Bu sabahtan beri gördüğüm yedinci deli. İlkini sabah odamın boy aynasından hatırlıyorum. Kahvaltı yapamıyorum artık. İçimden güne hafifçe karın tokluğuyla başlamak gelmiyor. Şu an saat öğlen üç. Öğle yemeği de yemezsem kaç saat daha yaşarım bilmiyorum. Caddede şehrin en kötü kokan yerine doğru yürüyorum. En çok insanın olduğu yere doğru. Şehrin en geniş meydanına. Oradaki insanlar bana kanalizasyon borularında telaşla koşturan hamamböceklerini andırıyor. Sağımdan solumdan birkaç dakikada onlarcası geçiyor ve yaydıkları koku iştah kaçırıcı. Sigaram da yok bari o olsaydı. Durakta iki genç duruyor. Belediye seçimlerinin yapıldığı gün ama yaşları tutmuyor. Alsancak’a diğer züppelerle bira içmeğe otobüs bekliyorlar. Orda durup birinden sigara istiyorum. Bakışlarında ‘benim pisliklere verecek sigaram yok’ dediğini seziyorum. Ama buram buram nikotin kokan ağzıyla “kullanmıyorum” diyor. “hah otobüsünüz geliyor şimdi siktirin binin” diyorum. Cevap vermiyorlar. Otobüse biniyorlar. Birinin öğrenci kartı yok. Aynı anda ötekinin telefonu çalıyor. Şoför yolun başındaki kavşakta cinnet sınırına gelmiş. Telefonun çalmasıyla birlikte çocukların üstüne atlayıveriyor. Kapı da kapalı çocuklar uslu uslu dayaklarını yiyorlar. Kavgayı sonuna kadar izleyip durağa doğru yürüyen ve her şeye iğreniyormuş gibi bir yüz ifadesiyle bakan kadından (sanırım kadın) sigara dileniyorum. Cevap aynı. Oysa ki çantası Winston’un promosyonu. Gene de sağ ol diyorum. Sonra birkaç dükkana girip çıkıyorum. Ulan kimse sigara içmiyor mu? Bu kadar sağlıklı bir şehirde benim ne işim var diye düşünürken karşıdan karşıya geçen günün dördüncü delisini görüyorum. Elinde ömrünün ortasında bir sigara var. Her tarafı gazete kağıtlarıyla kaplanmış kulağına da küpe: balık kılçığı. Şortu şeffaf torbalardan yapılma kesin bir de anlamı vardır kendince. Pipisi yandan çıkmış ve soğuktan iyice küçük. “Ulan şu adam vermez mi bi sigara, verir be” “bilir çünkü sigarasızlığın adamı nasıl delirttiğini”. “Hey Gandi!” diye bağırıyorum. Bi tek o bakıyor. “Sigaran var mı fazla?” Elindeki sigarayı uzatıyor. Alıyorum. “Eyvallah”. Pipisi sallana sallana insanlara söve söve ara sokakların birinde gözden kayboluyor. Ben amaçsız yürüyüşüme devam ediyorum. Sigara, haliyle, attığım otuzuncu adımda bitiyor. Atıyorum. Midem kazınıyor. İnsanlar çoğaldıkça midemdeki gurultu azalıyor. Şehrin meydanını sessizce geçiyorum. Oy vermekten gelen kalabalık bir gurup oy verdikleri partilerden bahsediyor. İçlerinden birinin küçük çocuğu onların arkasında kalmış kumruların peşinden koşturmaya başlıyor. Annesi dünyasını unutmuş, yürümeye devam ediyor. Kadına bağırasım geliyor bir an için ama çocuğa bakıyorum da o kumrular ona bu hamur müsveddesi kadından daha iyi annelik yapar herhalde deyip susuyorum. Kırk yaşındayım. Yıllarca ciğerlerine nevroz alıp nevroz vermişim. İşsizliğim kaburga ağrılarım çocukluk anılarım eski aşklarım hepsi bir anda o kumruların peşinden giden çocukla beraber paramparça oluyor. Artık o kadının çocuğunu bulmasına imkan yok. Benim de geçirdiğim kırk yılımı.Soya yağı fabrikasının önünde hayat dank ediyor birden. Gürültülü otobüsler yürüyen insanlar uçan kuşlar dilenen zavallılar köşedeki tekel bayiinden gelen kavga sesleri her şey bir anda yok oluyor.”Sanırım sağır oldum” diyorum. Haftalarca süren baş