Lise 2 sezonu yeni açılmıştı. Dersanede ilk günümdeydim. Önceki sene de aynı dersanede bulunmuş olmamdan dolayı belli bir arkadaş topluluğum vardı. Fakat toy bir kişiydim esasen. Çekinik. Fazla belli etmiyordum. Kaynıyordu ortamda.
E tabi yeni gelenler de bulunuyordu. Hatta içlerinden biri çok güzeldi. Bir gün ünlü bir insan olup bir dergi röportajında benden rüyalarımın kadınını tasvir etmem istenseydi, heralde, bu kızı tarif ederdim. Focus on Success programının sunucusu Jules Asner ve dünyanın en güzel kadınlarından Sandra Bullock karışımına biraz da Mahallenin Muhtarları’ndaki kemik kıran Kadriye’nin kızı eklenseydi, bu bahsettiğim kızın 10 sene sonraki hali ortaya çıkmış olurdu.
İlk günün ardından bu kızdan hoşlandığımı, nedenini bilmediğim bir şekilde kızın hangi minibüse bindiğini dikkatle izleme gereği duymamdan, farkedebilmiştim. Ertesi gün de; onu görünce önce kalbimin, kalp krizine sebebiyet vermeye yetecek oranda çarpması, akabinde dizlerimin beni yere düşürecek kadar titremesi, bu farkına varmayı, meşrulaştırmış oldu. Artık dersi dinlemek yerine tüm 40 dakika boyunca o kızı izliyordum. Korkak bakışlarımın, çevredekilerce, daha da önemlisi ilgili kız tarafınca sezilme rizikosu içinde olması, başta da söylediğim gibi çekingen kişiliğime hiç uyumlu değildi. Buna rağmen bu haftalarca sürdü.
Bu süregelmenin en ciddi morali ise, artık kızın da normal olmayan bakışlar atmasıydı elbette. Bir alaka sözkonusuydu. Gözlerimiz aşk yaşıyor hatta sevişiyor dedikodularına mahal verecek biçimde kesişiyodu. Henüz tek bir kelime muhabbetimiz bile olmamıştı. Ona açılmam gerekliydi aslında. Fakat bu muhteşem büyünün bozulabilme olasılığına karşı duyduğum endişeden dahası reddedilme riski bulunmasından ve en önemlisi de acemiliğimden dolayı bir türlü gerçekleşmedi bu.
O kantine indiğinde ben de iniyordum. O sınıfa çıktığında ben de çıkıyordum. Gözlerim hep üstündeydi. Onun görüş sahasına ben de sık sık giriyordum. Epey ilerlemişti bu. Ben onu izlerken, o esnada onun bana bakması, telaşlandırmıyordu beni artık. Gözlerimi kaçırmıyordum. Harikulade bir göz aşkıydı bizimkisi. Hatta kavga bile ediyorduk gözlerimizle çaktırmadan. Bakmıyorduk bir süre. Sonra dayanamıyorduk.
Bunların ötesinde her dersane çıkışında onu takip ediyordum. 5 km yürüyordum sinsi sinsi peşlerinden. Peşlerinden, çünkü artık tek dönmüyordu eve. Bir arkadaşıyla birlikteydi. Tombulca bir kız. Ve ilk günkü gibi minibüse de binmiyordu ayrıca. Bir keresinde kırıcı bir tongaya düşürülmüştüm. İzlendiklerini farketmiş olacaklar ki, aniden bir arasokağa koşaradım ve sesli gülüşlerle daldılar. Bunu arkadaşlarım kuyruk sallama olarak algıladılarsa da, ben öyle düşünmüyordum.
