kadınına…Bu mesele ile ilgili gerekli açıklamalar yapıldı, bundan sonra üstüne bir şey söylemen medya maymunluğundan öte olmayacak. Daha bir şey yazacak değilim uzaktan maymunluklarını izleyip güler dururum sana. Eminim söylediklerim sen hariç okuyan herkes tarafından anlaşılmıştır. Ukul-u kasıra ashabı için daha fazla zeman harcamaya mahal yok.Söylemiş olduğum gibi aynı şeyleri papağan gibi tekrarlayıp durdu; şimdi de paylaştıklarımın kaffesinde cüzi bir noktaya işaret edip ordan bir yerlere bağlamaya çalışacak. Ne demiş atalarımız; “Aylak bakkal tutup taşağını tartarmış”Tebessümle kalın.
Clicia x DİYOR Kİ, (17 Mayıs 2008 23:26) senin verdigin ornekler 1200lu senelerden, ve asillerden ornek veriyorsun! Bu genel halka tekabul etmiyor. Asiller arsi cikar icin her sey yapilir, soyun devami soz konusu cunku.
Clicia x DİYOR Kİ, (13 Mayıs 2008 14:07)Binlerce yil once yasadigindan bile emin olmadigim birine kufur etsem ne olur etmesem ne olur? Sen bana Muhammed’i n yasadigini ispat et, ondan sontr soylediklerimin yalan olup olmadigini tartis! Ayrica bana MUMYA GIBI SARMALANMADIKCA zerre saygisi olmayan bir put dinine neden saygim olsun?Tehdite bak: “imzani sil, biz de sana kufretmeyelim ya da kufredeni uyaralim” NO THANKS yani! yalakalik kontratiniza HAYIR.hani “ya sizi diri diri gomuyolardi yaaa, biz de onun yerine size cocukken tecavuz edip kole yapmisiz, kulucka makinasi gibi on tanenizi bir arada tutmus mumyalayip cehennem atesini dunyada tattirmisiz cok mu!” argumanina benziyor.Islaminiza da peygamberinize de istedigimi soylerim, begenmiyorsan O-KU-MA!L no Nakama
ZenHALA SORUMA CEVAP VERMEDIN.Buhari yalan mi soyluyor? Neden Ayse’nin sozleri yalan sayiliyor? Asagidaki alintilar neden yalan sayiliyor?——–Muhammed’in en küçük karısı Aişe’dir. Muhammed 52 yaşında iken, 9 yaşında olan Aişe ile gerdeğe girmiştir (Aişe, Muhammed ile evlendiğinde 6 yaşında idi (Bkz:Buhari, e’s Sahih, Kitabu Menakıbı’l-Ensar/44; Tecrid, Hadis no:1553; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’n-Nikah/69, Hadis no:1422) ,demek ki 3 yıl beklenilmiş).Bunun üzerine, islam hukuku bundan bir sonuç çıkarıyor ve “9 yaşındaki bir kız, “müştehat” (şehvete konu olabilecek çagda sayılır) deniyor. Ve de bu nedenle, bir erkeğin 9 yaşındaki bır kızla evlenebileceğini bildiriyor bır fıkıh hükmü olarak(Bkz:Muhammed Ali Tehanevi,Keşşafuıstılaha-tı’l-Fünun,1/788).M. Sofuoğlu (Cilt 4, Syf – 318,319)Sahih-i Müslim ve TercümesiBabanın Küçük Bakire Kızı Evlendirmesi Babı1422…….: Aişe şöyle dedi: Ben altı yaşımda iken Resulullah beni (nişan) akdi yaptı. (Üç yıl sonra) ben dokuz yaşında bir kız iken de benimle evlendi. Aişe dedi ki: Biz Medine’ye geldik. Akabinde ben bir ay sıtmaya tutuldum, hummanın şiddetinden saçım döküldü. (Hastalıktan kurtulunca) saçım gürleşti ve omuzlarıma kadar uzadı. Bir kere ben arkadaşlarımla beraber bir salıncak üzerinde oynarken annem Ummu Ruman bana doğru geldi ve beni çağırdı. Ben de annemin yanına geldim. Benden ne isteyeceğini bilmiyordum. Annem elimden tuttu sonunda beni evin kapısı önünde durdurdu. Bende yorgunluktan dolayı “heh, heh” diyerek kaba kaba soluyordum. Nihayet derin derin soluyuşum geçti. Sonra beni eve soktu. Evde Ensar’dan birtakım kadınlarla karşılaştım. Bu kadınlar: Hayır ve bereket üzere, en hayırlı kısmete dediler. Annem beni bu kadınlara teslim etti. Onlar da başımı yıkadılar ve üstümü başımı düzelttiler. Duha vaktinde Resulullah’ı habersizce görmekten başka beni hiçbir şey heyecanlandırmadı. Akabinde Ensar kadınları beni Resulullah’a teslim ettiler.Aişe: Peygamber beni altı yaşında bir kız iken akid yaptı, dokuz yaşında bir kız iken de benimle evlendi demiştir.Ma’mer, Zuhri’den, o da Urve’den, o da Aişe’den haber verdi ki: Peygamber Aişe’yi yedi yaşında bir kız iken akid yaptı, dokuz yaşında ve oyuncakları beraber iken de evlendi ve nihayet Aişe on sekiz yaşında bulunduğu sırada Resulullah vefat etti.Aişe şöyle demiştir: Resulullah Aişe’yi altı yaşında iken akid yaptı. Aişe dokuz yaşında bir kız iken Resulullah’ın evine gidip zifaf oldu. On sekizlik bir kadın iken de Resulullah vefat etti.6542 – Abdullah İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe radıyallahu anha ile yedi yaşında iken onunla nikahlandı, dokuz yaşında iken zifaf yaptı. Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe onsekiz yaşlarında iken vefat etti”5607 – Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm benimle Şevvâl’de nikâh yapmıştı. Şevvâl’de gerdek yaptı. Yanında hangi kadını benden daha bahtlı idi?” (Urve der ki: “Hz. Aişe radıyallahu anhâ) yakınlarından olan kadınları şevvâl ayında gerdeğe sokmayı müstehab addederdi.”Müslim, Nikah 73, (1423);Tirmizi, Nikah 9, (1093);Nesai, Nikah 77, (6, 130).5575 – Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, ben altı yaşında iken benimle evlendi. Medine’ye geldik. Benî’l-Hâris İbnu’l-Hazrec kabilesine indik. Ben hummaya yakalandım. Saçlarım döküldü. (İyileşince) saçım yine uzadı. Annem Ümmü Rumân, ben arkadaşlarımla salıncakta oynarken, bana geldi, benden ne istediğini bilmeksizin yanına gittim. Elimden tuttu. Evin kapısında beni durdurdu. Evimizde, Ensârdan bir grup kadın vardı. “Hayırlı, bereketli olsun!”, “Uğurlu mübarek olsun!” diye dualar, tebrikler ettiler. Annem beni onlara teslim etti. Onlar kılık-kıyafetime çeki düzen verdiler. Beni, (kuşluk vakti aniden) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm(ın gelişinden) başka bir şey şaşırtmadı. Annem beni O’na teslim etti. O gün ben dokuz yaşında idim.”Buhari, Nikâh 38, 39, 57, 59, 61;Müslim, Nikah 69, (1422);Ebu Dâvud, Nikâh 34, (2121); Edeb 63, (4933, 4934, 4935, 4936, 4937);Nesai, Nikah 29, (6, 82).5574 – Urve merhum, Hz. Aişe radıyallahu anhâ’dan şunu nakletmiştir: “Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm bana dedi ki: “Rüyamda sen bana üç gece gösterildin: Melek seni bana bir ipek parçası içerisinde getirdi ve “Bu senin zevcendir, aç onu!” dedi. Ben de açtım, içindeki sendin. Ben: “Bu rüya Allah katından ise, onu gerçekleştirecektir” dedim.”Buhari, Nikâh 9, 35, Ta’bîr 20, 21;Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 79;Tirmizi, Menakıb (3875).4448 – Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın hanımlarından hiçbirine, Hz. Hatice radıyallahu anha’ya karşı duyduğum kıskançlığı hiç duymadım. Halbuki onu hiç görmüşlüğüm de yok. Ancak, Aleyhissalatu vesselam onun yâdını çok yapardı. Ne zaman bir koyun kesip parçalara ayırsa Hatice’nin dostlarına da gönderirdi. Bazan ona: “Sanki dünyada Hatice’den başka kadın yok!” derdim de bana: “(Onun gibisi var mıydı, o şöyleydi, o böyleydi..! (Öbür kadınlar beni çocuktan mahrum ederken) benim çocuklarım ondan oldu” diye karşılık verirdi. (Hz. Aişe derki: İçinden ” Bir daha Hatice hakkında kötü söz söylemeyeceğim” dedim).” Hz. Aişe devamla der ki: “”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Hatice’den üç yıl sonra benimle evlendi.”Buhari, Menakıbu’l-Ensar 20, Nikah 108, Edeb 73, Tevhid 32;Müslim, Fezailu’s-Sahabe 73, 74, 77, 78, (2434, 2435, 2436, 2437);Tirmizi, Menakıb, (3885, 3886).6577 – Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam’ın yanında iken bebeklerimle oynardım. Aleyhissalatu vesselam da benim kız arkadaşlarımı bana gönderirdi. Arkadaşlarımla beraber oynardık.”5607 – Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm benimle Şevvâl’de nikâh yapmıştı. Şevvâl’de gerdek yaptı. Yanında hangi kadını benden daha bahtlı idi?” (Urve der ki: “Hz. Aişe radıyallahu anhâ) yakınlarından olan kadınları şevvâl ayında gerdeğe sokmayı müstehab addederdi.”Müslim, Nikah 73, (1423);Tirmizi, Nikah 9, (1093);Nesai, Nikah 77, (6, 130).6542 – Abdullah İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe radıyallahu anha ile yedi yaşında iken onunla nikahlandı, dokuz yaşında iken zifaf yaptı. Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe onsekiz yaşlarında iken vefat etti”6547 – Ebu Saidi’l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe radıyallahu anha’yı, elli dirhem değerinde ev eşyası mukabilinde nikahladı.”14- Aişe(rah)anlatıyor;‘’Resullah ‘ın yanında kızlarla oynuyordum ,benimle birlikte oynayan arkadaşlarım vardı.Resullah (s.a.) eve girdiği zaman onlar gizlenirlerdi. Kendisi evde olmadığı zaman – onları bana gönderir,benimle oynarlardı..’’204
Peygamberlik devrinin onüçüncü yılıydı. Hazreti Aişe, 14 yaşında, Rasul-u ekremle nişanlanmıştı. Üç yıl sonra, Medineye hicret etti. İlk hicret senesi evlendiği zaman, 18 yaşında bulunuyordu.
Kaynak: PEYGAMBERİMİZ, İSLAM DİNİ VE AŞERE-İ MÜBEŞERE, Zekai KONRAPA, sahife 296.Ayrıca Bkz: Asr-ı Seadet Cilt :2 Sahife: 998Bu kaynaklardan gerekli bilgilere ulaşabilirsin, eğer ulaşamazsan adresini yollarsın gerekli kaynakların fotokopisini yollarım.Üsteki yazılarda mükerrer defa belirttim, müteaddit defa yine aynı şeyleri yazmışsın.Ki niyetin gerçekliğe ulaşmak olsa idi evvelden yazdıklarımızı iyice tetkik ederdin, neyse gençliğine ve cehaletine veriyorum.
Senin gercegin ne?Senin gercek sandiginin safsata, bir kiz cocugunun adet gormesinin cinsel olgunluga erismesi.Hala bana neden Buhari ve Ayse’nin kendi sozleri gecersiz aciklayamiyorsun!Baska kaynaklardan cevap verecegine, calinin etrafindan dolasacagina neden benim gosterdigim kaynak yanlis onu acikla!Sen de bilmiyorsun iste, bu Islamic Apologetic’lerin en buyuk problemi, Muhammed’in Cocuk Gelini. Ac bak tum intrenet “Muhammed’s Child Bride ” diye bas bas bagiriyor.Peygamberin davranislarini ornek alan milyonlarca SALAK ERKEK 9 yasindaki kucuk kiz cocuklariyla evleniyor (Iran, Yemen, Suudi Arabistan).Islam kiz cocuklari diri diri gomulmekten kurtarmismis. Onun yerine cocuk yasta tecavuze lisans vermis. Vay canina. Cennete gitmeye ne gerek var al istedigin kadar kiz cocugu boza boza hayatini yasa degil mi…4’u gecti mi de “gazozuma ilac atmis kotu yoldaki kahpe ” diye suclarsin.
Web sitemizde size en iyi deneyimi sunabilmemiz için çerezleri kullanıyoruz. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, bunu kabul ettiğinizi varsayarız.Tamam
yorumlar
evet ya kraliçe gerçekten yobaz davranmış… hele yanında var bir tane… uzun… o daha mı yobaz ne?
tam bir komedi!
Tüm yobaz ayaklanmaların, yeşil hilal projesinin mimarı WASP lar ve ingilizlerdir. Yobaz değil ama yobazlığın arkasında ki kişilerdir.
Ingilizler diplomaside dunya birincisidir. Krallik cikarlari icin ne gerekirse yaparlar. Ornek alinacak bir milliyetcilikleri var, ciddi soyluyorum, onlar kadar yaptiklari her iste vatanlarina sahip cikan bir millet gormedim. Ve bunu gosterissiz, son derece samimiyetle yaparlar. Vatan karsiti Ingiltere’de linc edilir vallahi.Ya biz? Bizim milli ruhumuz katledilmis. Nerede milli kimlik? Onca mucadeleden sonra nerede Turk ruhu? Orta asyali Turk arkadaslar dustugumuz hallere cok uzuluyorlar.
Soylu İngiliz dostlarımızın, İslam Devleti’ni yıkmak içinne güzel çalıştığını biliyoruz.Fuck uzmanı gönüllü ajanlar ise aramızda.Bkz üstteki İngiliz hayranı.
Anlama engelli vatandasim, “onlar kendi cikari icin herseyi yaparlar” demek ne zamandan beri hayranlik oluyor? senin milli kimliginin yuz katini cebinden cikarir Ingilizler, senin gibi millet degil ummet diyen vatan hainleri modeli yok onlarda; hristiyanindan yahudisine, ateistinden budistine kadar hepsi milleti ve ulkesi icin calisir. Sen ise Araplara secde eder, Cumhuriyetini, laikligi kotulersin. Aradaki fark bu.
Bu arada koske cikan uzaylilara BBC “Teletubby of the year” odulu veriyormus duydunuz mu.
Teletubby of the Year Awards 2008
.Hem de “Disi agriyan teletubby” ve “tavsan teletubby” odullerini de supurmus.Ayrica bir sonraki “Alien” serisinde de basrol teklifi yapmislar… simdi Siirt’li Amina ile yarisiyorlarmis cunku onun kafatasindaki cikinti role daha uygunmus.
Katmanlara baksaniza alien’in kas lifleri bile gorunuyor, hayret yani. Asagida ise insan torso kas haritasi, bakin ne kadar farkli:
Insan anatomisi gogus kafesi kaslari
ref: Vatan gazetesi 15.05.08
wu ha ha ha haa :))Aliyen teyzelerle akraba olduk tamam, ben pıredatör amcaları bekliyorum hala.İngiliz dingilizlerine hayranlık duymuyormuşsun ama,adamlara tüm vasıfları sıralamışsın.Sömürü devleti ne güzel çalışırmış be!
PKK ile TSK’yı denk tutan biri içintabii ki ümmetçilik vatan hainliğidir. Gurur duyarım!
PKK ile TSK’yı denk tutan biri içinyani sen mi?
