Bahar havasına aldanıp bir an evvel kışlıklarımdan kurtulmak istediğimden midir nedir feci şekilde soğuk almışım. İki gündür aç bi aç yatıyorum. Burnum tıkanmış, gözlerim şeşi beş görüyor. Ateşimi ölçüyorum, kendi kendime doktorculuk oynayıp, kendime grip ilaçları veriyorum. Pek faydası yok.İki gündür boğazımdan tek lokma geçmediğinden canım müthiş derecede çorba çekiyor. Kalkıp yapacak halde değilim. Hiç olmazsa hazır çorba yapayım diye düşünürken telefonum çalıyor. Arayan annem. Kuzucuğum nasılmış, diye soruyor. Sesini duyunca ağlamak geliyor içimden birden ama üzülmesin diye sakin sakin “hastayım anneciğim, üşüttüm biraz” diyorum. Neden arayıp söylemedin, diye sitem ediyor. Sen yat dinlen ben hemen geliyorum, diyor.Telefonu kapatıp televizyonun karşısına uzanıyorum. Uzaktan kumanda elimde o kanal, bu kanal derken kapı çalıyor. Sürüne sürüne gidip açıyorum kapıyı. Annem sımsıkı sarıyor beni. Hadi hemen yatağa, diyor.Kanepeye tekrar uzanıyorum. Gelip üstümü örtüyor. Böyle açıkta yatılır mı hiç, diye fırçayı bastıktan sonra doğru mutfağa gidiyor. Dalıyorum biraz. Çok halsizim. Bir yandan da tir tir titriyorum. Arada bir eliyle alnımı yokladığını ve üstümü örttüğünü hissediyorum.Uykumun arasında mis gibi naneli bir koku duyuyorum. Anneciğim elinde çorba kâsesi ve iki dilim ekmekle uyandırıyor beni. Yayla çorbası ve üstünde kızdırılmış nanenin dayanılmaz kokusu tüm odayı sarıyor. Annem çorba, çorba annem gibi kokuyor.Belki hastalıktan, belki şefkate en ihtiyaç duyduğum anda yanı başımda bitivermesinin verdiği minnet duygusu gözlerimi yaşartıyor. Narin ve beyaz ellerini kavrayıp öpüyorum defalarca. İştahla içiyorum çorbamı. Isındın mı diye soruyor.Hiçbir şey diyorum annenin kendi eliyle yapıp içirdiği yayla çorbası kadar insanın içini ısıtamaz…