Artık yeterdi. Duygularımı aktarmalıydım Seda’ya. İsminin Seda olduğunu öğrenmiştim. Seda sevmediğim bir isimdi o ana dek. Peki nasıl olacaktı bu? Bir çok planlar kurdum kendi kendime. Sonunda işeyarayabilecek olanları harmanlayıp bir lider plan oluşturdum. Sınıflarımız da ayrılmıştı. O sözelci, ben sayısalcıydım. Birgün dersteyken, önümüzdeki tenefüste bu açılma planını uygulama kararı alıp, çeşitli provalar yaptım. Zil çaldı. Sınıflarına bodoslama girdim. “Seda, ikimizi hoca çağırıyor” diyebildim. Bu aramızdaki ilk sesli diyalogdu. Sınıftan çıktık. Merdivenleri inerken gülümsedim. “Kızma” dedim. “Ancak bizi hocanın çağırdığı falan yok.” Heyecandan ölüme yaklaştığımı hissetmiştim. Kurduğum planı aradım beynimde. Bulamadım. Herşey uçup gitmişti sanki. Telaş yaptım. Ne diyeceğimi bilemedim. Tüm bunlar olurken kantin katında durduk. Şaşırmıştı. “Seninle bir şey konuşçaktım” dedim. “Kantine girelim” dedim. Girdik. Oturduk bir kenara. “Sana bir şey söylemek istiyorum” dedim. “Söyle” dedi sertçe. Bu bir darbeydi sanki kalbime. İyice kontrolden çıkmıştım. Sesimin titrediğini belli etmeme çabalarıyla bir şeyler geveledim. Ki o sırada ben bile anlayamıyordum söylediklerimi. Kantin kalabalıklaşma girişiminde bulununca, bir üst kantine davet ettim onu. Oraya çıktık. Oturduk. Hala konuya girememiştim. “Sana bir şey söylemek istiyorum” deyip duruyordum. Sonra o kantin, onların sınıfından öğrencilerce dolmaya başlayınca, kalktım masadan. Olmayacaktı. Son olarak, “Lütfen diğer tenefüs konuşabilir miyiz” dedim. Onayı aldım. Zil çaldı. Sınıflara çıktık.
Bu derste hiç prova yapmadım. Plan falan da kurmadım. Başarısız olacaktım yine nasılsa. Ders bitti sonra. Karnıma da bir sancı girdi zille birlikte. Direk dışarı çıktım. O sırada o da sınıfından çıkıyordu. Hiç konuşamadan aşağı indik. Normal kantine girdik. Ayaküstü oturduk. “Seni köpekler gibi seviyorum” desem, olayı en net şekilde özetlemiş olacaktım. Gerçekten öyleydi çünkü. Gecelerce onu düşünüyordum. Liseli aşık gibiydim, ki öyleydim. Ama diyemedim. “Senden hoşlanıyorum” dedim en basitinden. Hayal meyal hatırlıyorum. O da hemen erkek arkadaşı olduğunu belirtti. Kendimden beklenmeyecek bir çabukluk ve toparlayıcıkla, zaten çıkmak istemediğimi içimi dökmek istediğimi anlattım. “Tamam” dedi. Kalktı ve gitti.
…
Hiç bir şey düşünmüyordum o vakitten itibaren. Ne üzüntü ne sevinç. Çok farklı duygulardı. Önceden tatmadığım. Ve hiç bir yerde tarifini okumadığım. Sınıfa çıktım. Çantamı toplayıp çıkıp gittim o binadan. Aklımda tek bir soru vardı. Peki o bakışmalar, kesişmeler neyin nesiydi? Eve dönüş yolu boyunca, bu sorunun cevabını aradım. Bulamadım.
Sonra acıma duygusunu hissettim. O kibarca reddedilme anından itibaren tanıdık olduğum ilk duyguydu bu. Acıdım kendime. Günlerce çektiklerime. Hatta Tarkan (gitti gideli, aşk) dinleyip, inceden gözyaşları döktüğüme. Bir ayı aşkın süredir yaşadıklarıma, ders dinlemeyişime. Fotoğrafını gizlice çekip, bir karakalem ressama götürüp çizdirip, altına seni seviyorum diye yazıp gizlice sırasına bırakmayı düşündüğüme. Daha nicelerine. Tanışabilme amacıyla kurduğum planlara..
Sonra ikinci duygu oluştu içimde. Öfkeydi bu. Ki bu hayatımı değiştiren bir duygu oldu. Dersanede bir daha onun suratına bakmadım. Ayrıca hareketlerim de değişmişti. Kızlara karşı sanki toptan bir öfkeydi bu. Genel anlamda. Çekingenlik seyreliyordu kişiliğimde. Bu ciddi deneyim toyluğumu da eğitmiş oldu. Sinirli bir insan olup çıkmıştım. Kimseyi takmayan. Artık hiç bir şeyden korkmayan. Fütursuzca bir vurdumduymazlık hayatımı kontrolü altına almıştı.