BU arada yeni haberlerler gore yaratiklar arasinda soguk hava esiyormus…Holywood Alien scriptini yenilemeli. Yukaridaki yaratiklarin dusmanligini dile getirmelidir. Ya da Japonlara soyleyelim e Godzilla vs. Megalon usulu bir film ceksinler hazir kavga varken !!!!
afkuran köpek ısırmazmış…
Isin komik yani bunlar iktidar sarhoslugu icinde kendilerini padisah falan zannetmeye basladilar, majesteleri onlara gereken illuzyonu verdi zaten. Baktilar popularite karizma yerlerde, Bush’un Neocon think tank’i bu dahiyane Royal ziyaret fikriyle “bak biz Kraliceyi bilem getiririk” diyor cahil kitlelerimize.
İnsan geri zekalı olurda hani bu kadar olur mu? Hakikaten rekor…Can-ı gönülden tebrikler…
Senden sahsima hakaret edecegini beklemezdim Zen. Tum bunlar hayatta gormediginiz bir insanin 9 yasindaki bir cocukla evlendigini soylememden kaynaklaniyor oyle mi. Yani sen, hayatta tanimadigin, yasadigini dahi emin olmadigin bir insana taptigin icin, yasayan bir insani gozden cikarabiliyorsun. Senin “Insan” anlayisin bu demekki, senin arkadasligin da buraya kadarmis Zen.toplu lincinize soylediklerinizden siz sikiliana kadar devam. Cunku kufurleriniz ancak size zarar verir.Mahale baskisini internette uygulayabilecegini sana zorbalar: Pedofil duzeniniz kadar cirkinsiniz.
Ben senin inancina kufretmedim. Ben senin inancinda PEDOFILI ve KADIN DUSMANLIGI var dedim. Bunu sokaktan cevirdigin her on kisiden biri, eger surada yaptigin sahsa hakaret eylemini yapmayacagindan emin olsa, sana itiraf edecektir. Senin amacin burada tartismayi BENI SUSTURARAK SAHSIMA HAKARET EDEREK ENGELLEMEK.Islam usulu evlenenler kiz cocuklariyla en az 13-14 yasinda evleniyorlar Turkiye’de. Ama evlenen koca erkek cocuk degil, en az 30-80 yas arasi yetiskin erkek. Hem imam nikah iile birden fazla es aliyorlar hem siddet uyguluyor hem d eolduruyorlar. Femicide, cinsiyet ucurumu ve ensest korkunc boyutlarda. sen hala kalkmis ban ahakaret ediyorsun! Ben isin sonucuna bakiyorum, senin gibilerinin kafalarinda siddetin hangie ideoloji tarafindan legallestirildigine bakiyorum ve sonuc boyle cikiyor. Senin dinin, inancin buna izin veriyor! Henuz buyumemis kiz cocuklariyla yetiskin erkekleri evlenmeyi okeyleyen bir dini elestirmek neden baska milletin kolesi yapacakmis anlat bana? Turkiye’de yasayan herkes ayni dusunmek zorunda mi? Herkesin ayni seyi dusunmesi mumkun mu? Neden farkli dusunceleri kaldiramaiyorsun? ve farkli dusundugum icin sen fikrime degil SAHSIMA saldiriyorsun. Sonra da utanmadan kalkmis “sana degil sanal kisiligine saldiriyorum” diyorsun!!!, yahu ben bir tek kisiyim, burada yazdiklarimla ben bir butunum. bu yazilar kendiliginden olusmadi, beni insan yerine bile koymayi bilemeyecek kadar ipin ucunu kacirmissan, seninle diyaloga gerek yoktur. Benim varligimi ve butunlugumu teyit etsen bile yine tartismayi bilmiyorsun, cunku donup dolanip konuya degil sahsima saldiriyorsun.Fazla soyleyecegim sey yok. Eger mantikli bir arguman koyabilseydin tartisirdim ama sen beni kotulemekten baska bir harekette bulunmuyorsun.Tavsiye ederim, bunu din takintisi olan herkese soyluyorum, YAZILARIMI OKUMAYIN! Hazmedemeyeceginizden emin oldugunuz fikirleri gormeyin, duymayin, bilmeyin. Sonra da kendi prensiplerinizle (varsa eger) ters dusup cirkeflige, hukuksal yaptirimli karalama suclarina dokmeyin diyalogu. Bu kadar basit.
Bu alışkanlık olmuş sende Clicia. Eleştiri, hatta hakaret dolu ifadeler kullanıyorsun. Ardından tepki alınca da “beni susturmaya çalışıyorsunuz.” klişesiyle mukabele ediyorsun. Her aldığın tepki ardından aynı cümle. “Zulme uğrayan küçük kız.” Siteye ilk giren biri, seni Emrah filmlerinden hortlamış bir “Küçük Clicia” bile sanabilir.Fevkulbeşer gayet açık yazmış. En ufak saldırı anlamı taşıyan ifade de kullanmamış. Senin yaptığından daha naif ve sakin ifadeler yazmış. Sadece kendi doğrularını yazmış. Sen ise bunu senin doğrularını yazmana engelliyormuş gibi bir edayla karşılıyorsun. Bunun, en azından buranın sakinleri açısından pek inandırıcılığı olmayan bir atraksiyon olduğunun farkındasındır.Ayrıyeten, ısrarla din ile gelenek arasındaki farkları çarpıtarak dine yamamaya çalışıyorsun. Henüz yeni ergeneliğe girmiş 14-15 yaşındaki kızların evlendirilmesi geleneğinin dinle ve de İslam’la gelmiş olduğuna inandırmaya çabalıyorsun. Halbuki bu dinin emri olan birşey değil. Bu İslam olan-olmayan çoğu dünya toplumlarının geleneklerinde bulunan bir uygulamadır. Ve de yanlış da değildir. Her gelenek insan toplumunun ihtiyaçlarına karşılık vermek için üretilmiştir. İnsan ömrünün 30-40 sene gibi kısa olduğu ve nüfusun yetersiz olduğu toplumlarda, nüfus için elzem olan kadınların erken evlenmesi doğaldır, gereklidir. Bu gerçeği, eski çağların toplum yapılarını bilmezden gelip (yada bilmeyip) dinin bir emri gibi yansıtman senin TAKINTILARININ göstergesidir. İslam ile çıktığını iddia etmen ya senin din düşmanı olduğunun yada cahil olduğunun işareti olur. Git, bu hafta içi Türkiyede alem yapmak için kafa izni yapan Elisabeth teyzemin hanedan şeceresini incele. Aile bireylerinin kaç yaşında evlendiklerini öğren, sonra din gibi insanlık için binlerce yıldır çözülemez bir muamma olan konu da bize hakikatı öğretmeye kalkış.Şimdi bu yazdıklarımdan rahatsız olup Küçük Clicia’ya dönüşürsen ben de alta şu ibareni yapıştırıyorum:
Bir fikir serdediyorsan, karşıt fikir geleceği gerçeğinden de rahatsız olma. Aynı, senin fikirlerinden rahatsız olanların olmamaları gerektiği gibi. Şayet bir şey iddia edeceksen dersine iyi çalış, açık verip durma. Sonra biz de senin açıklarını ve yanlışlarını yüzüne vurmak zorunda kalmayalım.
Internet 101- Part 2: Fikrini ifade etmek icin bir konuda uzman olman gerekmez.Benim doktora sinavimdan baska hic bir seye calismam gerek yok efendim.Elestiri dolu ifadeler kullanmisim vah vah. Anthro senin kafan o kadar kapali, hayat gorusun o kadar dar ki, elestiriye gelince beynin STOP ediyor. Elestiri olmayan yerde dusunce olur mu? Bu nasil bir saplanti yahu? Bu senin sorunun, benim degil!Vakit gazetesinin yazari kucuk kiz icin tecavuzden hapse atildi. Onlari koruyanlar (evet , bir kismi da kadin) kucucuk kizi sucladilar! gazozuna ilac koydu gibi abes, APTALCA bahaneler.. yok daha neler!Bunun gibi onlarca vak’a gazeteleree her gun boy gosteriyor, cok esli islamcilarin nasil eslerini aldattiklarini, dovduklerini, oldurduklerini goruyoruz. Eger dinin izin vermese sen boyle bir seyi yapar misin? Peygamberin 6 yasindaki cocukla evleniyor, 9 yasinda cinsel iliskiye giriyor. Salincaktan indirilip Muhammed’in cadirina sokulmus bir kiz cocugu! Peygamberinin yaptigini taklit etmeyi gelenek yerine getirmis bir dinin pedofili egilimi olmadigini mi iddia ediyorsun?Yok cennette bakire huriler beklermis, bunlari boza boza yasarmissin (ne kadar HAYVANCA) , yok 4 kadin alabilirmissin, yok kadinlari itaat (!) etmezse dovebilirmissin (sanki kadin degil kopek) , yok kadinin vucudu gunahmis kapatilmasi gereken bir ocuymus. yahu sen kulahima anlat bunlari!Anti kadin pedofil duzeni bu iste, daha ne cikarim olabilir bundan. Asil sen aksini kanitla, de ki Islam sayesinde kadinlar hayatin her dalinda basarili oldular, cok mutlular, taslanarak ya da namus (!) meselesi yuzunden oldurulmuyorlar, taciz edilmiyorlar, okumus, rahat, zengin, saglikli ve mutlu insanlar vs vs hadi aksini kanitla!
Clicia, Şayet cımbızla kötü örnekleri karşıt gördüğümüz dünya görüşüne yamama yarışına girelim diyorsan ben varım. Ama buna pişman olursun. Sen üç örnek sunarsan ben otuz örnek sunarım, ona göre.Onun dışındaki iğrenç ifadelerin için ise her zamanki gibi seni, seninle karşıt görüşlü olan Taliban üyelerine bırakıyorum. Sen ve arkadaşın olan Wilders’gillerin söylemlerini, faşistleri ve köktenci fundamentalist görüşlü kişileri, birbirleri ile diyalog kurmaya davet ederim sadece. Bu türde ifadeleri ciddiye alacak olanlar mutedil müslümanlar, vasat hristiyanlar, ılımlı ateistler, Türkler, Çinliler yada ingilizler değildir. Siz kendi aranızda bu gibi diyalogları kurun. Nazilerlerle, evanjelik köktendincilerle, talibanla, el kaidecilerle ve tüm anti-semitik, islamofobik insanlarla.Bu laflarının muhatabı ben değilim. Ciddiye alacağım laflar değil bunlar.
Bak gene tartisma konusuna degil tartisana saldiriyorsun! Konuya konsntre olamayacaksan bence sen fazla yorma dilini cunku argumanin zayif, fikrini savunamiyorsun.
Bak gene tartisma konusuna degil tartisana saldiriyorsun! Konuya konsntre olamayacaksan bence sen fazla yorma dilini cunku argumanin zayif, fikrini savunamiyorsun.
Tartışanı değil, tartışma üslubunu tartışıyorum. Ben fikir sundum sana yukarıda. Hani, tek bir cevap verememişsin o konuda. Eski toplumlarda kadınların erken yaşta neden evlendiklerini, neden doğurganlığın önemli olduğunu.Cevabın var mı?Var.Ama nasıl bir cevap? Söylediğimi okumadan ya da görmezden gelerek önceki dediğinin de iyice bokunu çıkarmışcasına, 15 yaştan önce 9’a, bu kez de yaşı 6’ya indirerek dezenformasyon yaparak tartışmayı bulandırıyorsun.Sana şunu soruyorum: Belli bir dönemin geleneksel değerlerini bu günün şartları ile değerlendirerek karşılaştırmak ne denli doğrudur?Sen önce buna cevap ver.Madem batı medeniyetine tapınıyorsun (sakın ben her şeyi eleştiririm yalanını söyleme, şu ana kadar ingiltereyi eleştirme ile ilgili herhangi bir şeyini okumadım) o mübarek Magna Carta ilanı ertesinde evlenen kraliçelerin yaşlarına bak:Isabelle d’Angoulême (c. 1187 – May 31, 1246) 13 Yaşında evlendi.Eleanor of Provence (c. 1223 – 26 June 1291) 12 yaşında evlendiIsabella of France (c.1295 – August 22, 1358) Papa tarafından 3 yaşında evlendirildi. Nikah töreni Edward I’in ölümü üzerine 12 yaşında yapılabildi.Onu bırak, bundan 50 yıl önce ABD’den Kıta Avrupasına dünyanın heryerinde bir kız 20 yaşında hala evlenemişse beğenilmemiş ve evde kalmış kız olarak görülüyordu. 15 yaş kadınlar için evlenme yaşı idi. Sen son elli yıl içinde dünyada gelişen toplumsal değişmeler nedeniyle oluşan yeni cinsiyet algısı ile tarihi ve hatta bir dini yargılamaya çalışıyorsun. İstediğin kadar ben herşeyi eleştiririm diye yırtın. Kimseyi kandıramazsın. Şayet şu ana kadar yukarıda verdiğim örneklerdeki kişilerle ve onların toplumsal yapıları ile alakalı iki kelam eleştiri getirmiş olsaydın objektif yaklaştığına ikna olabilirdim. Ama sen sadece batı medeniyetine tapınan ve kendi medeniyetinden utanç duyarak uzaklaşan insan tiplerinin davranışını sergiliyorsun.Onun dışında eleştirine eleştiri getirilmesinden de rahatsız oluyor ve hep aynı şeyleri söylüyorsun. Hangi sahada doktora yapıyorsun bilmiyorum ama LSE hocalığı da yapmış ve belki de sana yakın yerlerde bulunmuş Avusturya asıllı İngiliz filozof Karl Popper‘ın kitaplarını temin et bence. Aksi halde bu kafa ile ne doktora yapabilirsin ne de bilim. Ne der abim:
Anladık mı? Sen nasıl yanlışlama hakkını kullanıyosan sana karşı yanlışlama yöntemini kullananlara karşı da tahammüllü ol. Aksi halde bir süre sonra yanlışlanmaya değer görülmez olursun. Bu ise senin açından hiç de hoş bir durum olmamış olur.
Arada bir hafife değişik tipler gelip, “Biz herşeyi sorguluyoruz, sizin gibi dogmatikler bizim dediklerimizi bile anlayamazsınız. Siz var ya siz, soru sormaktan bile acizsiniz, biz herşeyi sorgularız, allahı gelsin onu bile sorgularız” diye hava atıp, İslama küfür edip dururlar. Gariptir aynı huy “aydın”larımızda da vardır. Adamın anlattıklarına baksan ahanda düşünce, sorgu-sual, budur diyeceksin ama biraz bakınca adamların sorguladığı tek şey “İslam”dır. Onun dışında hiçbir şeyi sorgulamazlar. Mesela Clishe, ne zaman Atatürk ve icraatlarını sorgulamıştır. “Memleketin aydın yüzü”, “Cumhuriyet kadınları”, feminist ablalarımız hangi aralıkta Latife Hanım’ın intiharını sorguladı. Hangi aralıkta “laiklik” sorgulandı. Dünyadaki değişik laiklik anlayışları ve tanımları nasıl? Hangi aralıkta Atatürkçülük sorgulandı? Hangi aralıkta Kürt halkının gaspedilen ve gaspedilmeye devam edilen hakları sorgulandı? Hangi aralıkta statüko, askeriye sorgulandı? Hangi aralıkta Şemdinli, Atabeyler, Dağlıca sorgulandı? Hangi aralıkta darbeler, darbeciler, darbe teşvikcileri sorgulandı? Hangi aralıkta 31 Mart, Menemen Olayı doğru düzgün bütün karanlıklar aydınlatılarak sorgulandı?Dediğim gibi, bizim “aydın”larımız, bizim elitlerimiz, ve Gri Türkler hep İslamı ve İslamla ilgili meseleleri sorgular, ama diğer taraflara gel dediğin zaman bir bakmışsın klişe laflar…
popper’in bu tanimini ben pseudoscience konusunda tartisirken yapmistim, tekrarlaman iyi olmus.”dediğinin de iyice bokunu çıkarmışcasına, 15 yaştan önce 9’a, bu kez de yaşı 6’ya indirerek dezenformasyon yaparak tartışmayı bulandırıyorsun.”Hayir Anthro ac bak internette yuzlerce sitede bas bas 6 ve 9 yaziyor, Buhari’nin hadisi deniyor, bundan utananlar asil revizyonizme gidip yok 15indeydi yok 18indeydi diye uyduruyorlar; hatta bir kismi, utanclarindan olsa gerek “araplarda kizlar erken gelisirdi” gibi abes otesi bir takim aciklamalarla geliyorlar. Onlara gore bir kiz cocugu menstruasyona baslayinca evlilik cagina gelmismis! Bu bir erkek cocugunun daha sesi degismeden olan ergenlik belirtileriyle olgunlastigini iddia etmek gibi yersiz bir iddia!senin verdigin ornekler 1200lu senelerden, ve asillerden ornek veriyorsun! Bu genel halka tekabul etmiyor. Asiller arsi cikar icin her sey yapilir, soyun devami soz konusu cunku.ISLAM DAHA COCUK YASTA KIZLARIN YETISKIN ERKEKLERLE EVLILIGINE KARSI CIKIYOR MUYOKSAMUHAMMED’IN YAPTIGI GIBI IZIN MI VERIYOR?Vemiyorsa neden Yemen’de evlilik yasi 9??? Neden suudi arabistan’da evlilik yasi 15+ olmasina ragmen cocuk yastakiler kendinden buyukleriyle evlendiriliyor? neden turkiye’de 18+ olmasina ragmen aynisi oluyor?Ayse’nin evlilik yasi 6, munasebet yasi 9 derken, hatta “salincakta salinirken ” annesinin gelip Muhammed’in yanina goturdugunu yazan kayitlar ne olacak?”15 yaş kadınlar için evlenme yaşı idi. “dogru degil, isvec, norvec ve finlandiya’da ve hatta kafkas milletlerinde eskiden beri 30 yas ustu evlenme durumu vardi. cok genelleme yapiyorsun.”Ama sen sadece batı medeniyetine tapınan ve kendi medeniyetinden utanç duyarak uzaklaşan insan tiplerinin davranışını sergiliyorsun.”hala , hala tartismayi kisi uzerinden yurutuyorsun. hala insnalarin fikirlerindne dolayi kafana siniflandiriyorsun. bu onyargilarinla nasil tartisma yurutecegini saniyorsun.Peki bunlari tartismak en basta neden dun TABU halindeydi de simdi yola geldiniz? cunku artik hakaret etmedigimi, bir takim gercekleri ortaya koymaya calistigimi mi anladiniz?
