Eugene Ionesco‘nun Gergedan oyununu yada Kafka‘nın Dönüşüm‘ünü okuyanlar bilir.

Okumamış olanlar için iki eserin ortak noktasının altını çizmek gerekirse; dönüşüm herşeyin zıttıyla var olduğu dünyamızda zorunlu ve gereklidir. Fakat dönüşümün yönü ve içeriği sizin yazgınızı ve sizin yazgınıza bağlı olan insanlığın yazgısını da belirler.İster Dönüşüm’ün kahramanı Gregor Samsa gibi dönüşen toplum değil de birey olsun, isterse Gergedan’ın Berenger‘i gibi bireyi kuşatan toplum akıl almaz bir dönüşüm yaşasın, sonuçta bireyi sadece yalnızlık ve acı bekliyor. Çünkü toplum denilen mekanizma aynı zamanda ve malesef kendine benzemeyeni öğütmek ve sindirmeye programlı bir makine gibi.İş bu dönüşüm her zaman için yazılı ve görsel sanatlar’ın ilgi odağı olagelmiştir, Frankenştayndan Vampirlere, Zombilerden Kurtadamlara kadar sinema da bu dönüşümün envai çeşidini bulmak mümkün. Ancak bu tür filmler genellikle sonunda; yine dönüşüm yaşamış ve “tehlikeli” hale gelmiş “yaratığın” “öldürülmesi” ve WASP (white, Anglo Sakson, Protestan) erkeğimizin zaferiyle sonuçlanarak, dolaylı yoldan da olsa geçerli dünya düzenini ve genellikle kiliseyi kutsamış olur.Dolayısıyla her türden savaşı ve dünya kaynaklarını acımasızca tüketerek her türden doğal felaketi tetikleyebilen hastalıklı toplumun parçası olmaktansa farklı olanın ele alındığı film sayısı oldukça azdır.İşte Mike Nicholas‘ın yönettiği 1994 yapımı Wolf hikayesiyle türdeşlerinden apayca ayrılıyor. Kaldı ki Yönetmen bu ayrımı yine Kafka’ya gönderme yaparak şöyle açıklıyor, “ Kafka’nın Dönüşüm’ü gibi, bu da bir iç durumun şiirsel ifadesiydi. Mecazi olarak herkesten farklı bir hale gelmeyi, insanlığı arkada bırakmayı anlatıyor ki bu da hayatlarının yarısında insanların başına gelen türden bir kabus. Ama böyle bir dehşetin öteki tarafında tam olarak karanlık olmayan bir şey de var.”Sırf bu farklı yaklaşımıyla değil oyuncu kadrosuyla da elde edilir edilmez ya da televizyonda gösterildiği duyulur duyulmaz tekrar izlenmeyi hak eden bir film. Senaryoyu kaleme alan Jim Harrison ve Wesley Stick kurtlaşma sürecine sadece fiziksel bakmayarak, çoğunlukla es geçilen zihinsel dönüşüme de dikkat çekmeyi başarıyorlar.

Çok iyi örneklerinden birini daha önce Vampirle Görüşme filminde izlediğim bu tarz katman katman okunduğunda ciddi bir yüzleşme şansı da verdiği için yeterli olmasa da son derece değerli diye düşünüyorum.Jack Nicholson, Michelle Pfeiffer, Chiristopher Plummer ve James Spader gibi usta oyuncuların elinde daha da parlayan film korku, gerilim ve mizahı da başarıyla taşıyor.Kişisel olarak en fazla etkilendiğim sahnenin, Jack Nicholson’ın uykusundan uyanarak, odasının penceresine gidip, Jack London’ın Vahşetin Çağrısı isimli eserini hatırlatan oyununun olduğu sahne olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Hem uykudan uyanan bir adamı, hem de vahşi doğa tarafından çağrılan bir kurtadamı böylesine tadında oynayabilmek için en doğru isimin Jack Nicholson olduğunu düşünmeden edemiyorum.