Dünya dışından bir ses dedi filmdeki adam, dinlemiştim sanırım daha önce bu sesi öylesine tanıdıktı ki, evet bu oydu Callas dünyaca ünlü ses..Dün akşam izlediğim filmde hayatın son dönemi kısaca anlatılıyordu, sadece son döneme değinilerek tüm hayatını etkileyen olaylar öyle bir sadelikle verilmişti ama bir o kadar da etkileyici, insanı vuruyordu, acıtıyordu. Yaşadığı aşk, terkedilişi, terk edilmesine rağmen hala tutkuyla sevmesi..Sıradan hayatlar yaşadığımızı düşünürüz değil mi? Sadece kendimizin acı çektiğini, kimsenin derdinin bizden fazla olamayacağını düşündüğümüz o çaresiz anlarımızda böyle muhteşem hayat yaşadığını düşündüklerimize bakmamız insanı gerçekten şaşırtıyor. Düşünseniz muhteşem bir ses, takdir edilmiş bir sanat, karşılığını para olarak almış bir yetenek, güzel bir kadın, ama hayat hiç kolay değil.. Operayı bıraktıracak kadar büyük bir aşk ve bu aşkı tarafından terkediliş..Sonra yapayalnız ölüm…’Skandal’ kadın Maria Callas… 2 Aralık 1923 yılında New York’da doğdu. Gerçek ismi Maria Anna Sofia Sisilya Kalogeropoulos’tur. Babası ve annesi Yunanistan’dan gelen göçmenlerdendir. Babası George Manhetin, Yunanlıların çoğunlukta olduğu yerde eczacı olarak çalışırken ismini Callas olarak değiştirdi.Maria 9 yaşında ilk piyano dersleri ile başladı sanat yaşantısına. 1937’de annesi Afengelya boşanarak, iki kızını yanına alıp tekrar Yunanistan’a döndü. Annesi, ablasindan da buyuk bir sanatci yaratmaya calismis ama basaramamis, maria’nin basarisini da bir turlu icine sindirememistir ve zaten hic anlasamadiklari icin, maria ilerleyen yaslarinda annesiyle gorusmeyi kesmistirSahneye ilk kez on bes yasinda, cavalleria rusticana’da koylu kizi santuzza rolu ile cikmistir.O dönem Atina’da ulusal konservatuvara 16 yaşından küçükleri almadıkları halde Maria Callas girmeyi başardı. Çok genç yaşta okul konserleriyle başladı sahne yaşamına. İnatçı kişiliği daha o yaşlarda kendisini gösteriyordu. Okula başladığının üçüncü yılında ilk ödülünü aldı.Ne var ki o yıllarda bitmez tükenmez savaşların bir şahidi de Callas olacaktı. 1944 yılında Alman işgalcileri Yunanistan’daki etkilerini yitirecek, yerine ise İngilizler gelmeye başlayacaktı.Callas ise ‘dünya savaşları bir yana benim savaşım bir yana’ dercesine kendi yaşam mücadelesini sürdürmeyi tercih edecekti.Maria Callas aldığı kararla Amerika’ya dönerek babasını aramaya başladı.Babasını bulduktan sonra tekrar Callas ismini alarak Metropolitan operasına girdi. Başarısı, insanların ilgisini gittikçe daha fazla çekiyordu. Özellikle medyanın ilgisi onu sürekli olarak manşetten düşmeyen kadın konumuna getirdi.Aynı yıllarda İtalya’ya giderek uzun bir süre sahne aldı. Müzik yorumcuları ve onu yakından tanıyanlar, Callas’ın asıl kimliğini bu yıllarda bulduğunu söyleyecekti.Maria Callas’ın sesi izleyenleri derinden sarsıyor giderek daha fazla ilgi odağı oluyordu. Çarpıcı güzelliği ve yaşantısı ise medyanın daima kurcaladığı konulardı. Gazete manşetleri sanattaki yaratıcılığını sesini yere göğe sığdıramazken, bir yandan da yaşantısındaki konuları sürekli kurcalayarak skandal konular yaratmayı biliyordu. Gerçi Callas’ın kişiliğindeki ‘başına buyruk’ yönler buna da malzeme olmuyor değildi. Bir keresinde İtalya Cumhurbaşkanı’nın şerefine düzenlenen operanın öncesi rahatsız olduğunu söylemiş, ancak sahneye çıkmak zorunda bırakılmıştı. Ancak Callas, bildiğini okumaya devam ederek operanın ortasında ses çıkarmadan sahneyi terk edince günlerce konuşulmuştu.Onun sanatta yükselişine hiç kimse engel olamıyordu. 