Muhammed’in 9 yaşındaki Aişe ile evliliğiMuhammed’in en küçük karısı Aişe’dir. Muhammed 52 yaşında iken, 9 yaşında olan Aişe ile gerdeğe girmiştir (Aişe, Muhammed ile evlendiğinde 6 yaşında idi (Bkz:Buhari, e’s Sahih, Kitabu Menakıbı’l-Ensar/44; Tecrid, Hadis no:1553; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’n-Nikah/69, Hadis no:1422) ,demek ki 3 yıl beklenilmiş).Bunun üzerine, islam hukuku bundan bir sonuç çıkarıyor ve “9 yaşındaki bir kız, “müştehat” (şehvete konu olabilecek çagda sayılır) deniyor. Ve de bu nedenle, bir erkeğin 9 yaşındaki bır kızla evlenebileceğini bildiriyor bır fıkıh hükmü olarak(Bkz:Muhammed Ali Tehanevi,Keşşafuıstılaha-tı’l-Fünun,1/788).M. Sofuoğlu (Cilt 4, Syf – 318,319)Sahih-i Müslim ve TercümesiBabanın Küçük Bakire Kızı Evlendirmesi Babı1422…….: Aişe şöyle dedi: Ben altı yaşımda iken Resulullah beni (nişan) akdi yaptı. (Üç yıl sonra) ben dokuz yaşında bir kız iken de benimle evlendi. Aişe dedi ki: Biz Medine’ye geldik. Akabinde ben bir ay sıtmaya tutuldum, hummanın şiddetinden saçım döküldü. (Hastalıktan kurtulunca) saçım gürleşti ve omuzlarıma kadar uzadı. Bir kere ben arkadaşlarımla beraber bir salıncak üzerinde oynarken annem Ummu Ruman bana doğru geldi ve beni çağırdı. Ben de annemin yanına geldim. Benden ne isteyeceğini bilmiyordum. Annem elimden tuttu sonunda beni evin kapısı önünde durdurdu. Bende yorgunluktan dolayı “heh, heh” diyerek kaba kaba soluyordum. Nihayet derin derin soluyuşum geçti. Sonra beni eve soktu. Evde Ensar’dan birtakım kadınlarla karşılaştım. Bu kadınlar: Hayır ve bereket üzere, en hayırlı kısmete dediler. Annem beni bu kadınlara teslim etti. Onlar da başımı yıkadılar ve üstümü başımı düzelttiler. Duha vaktinde Resulullah’ı habersizce görmekten başka beni hiçbir şey heyecanlandırmadı. Akabinde Ensar kadınları beni Resulullah’a teslim ettiler.Aişe: Peygamber beni altı yaşında bir kız iken akid yaptı, dokuz yaşında bir kız iken de benimle evlendi demiştir.Ma’mer, Zuhri’den, o da Urve’den, o da Aişe’den haber verdi ki: Peygamber Aişe’yi yedi yaşında bir kız iken akid yaptı, dokuz yaşında ve oyuncakları beraber iken de evlendi ve nihayet Aişe on sekiz yaşında bulunduğu sırada Resulullah vefat etti.Aişe şöyle demiştir: Resulullah Aişe’yi altı yaşında iken akid yaptı. Aişe dokuz yaşında bir kız iken Resulullah’ın evine gidip zifaf oldu. On sekizlik bir kadın iken de Resulullah vefat etti.6542 – Abdullah İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe radıyallahu anha ile yedi yaşında iken onunla nikahlandı, dokuz yaşında iken zifaf yaptı. Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe onsekiz yaşlarında iken vefat etti”5607 – Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm benimle Şevvâl’de nikâh yapmıştı. Şevvâl’de gerdek yaptı. Yanında hangi kadını benden daha bahtlı idi?” (Urve der ki: “Hz. Aişe radıyallahu anhâ) yakınlarından olan kadınları şevvâl ayında gerdeğe sokmayı müstehab addederdi.”Müslim, Nikah 73, (1423);Tirmizi, Nikah 9, (1093);Nesai, Nikah 77, (6, 130).5575 – Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, ben altı yaşında iken benimle evlendi. Medine’ye geldik. Benî’l-Hâris İbnu’l-Hazrec kabilesine indik. Ben hummaya yakalandım. Saçlarım döküldü. (İyileşince) saçım yine uzadı. Annem Ümmü Rumân, ben arkadaşlarımla salıncakta oynarken, bana geldi, benden ne istediğini bilmeksizin yanına gittim. Elimden tuttu. Evin kapısında beni durdurdu. Evimizde, Ensârdan bir grup kadın vardı. “Hayırlı, bereketli olsun!”, “Uğurlu mübarek olsun!” diye dualar, tebrikler ettiler. Annem beni onlara teslim etti. Onlar kılık-kıyafetime çeki düzen verdiler. Beni, (kuşluk vakti aniden) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm(ın gelişinden) başka bir şey şaşırtmadı. Annem beni O’na teslim etti. O gün ben dokuz yaşında idim.”Buhari, Nikâh 38, 39, 57, 59, 61;Müslim, Nikah 69, (1422);Ebu Dâvud, Nikâh 34, (2121); Edeb 63, (4933, 4934, 4935, 4936, 4937);Nesai, Nikah 29, (6, 82).5574 – Urve merhum, Hz. Aişe radıyallahu anhâ’dan şunu nakletmiştir: “Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm bana dedi ki: “Rüyamda sen bana üç gece gösterildin: Melek seni bana bir ipek parçası içerisinde getirdi ve “Bu senin zevcendir, aç onu!” dedi. Ben de açtım, içindeki sendin. Ben: “Bu rüya Allah katından ise, onu gerçekleştirecektir” dedim.”Buhari, Nikâh 9, 35, Ta’bîr 20, 21;Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 79;Tirmizi, Menakıb (3875).4448 – Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın hanımlarından hiçbirine, Hz. Hatice radıyallahu anha’ya karşı duyduğum kıskançlığı hiç duymadım. Halbuki onu hiç görmüşlüğüm de yok. Ancak, Aleyhissalatu vesselam onun yâdını çok yapardı. Ne zaman bir koyun kesip parçalara ayırsa Hatice’nin dostlarına da gönderirdi. Bazan ona: “Sanki dünyada Hatice’den başka kadın yok!” derdim de bana: “(Onun gibisi var mıydı, o şöyleydi, o böyleydi..! (Öbür kadınlar beni çocuktan mahrum ederken) benim çocuklarım ondan oldu” diye karşılık verirdi. (Hz. Aişe derki: İçinden ” Bir daha Hatice hakkında kötü söz söylemeyeceğim” dedim).” Hz. Aişe devamla der ki: “”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Hatice’den üç yıl sonra benimle evlendi.”Buhari, Menakıbu’l-Ensar 20, Nikah 108, Edeb 73, Tevhid 32;Müslim, Fezailu’s-Sahabe 73, 74, 77, 78, (2434, 2435, 2436, 2437);Tirmizi, Menakıb, (3885, 3886).6577 – Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam’ın yanında iken bebeklerimle oynardım. Aleyhissalatu vesselam da benim kız arkadaşlarımı bana gönderirdi. Arkadaşlarımla beraber oynardık.”5607 – Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm benimle Şevvâl’de nikâh yapmıştı. Şevvâl’de gerdek yaptı. Yanında hangi kadını benden daha bahtlı idi?” (Urve der ki: “Hz. Aişe radıyallahu anhâ) yakınlarından olan kadınları şevvâl ayında gerdeğe sokmayı müstehab addederdi.”Müslim, Nikah 73, (1423);Tirmizi, Nikah 9, (1093);Nesai, Nikah 77, (6, 130).6542 – Abdullah İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe radıyallahu anha ile yedi yaşında iken onunla nikahlandı, dokuz yaşında iken zifaf yaptı. Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe onsekiz yaşlarında iken vefat etti”6547 – Ebu Saidi’l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe radıyallahu anha’yı, elli dirhem değerinde ev eşyası mukabilinde nikahladı.”14- Aişe(rah)anlatıyor;‘’Resullah ‘ın yanında kızlarla oynuyordum ,benimle birlikte oynayan arkadaşlarım vardı.Resullah (s.a.) eve girdiği zaman onlar gizlenirlerdi. Kendisi evde olmadığı zaman – onları bana gönderir,benimle oynarlardı..’’204
Bunlar yalan mi ?
Hz. Aişe validemizden yapılan bir rivayet :“Hz. Muhammed henüz Mekke de iken ve bende oynayan bir çocuk iken “onların vadeleri kıyamettir. Kıyamet ne dehşetli ve ne acıdır!” mealindeki (kamer s. 46) ayet inmişti… (Buhari 1.cilt Telifil Kur’an bahsi)” Bu sure Mekke devrinin birinci döneminde(4. yıl) inmiştir. Hz.Aişe validemiz bu sure ve ayetleri net olarak hatırladığına göre yukarıdaki iddianın doğru olması mümkün değildir.Olayları ayrıntılarıyla hatırlayabilmek ve sokakta oynayan bir çocuk olması için en az beş veya altı yaşında(veya daha büyük) olması gerekir. Kamer suresi Mekke devrinin dördüncü yılında indiğine göre dördüncü yılda beş-altı yaşında olması gerekmektedir.Ayrıca Kız kardeşi Esma ; Kardeşi Esma Abdullah bin Zübeyir’in annesidir. Esma yüz yaşına kadar yaşamış ve Hicretin 73. yılında vefat etmiştir. Hz. Aişe validemizden on yaş daha büyüktür. Hz. Ebu Bekir (r.a) kızı Esma ve oğlu Abdullah Abdul Uzza’nın kızı Kayleden, Hz. Aişe ile Abdurrahman ise Ümm-i Rümandan doğmuşlardır. Hz. Esma yüz yaşında ve hicri 73. yılda öldüğüne göre hicret esnasında 27 yaşında olması gerekir. Bundan on yaş küçük olan kardeşi Hz. Aişe validemizin de 17 yaşında olması gerekir ki bu da aşağı yukarı Buhari de Hz. Aişe’nin kendi hadisindeki ifadeye uygun düşmektedir.Hz. Aişe validemiz peygamberimizle dokuz yıl beraber yaşamıştır. Onun Kur’an, hadis ve fıkıh ilimlerindeki yerini bütün islam alimleri teslim etmektedir. O devrinin en büyük alimlerini tenkit etmiş, çeşitli konularda fetvalar vermiş, Kur’an’ın ve sünnetin doğru anlaşılması konusunda insanlara önderlik etmiştir. Sünneti Kur’an’la test etmenin ilk örneklerini vermiştir. Bu birikimi henüz çocuk denecek yaşta bir insanın elde etmiş olmasını kabullenmek oldukça zordur.Bu konuyu aydınlatan bir başka rivayette şöyledir: Hz. Aişe validemiz henüz peygamberimizle evlenmeden önce Cübeyir bin Mut’im ile nişanlanmıştı. Mut’im Hz. Aişeyi oğluna almakla evine müslümanlığı sokacağını düşünerek bu nikahı feshetmişti. Hz. Ebu Bekir (r.a) islamı ilk kabul edenlerden biri olduğuna göre; bu olayın vukuu, islamın alenen duyurulmasından veya şuyu bulmasından önce olması gerekir. İslam alenen açıklanıp müslümanlar Kabe yürüyüşü veya Safa tepesi toplantısından sonra topluma deşifre olduktan sonra Ebu Bekir (r.a) ın müslüman olduğu bilinince kızını almaktan vazgeçmiş olması daha doğru görünmektedir. Bu olayda yine Hz. Aişe’nin peygamberimizle evlenmeden önce evlilik çağına geldiğini ve nişanlandığını göstermektedir. Yani değil Hz. Resulle nişanlanıp bir yıl sonra evlenmesi , daha önce evlenecek çağa gelmişti, nişanlandı , zamanla İslam tebliği yayılınca Hz. Ebu Bekir’in Müslüman olması bu işi bozdu…Daha sonra da Hz. Resul onunla nişanlanıp bir yıl sonra da evlenmişti…Sıcak ülkelerde çocukların erken gelişip, olgunlaştığı düşünülünce – Günümüzde bile Mısır’da ilkokul birinci sınıfa giden kızlar ergenlik çağına girdiği – yani Mısır’daki 8 yaşındaki bir kız , Türkiye’deki 12-13 yaşındaki bir kız olgunluğuna gelip ; daha önce olgunlaşıp, daha önce yaşlandığı – düşünülürse 17 -18 yaşındaki bir kızın arabistandaki normal görüntü ve evlilik yaşı haliyle gelmiş bir yaş olduğu rahatlıkla kabul edilmelidir!Hz. Aişe validemiz peygamberimizle dokuz yıl evli kalmışlardı. Peygamberimizin vefatı esnasında İse 27 yaşında idi. Peygamberimizden sonra da 48 yıl yaşamış ve hicri 58. yılda ve 74 yaşında vefat etmiştir. Sondan başa doğru gidersek 74 ten 48 i çıkartıp kalandan da evli olduğu yılı çıkartınca evlendiği yaşı bulmuş oluruz. 74 – 48 = 26; 26 – 9 = 17 kalır ki yaklaşık 17 veya 18 yaşında evlendiği gerçeği ortaya çıkar…Sahihi Buhârîye göre, Hazreti Âişe, Kur’anın Mekkeli âyetleri gelirken oyun çağındaydı. Bu yaştayken, kendisi «Kamer» Sûresinin nazil olduğunu söylüyor. Kur’arun 54 üncü Kamer sûresi, Mekkeli sûrelerdendir. Bu sırada Rasûl-i Ekrem «Erkam»ın evinde bulunuyordu. Rasûl-i Ekrem, Hicretin ilk senesi Hazreti Âişe ile evlendi. «Bakare» ve «Nisa» sûreleri vahyolunurken, Hazreti Âişe, Rasûl-i Ekremin zevcesi bulunuyordu. «Bakare» sûresi, Medine devrinin ilk zamanlarında. nazil olmuştu.Mişkât sahibi der ki: Hazreti Âişenin hemşiresi Esma, Hicret esnasında 27 yaşında idi. Aişeden on yaş büyüktü. Hazreti Aişe de, Esmadan on yaş küçük olduğuna göre, Hicrette onyedi yaşındaydı: (Asrı Scâdet, C: 2, S: 1010.)Rasül-i Ekremle evlendiği zaman, 18 yaşında bulunuyordu.Hazreti Âişenin altı yaşında nişanlandığı, dokuz yaşında nikahlandığı hakkındaki rivayetler doğru değildir, tarihî hakikitlere aykırıdır.Hz. Aişenin ablası Esma, ondan yaklaşık 10 yaş büyüktü. Hz. Aişe evlendiğinde Hz. Esma’nın yaklaşık 30 yaşında olduğu rivayet ediliyor. Buradan Hz. Aişenin evlendiğinde 18-20 yaşlarında olduğu sonucuna varılmaktadır.Batıyla ilgili forumun ‘toplum’ kategorisindeki ‘Başörtüsü, İdeolojiler, Çözümler’ ve ‘Demokrasimize Çifte Saldırı’ başlıklarındaki tartışma izlenebilir.18 yaşı ise Arabistan bölgesindeki ortamda kız çocukların daha çabuk ergenlik çağına vardıkları göz önünde bulundurulduğunda, çok erken bir evlilik yaşı olarak asla değerlendirilemez. Bugünkü ortamlar için de 18 yaşı erken sayılmamaktadır.Kaynak
Cliciax hanım kızımıza İbn Haldun(1332-1406) un Mukaddimesinin birinci kısmında açıkladığı “tarihi yorumlama” kısmını, “Turan dursun” tercümesini rahatça okuyabilirler çünki islam düşmanı bir arkadaşımızdır, kesinlikle tavsiye ediyorum. 1330’lu yıllarda adam günümüz cahillerine yol gösteriyor.
