Ezelden beri çok katı kurallarla çerçevelenmiş olan samuraylık sistemi, 19. Yüzyılın sonlarına doğru, artık son demlerini yaşamaktadır..Seibei Iguchi (Hiroyuki Sanada), bu sistemin işlediği son feodal köylerden birinde yaşayan; karısını kaybettiğinden, yaşlı ve hasta annesine ve de iki kızına tek başına bakmak zorunda olan, alt kademeden bir samuraydır..Fakirlik içinde yaşayan, kendine güvensizliğinden dolayı da herkesin küçümsediği, kadınlara özgü olarak görülen işleri yapmaktan çekinmeyen, bu yüzden de, bilhassa bulunduğu ortam sebebiyle de tuhaf görülen bir adamdır o..Mesai bitimi, her akşam alaca karanlıkta işten çıkıp, diğer samuraylar gibi kafa çekmeye gideceğine, dosdoğru evine gittiğinden, iş arkadaşları ona -biraz da alay etme amaçlı olarak- Tasogare Seibei (Alacakaranlık Samurayı) adını vermişlerdir..

Seibei bir gün, çocukluk aşkı olan, güzel Tomoe`yi (Rie Miyazawa), yüksek rütbeli eski kocasının dayağından kurtarınca, diğer samurayların ve -en önemlisi- Tomoe’nin dikkatini çeker..Kılıç kullanımındaki büyük ustalığı, nihayet üstlerinin dikkatini çekmiştir.. Ondan, aşirete karşı gelen tehlikeli ve güçlü bir samurayı öldürmesini isterler..Seibei, tüm bu yoksulluk ve eziklik çemberinden çıkabilmenin ve de onurunu kurtarmanın bir yolu olarak gördüğü bu tehlikeli görevi üstlenecektir..Ancak, gerisinde bıraktığı, yaşlı annesinden, sevgili kızlarından ve daha yeni kavuştuğu çocukluk aşkından, kendisini -büyük ihtimal- sonsuza kadar ayrı düşürecek kararı vermek, hiç ama hiç kolay değildir..Usta Japon yönetmen Yoji Yamada’nın, büyük takdir toplayan (12 Japon Film Akademisi ödüllü) filmi Alacakaranlık Samurayı, 2002 yılı yapımı olup, ülkemizde 2005 yılında gösterilmiştir..Filmografik açıdan olgunluğun zirvesinde olduğu her halinden belli olan bir yönetmenin; bu türün, malum klişelerinden kendini tamamen sıyırmış; pek sağlam bir dramatik yapıya sahip bu ‘gerçekçi’ filmini seyretmemenin -en azından- sinema sanatı açısından büyük bir kayıp olacağını söyleyebilirim..Çoğu zaman abartılarak yüceltilen samurayları, bu açıdan bakarak işleyen -sürüsüne bereket- filmlerden farklı olarak The Twilight Samurai, samuraylığın, herhangi bir meslek gibi -geçim sıkıntısı da dahil- sorunları olabileceğini falan, yetkinlikle anlatan ve ayrıca dönemin kanlı karanlığını, tüm gerçekliğiyle yansıtan bir başyapıt..