Aylar geçti. Artık o toyluğumdan ve çekingenliğimden iz kalmamıştı. Kızlara öfkem durulmuştu biraz. Bir çok kızla çıktım onun ardından. Hiç birinde de çıkma teklifi sırasında dizlerim titremeden. Kalbim çarpmadan. Uçarı flörtler yaşadım hep. Çok yaramaz oldum.
Bu böyle böyle şu güne kadar devam etti hala da devam ediyor. Eğer bu benliğimle o kızla tekrar karşılaşsam kimbilir neler yaparım. Ama o kıza süper bir teşekkür borçluyum. Benim bu günlere gelmemi sağlayan, bir çok kızla çıkma cesaretinin temelini atan bizzat kendisiydi. O olmasaydı, pısırık, korkak ve utangaç özelliklerimle nasıl bir yaşam sürerdim, bunun canlandırmasını zihnimde yapmak istemiyorum bile.
Teşekkürler güzel kız.
‘
yorumlar
her zaman o özel biri yok mu zaten. reddeden ama çok şey kazandıran.
Tavla gibi… babam beni yendikçe kudururdum. “yenilmeden yenmeyi nasıl öğreneceksin” diye sorardı.
Aşk meşk de bir oyun değil mi zaten? İnsan karşındakini değil, aşık olma duygusunu sever aslında.
allahı bu bee ;o)
kesinlikle oyun, kesinlikle. aşk yani..
ya şu son bir haftadır o bahsettiğin karın ağrısını yaşamaktayım.. bende duygularımı açtım ve onun da erkek arkadaşı var… ne acayip bişeydir bu ya… bazen bööle hayatın ta… diyesin geliyo ama platonik de hoş bişey çünkü zaten aşık olmak başlı başına hoş bir duygu…
bizim arkadaş yurtdışında…
kendinden büyük bir kızla arkadaşlık ediyorlar…
kızla konuşurken iş ilişkilere geliyor. kız erek arkadaşı olduğunu söylüyor…
bizimki: “tüh ya, bütün güzel kızlar da kapılmış”
kız: “ARMUDUN DA SAPI VAR, AMA KOPARIYORSUN”
hayatımın lafı işte, öyle erkek/kız arkadaşı var diye asla pes etmeyin arkadaşlar!
Respect the cock… and tame the cunt!
Evlendim 2 ay önce. Aşk yaşamıyorum artık (7 senedir çıkıyorduk). Ne kadar güzel birşey olduğunu düşünüyorum bazen. Ama herşeyden çok seviyorum eşimi.
Bu anlatılanları da yaşadım. Aşkı da çok iyi tanıyorum aşk acısını da. Aşk çük güçlü bir alev ama çok enerji harcıyor.
Yaşadığımız aşka karşılık bulursak bir bulmacayı çözmeye başlıyoruz. Soruların cevabını bulmak için gerçekten sabırsızlanıyoruz. Karşımızdakini çözdükçe aşk erimeye başlıyor. Her sorunun cevabı aşkın bir parçasını alıp götürüyor. Karşındakini tamamen tanıdığında (hem fiziken hem de ruhen) ise artık senin bir parçan oluyor. Geriye kalan sevgi güçlü ise yola devam. Ama aşktan geriye birşey kalmıyorsa herkes kendi yoluna. Tecrübeyle sabittir. Karşına çıkan kişinin sırlarını ne kadar hızlı çözersen o kadar hızlı eriyor. Ama bir şekilde kesin eriyor. Aşk biter.
Karşılık bulamadığımız zamanlarda ise öfke, nefret, intikam, daha fazla aşk, pişmanlık gibi duyguların hepsini yoğun bir şekilde yaşıyoruz. Bu yoğunluk aşkın kendisinden daha kuvvetli ve insanı daha çok yoruyor. Kuvvetli etkisi en az 1 hafta sürüyor ve sonra aylarca yüreğin bir tarafında tatlı bir acı olarak kalıyor. Kendimize yeni bir bulmaca bulana kadar.
Ben ise evlendim ne aşk yaşıyorum ne de aşk acısı. İkisini de yoğun bir şekilde yaşamış olduğumdan seçim yapma şansım da doğdu. Kendine öyle birini seçeceksin ki aşk bitince (aşk biter arkadaşlar) geriye gerçekten kalbinle seveceğin biri kalsın. Ben buldum ve artık aşk yaşamıyorum. Ve hayatım boyunca aşk acısı çekmemek için, aşık olmamaya razıyım.