(:
Hz. Ayşe’nin yaş olayını Fevkulbeşer izah etmiş zaten. Bunu kırk kere daha yazsak değişecek birşey olmayacağı için ve de ben de bu mevzu nedeniyle burayı terketmek istemeyeceğim için, o konuyu kendi açımdan nokta koyarak geri dönmemek üzere geçiyorum.Ama İngiliz geleneklerinde de aynısının olduğunu söylememe rağmen bu konuda eleştiri getirmedin. Papa 3 yaşında bir bebeği bir prensle evlendiriyor. Ama o dönemin İngilteresini biz Magna Carta ile anıyoruz ne hikmetse. Bunu görmek istemiyoruz.Sana başka bir şey göstereyim. İslam Dünyası ile Batıya yayılan bir hastalık. Aynı çağlarda. Adı ise Arap Hastalığı olarak anılır. Rus Oryantalist Leonid Sukiyanen bir sempozyumda aktarıyor:
Daha çok şey var.. o dönemde batı ile doğuyu mukayese etmek mümkün değil. Bu bugün Norveç ile Afganistan’ı mukayese etmek gibi bir durum olur anca. Şayet az buçuk Avrupa ve İslam Dünyası kültür tarihini okumuş isek o çağların altın dönemlerini İslam Dünyasının yaşadığını, Avrupa edebiyatındaki Gündüz ülkesi (doğu), ve Gece ülkesi (Avrupa) imgelerinden anlarsın. Batı kendini bu şekilde ifade ediyor, senin tahkir ettiğin medeniyeti ise aydınlık kelimesi ile anlatıyordu. Bundan gayrısı laf-u güzaftır..
Oncelikle yukaridaki verdigim kaynaklar SAHIH DEGIL diyorsun oyle mi? Senin kaynagin yalan soylemedigini nereden bilelim ?Internette bu sacma sapan, onun yasindan bunun yasini cikarip dolambacli yollarla allem edip kallem edip yasin 17’ye uzatildigi yazilari da gordum merak etme. Ama kesinlikla inandirici degil; en basta evlenme yasinin 12 alti oldugu bi ulkede bir kiz nisanli olup da 17 yasina kadar bekler mi, hic ama hic inanmiyorum bu tuhaf kulak gosterme cabalarina. Sen tutmusun Ayse’nin kayitli sozleri yalan diyorsun, sonra da tavsanin suyunun suyundaki rivayetle ne acikladigini saniyorsun? 55 yasindaki adamin (hadi diyelim) 17 yas alti bir kizla isi ne? ooof offf Zen ne yaptin ya.Utanmadan sunulan su argumana bak, cam ustune cam devirmeyin bari!”Günümüzde bile Mısır’da ilkokul birinci sınıfa giden kızlar ergenlik çağına girdiği – yani Mısır’daki 8 yaşındaki bir kız , Türkiye’deki 12-13 yaşındaki bir kız olgunluğuna gelip ; daha önce olgunlaşıp, daha önce yaşlandığı – düşünülürse 17 -18 yaşındaki bir kızın arabistandaki normal görüntü ve evlilik yaşı haliyle gelmiş bir yaş olduğu rahatlıkla kabul edilmelidir!”ABES ! Gunumuzde kiz cocuklarinin daha cabuk ergenlige girdigini bilmiyorsun galiba. Yuksek proteinli diyet ve gorsel stimulasyonla erken ergenligin tetiklendigi uzerine oldugunu cikaran bir arastirma mevcut. Ama Misir’da 8 yasinda olgunlastigini soylemenin KESINLIKLE bilimsel bir yani yok! Yukaridaki argumanla en basta kendi iddiasini ayagindan vurmus! 12-13 yas caizdir diyor!”12-13 yaşındaki bir kız olgunluğuna gelip ; daha önce olgunlaşıp, daha önce yaşlandığı – düşünülürse” CILDIRTMA BENI! 12-13 yasinda cocuk hala cocuktur, bacaginin arasindan kan aksa da o buyudugunu hissedene kadar cocuktur! Senin dinin diyor ki kiz cocugu menstrasyona baslayinca olgunlasir, bu cok buyuk bir YALAN, kiz cocugununun vucut gelismesi 16-20 yasina kadar surer!Ustelik erken hamileligin getirdigi problemleri saymiyorum bile.Aman tanrim, kizlar erken yaslaniyormus lafa bak! Ulen sizden en az 10 yil fazla yasiyoruz biz! kimmis erken yaslanan ha?”rahatlıkla kabul edilmelidir!”DOGMAYA gel DOGMAYA!kabul et! Sorgulama! yoksa pedofil oldugumuzu anlarlar…
toplu lincinize soylediklerinizden siz sikiliana kadar devam. Cunku kufurleriniz ancak size zarar verir.
:)))
Zen, konuyu savunamadin ve sorduklarima cevap veremedin.1) Verdigim kaynakgin yalan oldugunu nasil ispat edebilirsin? Neden Ayse’nin sozu gecersizmis? (kadin oldugu icindir, uc sahit daha gerek oule mi!!)1) Verdigin kaynak prensip olarak kendi icinde celisiyor, 12-13 yasindaki kiz cocuguna “evlenmeye musait” gibi bir yaklasimla PEDOFILIYE ACIKCA MEYIL gostermis.3) Argumanin tamamen rivayet ve yanlis bilgilere dayaniyor ve/veya hic de inandirici degil.4) Biz burada Islam’in pedofiliye olan tavrindan bahsediyoruz, ABD ve Avrupa’dan bahsetmiyoruz. Baska bir baslik acalim, Katolik kilisesinin de erkek cocuk pedofili ekolunu de orada tartisalim! Ama o yonden tartisacaksan unutma, Turkiye istatistiklerinie imam nikahi katinca evlilik altinda girilen iliski yasi bilinenin cok altina dusuyor ve resmi nikah olmadigi icin de, evlilik disi dogan cocuk sayisi orani konusunda Turkiye Danimarkayi solluyor, haberin olsun .5) Hay senin kendi kuyrugunu kovalayan mantigini seveyim, battikca batiyorsun, daha fazla ugrasma bence!hala guluyorum ya, Misir’da bir kiz 8 yasinda evlilik eriskin sayilir cagina gelirmis zuhahaha! hangi bilimsel arastirmanin sonucu bu acaba!
Assessment of pubertal development in Egyptian girlsPuberty is a significant event of human growth and maturation associated with marked physiological and psychological changes. The aim of this study was to assess normal pubertal development in Egyptian girls to define normal, precocious and delayed puberty. The present study included a cross-sectional sample of 1,550 normal Egyptian girls of high and middle socio-economic class living in Cairo. Their ages ranged from 6.5 to 18.5 years. Pubertal assessment was made according to Tanner staging. The mean menarcheal age (MMA) was estimated using probit analysis. Weight and height were measured and body mass index (BMI) was calculated. The mean age at breast bud stage (B2) was 10.71 ′ 1.6, pubic hair stage (PH2) was 10.46 ′ 1.36, while axillary hair stage (A2) was 11.65 ′ 1.62 and MMA was 12.44 years. The mean age at attainment of puberty was compared with those of other Egyptian studies and other populations. Girls of the present study started pubertal development and achieved menarche earlier than those of previous Egyptian studies confirming a secular trend. Differences between the present study and other worldwide studies can be attributed to various genetic, racial, geographical, nutritional, and secular trend factors.Eveeet gordugun uzere Misirli kizlar menstruasyona ortalama 13 yasinda basliyor, 8 degil. Ustelik bu yas, eski zamanlara gore daha erken sayiliyor. Hem de MMA yasi vucudun gelismesinin devam ettigini gosterir, Islam ise eriskin sayiyor! Bu da senin gosterdigin kaynagin ne kadar BOKTAN oldugunun ispati.
# Verdiğin kaynak şundan dolayı hatalıdır: Bu tip yaklaşım sergileyenlerin temel argümanları, hadislerin uydurma olduğu ve islam kaynaklarının muğlak olduğu iddiasıdır. Ama devekuşu olmalarından mütevellid, -nasıl ki deveyim dedikten sonra işine gelmediği anda kuş olmaya karar veriyorsa- iki dakika sonra kalkar, yine aynı hadisleri bu kez kendi iddialarına dayanak olarak sunarlar. Halbuki senin verdiğin örnekler sağlam olmayan tevatürdeki, muteber olmayan hadislerdir. Yani nakil doğrudur ama hesap hatası akılda kaldığı gibi aktarılmıştır. Fakat sağlam olan hadislere göre çıkan yaş hesaplamalarında 15-17 yaşlarında olması muhtemeldir. Bu İslam tarihinde öteden beri böyle bilinmektedir. Yeni keşfedilen birşey değildir yada pedofili gibi algılanmaması için sonradan iddia edilen bir söylem değildir; zaten kırk defa tekrar ettiğim gibi son 50 yıla kadar o yaşlardaki kızların evlendirilmesi çoğu toplumlarda ayıp addedilen bir şey değildi. Bu 12 yaşında yada 9 yaşında evlendi iddiaları ise, evlenme yaşının 20 yaş sonrasına sarktığı son onyıllarda, İslamofobik çevrelerin eski evlilik yaşlarının sıradan insanlar tarafından unutulduğu ve yeni evlilik yaşının dünya toplumları tarafından iyice kanıksanmış olmasının avantajı ile, islam alerjisi yapabilme amacıyla kullandıkları yalan fırsatçılıktan ibarettir.# Tekrar ediyorum, 12-13 yaşında evlenmek insanoğlunun şu an geldiği durum gereği yanlış olabilir ama biyolojik olarak evlenmenin insan doğasına aykırı bir yanı yoktur. Her hayvan, cinsel olgunluğa erişir erişmez çiftleşmeye başlayorsa insan da bu açıdan nesil devamı ve türün çoğalması için en erken yaşta çiftine kavuşabilir. Fakat insanoğlunun şu an geldiği durum gereği bu hale ihtiyaç yoktur. Dünya nüfusu ihtiyacın da ötesine ulaşmış ve tabiata zararı artmaya başlamıştır. Haliyle de AnthroSphere’deki zararı azaltılması için daha geç evlenmek ve daha az doğurgan olmak zorunda kalmıştır. Şayet yarın öbür gün insanlık tekrar bir felaket yada savaş nedeniyle yarı yarıya nüfus kaybına ulaşırsa, yine kızlar bu yaşlarda evlenmek ve düzinelerce çocuk doğurmak zorunda kalacaktır. Lütfen bunu bu kadar izah etmeme gerek kalmadan kendin algılamaya çalış.# Madde 1’de dediğim gibi, sen rivayetlerini yine onun kullandığı hadislere dayandırıyorsun. Bu konuda daha yakın başka da kaynağımız yok. Ama senin gibi düşünenlerin tek yaptığı fark, dini bilmemeleri ve bilmek istememleri sebebiyle sadece sahih olmayan hadisleri dikkate almaları ve işine gelen kısmını cımbızla çekmeleridir. Bu ise bilimsel değildir. İnandırıcı hiç değildir.# “evlilik disi dogan cocuk sayisi orani konusunda Turkiye Danimarkayi solluyor” Bu konuda elinde bir veri var mı? Neye dayanarak bu gibi bir iddiada bulunuyorsun? Ben de sana, ben ve kıçımın ortaklaşa üreteceğimiz pekçok oranı sunabiliriz. Ama kıçımla başbaşa verdiğimiz zaman ürettiklerimizi bilim dünyası ve insanlık genelde pek kale almazlar. Seni de alacaklarını sanmıyorum. Ama imam nikahı olayı ise Türkiye’deki çarpık devlet anlayışının ürettiği bir gudubet durumdur. Sen orada evlenirsen eğer, muhtemel olan bu evliliği oradaki bir kilisede; görevli ve yetkili bir Pastör tarafından kıydıracaksın. Türkiye’deki sistem ise din ve devlet işlerini ayıracağım adı altında kadını, erkeklerin sunduğu yalnızca imam nikahı ile evlenmeye razı olmaya mahkum ediyor. Şayet devlet tarafından yetkili kılınan imamlar, belediye ile ortak olarak dini ve resmi nikahı beraberce kıyacak olsalardı, sadece dini nikaha razı edilip mirasdan ve diğer olasılıklardan (kuma vs.) korunaklı hale gelmiş olacaktı. Ama biz Türk tipi laiklik yaşadığımız için kadınları koruyoruz kisvesi altında onları buna mahkum ettiriyoruz. Ne de olsa bu tip laikliği savunan kadınlar bu durumlardan zararlı çıkan kişiler değiller. Zararlı çıkan kadınlardan da nefret ettikleri için, hem o sevmedikleri kadınların sıkıntılarından keyif alıyorlar hem de işlerine geldiği anda bu ezilen kadınları kendileri için kalkan ve argüman olarak kullanmaktan da geri durmuyorlar.# Tûtî-i mu’cize-gûyem ne desem lâf değilÇarh ile söyleşemem âyînesi sâf değilSorular Fevkulbeşer’e yöneltilmişti ama hızımı alamadım önce ben davrandım. Kendisi de cevap vermeye mucib görürse, bilahare kendi adına cevaplarını verir.
