Daha önceki iki yazımızda, sünnet ismi verilen operasyonun İslam dininde yerinin olup olmadığını sorgulamış, daha sonra ise sünnet operasyonunun İslam’ a nasıl yerleştiğini bulmaya çalışmıştık.Ancak sünneti sadece dinsel / geleneksel açıdan ele almak yetersiz. Sünnetin sonuçta tıbbi bir operasyon olduğu düşünülürse, hukuki ve tıbbi boyutlarını da irdelemek gerekir kanaatindeyim.İnternette ufak bir araştırma yaparak, sünnetin tıp açısından fayda ve zararlarını, bu konuda yapılan çalışma ve öne sürülen fikirleri, yüzeysel olarak da olsa inceleme şansımız var. Kimi uzmanlar sünnetin penis derisi altında oluşacak bakterilerin neden olduğu enfeksiyonları önlediğini, kimileri penis kanseri gibi hastalıklara engel olduğu, kimileri erken boşalmaya sebep olduğunu, kimileri ise tam tersi erken boşalmayı engellediğini öne sürerken, küçük yaşta geçirilen bu tip bir cerrahi müdahelenin psikolojiyi etkileyip etkilemediğini tartışan uzmanlar da var.Lakin tıp hakkında ahkam kesmenin, sonuçta asgari seviyenin üstünde bir birikim gerektirdiğini, bu konuda yorum yapmanın uzmanların işi olduğunu unutmamak gerek.Din ve hukuk ise, tıptan daha fazla yoruma dayalı alanlar olduğundan ve naçizane yarı-uzmanlık ilgi alanlarım olduğu için bu iki konuda fikir tartışmasına girmeyi -kimi yorumlarda gelen itirazlara atfen- kendi “haddim” sınırları içerisinde görüyorum.Peki sünnetin dini ya da ananevi bir uygulama olmasının dışında, hukuksal yönü nedir? Öncelikle konumuzun “öznesi” çocuk… Zira yaygın olarak, sünnet ya çok erken dönemde (kısmen ülkemizde ve yaygın olarak Yahudi geleneklerinde) ya da (ülkemizde yaygın olduğu üzere) 7-8 yaşlarında uygulanan bir operasyon… Bu durumda, uluslararası bağlayıcılığı olan ve Türkiye’ nin de altında imzası olan Çocuk Hakları Sözleşmesi‘ ne bir göz atıyoruz :Sözleşmenin 12/1. maddesine göre, görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun görüşleri dinlenmek zorunda.Bu madde, çocuğun kendisini ilgilendiren konularda görüşlerinin alınmasını şart koşuyor. Ülkemizde hukuk davalarında, özellikle boşanma davalarında, 7-8 yaşlarındaki çocukların görüşlerinin (velayetinin kime verilmesini istediğini, kimde kalmak istediğini vs.) kanaat olarak belirleyici olduğu emsal kararlar ve içtihatlar var. Dolayısıyla, 7-8 yaşlarındaki bir çocuğun görüşlerinin hukuksal bağlayıcılığı olduğu, hukuk literatüründe yer etmiş durumda. Bu şekliyle, bu yaşlarda cerrahi bir operasyona alınması gereken bir çocuğun (burada önemli olan nokta, söz konusu operasyonun hayati bir önemi olmadığı, Hasta Hakları Yönetmeliği’ nin ilgili maddesince, tedaviyi reddetme özgürlüğüyle çelişmediğidir) görüşünün sorulması gerektiği, kendisinin reddetmesi halinde bu operasyonun yapılmaması gerektiği aşikar.Yine Madde 14/1 çocuğun düşünce ve din özgürlüğüne saygı gösterilmesini, Madde 16/1 çocuğun özel yaşantısına müdahale yapılamayacağını ve aksi durumda yasalar tarafından korunmasını şart koşuyor.Bu iki maddenin özellikle hukuksal bağlayıcılık ve yasal koruma hakları kısımları konumuz açısından önemli.Madde 18/1 ise diyor ki; çocuğun yetiştirilmesi sorumluluğu anne-babaya, gerekiyorsa devlete aittir, her durumda çocuğun çıkarları göz önünde bulundurulur.Ve bu madde çok önemli; 24/3. maddeye göre, çocukların sağlığı için zararlı