…sonuçta çok abartıyordu.o kadar ağlamaya değmezdi hani. ağlamasını bildiği gibi dudaklarına, bol parlatıcılı vişne çürüğü ruj sürmeyi de gayet iyi biliyordu.e nasıl bilmesin? o dudaklar bende olsa ,üzerlerine bol tanrılı bir kainat sürerdim. makyajlı bir kadının ağlaması kimi zaman komik olsa da, çoğu zaman hüzün barındırır -sarılma isteği uyandıran bir hüzün-. makyaj ağlamadan önce gelirse güzel akıyordu o “A” kalite hüzne doğru ve ben hayatımda ilk defa ikisini aynı anda yapmaya çalışan bir kıza denk gelmiştim.hem ağlıyor hem de dudaklarına ruj sürmeye devam ediyordu. dördüncü boyut hatası yaşanıyordu adeta.”hayvan herif!..resmen tecavüz ettin bana!”doğru söylüyordu.ufak çapta bir partiydi. herkes ordaydı hemen hemen. kıvırcığın evinde toplanmış bir avuç “kaybeden” bir avuç “yalancı” bir avuç “eroinman” bir avuç “sanatçı” ve göz kararı serpiştirilmiş bir miktar “pislik” ile servis edilmiş tanrı evi havası buram buram. karanlık ışık altında, yüksek müzik üstünde iç çamaşırlarında esrar türevleri veya ufak bıçaklar saklayan hatunlarla döşeli kanepe kıyılarında tüttürürken buldum kendimi. zaman değil, hayat geçirmeye çalışıyordum yine her zamanki gibi. fonda yansıtılmış porno, beynimde ise moonwalk yapan zombinin biri dönüyordu. tanıdık haricinde kimse alınmıyordu partiye bu yüzden tanrı içeri giremiyordu. kafamız rahattı yani.kıvırcık her zaman giydiği ayağındaki terlikleri sürüye sürüye yanıma geldi “içeri geç. seni biriyle tanıştıracağım”.Yeni bir “junk” diye düşünürken kırmızı tek parça elbisesi içinde narin ve bukle bukle hayli genç bir gülümseme ile karşılaştım. “bak bahsettiğim adam bu. iyi yazardır kendisi. sana yardımcı olacağına eminim”. “memnun olduum!” ağzının kenarları cenneti zorluyordu. yapmacık değil içten gülümsüyordu. kıvırcığın anlattığına göre bugün onun doğum günüydü ve onsekizine az önce girmişti. bütün bu parti biraz da onun içindi hani -yalanını yiyeyim senin kıvırcık-. elinde otuzüçlük standart kız birası ve ışıltılı gözlerle bana yazar olmak istediğinden, ufak çapta denemelerinin olduğundan bahsetmeye başladı. kıvırcık, kızın görüş açısından çıkarak arkaya geçmiş, çaktırmadan kalçalarını tarif ederek havaya yuvarlaklar çiziyordu. bukleli kız bütün güzel neşesiyle durmaksızın birşeyler anlatıp duruyordu. -hiçbir bok anlamıyordum. ezberden bir “evet”, “hı hım” lar-. mekana hiç yakışmıyordu bu parıldayan yüz. hayat doluydu. heidi’nin ortaçağ veba salgını cesetleri ve giyotin bileyen cellatları arasında ip atlaması gibi absürd bir görüntü vardı ortamda. elma şekeri gibiydi, kan şekeri düşmüş insülin hastaları arasında.bir biralık daha konuşup numaramı aldı ve gitti. içeriye attım kendimi, kanepe kenarı boşalıncaya kadar ayakta dikilip kıvırcığın üçüncü sınıf marjinal bir karıya uyguladığı ön sevişmeyi izledim.sonra…sonrası aynı.iki gün sonra telefonum çaldı. öyle bir pozitif enerji ki, telefonun avizesinden ışık doldu odanın içine. akşama doğru buluştuk bukleyle. -köpüklü italyan kahve üreten kafenin birinde–bak bu da şiir. insanın doğayla olan uyumunu anlattım. aşk yok onun içinde.-farkettim. ritim olmamış sanki. kelimeleri biras daha dağıtmalısın.-… sanırım beğenmedin.-yok hayır. olur mu hiç! beğendim. çok güzel olmuş. biraz daha güzelleşsin diye öyle söylüyorum. ben yazamam böyle şahsen. çok çok beğendim. dur birdaha okuyacağım hatta.