Kadın HaklarıHayvan topluluklarının hepsinde fizikî güç, özellik ve farklılıklar büyük önem taşır. İnsan toplumlarında dikkati çeken ilk önem sırasının cinsel olduğu, sonra fizikî ve iktisadî önem sıralarının söz konusu olduğu, son zamanlarda ve çağdaş telakkilerde ise önem sırasının iş bölümüne dönüşmeye başladığı öne sürülmektedir. Tarih boyunca kadına tanınan statünün, genel hatlarıyla bu iddiayı desteklediği de söylenebilir.Yakın zamanlara kadar, bazı istisnalar dışında erkek-lerle kadınlar medenî ve siyasî haklarda eşit değildi. Son yüzyıla kadar Batı toplumu kadın hakları konusunda kötü bir sınav vermiştir. Günümüzde bu toplumdaki aykı-rılık ve aşırılıklar da âdeta bu kötü döneme tepkiyi içeren karşı ucu teşkil etmektedir. Kimi bilim adamları-na göre, kadının köle seviyesinde bulunuşu, köklenmiş nüfus şartlarının sonucuydu. Çocuk ölüm oranı çok yüksek olunca insanların yeryüzünden silinme tehlikesi belirmiş ve kadınlardan sadece çocuk vermeleri beklenmişti. İtal-ya’da Mussolini kadınlara yüksek öğrenimi yasaklarken, Hitler 1914 yıllarının II. Guillaume’unu hatırlayarak kadınların “üç k”dan başka şeylerle uğraşmamasını iste-miştir (kinder=çocuk, kuche= mutfak, kirche=kilise).Tarih boyunca kadınların siyasî haklardan uzak tutul-malarının istisnaları görülmektedir. Kimi yazarlar, ka-dınların saltanat sürdüğü dönemleri sağ duyunun ağır bastığı dönemler olarak adlandırır. XV. yüzyılda müslümanları ülkeden atan ve Kristof Kolomb’un Amerika sefe-rini himayesine alan İspanya Kraliçesi Katolik İsabella, 1558’de İngiltere tahtına çıkan, Protestanlığı sağlam-laştıran Elisabeth, Büyük Katerina (1729-1796), 1740-1780 yılları arasında hüküm süren Avusturyalı Maria Teresa ve 1837-1901’de hüküm süren Victoria devlet gemi-sini yürütmüş kadınlardır.Günümüzde kadınlara oy hakkı tanınmasından sonra he-men hemen bütün ülkelerde kadın bakan ve milletvekili sayısı düşme göstermiştir. Etraflıca incelenmeye değer bu konuya ilişkin olarak Fransız sosyolog Gaston Bouthoul, temel siyasî meselelerin savaş ve zorbalık terimleriyle sarılıp sarmalanarak sunulduğu zamanımızda, ruhsal yapıları ve özel mantık düzenleriyle kadınların bu terimleri anlamasının ve benimsemesinin güçlüğünden bahseder ve önümüzdeki günlerde de savaşın er kişilerin en büyük meselesi olmaya devam edeceğini ileri sürer. Ona göre, siyasî davranışlar bakımından kadınları erkek-lerle eş tutmak yanlıştır ve meseleyi ayıklamaya yetmemektedir. Kadınların devletin gidişine bütün kadınlıkla-rıyla katılması isteniyorsa, oylarının ve düşüncelerinin erkeklerin davranışlarının yan sonuçları, yan ürünleri olarak kabulüne son verilmelidir. Kadınlar insan nüfusu-nun yarısıdır ve sayılarına uygun şekilde temsil edilme-leri halinde meclislerdeki milletvekili ve hükümet üye-liklerinin yarısı kadınlardan oluşur.İslâm dininin kadına tanıdığı hakların değer ve öne-mini daha iyi kavrayabilmek için İslâm’dan önceki çeşit-li toplum ve medeniyetlerde kadının durumu hakkında kı-saca bilgi vermekte yarar vardır.Eski Hint telakkisine göre kadın, yaratılış olarak zayıf karakterli, kötü ahlâklı ve murdar bir varlıktı. Budizm’in kurucusu Buda başlangıçta kadınları kendi di-nine kabul etmemişti. Hint hukuku kadına evlenme, miras ve diğer uygulamalarda hiçbir hak tanımıyordu. İsrail hukukunda baba kızını satabilirdi; ailede erkek evlât varsa kızlar mirastan pay alamazlardı. İran’da Sâsânîler döneminde kız kardeşle evlenilebilirdi. Eski Yunan’da koca dilerse karısını başkasına devredebilir, kendisi öldükten sonra eşinin başkasına devredilmesi için anlaş-ma yapabilirdi. Çinliler’de kadın insan sayılmadığı için ona ad bile verilmezdi.İnsanların çeşitli müdahaleleriyle aslî hüviyetini yitiren Yahudilik ve Hıristiyanlık, Hz. Havvâ’nın Hz. Âdem’i aldatarak yasak meyveyi yemesine sebep olduğunu kabul ettiğinden, kadını ilk günahın asıl suçlusu, bütün insanlığı günah kirine boğan kötü bir varlık sayar ve ona şeytan gözüyle bakar. Bu yüzden İngiltere’de kadına İncil’e el sürebilme izni ancak XVI. yüzyılda verilebil-miştir.Eski Türkler’de kadının durumu, diğer toplumlara nisbetle iyi sayılabilirdi. Ancak onlarda da İslâm ahlâ-kı ve günümüz değer yargılarıyla bağdaşmayan uygulamalar vardı. Meselâ maddî durumu elverişli olan erkek istediği kadar kadınla evlenebilirdi. Babası ölen evlât, annesi dışında, babasından kalan bütün kadınlarla evlenmek zo-rundaydı. Eğer baba, sağlığında malını paylaştırmamışsa kızlar mirastan mahrum bırakılırdı. Bununla birlikte eski Türk geleneğinde siyasal haklar bakımından kadınla-rın durumu, dönemine göre, hatta sonraki birçok döneme göre oldukça iyi ve ileri bir durumdaydı. Nitekim Nizâmülmülk’ün, Orta Asya’da âdet olduğu üzere kadınla-rın siyaset üzerine müessir olmalarını önlemek arzusu ile, kadın hâkimiyetine eğilim göstermemesi için padişa-hı ikaz ettiği bildirilir.İslâm’dan önceki Araplar’da bazı soylu aile kızları birtakım imtiyazlara sahip olsalar da genelde kadının durumu çok kötüydü. Her şeyden önce dinmek bilmeyen ka-bile savaşları kadınlar için büyük bir tehlike oluşturuyordu. Çünkü Câhiliye Arabında kadın, savaş sonunda her-hangi bir mal gibi, kendisinden çeşitli yollarla yarar-lanılan bir ganimet kabul edilirdi. Bu durumda, kız ço-cuklarının ileride kendilerine utanç ve ar getirecek bir duru-ma düşmesinden kaygı duyan müşrik Araplar, yeni bir kız çocuğunun do-ğumunu utanç verici bir olay sayarlar-dı; hatta bunu önlemek için bazı kabi-lelerde kız çocuk-larını diri diri toprağa gömme âdeti bulunmaktaydı. Bunu geçim zorluğu yüzünden yapanlar da vardı. Kur’ân-ı Ke-rîm’de bu uygula-malara değinilerek, onları buna yönel-ten zihniyet yerilmektedir. Câhiliye döneminde zina ve fuhuş eğilimleri, son derece çirkin ve ahlâk dışı uygu-la-maların, sözde nikâh usullerinin ortaya çıkmasına yol açmıştı. Kur’ân-ı Kerîm’in bir âyetinde de işaret edil-diği üzere, Câhiliye döneminde genç kızları pazarlayarak bundan kazanç sağlayanlar bile vardı (en-Nûr 24/33).İslâm dini, zina ve fuhuşu önleyici tedbirler alması yanında, bütün müslümanların kardeş olduğunu, her müslümanın malının, kanının ve namusunun “Mekke kadar, Kâbe kadar” mukaddes ve dokunulmaz olduğunu ilân etmek sure-tiyle kabileler arası savaşı ortadan kaldırdı. Bu geliş-me en çok kadınlara yarar sağladı. Çünkü yeni düzen, on-ları esir düşüp câriye olmaktan, erkekler için gelişigü-zel bir tatmin aracı ve ganimet malı haline gelmekten kurtardı. Artık kadın iffetsizliğe zorlanamayacak, hatta iffetine gölge düşürücü sözler söylenemeyecekti (en-Nûr 24/4-6). Kız çocukların hor görülmesi kesinlikle yasak-lanmış (el-En‘âm 6/151; el-İsrâ 17/31); kız evlât ile er-kek evlât arasında hiçbir değer farkının bulunmadığı ifade edilmiştir (en-Nahl 16/56-59). Kadının fizyolojik bakımdan erkeğe göre zayıf olduğu gerçeği kabul edilmek-le birlikte (en-Nisâ 4/34), bu onun için horlanma sebebi sayılmayıp, aksine, bu vesileyle erkeğe, kadını himaye etme, sevgi ve şefkat gösterme, ihtiyaçlarını karşılama gibi görevler yüklenmiş (en-Nisâ 4/24-25); bütün bunla-rın ötesinde, kadına anne olması itibariyle hiçbir mede-niyette benzeri görülmeyen bir yücelik ve değer verilmiş (el-İsrâ 17/23-25); “Cennet annelerin ayakları altında” gösterilmiştir (Münâvî, Feyzü’l-kadîr, III, 361).Kur’ân-ı Kerîm’in tasvir ettiği yaratılış sahnesine göre, önce erkek yaratılmış, daha sonra ve bizzat ondan (veya aynı asıldan) eşi (kadın) yaratılmış ve bütün insan-lar bu çiftten türemişlerdir (el-Bakara 2/187). Bu tasvir, öz ve esas itibariyle, kadın erkek ayırımı yapmaktan zi-yade bu ayırımın olmadığını, aslolanın “insan” olduğunu anlatmaktadır. Tasvirde ikinci olarak vurgulanan husus ise, erkek ve kadının, birbirlerinin hasmı ve rakibi de-ğil, bir bütünün parçaları oldukları ve birbirini tamam-layıp bütünledikleridir. Biri diğerine eş olmanın ve in-sanların türeme mekanizmasını oluşturmanın tabii gereği olan bu farklılık, kesinlikle ontolojik ve değer itiba-riyle bir farklılık değildir.Kur’ân-ı Kerîm’de erkeğin kadından üstün yaratıldığı izlenimini veren âyetler, toplumsal bakış ve telakkileri yansıtmaktadır. Meselâ “Sayesinde Allah’ın bir kısmınızı diğer kısmınıza üstün tuttuğu şeye imrenmeyin, onun için iç geçirmeyin, hayıflanmayın. Erkekler kendi kazandıklarında pay sahibi olduğu gibi, kadınlar da kendi kazandıklarında pay sahibidir. Bu yönde Allah’ın lutuf ve ikramından iste-yin” (en-Nisâ 4/32), “Yine herkes (erkek ve kadın) ana baba ve yakınların bıraktıklarında aynı şekilde pay sahibidir-ler…” (en-Nisâ 4/33). “Erkekler, hem Allah’ın kendilerine sağladığı bu üstünlük (yani erkek yaratılmış olmaları) hem de bu uğurda harcamada bulunmaları sebebiyle, kadınların işlerini çekip çevirirler. Sâlih kadınlar uyumlu davranır-lar ve gizlilikleri Allah’ın istediği gibi korurlar. Ger-ginlik çıkarmalarından endişe ettiğinizde onlara nasihat edin, yataklarda sırtınızı dönün ve onları dövün. Eğer uyum sağlarlarsa, onların aleyhine davranmak için bahane arama-yın” (en-Nisâ 4/34).Bu âyetlerde anlatılmak istenen husus insanlar ara-sında erkek olmanın avantajlı olduğuna dair yaygın te-lakkinin Allah nezdinde bir öneminin olmadığıdır. Evet erkeklik ve kadınlık Allah’ın takdiri gereği olan bir şeydir. Yaratılış ve türeyiş bunun üzerine kurulduğu için, bir kısım insanların erkek, bir kısmının kadın olması kaçınılmazdır. Yaratılış gereği doğal farklılık-ların da etkisiyle mevcut toplumsal telakkilerin bir cinse üstünlük atfetmesi sebebiyle niye o cinsten olma-dığınıza hayıflanmayın. Bu Allah’ın takdiridir. Fakat Allah karşısındaki konum, Allah ile olan ilişkiler bakı-mından erkek kadın farkı olmadığı gibi insanî kazanımlar açısından da aralarında bir fark yoktur, kemale yürümede fırsat eşitliği vardır ve herkesin kazandığı kendisinedir. Kadın erkek farklılığı ve cinsler hakkındaki toplumsal telakkiler Allah açısından bir değere sahip değildir.Kur’an’ın önerdiği hayat anlayışında temel öğe ve mu-hatap olarak insan alınmıştır. Bu bakımdan Kur’an’da, kadın-erkek ayırımı yapılmadan çeşitli hak ve sorumlu-luklardan, insan ilişkileriyle ilgili birçok ilke ve kuraldan söz edilir. Bu yüzden İslâm’da kadın da erkek de, çocuk da yetişkin ve yaşlı kimse de hiçbir cins, renk, yaş ve statü farkı gözetilmeksizin benzer bir ilgi ve öneme sahiptir. Dinî telakkiler, hak ve ödevler kural olarak o dine inanan herkesi eşit şekilde ilgilendirir, sadece erkeklere veya kadınlara özgü sayılmaz. Bununla birlikte dinî metinlerin sosyal ve hukukî kural ve dü-zenlemelerinde genelde toplumlarda egemen grup esas alı-narak söz edildiği için, sonuçta bu ifadelerin diğer grupları ne ölçüde kapsadığı ve onların ne gibi hakları-nın bulunduğu tartışılmaya başlanır. “İslâm’da kadın hakları”, “kadının bireysel ve sosyal konumu” gibi tek yanlı bir anlatımın ortaya çıkması ve bu konuda kaygı ve tartışmaların gündeme gelmesi de bu sebepledir. Bununla birlikte çocuk, kadın, köle, işçi, fakir ve kimsesizler gibi çeşitli grup ve cinslerin haklarının güvence altına alınması, egemen ve karşı grupların da sorumluluklarını belirlemek anlamına geldiği için, sonuçta, toplumda her grubun hak ve sorumluluğu belirlenmiş, aralarında denge kurulmuş olmaktadır. Bu yüzdendir ki ilâhî dinlerin en önemli mesajlarından birisi de, toplumda çeşitli haksız-lık ve mağduriyetlere mâruz kalabilecek durumdaki grup ve kimselerin haklarının korunması olmuştur.Kadın, yaratılış itibariyle erkeğe göre ikinci dere-cede bir değere sahip değildir. İlke olarak insanların en değerlisi, “takvâda en üstün olanıdır” (el-Hucurât 49/13). Kur’ân-ı Kerîm’de, farklı fizyolojik ve psikolo-jik yapıya sahip olan kadın ve erkekten biri diğerinden daha üstün veya ikisi birbirine eşit tutulmak yerine birbirinin tamamlayıcısı kabul edilmiştir (el-Bakara 2/187). İslâm inancına göre Hz. Âdem bütün insanlığın atası olduğu gibi, Hz. Havvâ da annesidir (el-Hucurât 49/13). Ehl-i kitabın, Âdem’i “aslî günah” işlemeye eşi-nin kışkırttığı şeklindeki inançları Kur’ân-ı Kerîm’deki bilgilerle bağdaşmaz. Nitekim Tevrat’ta “yasak meyve”yi, yılanın kadına, kadının da Âdem’e yedirdiği belirtilir-ken (Eski Ahid, “Tekvîn”, 3), Kur’an’da “Şeytan ikisini de ayartıp yanılttı” (el-Bakara 2/36) buyurularak her ikisi-ni de şeytanın aldattığı belirtilmektedir. Başka bir âyette, Havvâ’dan hiç söz edilmeyip, şeytanın doğrudan doğruya Âdem’e seslendiği ve “Ey Âdem! Sana ebedîlik ağa-cını, eskimeyen saltanatı göstereyim mi?” (Tâhâ 20/120) dediği ifade edilir.Hukuk, toplumda var olan sosyal ve insan ilişkileri-nin açıklık, güven ve düzen içinde yürütülmesini, birey-lerin hak ve sorumluluklarının belirlenip dengelenmesini hedefler. Bunu gerçekleştirirken, toplumda var olan te-lakki ve değerlerin hukuka yansıması kaçınılmazdır. Bu itibarla tarihî süreç içerisinde müslüman toplumlarda oluşan hukuk kültür ve geleneğinde, kadının hukukî konu-muna, birey, anne, eş, vatandaş gibi çeşitli sıfatlarla sahip olduğu hak ve sorumluluklara veya tâbi olduğu kı-sıtlamalara ilişkin olarak yer alan yorum ve görüşlerin, âyet ve hadislerde sözü edilen ilke ve tavsiyelerin yanı sıra o toplumların bu konudaki gelenek, kültür ve telak-ki tarzlarıyla da yakın bağının bulunması tabiidir. Bu yüzden de, kadının temel hak ve özgürlükleri, ehliyeti, şahitliği, örtünmesi, sesi, yabancı (kendisi ile arasında nikâh bağı veya devamlı evlenme engeli bulunmayan) erkek-lerle bir arada bulunması, yolculuğu, sosyal hayata ka-tılımı, kamu görevi üstlenmesi gibi çeşitli konular a-sırlar boyu oluşan zengin fıkıh literatüründe geniş yer işgal etmiş, hukuk ekollerine, çevre ve dönemlere göre kısmen farklılıklar arzeden birçok görüş ve yorum ortaya çıkmıştır.