Mola bitiminde otobüsteki iki numaralı koltuktaki yerimi aldım. Bir numaralı koltuk boştu, fakat benim değildi. Üç numaralı koltuk dolu olmasına rağmen boştu. Muavin, kelle sayımında, teyzenin yokluğunu fark etmiş, -uyanık olduğundan, karıştırdığı otobüsten teyzeyi alıp doğru adrese teslim etmeye uğraşıyordu. Yalnız kendinin duyabileceği sesle de söyleniyordu.Bastonunu girişe doğru bıraktı. Olabileceği en hızlı şekilde merdivenleri çıkmaya çalışıyordu. Üç sene öncesinin ürünü patates elleri, ayağımın ucuna düştü. Artık ayaklarının tek başına taşıyamadığı vücudunun ağırlığını, elleriyle bölüşerek, bir basamağı uzun yıllar gibi ardında bıraktı. İkinci basamağa doğru uzandığında, avuçlarımın arasındaki tenin yaratttığı o soğuk, katı hissi ve dahasını unutma şansımın olmadığının bilincinde tepelerden düşmeye başladım. Tenim kırışıyor, saçlarım aklanıyor, idrarımı tutamıyordum.Biliyorum ki unutamadığımız tek şey hissettiklerimizdir. Bu top içinde, yuvarlandığımız insanlarla ilgili de her şeyi unutabiliriz, fakat, hissettirdiklerini unutmayız. Bu konuda şanslı olduğum için şükretmek, şu an varamayacağım kadar uzak mesafede. Bende, sualsiz inanmak vardı! Bende, delidolu yaşamak vardı, nereye gitti ? Demincek buradaydı.Zamanın kilo aldırdığı burnu (ya da , akmaması için tampon koyduğunu farzedelim) burnuma değecek sandım. Teyze birşeyler söylüyordu koltuğuna geçerken, derin nefes alışlarında.Duyduğumu inkar edemem. İdrak edemediğim kadar gerçektir.Uzun kahverengi eteği ve ceketi, siyah kazağı ve ayakkabıları, kalın ten rengi çorabın uyumunda, nasıl bir hayat yaşadığını düşünüyordum. Ahh, hayatı devam ediyor!!Tüm otuz yaş çocukları gibi annemin kucağına gömülmek istedim. Elbette korkuyordum. Nasıl anlatmalı? Dimağımızı yoklayalım. Çarpıntı! Berbat! Ağlamak diye bir kelime var!! Oldu mu ki, düşün..Beynimin yarattığı cennemde devleşmiş düşünce cücelerini nazikçe öldürsem, ayrıcalık tanır mı yargıçlarım?Düşünce cücelerim, gün aydınlanmadan yola çıkıyorlar. (burada hiç sabah olmaz zaten..) Gürül gürül akan nehrimin suya meydan okuyan büyük kayalarının üzerinde hoplaya zıplaya karşıya geçmeye çalışıyorlar. Kimi sürükleniyor, kimi kıyılara vuruyor, kimi asla dönmüyor geri. Durmaksızın çalışıyorlar. Arılar gibi..bu benzetmeyi oldu bitti sevmem aslında. Hem çiçek işinde ol hem çalışkan diye övüp dursunlar. Ohh..Büyük cüce, küçük cüceye kükredi. Devleşmiş düşünce cücelerinin nefessiz kalabilme süreleri çok uzundur. Sonuna kadar gitmeden asla bilemezsiniz..Son? Annemin bebekliğini seyrediyorum. Yine çok güzel.Burkuldu dudaklarım ile birlikte hücrelerim. Beş büklüm.Yeni doğmuş bebeklere göre kocaman. Kocaman unutmalar. Aksiliklerde mi var! Önemi yok süt ülkem, gül bahçem..Bir bardak suyun duracak masanda. Hep temiz ve kuru iç çamaşırların olacak senin. Yokluğumuzu göstermesin Hakk.Ey Ecel, elden ayaktan düşmeden bulamazsan beni, lanet olsun sana. İnsan olup ikiyüzonbeş artı sıfır yaşına kadar yaşayasın. Çürümeler içinde, geber kimsesizliğinde.Sonuna kadar gitmeden asla bilemezsiniz! Yeter, yapmayın cücelerim..Ahh, önemli değil teyzecim. Muavin, kaptana doğru eğiliyor. Yalnız kaptanın duyacağı bir sesle;__Tamamız.Herkes yolculuğundaki yerinde. İki numaralı koltuktayım. Bir numaralı koltuk boş. Ama benim değil. Yine de bir parçam kayıyor. Teyzem üç numaralı koltukta. ..Gidiyoruz işte.Varacağız üç günde.