geleneksel uygulamalarının kaldırılması için her türlü önlem alınmalı…(Tam burada parantez açarak belirtmeli ki, maddeleri aynen vermek isterdim ancak editörya, aynen madde alıntılarını yazının yayınlanmama sebebi kabul ediyor, bu yüzden maddeleri özetleyerek anlatıyorum, lütfen orijinal sözleşme metninden tam hallerine göz atınız.)Bu maddede sözü edilen “sağlığa zararlı geleneksel uygulamalar” konumuz açısından yoruma son derece açık. Sünnetin “geleneksel bir uygulama olduğu” aşikar ancak burada önemli olan sağlığa aykırı olup olmadığı… Yanlış sünnet nedeniyle onarılamaz zararlar görmüş kişilerin sayısı epey fazla… Üstelik sünnetin psikolojik açıdan zararları da tartışılabilir durumda… Eğer bu madde kapsamında, sünnetin zararlı olduğu kanaati ağır basarsa, otomatikman 12/1 başta olmak üzere diğer maddeler devre dışı kalacak, çocuk rıza gösterse de sünnet edilemeyecektir. Burada bir nokta var ki, “rıza” kavramının da kilit noktası… Tahminimce, 7-8 yaşlarındaki hangi çocuğa sorarsanız sorun, sünnet olmak istemeyecektir. Ancak anne-babanın gerek tatlı dille, gerek çeşitli rüşvetlerle, gerekse “çocuğun itiraz edemeyeceği şekilde” kendisini ikna etmesinin de yolu açık… Böyle bir yasal yaptırımın uygulanması, geleneksel Türk aile yapısı içerisinde ne gibi krizlere neden olur, nasıl tepkilere yol açar iyi düşünmek lazım. Zira çocukları korumak için yola çıkarken, sünnete ikna edilmek için ailelerinden gerek psikolojik, gerek kabakuvvete dayalı baskı görecek çocukların yaşayacakları travmaların, sünnet travmasından daha ağır olup olmayacağı, bir de üstünde “zoraki” razı olmuş çocuğun, sünnet travmasıyla birlikte iki kat sıkıntı çekeceği hususları ihmal edilmemeli… Kısacası kaş yapalım derken göz çıkarmamalı… Sünnetin objesi çocuk demiştik… Yine sünnetin bir cerrahi operasyon, tıbbi bir eylem olduğu da tartışmasız. Bu durumda, Hasta Hakları Yönetmeliği de devreye giriyor.. Yönetmelikte konumuzu yorumla da olsa ilgilendiren maddeler var :Madde 12, tedavi veya koruma amacı olmadan yapılan “vücut bütünlüğünü ihlal edecek” her türlü müdahaleyi yasaklıyor. Yine Madde 24, tıbbi müdahalelerde hastanın iznini zorunlu kılıyor. Madde 22, kimsenin rızası olmadan tıbbi müdahaleye tabi tutulamayacağını yineliyor. Madde 26, çocuğun kanuni temsilcilerinin izninin yeterli olduğu durumlarda dahi görüşünün alınması şartını koşuyor.Maddeleri tek tek inceleyelim : 12. madde için, “sünnet tıbbi bir gereklilik mi?” sorusunu yöneltebiliriz… İlk etapta, sünnetin bir gereklilik, bir zaruret olmadığı düşünülebilir, yani maddedeki “tedavi” ibaresi saf dışı kalıyor . Ancak kimi uzmanların öne sürdüğü gibi, sünnetin çeşitli hastalıklardan (enfeksiyon, kanser, hastalıktan sayılırsa erken boşalma) koruduğu ispatlanırsa, bu durumda maddenin “korunma maksadı” ibaresi devreye girerek, hasta hakları babında, sünnetin meşrulaştırılmasını sağlayabilir. 