İslâm’da insanlık ve Allah’a kulluk bakımından kadın-la erkek arasında bir fark bulunmadığı gibi temel hak ve sorumluluklar açısından da kadının konumu erkekten fark-lı değildir. Kadınlar hakkında ibadet temizliği ve ibadetlere ilişkin bazı özel düzenlemelerin bulunması, bir cinsin kul olarak üstün tutulması veya ikinci derecede kabul edilmesi anlamında olmayıp, bunlar cinsin biyolo-jik yapı ve fıtrî özelliklerine binaen konmuş hükümler-dir.İslâm hukukunda, bir insan olarak erkeğe tanınan te-mel insan hakları kadına da tanınmıştır. Buna göre hayat hakkı, mülkiyet ve tasarruf hakkı, kanun önünde eşitlik ve adaletle muamele görme hakkı, mesken dokunulmazlığı, şeref ve onurun korunması, inanç ve düşünce hürriyeti, evlenme ve aile kurma hakkı, özel hayatının gizliliği ve dokunulmazlığı, geçim teminatı gibi temel haklar bakı-mından kadınla erkek arasında fark yoktur.Kadının maddî ve mânevî kişiliği, malı, canı ve ırzı erkeğinki gibi değerlidir; her türlü hakaret, saldırı ve iftiradan korunması gereklidir. Aksine davrananlar hak-kında İslâm hukukunda ağır cezaî hükümler konulmuştur.Kadın bağımsız bir hukukî şahsiyettir; hak ehliyeti ve fiil ehliyeti açısından kadın olmak, ehliyeti daral-tan bir sebep değildir. Haklarının kocası ya da başkası tarafından ihlâl edilmesi halinde hâkime başvurarak hak-sızlığın giderilmesini sağlamak hususunda erkekten fark-lı bir durumda değildir.Kişinin sonradan kazandığı vasıflar sebebiyle sahip olacağı haklar ve taşıyacağı sorumluluklar arasında di-ğer hukuk düzenlerinde olduğu gibi İslâm hukukunda da kişilerin durum ve özellikleri ölçü alınarak mâkul bir denge kurulmuştur. Bu yüzden kadın, askerlik, cihad, yakınlarının geçimini sağlama, yakınlarının işlediği cinayetlerden doğan kan bedeli borcuna katılma gibi malî ve bedenî borçlarla yükümlü sayılmamış veya malî yüküm-lülükleri asgarî seviyede tutulmuş, bununla dengeli ola-rak kadına mirastan erkeğe göre yarı pay verilmiştir. Kadının diğer malî ve ticarî alanlarda erkeklerle eşit konumda olduğu, kadın olması sebebiyle herhangi bir kı-sıtlamaya mâruz kalmadığı dikkate alınırsa, İslâm miras hukukundaki bu özel düzenlemenin böyle bir nimet-külfet dengesine dayandığı söylenebilir.Kadın ticaret ve borçlar hukuku alanında erkeklerin sahip olduğu bütün hak ve yetkilere sahiptir. Her ne kadar hukuk doktrininde kadının aile hukuku alanına i-lişkin hak ve yetkilerini sınırlayan birtakım görüş ve yorumlar mevcut ise de bunlar doğrudan âyet ve hadisle-rin açık ifadesinden kaynaklanan hükümler olmaktan çok toplumun ortak telakki ve hayat tarzının hukuk kültürüne yansıması olarak değerlendirilebilir. Öte yandan litera-türdeki bu görüşler, ailenin kuruluş ve işleyişini belli bir otorite ve düzene bağlama, aile içi ihtilâfları bi-rinci kademede çözme gibi pratik bir amaca da yönelik-tir. Bununla birlikte İslâm toplumlarında hukukun dinî ve ahlâkî bir zeminde gelişmesi sebebiyle, diğer alan-larda olduğu gibi aile hayatında da tarihî seyir içinde kadın aleyhine sayılabilecek ciddi bir sıkıntı görülme-miş, aile hayatı, kendi sosyal ve kısmen de dinî yapı ve karakteri içinde uyumlu bir şekilde sürdürülmüştür.Kadının şahitliğiyle ilgili olarak Kur’an’da yer alan “İki erkek şahit bulunmadığında razı olduğunuz şahitlerden bir erkek ve -biri yanıldığında diğeri ona hatırlatsın di-ye- iki de kadın şahit bulunsun” (el-Bakara 2/282) meâlin-deki âyetten kadının değer ve insanlık yönünden erkekten aşağı olduğu gibi bir sonuç çıkarmak doğru değildir. Gerekçe unutma, şaşırma ve yanılmayla ilgili olup, geti-rilen hüküm hakkın ve adaletin yerini bulması amacına yöneliktir. Benzeri bir hüküm hadislerde bedevî erkekle-rin şahitliği hakkında da söz konusu edilmiştir. (Ebû Davud, “Akdiye”, 17; İbn Mâce, “Ahkâm”, 30) İçinde bulunduğu şartlar ve eğitim seviyesi itibariyle gerçeğin ortaya çıkmasına, hak ve adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunma imkânı sınırlı olan kişi ve gruplar için böyle bir düzenlemeye gidilmiş olması tabiidir. Öte yandan bu hükmün sadece malî haklar ve borçlar konusunda yapılacak şifahî şahit-likle ilgili olduğu, ihtiyaç duyulduğunda kadının da tek başına şahit olabileceği, yazılı beyan ve belge ile is-pat açısından kadın-erkek ayırımının gözetilmeyeceği yönünde doktrinde mevcut olan görüşler de burada asıl amacın kadının şahitlik ehliyetini kısıtlamak değil, adaleti en iyi şekilde sağlamak olduğu fikrini teyit eder.İslâm’da kadının konumuyla ilgili olarak çağımızda belki de en çok tartışılan konu, kadının örtünmesi mese-lesidir. Kur’an’da kadınların ev dışına çıkarken üzerle-rine örtü (cilbâb) almaları (el-Ahzâb 33/59), erkek ve kadınların gözlerini haramdan sakındırmaları, iffetleri-ni korumaları, kadınların ziynet yerlerini göstermemele-ri, başörtülerini yakalarının üzerine kavuşturmaları ve bağlamaları (en-Nûr 24/30-31) istenmiştir. Gerek bu ve benzeri âyetlerin ifade tarz ve üslûbu, gerekse Hz. Peygamber dönemindeki uygulamalar, kadınların örtünmesinin, tavsiye kabilinden veya örf-âdete ve sosyokültürel şart-lara bağlı ahlâkî çerçevede bir hüküm olmaktan öte dinî ve bağlayıcı bir emir olduğunu göstermektedir. Çağımıza kadar bütün İslâm bilginlerinin anlayışı ve asırlar boyu İslâm ümmetinin tatbikatı da bu yönde olmuştur. İslâm’ın örtünme, iffetini koruma, gözlerini haramdan sakındırma gibi emirleri sadece kadınlara yönelik olmayıp, hem ka-dınlara hem de erkeklere aynı üslûp ve kesinlikte ayrı ayrı yöneltilir, topluma da bu konuda gerekli tedbirleri alma görevi verilmiştir. Ancak örtünme konusunda kadınlara daha ağır bir sorumluluk yüklendiği ortadadır. Fa-kat bunu İslâm’ın kadına daha az değer verdiği, kadını sosyal hayatta geri plana ittiği şeklinde yorumlamak doğru olmaz. Aksine bu kabil hükümleri İslâm’ın kadını koruma, yüceltme ve ona toplumda saygın bir yer kazan-dırma çabasının bir parçası olarak değerlendirmek gere-kir. Zaten utanma ve örtünme, canlılar içinde sadece insana has bir özelliktir. İslâm’ın aslî kaynaklarında erkek ve kadının örtünmesi ilke olarak konmuş, İslâm bilginlerinin de ortak görüşleri kadınların el, yüz ve ayakları hariç örtünmeleri, erkeklerin de diz kapağı ile göbekleri arasını örtmeleri gerektiği üzerinde ağırlık kazanmıştır. Ancak örtünmenin renk, üslûp ve şeklinin toplumların gelenek, zevk ve imkânlarıyla bağlantılı olacağı, bu sebeple de bölge ve devirlere göre farklılık gösterebileceği açıktır. Bu itibarla, asıl amacın kadın ve erkeğin iffetli ve meşrû bir hayat yaşamaları, aşırı-lıklardan, tâciz ve tahriklerden korunmaları olup, ör-tünme de bu amacı gerçekleştirmede önemli bir araç sa-yılmıştır.İslâm, erkeğin ve kadının karşı cinse olan ihtiyaç ve temayülünü tabii bir vâkıa olarak karşılamakla birlikte (Âl-i İmrân 3/14; er-Rûm 30/21), bunun meşrû bir zeminde, düzen ve ölçü içinde gerçekleşmesini gaye edinmiş, hem bireylerin hem de toplumun ortak yararlarını koruyan bir dizi tedbir ve düzenleme getirmiştir. Bunun için de Kur’an ve hadislerde kadın, cinsel tatmin ve zevk aracı olarak değil anne, eş, evlât gibi belli bir insanî değer olarak takdim edilir. İslâm, kadının güzelliğinin ve vücudunun zevk ve eğlenceye, ticarete, cinsel tahrik ve pazarlamaya konu edilmesine de şiddetle karşı çıkmıştır. Kadınların örtünmesiyle ilgili dinî emirlerin yanı sıra, bir kadına kocası dışındaki erkeklerin şehvetle bakması-nın haram kılınışı da (en-Nûr 24/ 30-31) bu anlamı taşır. Hatta kadının sesinin fitneye yol açacağı, bunun için de yabancı erkekler tarafından duyulmasının doğru olmadığı şeklinde klasik literatürde yer alan görüşler de bu ama-ca yöneliktir. Burada söz konusu edilen kısıtlama ile, erkek ve kadınların bir arada yaşaması, birbirlerini görmeleri ve seslerini duymaları değil, kadın-erkek i-lişkilerinde fitne, tahrik ve ölçüsüzlük önlenmek isten-mektedir. Yoksa Hz. Peygamber’in ve sahâbîlerin genç ve yaşlı hanımlarla konuştuğuna dair pek çok örnek vardır. (Bk. Buhârî, “Nikah”, 6; Müslim, “Birr”, 53) Kadınların ticaret, eğitim, seyahat, sosyal ve beşerî ilişkiler gibi normal ve sıra-dan ihtiyaçlar için erkeklerle sesli konuşmalarının veya örtünmesi gerekli yerlerini örtmeleri şartıyla birbirle-rini görmelerinin câiz olduğu açıktır. Ancak kadın ve erkeğin sosyal hayattaki yakınlık ve ilişkisi gayri meş-rû beraberlikler, kötü arzu ve planlar için bir başlan-gıç teşkil edecek bir boyut kazandığı zaman bu davranış kendi özü itibariyle değil, yol açacağı kötülükler sebe-biyle yasaklanmış olmaktadır. Şu var ki, “fitne” kavra-mının devir ve muhitlere göre farklı tanım ve kapsamının olabileceği düşünülürse, kadının sesi, kadının erkekler-le konuşması ve sosyal hayata katılımı konusunda da za-man ve zemine göre farklı ölçü ve yaklaşımların benimse-nebileceği söylenebilir.Gerek hadislerde (bk. Buhârî, “Nikâh”, 111; Müslim, “Hac”, 413-424) gerekse fıkıh literatüründe yer alan, kadının ancak yanında kocası veya mahremi olan bir erke-ğin bulunması halinde yolculuk edebileceği şeklindeki ifadeler de, yine kadını korumaya yönelik bir tedbir olarak görülmelidir. Burada yolculuktan maksat, namazla-rı kısaltmayı veya ramazan orucunu ertelemeyi câiz kıla-cak ölçüdeki ve o dönemin şartlarında yaya olarak veya deve yürüyüşüyle üç gün sürecek bir yolculuktur. Kadının tek başına ya da mahremi olmayan bir erkekle yolculuk etmesinin, özellikle yolculuğun hayvan sırtında veya yaya olarak, çöl, dere-tepe aşarak yapıldığı bölge ve devirlerde hem kadın hem de erkek açısından birtakım sakıncalar taşıdığı, en azından üçüncü şahısların kötü zan ve dedikodularına yol açabileceği, bunun da kadının iffet duygusunu rencide edebilecek uygunsuz bir durum olduğu açıktır. Bu sebeple fıkıh kitaplarında kadının uzak yerlere ancak kocası ile veya kendisiyle evlenmesi câiz olmayan oğlu, kardeşi, kayınpederi gibi mahremi bir erkekle seyahat etmesinin gereği üzerinde durulmuştur. Hanefî ve Hanbelî mezheplerinde kendisine bu şekilde refakat edecek bir mahremi bulunmayan kadına haccın vâ-cip olmadığı hükmü benimsenirken de bu noktadan hareket edilmiştir. Mâlikî ve Şâfiî mezheplerinde ise, kadının kendisi gibi birkaç kadınla birlikte bir grup oluştura-rak hacca gidebileceği görüşü ağırlık kazanmıştır. Şu halde, kadının yakını olmadan tek başına veya yabancı erkeklerle birlikte seyahat edemeyeceği şeklindeki gö-rüşleri bu zeminde değerlendirmek, kadının kişilik, onur ve iffeti için benzeri tehlike veya sakıncaları bulundu-ğu şehir içi veya şehir dışı yolculukları aynı grupta ele alarak öncelikle mevcut ve muhtemel sakıncaları gi-dermek, bu mümkün olmazsa geçici ve özel bir tedbir ola-rak refakatçi erkek çözümünü benimsemek gerekir. Nitekim Hz. Peygamber de bir kadının Yemen’den Şam’a kadar tek başına güven içinde seyahat edebilmesini müslüman top-lumlar için ideal bir hedef olarak gösterir. (Buhârî, “Menakıb”, 25) Bu itibarla kadının yolculuğu konusunda seyahat özgürlüğünü kısıtlamak değil kadınların ve her bireyin güven ve huzur içinde yolculuk edebilmesini sağ-lamaktır. Bunun için de yolcuların emniyet ve güven i-çinde bulunduğu, açıklık ve belirli bir düzen içinde yapılan otobüs, tren, uçak yolculukları veya özel araç-larda yolculuk konusunda günümüzde daha hoşgörülü düşün-mek mümkün görünmektedir.