Bugün derneğe giderken, başsağlığına gidip getmeyeceğime hala karar vermemiştim.Kolay değil evladını kaybetmiş bir anneye gidilecekti.Hele benim gibi, yaklaşık 2 yıl önce annesini aynı korkunç hastalıktan kaybetmiş biri için hakikaten çok zordu.Çünkü biliyordum ki, dünyada konuşulan hiç bir dilin, hiç bir kelimesi ona ilaç olmayacaktı.Ama o yaşlı minik kadına borcum verdı. Çünkü o, dünyanın en soğuk gününde annemin cenazesine gelmiş ve yanımda olmuştu.Bu acılı anne,seksenli yaşlarını çoktan aşmış minik kadın, dernekteki herkesin çok hayran olduğu ve gıpta ettiği Muhterem Teyzeydi ve 50 ‘li yaşlarındaki oğlunu, henüz 6 gün önce kaybetmişti.Yolda giderken, onunla yaptığımız gezileri ve o yaşta bir kadının, oldukça yoğun ve hareketli bu gezilerde nasıl da herkese parmak ısırtacak bir performans gösterdiğini ve kimseye yük olmadan, yarı yaşında ki gençler gibi olaylara dahil olduğunu hatırladım.Bundan bir kaç yıl önce yaptığımız Mısır gezisinde, tekne turunun onu yoracağını söyleyip tek kelime yabancı dil bilmediği Kahire’ de, kaldığımız otelde yapılan düğüne gidip, onların adetlerini öğrenip gelin ve damada mutluluklar dileyip, odasına döndüğünü ballandıra ballandıra anlatınca, acaba geziye gitmeyipte hani canım, bizde düğüne mi katılsaydık acaba ? diye aklımızdan geçirdiğimizi hatırladım.Uzun otobüs yolculuklarında, herkesin bacakları tutulup, mola yerlerinde bacaklarını açmaya çalışırken, onun tombik parmaklarının arasına alıp tüttürdüğü incecik “eve “sigaralarını o yaşta adeta ölüme meydan okumasını hatırladım.Ve tabi pırıl pırıl zekasını, o yaşta bir kadının, çocukluğundan ve çocukluğunda karşılaştığı olaylardan bahsederken, bizim daha dün yediğimiz yemeği bile unuttuğumuzu ama ,Muhterem Teyzenin maşallah nasıl da her şeyi hatırladığı konuşulurdu.insanlar zirveye çıktıkça nasıl da yalnızlaşıyor.Annem birgün, o günlerde oldukça yaşlanmış dedeme: baba hep evde oturuyorsun çıksana biraz dışarı demiş,dedem de evladım, bütün arkadaşlarım öldü nereye gideyim diye sormuş. Annem ona ne cevap vereceğini bilememiş, İşte Muhterem Teyze de zirveye çıkmış, çıkarken çürükleri birer birer geride bırakmış, yaşamın sırrına ermiş, hayatı çözmüş, ama sonunda, dünyada ki en büyük acı olan evlat acısını da yaşamak zorunda kalmış.Tam da hayatta nasıl ayakta kalınır öğrenmiş dediğimiz kadının bu sırrını evladına bile öğretememiş olması ne tuhaf.Evine girdiğimde ona sıkıca sarıldım hiçbir şey demedim yalnızca gözlerinin içine baktım ve sarıldım.ölümü bilen ve yakınlarını aynı hastalıktan kaybetmiş 2 insan olarak aramızdaki 40 küsur yaş farkı hiçe sayarak birbirimizi anladık.Bize oğlunun nasıl öldüğünü sakin sakin anlattı .6 gün oldu bile dedi. Zaman akıp gider bir bakmışsın senesi bile olmuş, ben artık senesini görmem dedi.Ölümü çağırdı. Ölümü istedi.Yaşam yorgunuydu. Öyle ya.