Not: Bu yazıyı 25 yaş tecrübelerime göre ve erkek bakış açısıyla yazdım. Bayanlar aşkı farklı yaşıyor olabilirler. 50 yaşında da durum daha farklı olabilir. Onlardan henüz haberim yok :))
Bir yerde okumuştum. “Muhabbetinin iyi olduğu biriyle evlen” diye yazıyodu. “Çünkü yaşlanınca tek yapabileceğininz konuşmak”.
SEMPTOMLARI
İyi bi şey diil aşk, hastalık gibi bi şey, kafanı toplayamıyorsun, gece uykundan uyanıyorsun, dalgın biri oluyosun..
Hastalığın en kötü yanı, ne zaman ortaya çıkacağının belli olmaması. Aşık olunacak biriyle çıkıyosun, romanlardan fırlamış gibi bi kadınla, bekliyosun aşık olayım diye, olmuyor. Olmayınca olmuyor. Akabinde Sibel Can Klonu biriyle çıkıyosun, aşık oluyosun. Bu nedir ya? İçine edeyim..
TEDAVİSİ
Aşka iyi gelen ilacımızın adı: Yeni aşk. Ama o da her eczanede bulunmuyor.
Diğer yandan, Blog sahibinin söylediği gibi, aşkı öfkeye çevirmek de faydalı bir hareket. Kendi benlik bütünlüğümüzü korumak zorundayız di mi ama? Bakın mesela hemen bi örnek vereyim: Son çıktığım kadın beni terk etti, ama o zaten, Sibel Can Klonu’nun tekiydi..
Son olarak, yukarıdaki “köpekler gibi seviyorum” lafına takıldım. Evet, aşk böyle bir şey. Hayatta en geç anladığım şeylerden biri oldu bu. Pişmanım Hakim bey, ama oldu bi kere…
naaptın olum sen yaaa.. beni mi anlattın.. ama bak bişey dicem iyide olsa /ki genelde kötü olur/ kötüde olsa yaşadığın olaylardan sora pişmanlık yerine ders almayı bişeyler kapmayı öğreniceksin yoksa kocaman bi çöp yığını kalır önünde.. bende 1ay içinde bisürü şeyler yaşadım.. toplasan 1dk görmediğim bi insan için istanbul dışında olmasına rağmen 118 e binbir yalanlar söleyerek telefonunu buldum aradım konuştum… konuşuoduk.. mucizeydi bunlar.. kesin ilgilenmeliydi benim bu kdr yaptıklarım çok özeldi ayrıcalıktı çünkü.. ama kız arkı wardı ama kuyruk da sallıyodu.. ama şimdi yok.. geride fazla hatırlanan da yok sadece alınan dersler we görülenler war.. “hayat” ve “insanlar” ya.. başka açıklaması yok sanırım!!!
aşk güzel bişey ya.. gözünün içindeki bi anlık kıvılcımdan bile anlıyosun nolduunu.. ama kendine nooldunu anlayamıosun öle garip bişey.. şimdi aşıkmıyım?!? /ki bu başkası/ bilmiorum belki.. bişey koymak yada eklemek istemiorum.. msg geldiğinde hatta gelmediğinde onu beklemek bile güzel.. birazdan buluşucaz.. onu bilmek bile çok güzel;) bozulmasın…lütfen…
/buraya yazmak ne güsel yaaa.. dök dök içini…/
Aşk çük güçlü bir alev ama çok enerji harcıyor.
Bir ahkamcı bilerek mi yazdı yanlışlıklamı yazdı bilmiyorum ama tümce çok hoşuma gitti.
vardır her genç delikanlının hayatında … aslında bunlar belki de ilk aşklardır..
unutmazsan kafayı sıyırırsın ; unuttugunu zannedip bir gün bir yerde sana olan bakışlarının aynı oldugunu gördüğünde [ bir daha görmemek için çok dua ediyorum ] mahvolursun ..hele eğer o gözlerinin içine ” hadi artık ” diye baktıysa ve sen bir türlü hiçbirşey söyleyemediysen….
böyle bişey işte…saçma ve acı veren…
oo nerde üü nerde nasıl yapmışım hakkaten.