İslâm’da kadının konumu ve hakları konusundaki tar-tışmaların önemli bir kısmı da, kadının sosyal hayata katılımı, çalışması ve kamu görevi üstlenmesi noktala-rında odaklaşır. Özetle ifade etmek gerekirse, kadının ev içinde ve dışında çalışması, ailenin ihtiyaçlarını sağlamada kocasına yardımcı olması kural olarak câizdir ve kadının böyle bir hakkı vardır. Bu konuda bir sınır-lama ve yönlendirme varsa, o da kadın ve erkeğin birbi-rini tamamlayan farklı özellikleri ve kabiliyetlerine bağlı önceliklerle ilgilidir. Kadının öncelikli olarak işi ve görevi, ev idaresi, çocuk bakım ve eğitimidir. Erkeğin öncelikli işi ise ailenin geçim yükünü omuzla-maktır. Şartlar değiştiğinde, ihtiyaç bulunduğunda kadın ve erkeğin birbirine yardımcı olması hatta rollerin de-ğişmesi mümkündür. Önemli olan hayatın huzur ve düzen içinde geçmesi, ihtiyaçların karşılanmasında bireylerin imkân ve kabiliyetlerine uygun sorumlulukları dengeli şekilde üstlenmeleridir. Hz. Peygamber’in, evin iç işle-rini kızı Hz. Fâtıma’ya, dış işlerini ise damadı Hz. Ali’ye yüklemiş olması, müslümanlar için bir aile modeli oluşturma amacına yönelik bağlayıcı bir kural değil, ihtiyaç, örf ve âdete dayalı tavsiye niteliğinde bir çözüm görünümündedir. Kadının çalışmasının ve kamu göre-vi üstlenmesinin sınırlandırılmasına ilişkin olarak İslâmî eserlerde yer alan görüş ve hükümler, nasların açık ifadelerinden değil hukukçuların içinde bulunduğu sosyokültürel ve ekonomik şartlardan kaynaklanmaktadır. Hz. Peygamber devrinden itibaren kadınlar çeşitli özel ve kamu işlerinde çalışmışlar, önemli görevler üstlen-mişlerdir. Kadının öğretmenlik, memurluk, doktorluk ve hemşirelik gibi görevleri üstlenmesinin câiz olduğunda ciddi bir ihtilâf mevcut değilken, hâkimlik ve üst düzey yöneticilik yapmasının cevazı konusunda hayli farklı görüşlerin bulunması da bu yönde bir gelenek veya telak-kinin bulunmayışıyla yakından ilgilidir. İslâm hukukçu-larının çoğunluğu kadından hâkim olmayacağı görüşünde ise de bu görüşün açık bir naklî delili yoktur. Hanefî-ler ve İbn Hazm, kadınların şahitlik yapabildiği dava türlerinde hâkimlik de yapabileceği görüşündedir. Taberî ve Hasan-ı Basrî gibi İslâm bilginleri ise kadından hâ-kim olmasına hiçbir dinî engelin bulunmadığını ileri sürerler. Öyle anlaşılıyor ki klasik dönem İslâm hukuk-çuları, kendi devirlerindeki bilgi, kültür ve tecrübe birikimlerinden hareketle, kadınların adaleti gerçekleş-tirme, yargılama ve hükmü uygulama konusunda erkekler ölçüsünde dirayetli olamayacağı, bunun için de hâkim olmalarının doğru olmadığı görüşüne sahip olmuşlar, ha-liyle bu görüşler hukuk doktrininde de ağırlık kazanmış-tır. Kadınların kaymakam, vali, devlet başkanı gibi üst düzey kamu yöneticisi olamayacağı yönünde klasik fıkıh literatüründe yer alan görüşlere de benzeri bir açıklama getirilebilir. Hâkimlik ve yöneticilik, toplumda önemli bir kamu görevi olduğundan İslâm’ın cins, yaş veya renklere göre bir ayırım yapmayacağı, aksine hâkimlerin ve yöneticilerin bu görevi hakkıyla yürütebilecek nitelik-lere sahip olması üzerinde duracağı açıktır. Hz. Peygamber devrinde kadınlar, henüz haklarındaki olumsuz yargılar tamamen silinmemiş olduğu halde ictihad etmiş, hüküm ve fetva vermiş, bir nevi hâkimlik ve yöneticilik yapmış, savaşlara katılmış, yönetimin kararlarını etki-leyecek ölçüde siyasî faaliyetlerde bulunmuşlardır. An-cak kadınların da sahip oldukları hak ve yetkilerin uy-gulamaya geçirilmesi ve kadınların sosyal hayatta aktif rol üstlenmeleri tamamen sosyoekonomik ve kültürel şart ve ihtiyaçlarla ilgilidir. İslâm bu konuda temel hak ve ilkeleri belirtmekle yetinmiş, geri kalan kısmı müslüman toplumların kendi gelişim seyrine terketmiştir. Bu iti-barla kadınların kamu görevi üstlenmesi ve sosyal hayata iştirakleri konusunda daha sonraki dönemin kaynaklarında yer alan yönlendirme ve kısıtlamalar, genelde İslâm bil-ginlerinin kendi bilgi, tecrübe ve kültür birikimlerin-den, toplumda yaygın telakkilerden, bu yönde ciddi bir ihtiyacın bulunmayışından, biraz da devrin olumsuz şart-larından kadınları uzak tutma gayretlerinden kaynaklan-maktadır.Gerek İslâm dininin aslî kaynaklarında yer alan hü-kümler gerekse asırlar boyu çeşitli bölge ve toplumlarda süregelen uygulama sonucu oluşan İslâm hukuk kültürü, kadının hakları ile sorumlulukları, aile ve toplum içindeki rolü, konumu ve kendisinden beklenen ödevler ara-sında uyum ve dengeyi gözetmeye özel bir önem vermiştir. Öte yandan hak ve sorumlulukların dağılımı, cinslerin imkân ve kabiliyetleriyle de yakından ilgilidir. Meselâ ataerkil bir aile hayatının egemen olup kadının sosyal hayatta erkeğe bağımlı olarak rol üstlendiği dönemlerde kadınların irtidad, yol kesme, anarşi ve isyan gibi suç-ları aslî fâil olarak işlemeyeceği düşünülmüş, onlara daha hafif cezalar öngörülmüş, savaşlarda da kadın ve çocuklar ayrı bir statüde mütalaa edilmiştir. Kadının şefkati ve eğitme yeteneği sebebiyle çocuğun bakım ve yetiştirilmesinde anneye ve diğer kadın akrabaya erkek-lere göre öncelik verilmiştir.Kadının başlıcalarına yukarıda işaret edilen hakları yanında sorumlulukları da vardır. Kadınların hakları ile sorumlulukları birlikte ele alındığında, İslâm’ın ada-let, hakkaniyet ve denge ilkesinin bu alanda da geçerli olduğu görülür. Kadınların dinî öğretideki konumları da ancak böyle bir hak-sorumluluk, yetki-görev dağılımı içinde belirginleşir. Aile yapısının korunması, ailede düzenin, huzur ve mutluluğun sağlanması gibi maksatlarla kendisine yönetim ve aile reisliği hakkı tanınmış olan kocaya saygılı olmak kadının başta gelen görevlerinden-dir ve bu husus âyetlerde ve hadislerde önemle vurgulan-mıştır. Bütün toplumlarda pederşahî bir aile düzeninin hâkim olduğu bir dönemde kadının görevlerine ağırlıkla yer vermenin gereksiz olduğu düşünülebilir. Ancak, özel-likle çağdaş Batı toplumlarında ciddi bir aile problemi halini alan sözde “kadın özgürlüğü” adı altındaki gelişmeler dikkate alınırsa, İslâm’ın kadının görev ve sorumluluklarıyla ilgili olarak koyduğu hükümlerin ne kadar önemli olduğu daha iyi kavranır.Çağımızda feminizm adı verilen hareket, tarihte kadı-nın kiliseye girmesini, İncil’e dokunmasını bile yasak-lamış olan zihniyete karşı bir tepki hareketi olması sebebiyle çıkış noktası bakımından haklı ise de, ahlâkî ve sosyal bakımdan çok olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Bu sonuçları iki noktada toplamak mümkündür.Bir kere, feminizm hareketine kapılan kadın, genel o-larak kayıtsız şartsız özgürlük düşüncesiyle aile için vazgeçilmez olan birçok kural ve değerleri hiçe saymak-ta; esasen sosyal hayatın hiçbir alanında hiçbir insan için geçerli olmayan “Kendi hayatımı canımın istediği şekilde yaşamak hakkımdır!” şeklindeki anlayışı, bütün değerlerin üstünde bir değer ve kanun kabul etmektedir. Bu telakki, bütünüyle ahlâkî değerler ve kurallar ile kutsallık kazanan aile yuvasının iğreti bir hal alması-na, kadın ve erkeğin, aile sorumluluklarını çekilmez bir yük ve bir tür esirlik gibi algılamalarına yol açmaktadır. Bu hayat telakkisinin yaygın olduğu ülkelerde, eşine ve çocuklarına bağlılığı, yuvanın mutluluğuna kat-kıda bulunmayı kendi istek ve tutkularının üstünde tutan kadın tipi giderek özlemle aranır olmakta, nikâhsız bir-likte yaşamaların yaygınlaşması gibi Batılılar’ın bile korkutucu saydıkları olumsuz gelişmelerin temelinde de aynı anlayış yatmaktadır.Sözde kadın özgürlüğünü savunan feminizmin ortaya çı-kardığı diğer bir olumsuz sonuç da erkeklerle ilgilidir. Bu gelişmeler karşısında erkekler genellikle üç değişik tavır sergilemektedirler: Kimileri olayı olduğu gibi kabul etmekte ve onlar da evlenip boşanmayı alışkanlık haline getirmektedir. Bazı erkekler eşlerini baskı zo-ruyla sadık kılmaya, yuvada tutmaya çalışmaktadır. Bazı-ları ise, zaten eşlerini başlarından atmak ve yuvayı yıkmak istediklerinden, boşanmanın olağan bir gidiş ha-line gelmesi bunların işini kolaylaştırmaktadır. Çünkü toplumda herhangi bir kurum -bu arada aile yuvası- bir defa kutsallığını ve değerini yitirdi mi, artık kişisel arzu ve çıkarlarını her şeyin üstünde tutanlar bu kurumu yıkmakta bir sakınca görmemekte ve bu konuda ciddi en-gellemelerle de karşılaşmamaktadırlar. Batı’da ve Batı-lılaşma gayreti içinde olan ülkelerde feminizm hareketi-nin belki de en önemli olumsuz sonucu bu olmuş, aile, eşlerin karşılıklı bağlılık ve fedakârlığıyla yürütülen kutsal bir kurum olmaktan çıkıp her iki tarafta da ben-cillik, tek taraflı çıkar ve yarar egemen olmaya başla-mıştır. Bu gelişmelerden de yine sosyoekonomik konumu daha zayıf durumda olan kadın zarar görmektedir.On dört yüzyılı aşkın İslâm tarihi boyunca müslüman toplumlarda, Batı’da ortaya çıktığı şekliyle bir kadın sorunu, buna bağlı olarak da kadının ezilmişliği ve kur-tarılması, kadın hakları gibi sosyal hareketler olmamış-tır. Bu olumlu durumu, uygulanan İslâm hukukunda kadının ve erkeğin hak ve sorumluluklarının dengeli ve ayrıntılı bir biçimde belirlenmiş olmasından çok, İslâm toplumla-rında hukukî kural ve yaptırımların da temelde dinî ve ahlâkî bir zemine dayanmış olmasıyla, İslâm’ın bireye kazandırdığı dünya görüşünün, hak ve sorumluluk anlayı-şının onun bütün insan ilişkilerini etkilemekte oluşuyla açıklamak daha isabetli olur.Çağımızda İslâm’da kadın ve kadın hakları konusunda müslüman ve gayri müslim yazarlar tarafından bir hayli eser kaleme alınmış olup bu mevzuda zengin bir literatür ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu gelişmelerin temelinde günümüz müslüman toplumlarında kadın hakları ve anlayışı konusunda ciddi bir krizin yaşanmakta oluşundan çok, Batılı yazarların kendi toplumsal gerçek ve değerlerini, aile hayatıyla ve kadınla ilgili telakkilerini ölçü ala-rak İslâm dünyasına yönelttikleri tenkitler, Batılılaşma taraftarlarının aynı çizgideki önerileri, müslüman ya-zarların da bunlara cevap verme ve konuyla ilgili öze-leştiri yapma gayretleri yatmaktadır. Bu konuda samimi olarak ortaya konacak fikrî mesailerin ve özeleştirile-rin çok yararlı olacağını inkâr etmeksizin belirtmek gerekir ki, bütün grup ve kesimler gibi kadınların da sevgi, saygı ve mutluluktan daha çok pay alabilmeleri, müslüman toplumların, İslâm’ın getirdiği hayat anlayışı-nı, insana verdiği değeri, yüklediği ağır sorumluluğu ve insan ilişkilerinde hâkim kılmaya çalıştığı ölçüleri daha iyi kavramalarına bağlıdır.Oluşmasında âdet ve geleneklerin de etkisinin bulun-duğu kişisel görüşlerin din telakki edilmesi çok büyük sıkıntılar doğurmaktadır. Her konuda zayıf veya kuvvetli olsun, herhangi bir hadisin, zaman ve çevre faktörünü dikkate almadan bir hükme esas ve dayanak yapılması son derece sakıncalıdır. Kendince İslâm’ı müdafaa etmeye çalışan veya onun adına konuşan kimselerin, eski dönem-lerin kendi şartlarının iz ve etkilerini taşıyan fıkhî görüşleri, tek İslâmî çözüm olarak takdim etmeleri, hem sorunların çözümüne bir katkı sağlamamakta hem de yaşa-nan olumsuzlukların İslâm’a mal edilmesi gibi olumsuz bir sonuca yol açmaktadır. Genel ilkeler ve bunların belli gelenekleri ve alışkanlıkları olan toplumlarda hayata geçirilme biçimi var. Dikkat edilecek hususlardan biri bu ikisini özdeşleştirmemek, ikincisi ise, bir dö-nemdeki hayata geçirilme biçiminin, o dönemdeki genel şartlara göre insan hakları açısından durumunun ne oldu-ğunu tesbit etmektir.Kaynak: diyanet.gov.tr
HADİSSöz, haber, yeni şey anlamlarına gelen hadis (çoğulu ehâdis), terim olarak, Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirleridir. Bu tanıma göre hadis, sünnetle eş anlamlıdır. Bazı hadisçiler, sahabe ve tabiûn sözlerini de hadis kavramına dahil etmişlerdir. Bu tanıma göre hadis, haber ve eser ile anlamdaş olur.Hadisler, delil değeri açısından; sahih, hasen ve zayıf; kaynağı açısından merfû, mevkuf ve maktû; senet sayısı açısından, mütevâtir, meşhûr ve âhâd (aziz, garîb); senedinin muttasıl olup olmaması açısından, müsned (mevsul), muttasıl, munkatı, mu’dal, mürsel, muallak, muanan, müennen, müdelles kısımlarına ayrılır.MUALLAK HADİSSenedinin başından bir veya daha çok râvîsi hazfedilerek, “kâle fulân”, “zekera fulân” gibi kesinlik ifade eden, ya da “yurvâ”, “yüzker” gibi yarı kat’i ifadelerle rivâyet edilen hadislere denir. Hadisin bu şekilde rivâyet edilmesine de ta’lik denir. Senedin tamamının kaldırılması halinde hadis, direkt olarak ilk kaynağına dayandırılır. Merfû, mevkûf ya da maktu’ hadislerin tamamı için ta’lik söz konusudur. Özellikle daha sonraki devirlerde, herhangi bir sahih ve maruf hadisin Hz. Peygambere kadar uzanan senedinin düşürülerek, “Hz. Peygamber şöyle buyurdu” denilmesi ta’liktir.İsnadı bilinen ve kabul şartlarını haiz olarak hadisçiler tarafından tanınan muallak hadisler, sahih veya hasen hükmündedir. Ancak, bu şartları taşımayan muallak hadisler, senedinden kaldırılan râvîlerin durumu bilinmediği için zayıftır.RİVÂYETSözlükte “sözü nakletmek, aktarmak, sulamak” anlamlarına gelen rivâyet, terim olarak, hadis ve benzeri sözlerin isnadıyla birlikte nakledilmesine denir. Rivâyet eden kimseye râvi, rivâyet edilen söze mervî denir. Rivâyetin en önemli gayesi, Hz. Peygamberin sünnetini gelecek nesillere aktarmaktır. Sünnetin kaynağı olan hadislerin hatasız ve noksansız olarak rivâyeti oldukça önemli olduğundan, hadislerin rivâyeti âlimlerce özel ve ciddî kurallara bağlanmıştır. (A.G.)Rivâyet iki türlüdür: a) Rivâye bi’l-lafz: Bu, hadislerin orijinal lafızlarıyla rivâyet edilmesidir. Bu tür rivâyette, hadislerin sözlerinde hiçbir değişiklik yapmadan, Hz. Peygamberin (a.s.) ağzından çıktığı şekliyle yapılması esastır. b) Rivâye bi’l-mâ’nâ: Bu, hadislerin Hz. Peygamberin ağzından çıktığı şekliyle değil de, hadisin asıl manasını bozmadan, kısaltarak ya da kelimeleri eş anlamlıları ile ifade ederek rivâyet edilmesidir. Mana ile rivâyetin kabul edilebilmesi için râvînin, rivâyet ettiği hadiste kast olunan manayı bozan incelikleri bilmesi gerekir. Muhammed ibn Sîrin ve İmam Mâlik gibi âlimler, mana ile rivâyetin kabul edilmemesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Muhaddislerin çoğunluğu ise, hadisin manasını bozmamak şartı ile, değişik lafızlarla rivâyet edilmesinde bir sakınca görmemişlerdir.RİVÂYET TEFSÎRİRivâyet tefsîri, Kur’ân âyetlerini, âyetlerle, hadislerle ve sahabe sözleriyle açıklamak ve îzâh etmek demektir. Rivâyet tefsîrine, me’sûr ve naklî tefsîr de denir.Rivâyet tefsîrinde en sağlıklı yol, âyetleri ve sahih hadisleri birlikte ele almak, sahih olmayan rivâyetlere ve isrâiliyâta yer vermemektedir.Rivâyet tefsîrine En’âm sûresinin 82. âyetinde geçen “zulüm” kelimesinin âyet ve hadisle tefsîrini örnek verebiliriz. Bu âyetteki zulüm “şirk (Allah’a ortak koşmak)” anlamındadır. Buhârî, (Îmân, 23) ve Müslim’in (Îmân, 197) rivâyet ettiği sahih bir hadise göre Peygamberimiz (a.s.) bu âyetteki zulüm kelimesinin “şirk” anlamında olduğunu söylemiş ve bu anlama delil olarak “şirk büyük bir zulümdür” (Lokmân, 31/13) âyetini zikretmiştir. Söz konusu âyetteki zulüm kelimesinin şirk anlamında olduğuna bir önceki âyet de delalet etmektedir. İbn Cerir et-Taberî’nin Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyı’l-Kur’ân ve İbn Kesîr’in Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm adlı eserleri rivâyet tefsîrlerinin en meşhurlarındandır.