(kahveleri getirirken daima dibine döken şu garsonun sol kıç yanağından bile daha anlamsız bu yazdıkların. okur gibi yapmaktan feci sıkılmışken, sırf göğüs kafesinin üstünde sallanan o iki yavru güvercinleri mıncırma isteğim yüzünden bu şiiri sol omzuma dövme yaptırabilirim.merak etme “aşk yok bunun içinde”.)kendini rimbaudun dişi versiyonu sanıyordu. saçma sapan, eksik-kopuk öyküler yazmıştı ve yazar ışığı altında müthiş bir karakter biçmişti kendisine, hayatı çözdüğünü düşünüyordu -birçok yaşıtı gibi-. boşa mürekkep akıtmak yerine, vücudunu kullanmayı akıl etseydi şimdiden bir yerlere gelmişti. güzeldi bukle. ama salaktı. dünyanın en saçma işine, “yazarlığa” kafayı takmıştı. anlatacak bir derdi, sıkıntısı, buhranları, isyanları yoktu. sırf egosu vardı ve bu da yeterli olmuyordu. dünyayı yaşanacak bir yer olarak görüyordu. insanlara güveniyordu. hayatı seviyordu. bense bukleye yardım etmek istiyordum.bana gidip kendi yazdıklarımı göstermek istediğimi söyledim. hani belki bir şekilde feyz alır kendi yaratıcılığına, bahanesi altında. “çok isteriiiim!”. -ben de-.eve gittiğimizde bir iki yazı bulup getirdim. mırıl mırıl okudu ve çok hoşuna gittiğini söyledi. yüksek alkollü birşeyler ikram ettim. içtik. içtikçe yakınlaştık. kulak arkasını okşadım. kızardı. fena utanıyordu. yakınlaştıkça içtik. derken dakikalardır avını gözetleyen puma gibi birden dudaklarına asıldım. rahat bıraktı kendini, uzun uzun öpüştük. “sen benden hoşlandın mı?” diye sordu. “hem de nasıl! sanırım aşık oldum ben sana” dedim. “sanırım ben de senden hoşlandım”.bir müddet daha öpüştükten sonra vücudunu yoklamaya başladım. bazı bölgelerde gezerken elimi itti. “benim bir lavobaya gitmem lazım” -sanki lavobaya işiyor-. giderken bir öpücük kondurdu. bir sigara yaktım. çiş ve su seslerini dinledim. -ah be! sifonu hala yaptırmadım-. sonra koltuktan fırlayıp banyonun kapısını açtım. “hiii!”ellerini yıkarken arkadan sarılıp göğüslerini sıkmaya, başladım. “yapma lütfen!”. t-shirt ünü hafiften sıyırdım. “istemiyorum!”. birden ani bir hamleyle t-shirtünü yırttım. bağırmaya başladı. bir tokat atıp yere fırlattım ve üzerine geçtim. çırpınıyordu ama bana göre çok güçsüzdü. bütün kıyafetlerini parçalayarak çıkarttım. sonra sütyenini. sonra iç çamaşırını. yavaş yavaş girdim içine. “ama ben seni seviyorum bukle”. ağlıyordu. hızımı arttırdım.-sanırım canı çok yanıyordu-.”hem de çok seviyorum”. salmıştı artık kendini, şok geçiriyordu. ters çevirdim. saçlarından tutup bir iki adım emeklettikten sonra arkasına geçtim. “aşığım dedim ya sana”. gidip gelmeye devam ederken, kafasını klozetin içine soktum. “benim güzel yazarım!”. kafasını klozete sokup çıkarmaya başladım.felaket sert biçimde sevişiyorduk.-yani sevişiyordum- “bu arada aklıma gelmişken, ‘dahi’ anlamındaki ‘de’ler ayrı yazılır”.farklı pozisyonlarda her noktasını zorladım.güzel birşeyi mahvetmek hoşuma gidiyordu.bir sene boyunca görmedim bukleyi.ta ki kıvırcığın evindeki başka bir partiye kadar. gittiğimde parti için hazırlık yapılıyordu. kanepenin kenarına oturmuş kısa şortlu bir hatunu ot sararken gördüm. gülümsedi bana -farklı yüzüyle-. saçlarını kısa kestirip koyu bir maviye boyamıştı. -ve daha birçok değişiklik-. “nabersin?” çekici bir yavanlık yakalamış olan ses tonu ile çantasından buruşuk kağıtlar çıkartıp elime tutuşturduktan sonra cigarayı tutuşturdu. okuyup çevirmeye başladık.inanılmazdı! okuduğum her yazısı inanılmazdı. su gibi kayıyordu yazılar, kelimeler kafama vuruyordu. “birer fotokopi istiyorum bunlardan”. bütün buruşuk sayfaları coşkuyla okudum. koca bir kitaplık olsa yerimden kalkmadan okuyabilirdim.sigarayı öldürdükten sonra gözlerimin içine baktı ve yaramaz bir velet gibi sordu:”sevişmek ister misin?”