kafayı yedirtir o soyleme anı planlamaları.. dusunursun gunlerce soyle olsun boyle olsun diye, dersin ulan soylemeliyim sonra o gun onun yanında olmamalıyım yani bir de kosarak uzaklasma planına ihtiyacınız vardır. ki bu benim gibileri için gereklidri. cunki ben su zamana kadar sınırlı sayıdaki aşık oldugum hatuna hiçbir zaman “benimle cıkar mısın” vari, veya benzeri cumle ile acılmadım. benim yaptıgım sadece ona aşık oldugumu soyleyerek onun içindeki duyguları(eger varsa) harekete gecirmekti. en son bunu gecen hafta yaptım yaklasık 1 seneden sonra lakin ne oldu. dogru kişi ve dogru yerde olmadıgımı ogrendim? haklı mıydı dersen tabiki hayır diyecegim benim acımdan. hatta oyle guzel sekilde soylemiştim ki o na o cumleyi herhalde hiç unutamam.. bir guzel yanı da geceler boyu yaptıgım planlara uymayan dusundugum gibi olmayandı. İki tanıdık gibi etraftan konusurken sozun bittigi yerde bir birimize bos bos bakarken.- ki o bos bakıyordu ben ona asıktım yani- “kulagına bir sey solimmi” gibisinden bir sey soyledim -bu tür konuları konusurken kızların yuzune bakamayabiliyorum cogunlukla, yine oyle bir gundu.- galiba.. o da “soyle” demişti. ya da “tamam” demişti. kulagına egilip “ben sana asıgım biliyor musun?” demiştim. bu cumleyi hatırlıyorum unutmamda.. **
oof of..
Ulen ben de biraz önce aşık oldum be.
biri hafif ayip bisi solemisti, akillica bisiydi, “seversen sickerler, sickersen severler”
bi de şey vardır. mutlaka aşık olduğun kıza ulaşmak en zorudur. başka kızlar senle çıkmak isteyebilir ama onla aranda hep mesafe olur.
kovalanır…yoksa?
yok. sanmıyorum. o bazı durumlar için geçerli. yani ben o kızdan yüz bulamayıp aşık olmadım. aşık oldum önce yüz bulamamak (daha doğrusu o aradaki mesafe) sonrasında gelişti. yani bu benim için öyle en azından. birkaç örneğine de şahit oldum daha öte.
desem konuyu deşmiş ve gidişatından sapıtmış olur muyum ? 🙂 öyle olursa dikkate alma..
Mesela o kızdan sonra ilk çıktığım kız. Kız bana çıkma teklifinde bulunmuştu. Malum, kötü bir dönemime denk gelmişti. Kabul ettim. Belki de hırsımı ondan çıkarmak için. Saatlerce telefonda konuşuyorduk. Hep o arıyordu. Ben de türlü türlü yalanlar. O da farketmiş olacak ki, kaçan kovalanır diye mesaj atmıştı. Zoraki birlikte olduğumu anlamıştı. Mesela bu durum için kaçan kovalanır geçerli olabilir. İlk mesajımdaki konuyla kıyas edersek, ortada teklifin kabul edilmesi sözkonusudur. Bir tarafın ilgisizliği diğer tarafı o kişiye daha çok bağlamıştır. İlk mesajdaki konuda ise, teklif kabul edilmemiştir. Bir tarafın ilgisizliği, diğer taraftaki aşırı ilgiyi aşırı ilgisizliğe hatta kine evrimleştirmiştir.
bi de şey vardır. mutlaka aşık olduğun kıza ulaşmak en zorudur. başka kızlar senle çıkmak isteyebilir ama onla aranda hep mesafe olur. şu yazı için soruyorsan eğer, ulaşılmayanı kovalamayı kastetmemiştim. Eğer ulaşılmayacağı kanıtlanmışsa (reddedilmişsen), kovalamazsın. BU benim için öyle oldu ya da. Gurur mu ağır bastı ne. O kızla olayımı, kaçan kovalanır formatına soksaydım, belki de, amacıma ulaşıcaktım.
Ya da sen benim söylediklerimi pek dikkate alma. Çünkü, objektif olmayan fikirlerime, pesimist düşüncelerim eklenince böyle yazılar da yazıyor olabilirim. Burda deneyimli abilerimiz var. Çok da çük konu değil. Gibi. Mi. Of.
bu aşk hikayesi, platonik aşkın tam olarak açılımı.
platonik aşık olmayan bence aşık olmamıştır.
aşk mevzunun bir an unutulmuş olmasından korkuyordum. fekat bilakis, aşk sağanağı çoktan sel olmuş, almış başını yürümüş, anasayfaya taşmış bile. fevkalade heyecanlamış olmam sebebiyle tesbit değeri yüksek kimi blogları istemeden atlayarak kendimi can havliyle buraya atmış bulunuyorum.