Üstte yapmış olduğum alıntılar yüzeyselde olsa da biraz fikir edinmeni sağlar. Sen cevaplarla ilgilenmiyorsun, çünki senin cevapların teker teker verildi. Sadece Amerika’dan aldığın paraların hakkını ödemek için papağanlık hizmetine devam ediyorsun. Yoksa bu kadar duyarlı bir insan, islam’a saldıracağına evvela A.B.D’nin Irakta, Afrika’da, Afganistan’da ve daha kaç ülkede tecavüz ettiği öldürdüğü kadınlardan, çocuklardan dem vurur. Filistinden dem vurur. Adam takmış Muhammed sübyancı diye. Birde diyor ki Muhammed diye biri var mı yok mu belli değil. Tam komedi… Sen boşvereceksin bu evelemeleri, gevelemeleri asas amacın nedir? vazifen nedir? bu kadar enerjiyi ne için harcıyorsun? insan bir vazifeye inanmışsa silahlarını kuşanır, düşmanını iyi tanır, inançlı olur; sen almışsın taramalı tüfeğini, 1 dolardan amerikan kuşunlarını etrafa saçıyorsun, geliyor arkandan fevkulbeşer diye bir adam balık tavasıyla kafana vuruyor. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Senin bir şey paylaşma gibi bir niyetin yok ki, olsa böyle ajitasyon yapıp, insanlara hakaret edip, kutsallarına bok atmazsın. papağanımız gidiyor birde çağla kubat mı nedir onu örnek veriyor türk kadınına…Bu mesele ile ilgili gerekli açıklamalar yapıldı, bundan sonra üstüne bir şey söylemen medya maymunluğundan öte olmayacak. Daha bir şey yazacak değilim uzaktan maymunluklarını izleyip güler dururum sana. Eminim söylediklerim sen hariç okuyan herkes tarafından anlaşılmıştır. Ukul-u kasıra ashabı için daha fazla zeman harcamaya mahal yok.Söylemiş olduğum gibi aynı şeyleri papağan gibi tekrarlayıp durdu; şimdi de paylaştıklarımın kaffesinde cüzi bir noktaya işaret edip ordan bir yerlere bağlamaya çalışacak. Ne demiş atalarımız; “Aylak bakkal tutup taşağını tartarmış”Tebessümle kalın.
(:
ZenHALA SORUMA CEVAP VERMEDIN.Buhari yalan mi soyluyor? Neden Ayse’nin sozleri yalan sayiliyor? Asagidaki alintilar neden yalan sayiliyor?——–Muhammed’in en küçük karısı Aişe’dir. Muhammed 52 yaşında iken, 9 yaşında olan Aişe ile gerdeğe girmiştir (Aişe, Muhammed ile evlendiğinde 6 yaşında idi (Bkz:Buhari, e’s Sahih, Kitabu Menakıbı’l-Ensar/44; Tecrid, Hadis no:1553; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’n-Nikah/69, Hadis no:1422) ,demek ki 3 yıl beklenilmiş).Bunun üzerine, islam hukuku bundan bir sonuç çıkarıyor ve “9 yaşındaki bir kız, “müştehat” (şehvete konu olabilecek çagda sayılır) deniyor. Ve de bu nedenle, bir erkeğin 9 yaşındaki bır kızla evlenebileceğini bildiriyor bır fıkıh hükmü olarak(Bkz:Muhammed Ali Tehanevi,Keşşafuıstılaha-tı’l-Fünun,1/788).M. Sofuoğlu (Cilt 4, Syf – 318,319)Sahih-i Müslim ve TercümesiBabanın Küçük Bakire Kızı Evlendirmesi Babı1422…….: Aişe şöyle dedi: Ben altı yaşımda iken Resulullah beni (nişan) akdi yaptı. (Üç yıl sonra) ben dokuz yaşında bir kız iken de benimle evlendi. Aişe dedi ki: Biz Medine’ye geldik. Akabinde ben bir ay sıtmaya tutuldum, hummanın şiddetinden saçım döküldü. (Hastalıktan kurtulunca) saçım gürleşti ve omuzlarıma kadar uzadı. Bir kere ben arkadaşlarımla beraber bir salıncak üzerinde oynarken annem Ummu Ruman bana doğru geldi ve beni çağırdı. Ben de annemin yanına geldim. Benden ne isteyeceğini bilmiyordum. Annem elimden tuttu sonunda beni evin kapısı önünde durdurdu. Bende yorgunluktan dolayı “heh, heh” diyerek kaba kaba soluyordum. Nihayet derin derin soluyuşum geçti. Sonra beni eve soktu. Evde Ensar’dan birtakım kadınlarla karşılaştım. Bu kadınlar: Hayır ve bereket üzere, en hayırlı kısmete dediler. Annem beni bu kadınlara teslim etti. Onlar da başımı yıkadılar ve üstümü başımı düzelttiler. Duha vaktinde Resulullah’ı habersizce görmekten başka beni hiçbir şey heyecanlandırmadı. Akabinde Ensar kadınları beni Resulullah’a teslim ettiler.Aişe: Peygamber beni altı yaşında bir kız iken akid yaptı, dokuz yaşında bir kız iken de benimle evlendi demiştir.Ma’mer, Zuhri’den, o da Urve’den, o da Aişe’den haber verdi ki: Peygamber Aişe’yi yedi yaşında bir kız iken akid yaptı, dokuz yaşında ve oyuncakları beraber iken de evlendi ve nihayet Aişe on sekiz yaşında bulunduğu sırada Resulullah vefat etti.Aişe şöyle demiştir: Resulullah Aişe’yi altı yaşında iken akid yaptı. Aişe dokuz yaşında bir kız iken Resulullah’ın evine gidip zifaf oldu. On sekizlik bir kadın iken de Resulullah vefat etti.6542 – Abdullah İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe radıyallahu anha ile yedi yaşında iken onunla nikahlandı, dokuz yaşında iken zifaf yaptı. Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe onsekiz yaşlarında iken vefat etti”5607 – Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm benimle Şevvâl’de nikâh yapmıştı. Şevvâl’de gerdek yaptı. Yanında hangi kadını benden daha bahtlı idi?” (Urve der ki: “Hz. Aişe radıyallahu anhâ) yakınlarından olan kadınları şevvâl ayında gerdeğe sokmayı müstehab addederdi.”Müslim, Nikah 73, (1423);Tirmizi, Nikah 9, (1093);Nesai, Nikah 77, (6, 130).5575 – Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, ben altı yaşında iken benimle evlendi. Medine’ye geldik. Benî’l-Hâris İbnu’l-Hazrec kabilesine indik. Ben hummaya yakalandım. Saçlarım döküldü. (İyileşince) saçım yine uzadı. Annem Ümmü Rumân, ben arkadaşlarımla salıncakta oynarken, bana geldi, benden ne istediğini bilmeksizin yanına gittim. Elimden tuttu. Evin kapısında beni durdurdu. Evimizde, Ensârdan bir grup kadın vardı. “Hayırlı, bereketli olsun!”, “Uğurlu mübarek olsun!” diye dualar, tebrikler ettiler. Annem beni onlara teslim etti. Onlar kılık-kıyafetime çeki düzen verdiler. Beni, (kuşluk vakti aniden) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm(ın gelişinden) başka bir şey şaşırtmadı. Annem beni O’na teslim etti. O gün ben dokuz yaşında idim.”Buhari, Nikâh 38, 39, 57, 59, 61;Müslim, Nikah 69, (1422);Ebu Dâvud, Nikâh 34, (2121); Edeb 63, (4933, 4934, 4935, 4936, 4937);Nesai, Nikah 29, (6, 82).5574 – Urve merhum, Hz. Aişe radıyallahu anhâ’dan şunu nakletmiştir: “Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm bana dedi ki: “Rüyamda sen bana üç gece gösterildin: Melek seni bana bir ipek parçası içerisinde getirdi ve “Bu senin zevcendir, aç onu!” dedi. Ben de açtım, içindeki sendin. Ben: “Bu rüya Allah katından ise, onu gerçekleştirecektir” dedim.”Buhari, Nikâh 9, 35, Ta’bîr 20, 21;Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 79;Tirmizi, Menakıb (3875).4448 – Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın hanımlarından hiçbirine, Hz. Hatice radıyallahu anha’ya karşı duyduğum kıskançlığı hiç duymadım. Halbuki onu hiç görmüşlüğüm de yok. Ancak, Aleyhissalatu vesselam onun yâdını çok yapardı. Ne zaman bir koyun kesip parçalara ayırsa Hatice’nin dostlarına da gönderirdi. Bazan ona: “Sanki dünyada Hatice’den başka kadın yok!” derdim de bana: “(Onun gibisi var mıydı, o şöyleydi, o böyleydi..! (Öbür kadınlar beni çocuktan mahrum ederken) benim çocuklarım ondan oldu” diye karşılık verirdi. (Hz. Aişe derki: İçinden ” Bir daha Hatice hakkında kötü söz söylemeyeceğim” dedim).” Hz. Aişe devamla der ki: “”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Hatice’den üç yıl sonra benimle evlendi.”Buhari, Menakıbu’l-Ensar 20, Nikah 108, Edeb 73, Tevhid 32;Müslim, Fezailu’s-Sahabe 73, 74, 77, 78, (2434, 2435, 2436, 2437);Tirmizi, Menakıb, (3885, 3886).6577 – Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam’ın yanında iken bebeklerimle oynardım. Aleyhissalatu vesselam da benim kız arkadaşlarımı bana gönderirdi. Arkadaşlarımla beraber oynardık.”5607 – Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm benimle Şevvâl’de nikâh yapmıştı. Şevvâl’de gerdek yaptı. Yanında hangi kadını benden daha bahtlı idi?” (Urve der ki: “Hz. Aişe radıyallahu anhâ) yakınlarından olan kadınları şevvâl ayında gerdeğe sokmayı müstehab addederdi.”Müslim, Nikah 73, (1423);Tirmizi, Nikah 9, (1093);Nesai, Nikah 77, (6, 130).6542 – Abdullah İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe radıyallahu anha ile yedi yaşında iken onunla nikahlandı, dokuz yaşında iken zifaf yaptı. Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe onsekiz yaşlarında iken vefat etti”6547 – Ebu Saidi’l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe radıyallahu anha’yı, elli dirhem değerinde ev eşyası mukabilinde nikahladı.”14- Aişe(rah)anlatıyor;‘’Resullah ‘ın yanında kızlarla oynuyordum ,benimle birlikte oynayan arkadaşlarım vardı.Resullah (s.a.) eve girdiği zaman onlar gizlenirlerdi. Kendisi evde olmadığı zaman – onları bana gönderir,benimle oynarlardı..’’204
Otomatige baglandi, kendi haline birakin.. Robin hood u bulun getirin, kucuk emrah xxx adalet istiyor
Zen’den cevap bekliyorum, baskasindan degil.
Bnane kimden cevap bekledigin, destur alip dami yorum yazacaz deli
Sen cok mu akillisin?
Kaynak: PEYGAMBERİMİZ, İSLAM DİNİ VE AŞERE-İ MÜBEŞERE, Zekai KONRAPA, sahife 296.Ayrıca Bkz: Asr-ı Seadet Cilt :2 Sahife: 998Bu kaynaklardan gerekli bilgilere ulaşabilirsin, eğer ulaşamazsan adresini yollarsın gerekli kaynakların fotokopisini yollarım.Üsteki yazılarda mükerrer defa belirttim, müteaddit defa yine aynı şeyleri yazmışsın.Ki niyetin gerçekliğe ulaşmak olsa idi evvelden yazdıklarımızı iyice tetkik ederdin, neyse gençliğine ve cehaletine veriyorum.
Senin gercegin ne?Senin gercek sandiginin safsata, bir kiz cocugunun adet gormesinin cinsel olgunluga erismesi.Hala bana neden Buhari ve Ayse’nin kendi sozleri gecersiz aciklayamiyorsun!Baska kaynaklardan cevap verecegine, calinin etrafindan dolasacagina neden benim gosterdigim kaynak yanlis onu acikla!Sen de bilmiyorsun iste, bu Islamic Apologetic’lerin en buyuk problemi, Muhammed’in Cocuk Gelini. Ac bak tum intrenet “Muhammed’s Child Bride ” diye bas bas bagiriyor.Peygamberin davranislarini ornek alan milyonlarca SALAK ERKEK 9 yasindaki kucuk kiz cocuklariyla evleniyor (Iran, Yemen, Suudi Arabistan).Islam kiz cocuklari diri diri gomulmekten kurtarmismis. Onun yerine cocuk yasta tecavuze lisans vermis. Vay canina. Cennete gitmeye ne gerek var al istedigin kadar kiz cocugu boza boza hayatini yasa degil mi…4’u gecti mi de “gazozuma ilac atmis kotu yoldaki kahpe ” diye suclarsin.
(:
TELETUBBIES COSPLAY CONVENTIONRef: Hurriyet
:))
Arkadaslar Zen (Fevkulbeser) bana yazmis diyor ki “Ben sana hakaret etmiyorum ki.. sanal kisiligine hakaret ediyorum”.Klinik vak’a.
(: Ne kadar şirin bir türkçe konuşuyorsun. Karikatürü senin ingiliz vatandaşlarından biri yapmış, belki tanıyorsundur.
BENI OZELDEN RAHATSIZ ETME! Admin’e tacizlerini sikayet ettim, ayagini denk al.
Senin gibi “ozgur ifade” ile “sahsa hakaret”in arasindaki farki anlayamayanlara admin dersini veriyor. Anlamamakta direnen de cekip gidiyor.
(:
🙂
ODTÜ’lü adminden matematik ve blogculuk dersleri verilir.05xx …