1952 yılında Emi şirketiyle ilk plak antlaşması yaptı. Bir dönem Londra’da plaklar çıkardıktan sonra 54 yılında tekrar Amerika’ya döndü ve Lu Çino Fiskonti ile çalışmaya başladı.1969’da ünlü soprano,Medea adlı filmin çekimi için Türkiye’ye geldi,pera palas’da kalan ünlüler arasındadır. (Filmin yönetmeni Pier Paolo Pasolini)Artık hem zenginliğin hem de şöhretin zirvesindeydi Callas.Ne varki madalyonun öteki yüzünde zorlu bir yaşamı da sürdürmek zorundaydı. Belki de bu ‘zor’ olandı onu böylesine sanata bağlayan ve sesiyle insanları saran yönü. Callas günün birinde dönemin en yakışıklı ve zengin erkeği olarak tanınan Aristoteles Onasis ile tanıştı. Bundan sonra aşkları giderek efsane olacak ve Maria’nın yaşamında önemli yer bulacaktı. Onasis için 1959 yılında kocası Meneghini’den ayrıldı. Onasisle evlenmeyi düşünüp daha mutlu yaşayacağına inanıyordu. Ne var ki böyle olamayacaktı, fakat daima sevecekti…Sanat onun varlık nedeniydi. Ama sanatsal yönüne güç veren de aşk değil miydi? Aşk ve sanat vazgeçilmez bir bütündü. Ortada bir tercih sorunu vardı. Ve ağır gelen taraf bu sefer aşktı. Callas operayı, bırakacak kadar seviyordu Onasis’i.Yaşamı ilginç bir dönemece girmişti. Ne yazık ki bu Onda bir daha iyileşemeyen bir iz bıraktı. Onasis onunla evlenme yerine suikast sonucu öldürülen George Kennedy’nin eski eşi olan Jakline Kennedy ile evlendi. Maria’nın, içinden kopan güçlü ses, hüzünlü bir çığlığa dönerek onun yalnızlığına ağlıyordu. Onasis’in evliliğini asla kabullenmedi. Dışta güçlü bir kadınken içte de yaralı kaldı. Aşk vazgeçilmez bir olgu. Ne var ki sonu hiç bir zaman belli değildi. Bir kadına en sadık aşık sanattı. Yaşamı bunu bir kez daha kanıtlamıştı. Maria Callas iki yıl sonra yani 1962’de tekrar konserler vermeye başladı. Sanat yeteneği hala çok büyüleyiciydi. Zaten iki yıllık ayrılık onu unutturmamıştı.Maria Callas yaşadığı dönemin efsanesi olmuştu. Onun dönemini yaşamayanlar bile onun sesini dinleyince büyüleniyordu. Callas’ın diğer insanlardan farklı duygusal ve duygusallığını asla gizlemeden açıkça yaşıyor olmasıydı. İş sanat olunca kriterleri daima yüksek oldu. Öyle ki bu yönü bazen kendisine olan güvenini bile etkiliyordu.1974 yılına gelindiğinde Japonya’da son resmi konserini verdi. Bir sonraki yıl alacağı Onasis’in ölüm haberi onu asla bir daha sahnelere döndüremeyecekti. Aşk bir kez daha üstün gelecekti. Ne yazık ki mitolojik son yaklaşıyordu. 1975 yılında Onasis bir dalak operasyonu sırasında ölmüştü.Aristoteles Onassis, çocuklarının annesi Christina’dan ayrıldıktan sonra primadonna Maria Callas ile uzatmalı aşk yaşamış, ardından Jacqueline Onassis ile evlenmişti. Onassis oğlunu bir uçak kazasında yitirmiş, geriye kalan tek evladı Christina da uyuşturucu ve psikolojik rahatsızlıklar batağından kurtulamamış, henüz 38 yaşında iken uyuşturucu alıp banyosunda ölü bulunmuştuEfsane operet için aşk ancak ölümle son bulabilmişti. Onun için oyun asıl şimdi son bulmuştu. Callas Onasis’in ölümüyle dünyaya küstü ve Paris’e yerleşerek yalnız yaşamaya başladı.Maria Callas geride değeri ölçülemeyecek olan bir miras bırakmıştı. Çıkan bir yazıda ‘dişi aslan’ olarak tabir edildi Maria. Alkışlar, skandal olaylar, yarı gerçeklerle suçlamalar… Kimisine göre histerik, duygusal ve para meraklısı, kimine göre ise büyük diva olarak tanımlandı.Sıra oyuna nokta koyup sahneden çekilmeye gelmişti. Yunan efsanesi son bulmuştu artık. Geride sadece aşkı ve büyülü sesi kalmıştı. Callas 16 Eylül 1977 yılında kendi apartmanında yalnız başına yaşama veda ederek sahneden ayrıldı.Callas’ın kalp krizinden ölmediği, bir cinayete kurban gittiği söylenir. Franco Zeffircih, Callas’ın hayatını konu alan filmin hazırlık aşamasında kapsamlı bir araştırma yapmış ve ünlü opera sanatçısının piyanist arkadaşı Vaseo Devetzi tarafından zehirlenmiş olabileceği bilgisine ulaşmıştır.. Cinayet nedeni ise Callas’ın 9 milyon dolarlık mücevherleri… Bu arada 20. yüzyıl operasının efsanevi divalarından olan Yunan asıllı Amerikalı sanatçıya ait 11 mücevher Cenevre’de yapılan bir müzayedede 1 milyon 41 bin euroya satılmıştır..Maria Callas’ın 1977’deki ölümünün ardından naaşının yakılarak Paris’teki bir mezarlıkta muhafaza altına alındığını, bir süre sonra çalındığını, aynı yıl bulunan küllerin daha sonra Diva’nın vasiyetine uygun olarak Atina’nın güneydoğusunda bir gemiden Ege denizine döküldüğünü idda edenler olmuştur..”Onu ilk kez La Mamma Morta’sıyla tanıdım,kimsesizliğinin yalın sesliliğinde,trajik,acıklı farklı karakterine hayran kaldım,ne ünlü bir diva ne de aşkını ömrüne sığdıramayan tutkulu soprano,benim için yanlızlığın sesiydi o..