çekinik ve toy bakışlı bir karakterin fütursuz bir vurdumduymazlıkla nasıl bir deli fişeğe dönüştüğünü gözyaşları içinde okudum. sizinle birlikte prova yaptım, sizinle birlikte bodoslama sınıfa daldım, sizinle birlikte çuvalladım. şu an ben de öfke doluyum naçizane. bu benliğinizle o zalim kızla yeniden karşılaşsanız eminim kimbilir neler yaparsınız. çok pişman olur kendisi, fekat heyhat! siz acımasız bir playboysunuz artık, geri dönüş yok.
yalnız içimde gayrisafi bir his var. bu kez aşk düğümünün çözüleceği, o güzel aşk perilerinin solgun gölgelere dönüşeceği, sitemizin üzerine aşksız kalmış insanlara mahsus o boş, o meczup bakışların çökeceği endişesi içindeyim. buna mümkün mertebe müsaade etmeyelim. 3-6/ 7-11/ 12-15/ 16-19/ 20-22 yaş dönemlerine riayet etmek şartı ile, herkesin sevda öykülerini, bu öykülerin günümüze değin süregelen psikolojik ve parapsikolojik etkilerini, o olmasaydı nolurduk, peki neydik şimdi nolduk hadisesini, aradaki farkları teker teker belirtmek suretiyle, mümkünse anasayfaya blog olarak girmeleri hususunda israr ediyorum.
siz kolayla ilgili detayları analiz ederken biz burada bu güzel insanlara olan gönül borcumuzu ödeyelim, onlar temeli attı ise biz üzerine inşaatı asla bitmeyecek olan bir kervansaray inşa edelim.
olmazsa nüveylayla sedayı kapıştıralım.
yersiz hatta gereksiz bir ironi.
o, 18 senelik yaşantımda tek aşık olduğum kişiydi.
reddedilmek değil o bahsettiğim kesişmelerdi beni kızdıran.
kendimi bulmaydı uçarı ilişkiler.
teşekkürler güzel kız lafının altındaki iç yanmasını anlamalıydın.
büyük bi keyifle okudum. nice platonik aşk deneyimi yazılarına
bu yazını ve diğer yazılarını okudukça senin yaşlarındayken(18’di dimi?) ne kadar robotize ve duygusuz yaşadımın farkına vardım. şimdi dibine vuruyoruz tabi, o ayrı…
o kıza aşık olsaydın da olurdu ama aşık olmasaydın senin için daha iyi olurdu: öss, konsantrasyon falan 😉
estafurullah efenim o nasıl lakırdı, ne ironisi?
benim mesajım sevgi, dünyayı sevgi kurtaracak.
ama nüveylacıyım ben, o ayrı.
evet 18 🙂
o kıza aşık olmam değil de bu olayın neticeleri itibariyle öss hazırlığım epey darbe aldı.
şey kızın aşkını kabul etmemesi değil asıl önemli olan kızın öle haşin bakışmalarından sonra aşkına karşılık vermemesi.
kızım; erkek arkadaşın varda niye elin çocuklarına ümit veriyorsun bakışlarınla.
kısların yaptığı en büyük armutluklardan biridir bu iş.
benim lise zamanındaki olay aklıma geldi bak sinirlendim şimdi, ellerim titriyor…
sinirharbine girmemek elde değil ki.
ayrıca yazı jaded17tr’ye ithaf edilir.
Mutluluk güvene dayanırken ;nasıl oluyorda aşk kuşku , tedirginlik , paranoya , şuursuzluk gerektiriyor…
Yani aşıkken mutlu değil miyim?
Tedirgin,şüpheler içinde kıvranırken nasıl mutlu olabilirim?
ama aşıkken ayaklarım yerden kesiliyor buna ne demeli ?
