Anahtarı çeviriyor. Açılıyor kapı. Bir anahtarla açılan her kapı gibi yalnızlığa açılıyor.Çocuk kapının önünde her seferinde aynı yadırgamayı duyuyor. Oysa çoktan alışmasını sağlayacak kadar çok tekrarladı aynı şeyi. Defalarca kapının önüne geldi, anahtarı çıkardı ve açtı kapıyı… Ve her seferinde aynı şaşkınlığı duydu yine. Sanki alışması gereken; her gün yaptığı şeyi yapmak, yani eskisi gibi kapının zilini çalıp yaklaşan ayak seslerini beklemek yerine anahtarını çıkarıp kapıyı açmak değilmişçesine…Kendisini zorlamadan, alışkın olarak yaptığı tek şeyse yalnızca ‘yadırgamak’tı. Anneannesi kapıyı açmayacaktı. Annesinin açmasıysa ondan da düşük bir ihtimaldi. Ölmüş bir anneannenin O’nu okul dönüşü artık karşılamıyor olması, ne kadar tuhaf görünürse görünsün, işte çalışan bir annenin karşılamıyor olmasından çok daha fazla şaşırtıcı geliyordu O’na.Çünkü biri henüz bir ay öncesine kadar, O’na ayakkabılarını paspasa silmesini söylüyordu, ardından peşpeşe sorular sıralayarak… Sanki bu sorularla başlangıçtaki uyarısını yumuşatmaya çalışıyor, “bunun sana olan duygularımla bir ilgisi yok” demek istiyordu. Buz gibi bir sessizlikte paspasa ayakkabılarını siliyor olmanın kazanabileceği değişik anlamları sezebiliyordu bu pamuk saçlı, şirin kadın.’Sessizlik’… Yalnızlığın en yakın arkadaşı… Anneannesinin evden yok ettiği bu üşütücü ikili şimdiyse her yerindeydi evin.O’nun çok iyi bildiği o sırrı artık kendisi de biliyordu: Sessizlik her şeyin anlamını değiştiriyordu birden. O varken her şey, arkada var olan tek bir şeyin anlamına bürünüyor ve o oluyordu: Yalnızlık…Pamuk saçlı kadının sesini duyar gibi oldu birden. Hemen ayakkabılarını paspasa silmeye başladı büyük bir özenle. Sildikçe anneannesinin sesi daha bir yakından geliyordu sanki. O yaklaştıkça yalnızlık çok uzaklara kaçıyordu.