Bir insan o noktaya nasıl gelebilirdi ki?! Oradan kendini boşluğa bırakırken en son düşündüğü neydi kimbilir? Gazetelerde yazdığına göre herhangi bir madde bulunmamıştı kanında. Ölümün ta gözlerine bakmıştı yani. Bulutlarda uçmadan, her şeyin biteceğinin tam olarak bilincinde bırakmıştı kendini.

Hayat bu kadar üşütebilir miydi? Kimi zaman o ürpertiyi hisseder gibi olmuştu kendi de… Bir düğme olsa ve basınca her şey bitse basardım diye düşünmüştü hatta bir keresinde. Ölüm acı çekmekten bağımsız bir hale girince çok da korkunç görünmüyordu aslında. Peki o adam nasıl becermişti bunu? O kadar yüksekten acısız bir şekilde hiçliğe gitmek çok düşük bir ihtimal olmalıydı. Kayalıklar vardı… Bir sürü sert köşeler… Nasıl göze alabilmişti bunu? Hayatın sert köşelerinden kaçmamış mıydı oradan atlarken? Finali daha yumuşak bir şekilde yapabilirdi pekala.Öyleyse kaçtığı acı değildi belki de. Boş mu hissetmişti içini? Hiçbir şeyin dolduramayacağı kadar büyük bir çukura düşmüş gibi… Bir köşeye çekilip her şeye uzaktan bakanlardandı belki de. O mesafeyi iyi ayarlayamamış mıydı yoksa? Her şeyin anlamını yitirdiği, değersiz bir oyuncağa döndüğü o sınırı aşmıştı belki de. Kalabalığın içinde kaybolmayayım derken fazla uzağa gitmiş, koca bir ormanda kaybetmişti yolunu.”Anne lacivert tişörtüm nerde?”Oğlunun bu tarz sorularına öfkelenirdi genelde. Kendisini tişörtleri, atletleri çekmecelere yerleştiren bir kadın konumuna indirgeyen küçültücü bir bakışın yansımasını görürdü onlarda. Oysa bir yanıyla da bilirdi, çok masum bir soruydu bu. “Anne, seni seviyorum.” demek kadar doğal… Şimdi bu anlamsız öfkeyi hissetmiyordu işte! Gazeteden kendisine bakan adamın gülüşünde kaybetmişti onu. Hiçbir şeyi çok derinden sorgulamayacaktı artık. Küçüklüğündeki masumiyetine kavuşturacaktı kelimeleri. Onları evirip çevirip kimliğine ilişkin anlamlara bürümeyecekti. Yoksa çok uzaklaşırdı her şeyden. Ayrıntıları kaçırır, geri dönmek istemeyeceği bir sıradanlığa mahkum ederdi dünyayı.Biraz kaybolmalıydı aslında. Kendisini aradan çekerek her şeyi gerçek anlamına kavuşmuş olarak görebilmek için kalabalığa karışmalı; o insanların, içinde kayboldukları tüm önemli şeyleri onlar kadar olmasa da önemsemeyi öğretmeliydi kendine. Yoksa tıpkı o uçurumun kenarından bakan adam gibi çok uzaklaşırdı her şeyden. Oradan görünen o boşlukta kendi içini görürdü.