‘yani mutlu aşk yokmudur’gerçekten de ustanın dediği gibi
Yani ömrüm boyunca mutsuz olup mutsuz mu ölücem ben
ey aşk beni yağmala ateş et arka arkaya aşk beni tara
(yıldız ın bir şarkısıydı:))
Arayıp sormasan da, unuttum seni sanma
Dünya bir yana, sen bir yana
Aşık ettin beni kendine, sonra da terkenttin gizlice
Aradım seni heryerde, hiç kimselere soramadım
Bekledim dön diye, dönmedin bile bile
Bile bile sevdiğimi, korkundan gelmedin
Arayıp sormasan da, unuttum seni sanma sakın
Dünya bir yana, sen bir yana
Haberin gelir bana, duyarım nasıl olsa
Bilirim kimlerlesin, ne yaptın neler ettin
Aklım fikrim hep sende, sevsen de sevmesen de
Seni hiç aldatmadım, aldatmayı hiç sevmem
Ele güne karşı yapayalnız, böyle de olmaz ki
Nasıl da gittin insafsız, böyle bırakılmaz ki
Unutum sanmıştım güzelim, gözüm yollarda kaldı
Bu şarkıyı ne zaman dinlesem hala onu unutamadığımı, hala ona aşık olduğumu anlıyorum. Ama bunu kendimden de saklıyorum.
Son olarak;
Boş laf bunlar, hepsi bahane. Halim ne kötü ne şahane. Nedir bu böyle aynı hikaye? Suç kimde? Neden böyle?
ama ben inanılmaz sıkıldım.. hatta nasıl kastım kendimi okumak için; genede olmadı, olmadı, olmadı!!! çok üzgünüm.. psikolojimi toplayıp, yeterli kıvama getirip tekrar okumayı deneyeceğim. bu kadar insan ahkamladıysa vardır bir nedeni değilmi ama.
halbuki okuyanları sıkmamak için mümkün olduğunca dikkat ederek yazmıştım 🙂
ingiltere’de yaşamışlığım var bir süre, orada örneğin bir barda bir erkek bir kadına bakıyor ve kadın da erkeğin bakışlarına karşılık veriyorsa, adam otomatik olarak “evet ben de senden hoşlandım” olarak algılıyor durumu ve kadının yanına geldiğinde erkek, kadın ” allah allah nereden çıktı bu şimdi” gibisinden davrandığında çok şaşırıyor ve hatta kızıyor. haklı da, ama memlekette ne öğretiyorlar kadınlara, gösterip de vermeyeceksin… çünkü erkekler “veren” kadınlardan ürkerler ve kalıcı ilişki kurmak istemez. illa da kendini en güzel gösterip ve fakat en vermeyeni isterler. kadınlar da illa bir erkeğin yanında “kalıcı” olduklarında kabul görürler ya toplumdan, gösterip vermeme sanatında ustalaşmış olmalılar… böyel bişiy işte
birinç:kimi zaman fısıldayarak kimi zaman gümbür gümbür gelen; derimizin altına işleyip kılcal damarlarımız vasıtasıyla kalbimizi ele geçiren aşkın tekrardan baştacı edilmesi için ne güzel bir fırsat(vs sayın justnine hanım).ikincil:yaşa ve başa göre salgılanan hormonlarla hayatımız yönetiliyor. gençlik döneminde aşkı tutku yönetiyor; sınırlar heyecanla hatta kanla/canla çiziliyor. gençlik; aşkı için ölmeye hazır bekliyor. sevgili ağzından çıkan basit bir ters söz, cinnet geçirtebiliyor. bir burun kıvırma daha vahim sonuçlara yol açabiliyor. gerektiğinde sevgiliden duyulamayacak bir ses/alo hayatı karartabiliyor… etrafta “onu göremezsem ölürüm, sesini duyamazsam bitkisel hayata girerim” söylemleri asılı duruyor.