24. madde, “rıza” yı şart koşuyor. Ancak burada da hastanın küçük olması durumunda rıza velilere bırakılıyor. Buradaki “küçük” kavramı, yoruma açık. Benim kanaatim, boşanma davalarında olduğu gibi, belli bir yaş ve olgunluğa ulaşmış çocuğun kanaat özgürlüğünün geçerli sayılması gerektiğidir. Madde çok zorlanabilir hatta abartılıp psikiyatrist raporuna başvurulabilir. Yine 22. maddedeki rıza şartı, 12. maddeyle bağlantılanabilir, 12. maddedeki yorum ve tutum, bu maddeyi destekleyebileceği gibi, çelişir duruma da düşürebilir. Son olarak, 26. madde düğümü çözmeye yarayacak bir adım… Burada velinin rızası olsa dahi, çocuğun rızasının alınması için şartlar zorlanıyor. Ancak bir yaptırım yok, veli rıza gösterir, çocuk “hayır” derse, “iştirak” ne yönde olacak yine ucu açık… Diğer maddelerimizle bağlantılanırsa, çocuğun kanaati belirleyici olur kanaatindeyim.Çeşitli tartışmalarda, konu tıp etiği ve hukuk açısından irdelenmekte… Bir kanaate göre, dünyada hali hazırda milyonlarca insanın sünnetsiz olarak hayatlarını sünnet olmamaya bağlı belirgin bir zarara uğramadan sorunsuz biçimde sürdürebildikleri gerçeği göz önüne alındığında sünnetin zorunluluğu, sadece dini ve sosyolojik olmakta, tıbbi zorunluluk çerçevesine girmemekte… Sünnet bir zamanlar çeşitli hijyenik sebeplerle, tıp açısından da gerekli görülmüş olabilir. Ancak günümüz şartlarında, bu hijyenik koşullara sünnet olmadan da ulaşmak mümkün. Bu görüşe, kimileri “bu çerçeveden bakıldığında, çiçek aşısı da günümüzde zorunlu olmaktan çıkmıştır.” örneğini verebilir. Lakin iki durum arasındaki fark, sünnetin vücut bütünlüğünü geri dönülemez biçimde bozduğu, çiçek aşısının ise böyle bir etkisinin olmadığı…Bir başka nüans ise yönetmelikte geçen “vücut bütünlüğü” kavramı… Yasalarımıza ve pratik uygulamaya göre, bir kişiye tokat atmak da vücut bütünlüğüne saldırı olarak yorumlanabilir. Bu durumda gerek tıp ahlakı, gerek hukuki açıdan ana prensip “zarar vermeme” üzerine kurulmalı.. Sünnetin “koruyucu” önlem olduğu savına da tıp dünyasından çeşitli itirazlar var… Örneğin ergenlik çağında apandisit vakalarının sık görülmesinden ötürü, bu mantıkla çocukların apandisitinin de “koruyucu önlem” olarak alınması gerektiği, sünnete karşı bir başka görüş… Genel olarak hekimlerin “tıp ahlakı” temelinde mutabık kaldığı tek görüş ise sünnetin tıbbi bir zorunluluk olmaması ve ilintilenmiş bir gelenek olması nedeniyle, mutlaka çocuk rızasının alınması gerekliliği..Hukuk açısından olayı toparladığımızda ise, sünnetin mutlak suretle vücut dokunulmazlığına yönelik bir eylem olduğu ve kanunda bu tip eylemler için mutlak suretle, devredilemez hakla kişi rızasının şart koşulduğu gerçeği göz önüne alındığında, belirleyici faktör, “koruyucu tedbir” kavramı olmakta… Bu konuyu tıp dünyası hala tartışmakta, sünnet olmanın fiziki ve psikolojik koruyucu etkileri kadar, olmamanın da fiziki ve psikolojik koruyucu etkileri bulunmakta. Bu durumda, iki durumun sağladığı/sağlayacağı yarar ve zararların orantısı hesaplanabilir…Tabi bütün bu tartışmada, TCK‘ nın ilgili maddelerini de göz önünde bulundurduğumuzu hatırlatmamıza gerek yok…Kısacası, sünnetin dinen olduğu gibi, hukuken de bir zorunluluğu bulunmamakta, ancak sünnet uygulamasının suç sayılması da daha çok yoruma dayalı durumda… Maalesef elimizde örnek gösterebileceğimiz bu konuda bir dava yok… Ancak ben, 11 yaşında sünnet ettirilen bir çocuğun, 16 yaşına geldiğinde anne-babası ve kendisini sünnet eden doktor aleyhinde suç duyurusunda bulunması halinde, her üçünün de cezalandırılacağı kanaatindeyim… Ezcümle, sünnet ettirmeden önce çocuğunuzun rızasını alın ya da en azından zaman aşımı süresine kadar onunla aranızı iyi tutun 😉