Brüksel’in on beş kilometre güneyinde elli haneli şirin bir köy iken Waterloo, sırf savaş oraya sürüklendi diye Avrupa’ nın kaderini değiştiren yer olduysa da, halen köy. Bunda kimsenin suçu yok, Malazgirt’ te metropol olamadı halen.
Savaşlar ülkelerin kaderini değiştiriyor elbet. Küçük bir muharebe bile olsa otuz yıl geri, yirmi beş yıl ileri götürebiliyor ülkeleri. Bunu nasıl hesaplıyorlar bilemiyoruz. Şu kadar para harcandı, şu kadar yılda geri yerine konur, bu kadar adam öldü, bu kadar yılda doğar büyür, memlekete yararlı olur, gibi verileri toplayıp bir sonuca varıyorlar olsa gerek. İleri gitmekse sadece, savaşta elde edilen ganimetle mümkün. Ganimet para da olabilir toprakta.Savaşların yapıldığı şehirlerde ise pek bir değişiklik olmuyor uzun vadede. Biraz adı duyuluyor şehrin, belki bir kaç yolunu kaybetmiş turist geliyor “vay anasını demek burada olmuş şu savaş” demeye o kadar.Waterloo da böyle bir yer işte Avrupa’ nın kaderi orda belirleniyor.Velhasıl Avrupa’nın dayanacak son ordusu karşısında Napolyon yenilmese bir taktik hatasıyla, Almanlar da İngilizler de hep beraber Fransız olacaklar. Ve bu bizim şimdi anlamadığımız anlamda duruma “Fransız” olmamız gibi değil…
Tarih orda ölenleri ayıp olmasın diye heralde 25.000’i Fransızlar’dan 23.000’i müttefiklerden olmak üzere 48.000 kişi diye anıp geçiyor. Zaten onların kaderi diye bir şey orda o gün kalmıyor. Ve fakat Napolyon’un 72.000 lik ordusu var savaştan önce; basit bir hesapla 72.000-25.000=47.000 adet halen yaşayan kişinin kaderi, tarihi hiç ilgilendirmiyor.Hiçbir kitapta rastlamıyoruz onlara. İşte bence asıl bu geride kalanlar bizim kaderimizi belirleyenler.
Şimdi olduğu ve hep olageldiği gibi o zaman da her ordunun bir bandosu var. Bandolar savaş anında rakipleri korkutuyor, kendi güçlerini galeyana getiriyor. Savaş alanına yürürken yürüyüş temposu veriyor, cesaret veriyor. Ayrıca bir prestij kaynağı iyi müzisyenlerden kurulu ve kalabalık bir bando. Yani bandosuz olmuyor olamıyor. “Ben bandosuz orduda savaşmam arkadaş” diye bir durum var…Waterloo galibi müttefiklerden kalan gaziler, bandoları eşliğinde zafer sarhoşu halay çekerek dönüyorlar Avrupa’nın her bir yerindeki evlerine. Kaybeden Fransız gaziler, dağılmış bir hüzzam bando eşliğinde, fark ediyorlar her şeyin boş olduğunu yurtlarına dönerken.
Yenik bandonun şefi Mösyö Donizetti. Bandonun prestiji bandonun şefiyle de ilgili elbet. Adından da anlaşıldığı üzre bir İtalyan. Mösyölüğü Fransız ordusuna hizmetinden geliyor. “Zaten ordu yenilmiş, artık düzgün çalmanın bir alemi yok” diyor ve memleketine İtalya’ya dönüyor bandoyu bir başına bırakarak, Waterloo dan aşağı…Napolyon’un orduları ne kadar ünlüyse bando şefi de bir o kadar ünlü olsa gerek, daha anasının evine girer girmez, bir başka devden; Osmanlı’dan teklif aldığını öğreniyor artık mösyölüğü kalmamış Donizetti ve atlıyor ayağının tozuyla limandaki ilk gemiye… Ver elini İstanbul.
Osmanlı’da bando Mehter Takımı. 1826’da adı herhalde öyle gerektiğinden, Mızıka-i Hümayun olarak değiştiriliyor. Bir değişikliğe ihtiyaç duyulduğu kesin olsa gerek yoksa neden memleketimde ki şefler yerine, Donizetti gelsin ki. “Gavur savaşta alaturka müziği anlamıyor, anlamayınca da korkmuyor” zihniyeti ile sanırım, bir de İtalya’dan batı çalgıları getirilip Mızıka-i Hümayun’a öğretilmeye başlanıyor. Şimdi subayların “Subay ciddi adamdır müzik yapmaz” diye, müzisyenlikle subaylık arasında seçim yapmak zorunda olduğu orduya, Donizetti ithal Paşa oluyor. Generallik o zamanlar öyle bir şey 2. Mahmut isterse durup dururken Doktor da olabilirsiniz.1828’den 1851’e kadar Mızaka-i Hümayun’un başında durduğu yetmezmiş gibi bir de Osmanlı Milli Marşlarının tamamı, Donizetti Paşa tarafından yazılıyor. Osmanlı müziği tavandan tabana ve gayrı ihtiyari batıya açılıyor.
Yani işin özü Napolyon Waterloo’da yenilmeseydi; Tarkan şimdi Pop Starımız olamazdı belki de…