üç:hastalık benzetmesi yukarıda güzelce yapılmış(sayın kaptan hayal). zaman geçtikçe -eğer arada aşkı için kendisini öldürmemişse- gençlik olgunlaşıyor, iyi-kötü deneyimlerle, deneyim olmasa bile salgılarının düzene girmesiyle, aşkın kendi can kulvarından farklı bir kulvarda koşulması gereken zaman zaman bir maraton zaman zaman da 100 metrelik koşu olduğunu öğreniyor(koşu tipleri değişebilir; engelli; dört yüz metre bayrak…). koşu örneği vermemin beyninizde şöyle bir etki yaratmasını istiyorum: bazen ciğerlerimiz patlayana kadar koşup ipi göğüsleyecekken yere yıkılıp hiçbirşey elde edememek, yerdeyken bir daha ayağa kalkmayacak olmayı dilemek, bazen saatlerce tempolu bir şekilde koşup hiçbir zaman ipi göğüsleyememek ama yine de safça gülümsemek… zart zurt; yani koşarken başınıza gelebilecek acı/tatlı herşey.herşeyin dörtlüsü:lise gençlik anıları 1554(zaman; lise bir): güzide bir sahil kasabamızda yoğun geçen sportif bir günün arkasından yeni tanıştığım bir grubun arasına katılmak için bir siteye geç saatlerde adım attım. bir grup yeni tanıştığım insanın arasındaki ilk saatler, içki yerine henüz gagoz içilen bir mekan… sohbet güzel, uzun ve komik… ilerleyen saatlerde fener gezisi… hava çok güzel, ay yarım ve olması gerektiği yerde, ortam tüm içgüdüler için hazır… karşılıklı birbirimizi beğendiğimizi gözlerimizle ifade ettiğimiz hatun kişiyle -erkek okuyucularımızın dikkatini çekmek için kendisini tarif edeyim; yeşil gözler sarıya yakın kumral saçlar ve hafif bronz bir ten, bebek yüz, fıstık- yakınlaşma ve dudaklarımızın ilk birleşmesi. hatun kişinin kendisini geri çekerek “benim erkek arkadaşım var” söylemesi… benim kısa bir durgunluk anından sonra “anlıyorum” söylemem ve dudaklarımızın tekrar kaldıkları yerden birleşmeye devam etmesi.lise gençlik anıları 1859(zaman; lise son): gencimiz bir ilişkisinden yeni ayrılmış(sakin sakin), bir başkasına ilgi duyması zorken(henüz kafası başkasını kabul edecek durumda olmama) onu görmüş, daha doğrusu onun kendisine baktığını görmüş. gel zaman git zaman bakışıp durmuşlar(ama öyle böyle değil; heryerde gözler birbirini buluyor). bir gün gencimiz cesaretini toplamış, genç kızımızın yani ay parçası hatun kişinin yanına gitmiş. daha ilk sözcükleri ağzından çıkmadan karşı taraftan ilk söz söylenmiş “hayır”. “nasıl yani” diye tepki vermiş gencimiz doğal olarak ağzından çıkan dehşet dolu kelimelerle(belki de haykırmıştır, o anı pek hatırlamıyorum). yine “hayır” gelmiş karşıdan. gencimiz kös kös dönmüş arkasını, kuyruğunu bacaklarının arasına alıp sıvışmış mekandan, bir süre görünmemiş etrafta…yani diyeceğim nacizane varlığım bu zamana kadar bakışmaların ne anlam ifade ettiğine karar verebilmiş değildir. eğer sayın franny’nin dediği gibi ülkemizde bir bakış eğitimi varsa; bu eğitimin bir prosedüre bağlanmasını talep ediyor, gelecek nesillere sağlıklı bakışmalar bırakmayı, genç erkek ve kızlarımıza gösterip vermeyi müjdelemeyi diliyorum.
O’na o an içinizden geçenleri tüm gerçeğiyle anlatın. Hatta anlatırken dahi içinde bulunduğunuz hisleri ve ne düşündüğünüzü itiraf edin. Saçmalamaktan korkmayın, biraz kendinizden emin görüntüsü vermeye çalışın ve amaaaan be ne olacaksa olsun artık havasında olun. Eğer ki olumsuz bir tepki alırsanız takmayın ve kendinizi şöyle teselli edin; “Ulan zaten bunun başka bir alternatifi yok, ben yapacağımı yaptım o da her insan gibi beğenmediğini istememe özgürlüğünü kullanarak beni istemedi. Ben de beğenmeseydim aynı şeyi yaparım zaten” deyip birde ağzınıza bir ciklet atıp yaşanılan olayı tınmazmış triblerine girin. Unutmak kolay olacaktır.
ben “teşekkürler güzel kız” diye bir söyleme inanmıyorum. düşünsenize bi kere arkadaş aşık oluyor ama kızı elde edemiyor ve sonra olanlar için teşekkür ediyor ona, kız sana yardım etmedi güzelim, bırak şu melodramatik işleri de gel sana bi bira ısmarlayayım:)