Geçen yazıda kısa bir giriş yapmış, paranın ve matematiğin alışveriş olgusundaki yerine değinmiştim. Yine o yazıda söylediğim gibi başlarda belirli periyotlarda –ki bu hafta kavramının da ortaya çıkış sebeplerinden bir tanesiydi, insanlar ürettiklerini (veya avladıklarını) pazar yerine getirirler burada takas ederler ya da satarlardı. Fakat paranın tatlı kokusundan (sanırım güzel bir oksimoron oldu..) olsa gerek bir süre sonra insanlar pazar yerini hergün kurmanın menfaatlerine daha bir uygun olduğunu düşünmeye başladılar.

-bugünlerde de herkes uzmanlaşıyor-
-bugünlerde de herkes uzmanlaşıyor-

Ne var ki, asırlar sonra kuantum mekaniğinin babalarından Heisenberg’in de ortaya koyacağı belirsizlik ilkesi gereği, insanlar aynı anda iki yerde birden bulunamazlardı. Dolayısıyla hem tarlada veya avlakta hem de tezgahın başında olamayacakları için insanlık yeni bir kavramla tanışmak durumunda kaldı: uzmanlaşma! Filozof katili bu terim sayesinde insanlar başlarda masumane iş bölümleriyle (kocanın avlayıp eşinin satması gibi..), biraz daha ileride ise yaptıkları işlerin erbabları olarak bugünkü uzun çarşılarımızın ilk tıfıl örneklerini oluşturmaya başlamışlardı.

Chicago’da Büyük Pazar, 1865
Chicago’da Büyük Pazar, 1865

Özellikle konar-göçerlik zamanlarında bireyin (veya iyimser bir ifadeyle kabilesinin) şahsi zorunluluğu olan zanaat bilme durumu, hayatta kalabilmek için başlıca yükümlülüktü. Nitekim avladıkları hayvanlardan matara yapamasaydılar yeniden avlanmak için su kaynağından uzaklaşamazlar, kili işleyemeseler yiyeceklerini kötü zamanlar için stoklayamazlar, çemberi tamamlamak için ekleyelim, madeni kullanamasalar avlanamazlardı. Şüphesiz bütün bu malzemeleri takas ederek de bulabilirlerdi. Fakat Ademoğlu, kendi cinsini yoktan yere öldürebilen yegane varlık olduğundan mı bilinmez, takas için yüzyüze gelmektense kendi üretmeyi yeğliyordu. Her nasılsa, zaman içinde ve bir noktaya kadar bu güdüsünü törpülemiş, ve toplum içinde yaşamanın avantajları baskın geldiğinde olmazsa olmaz bu edinimleri unutmaya başlamıştı (bugüne bir not, bkz. ampül takamayan elektrik mühendisi). Aynı şekilde ziraat ve ava istidadı olmayan zanaatkarların da kendi tezgahlarını açmasıyla bugüne kadar süregelen pazar ve çarşı uygulaması başlamış oldu.

Bursa Açık Çarşı, 1890 civarı
Bursa Açık Çarşı, 1890 civarı

Dikkat edilirse son paragraf hariç tezgah sahipleri ya çiftçi veya besici ya da avcı olarak ele alındı. Bugün haftada bir kurulan semt pazarlarında da görebileceğimiz gibi tarla veya bahçe sahibi ne ekiyorsa onu getirir, aynı şekilde tavuk besicisi yumurtasını, meracı da etini satardı. Zanaatkarların ve diğer meslek sahiplerinin de (taşıyıcılar, işçiler, vb.) bu oluşuma katılması ve pazar alanın organize bir şekile bürünmesiyle tarih ilk tüccarlarınıtoptancılarını ve parekendecilerini de yaratmış oldu.İlk başlarda iki meslek de tüccar adı altında birleşiyordu. Tüccar üreticiye arz ve talep dengesi gözönüne alındığında red edemeyeceği bir fiyat teklif ederdi. Üretici ise parekende satışının garantisi olmadığından, beklemekten ve bu esnada ürününün bozulma ihtimalinden dolayı bu teklifi kabul etmek durumunda kalırdı. Daha sonra, tüccar aldığı malı aynı yerde ya da uzak bir coğrafyada ister başka bir tüccara toptan, isterse kendi namına parekende olarak satardı (bkz. İpek yolu ticareti).

Tarihi İpek Yolu
Tarihi İpek Yolu

Konumuz süpermarketler olduğuna göre, bizi ilgilendiren işin parekende yönü tabi. Üreticilerden ve toptancılardan aldığı ürünleri birim bazda satan işletmelerin tarihi sanıldığının aksine Roma İmparatorluğuna kadar uzanıyor. Örneğin, bundan 2200 yıl önce Roma’da bu işi yapan bakkalların varlığından haberdarız.Bugün Batı’daki bakkallar için yaygın bir şekilde kullanılan ‘grocery’ kelimesi de yine Romalılar döneminden gelir. Erken Latincede ‘grossarius’, Geç Latincede ‘grossus’ kelimeleri hem toptancı hem de parekendeci anlamında kullanılmışlardır (Türkçedeki ‘bakkal’ ise arapçadan gelmekte olup aslında manav demektir. Bu yanlışı kanıksayan bizler, esasen ‘pazar yeri’ anlamına gelen ‘market’ kelimesini de bakkal için kullanmaya devam ederek hatamızı sürdürüyoruz).Ne var ki süregiden uygulama 100 sene öncesine kadar üç aşağı beş yukarı aynı kalmıştır. Kısaca açıklarsak, müşteriler bir tezgahın veya bankonun gerisinde dururlar, istedikleri ürünleri tezgahtarlara söylerlerdi. Tezgahtarlar ise müşterilerin istekleri doğrultusunda gerekli miktarları sayarak, bölerek veya tartarak hazırlarlardı. Tahmin edileceği gibi bu işler zaman alıcı ve emek-yoğun işlemlerdi. Çalışan sayısının kısıtlı olması da hem müşterilerin alışveriş süresini uzatır hem de işyerinin kar kaybına sebep olurdu.Alışveriş anlayışında köklü değişikliklerin olması için ise insanlığın 20. yüzyılın başlarına kadar beklemesi gerekecekti.