ağrısının nedenini açığa çıkmış oluyor böylece. O kadını bulup ona okkalı bir tekme savurmak için geldiğim yoldan hızlıca geri yürümeye başlıyorum. Durakların orda kadın ve arkadaşları hala seçim konuşuyorlar. Kadının önünde duruyorum. Oğlunun ellerinin ojelenmiş ve yıllanmış hali havada söylediği önemli lafların altlarını çiziyor. Bi sigara istiyorum. Çantasından bi tane çıkarıp veriyor. Durakta hiç otobüs yok. Sigarayı yarısında atıp bi tane daha istiyorum. Bu sefer gözlerini korku sarıyor. Çantasından paketi çıkarıp bana veriyor. Sağ ol diyorum. Sonra kadın bir anda meydana doğru koşmaya başlıyor. “Sabri! Sabri! Allah kahretsin!” Peşinden bende koşuyorum. Kadın kumruların oraya geldiğinde “dur!” diye bağırıyorum. Kadın şaşkınlık ve umutla duruyor. Yanına geliyorum.”bakın bayan şu binayı görüyor musunuz? Benim ölmem gerekiyor.”bir şeyler söylüyor ama duymuyorum. “bayan beni öldürür müsünüz”diyorum. Kadın yere düşüyor. Kaldırıyorum. Cebimdeki sümüklü mendille kadının gözlerini siliyorum. Birkaç parça kadının yüzüne yapışıyor. Kadına bi tekme savuruyorum. İçim rahatlıyor. Kadın gene yerde. Şoka girdiği her halinden belli. Tekrar kaldırıyorum. Ve tekrar binayı gösteriyorum. Meydanın çıkışında oynanan bu trajedi gelip geçenlerin umurunda değil. Onlar bu oyunda yalnızca gelip geçenler rolündeler sanki. Hatta hemen yanımızdaki yaşlı çekirdekçi istifini bile bozmadan “sıcak sıcak sıcak çerez!” diye bağırmaya devam ediyor. Biz kadınla görünmez olmuşuz fabrika binasına doğru yürümeye başlıyoruz. Kadının ağzından Sabri Sabri diye sayıkladığını görüyorum. Fabrikaya giriyoruz. Engel olan olmuyor. Çatıya kadar işçilerin gözleri önünde ve yanık yağ kokularıyla merdiven tırmanıyoruz. Çıkınca kadını sertçe itiyorum. Kafasını bacaya çarpıyor. Başı kanamaya başlıyor ama bayılmıyor. Kan bütün olanlara inat sakin sakin yerde küçük kızıl göletler oluşturmaya başlıyor. Kadını bu kez çatıda kaldırıyorum. Ayakta zar zor duruyor. Turuncu tuğlaların gökyüzüyle sonlandığı yere kadar yürüyorum ve kollarımı açıyorum. Kadın hala aynı yerde inliyor. Çocuğu arıyor gözlerim. En sonunda görüyorum. Yanında bir çingene var. Elinden tutmuş götürüyor çocuğu. Kadına doğru dönüp. Havayı itiyorum. Gözlerinde bile kan nehirleri oluşmuş. Bana yaklaşıp sarılıyor. Bir anada dengemizi yitiriyoruz ve yanık yağ kokularının arasından yere doğru süzülmeye başlıyoruz. Biz kaldırıma düştüğümüzde çekirdekçi o gürültüyle arkasına dönüyor. İşte o anda çekirdek tezgahı devriliyor. Kadının kanla kırmızı saçlarının arasından bir anda açılan kulaklarımda duyduğum son ses bu gürültü oluyor. Bizim ardımızdan yağmur başlıyor. En son görüntü kızıl gökyüzünde uçup duran martılar. Son koku yanık yağ kukusu. Son renk kırmızı. Son his ölüm.Çocuk şimdi ceza evindeymiş. O çingeneyi otuz yerinden şişleyip yirmi yıl yemiş. Orda iki de kitap yazmış. O kitaplardan da beşer yıl yemiş. Şu an kırık sazı çirkin sesiyle türkü söylüyor batı tarafı 7-A hücresinde. Şoför, bir süre sonra işten atılmış ve intihar etmiş. Şimdi o da burada. Aynı kattayız. Kadının adı Serpil’miş. Bana sarıldığında kırk iki yaşındaymış. O iki kat daha aşağıda yanıyor. Soya yağı fabrikası son depremde yıkılmış. Yerine daha yüksek bir bina yapmışlar. Bense yeni bir hikayeye başladım. Nedense hala mutlu sonlar yazmayı seviyorum.Mutlu Son