Çocuğun elleri simsiyah… Kire pasa bulanmış baştan ayağa. O’nun birkaç adım ötesindeki diğer çocuksa, tertemiz giysileriyle pırıl pırıl parlıyor yanımda. “Benim çocuğum!..” diyorum içimden. “O’nu kire bulamadım ben. Bu çocuğun annesi gibi bir başına bırakıp salmadım ortalığa.”Annesini düşünüyorum sonra. Üstü başı perişan, genç bir kadın beliriyor zihnimdeki boşlukta. Ne yapıyor, diye baktığımda sadece bakıyor olduğunu görüyorum. Yaptığı iş, öylece durup gözlerime bakmak yalnızca. Belki de bu şekilde gerçekten de birşeyler yapıyor kendince. Ya da… bana birşeyler anlatıyor.Çünkü O’na baktığımda, ne kadar uğraşsam da öfke duyamıyorum birtürlü nedense. Bana öyle şeyler anlatıyor ki gözleri, duymasam da içimde bir yerlerde yankılanıyor sözcükler. O baktıkça gözlerime, anlamadığım bir dilde bir ağıt yakılıyor uzun uzun, sanki derinlerimde.Oğlum “Anne!” diyor. “Neden O’nun elleri bu kadar pis?!” Park cıvıl cıvıl… Çocuklar koşuyorlar durmak bilmeden. Annelerse bitmeyen bir hikayeyi anlatıp duruyorlar birbirlerine. Biri susmadan öteki başlıyor kendini anlatmaya. Sanki anlattıkça, yaşananlar geçmişte kaybolup gitmekten kurtulacakmış, kelimelerle dışa döküldüğü an mıhlanıp kalıverecekmiş gibi boşlukta. Sonsuzluğa karışacakmış gibi…Bu elleri kirli çocuğun da bir hikayesi var mutlaka! Ama O hiç konuşmuyor… Anlatmaya çalışmıyor kendini. Belki de konuşmayınca unutmak daha kolay, diye düşünüyor. O, bu konuşup duran kadınlar gibi yaşadıklarının bir gölge olup kaybolmasından hiç de şikayetçi değil muhtemelen.Mesela, şimdi böyle karşılıklı bakarken birbirimize, belki de şöyle düşünüyor: “Tamam, benim ellerim kirli… Üstümde yırtık giysiler var. Ayaklarım da çıplak. Ama henüz bir saniye önce de yine böyleydim ben. Siz de şimdi olduğunuz gibi tertemiz ve güzel giysilerinizle şaşkın şaşkın bakıyordunuz bana. İlk kez gördüğünüz garip bir yaratıkla karşıkarşıya kalmış da korkudan diliniz tutulmuş gibi… Ama geçip gitti işte o bir saniye. Tüm yaşananlar ve hissedilenlerle birlikte… Şimdi de öyle değil mi?! Tutabiliyor musunuz ‘şimdi’yi, geçip giden binlerce saniye içinde?! Her an yeniden var etmek zorunda kalmıyor musunuz kendinizi?!Oğlum çekiştirip duruyordu kolumu. “Anne, hadi gidelim. Ben oynamak istiyorum.” Bense hala karşımdaki çocuğun bana suskunluğuyla anlattığı şeyleri duyuyordum zihnimde…. Ve yine zihnimde O’na karşılık veriyordum: “Haklısın canım.” diyordum en tatlı sesimle. “Silinip giden bir gölgeden başka birşey değil yaşadıklarımız. Her an yeni baştan başlıyor herşey. Kimbilir?! Belki bu başlangıçlardan birinde sen yine karşımıza geçip tertemiz ellerin ve giysilerinle “Merhaba!” diyecesin bize… Ve sen de bizim gibi, ne kadar boşuna olsa da, sıkı sıkı tutmak isteyeceksin saniyeleri. İçinde bulunduğun o anın geçip gitmesinden korku duyacak kadar güzel duygularla dolu olacaksın sen de bizim gibi. Kimbilir?!”

Parkın bekçisi O’nu parktan çıkarmaya çalışırken, ben peşinden bunları söylüyordum zihnimde. Oğlumun sitem dolu bakışlarını fark edinceye kadar da arkasından bakmayı sürdürdüm. Sonra yanımdaki güzel çocuğa baktım. Yumuşacık, bembeyaz elinden tutup salıncakların olduğu yere götürdüm O’nu. Çok ileride bir zamanda bile hatırlayabileceği, belki bir gün birilerine anlatıp tatlı tatlı gülümseyeceği kadar güzel saniyeler sunabilmek için O’na…