Küçüktüm… Yalnız başına evde kalamayacak kadar küçük… Babam uzaklara her gittiğinde gözyaşlarına boğulacak kadar küçük…90’lı yıllardı acının ne olduğunu bedenimde ilk hissettiğim vakit. Yine birkaç yıl sonrasıydı güven duygusunun ne olduğunu, kaybetmekle anladığım sancılar… Hiç aşık olmamıştım. Aşık olmak lükstü yaşadığım hayata ve bulunduğum coğrafyaya o yıllarda. Çalışmalıydım. Çok. Sadece çalışmalıydım. Babamın yardıma ihtiyacı vardı. Çok yardıma…Günler hızla ilerliyordu. Uzaklarda buldum kendimi sonra. Sonra mı? Hep uzaklarda…Öteki uzağa hasret …Annem uzun uzun yazmamı isterdi. Uzun uzun konuşmamı. Ben dayanamaz hıçkırıklarına kapatırdım .Babam , canım babam…Büyüyünce ben kurtuldu yorulmaktan….2000’li yıllardı. İyi yerlerdeydim. Uzak ülkelerin birinde . Bazen soğuk şehirlerde kar yağışını izlerdim köy-ümsüz saatlerde…Büyümüştüm. Herşey tastamamdı. Aşka adanmış sükunetlerim vardı. Susardım. Sus pus ruhumu tasalandırmazdım…Sabah saatleri… Bir zamanlar hiç bilmediğim,düşünemeyeceğim bir coğrafyada kahvemi yudumluyor,yurdumda ölen, kalan, patlayan, onaylayan, onaylamayan, çalan, çırpan yurttaşlarımın haberlerini netten alıyorum. Orda pek iyi şeyler olmuyor anlaşılan. Sağ üstteki çarpıya sessiz bir ok fırlatıyorum,karşı çıkmıyor.Yeni bir arama motoru.Köy,görseller…Akdeniz, görseller…Karadeniz, Marmara, Ege, görseller…Yetmiyor arada bir gelmek,hep orda kalmak gerek…Doğduğun yerlerde filizlenmek…