Hafif’e ilk yazdığım yazı Bolu il sınırları içinde bulunan şu takvim yapraklarından bildiğimiz Yedigöller ile ilgili idi. Puslu bir nisan gününde ilk defa gittiğim Yedigöller’in büğüleyici güzelliğini sizlerle paylaşmadan edemememiştim. Birkaç hafta önce bir kere daha bu sefer bu sıradışı doğa parçasının sonbaharına gittim ve bambaşka bir manzara ile karşılaştım.Hava durumu raporları her ne kadar yağmurdan buluttan bahsettiyse de gittiğimiz gün hava günlük güneşlikti. Önceden çisireyen hafif bir yağmurun ardından çıkan kuvvetli güneş, son baharın renklerinden oluşan bir diğer gökkuşağının içinde canlı renkleri ile belirgin bir gökkuşağı görmemize de vesile oldu. Fotoğraflayamadım ama tek kelimeyle muhteşemdi.Yolun dar, toprak ve kötü olduğundan ilk baharda yazdığım yazıda da dem vurmuştum zaten. Değişen birşey yok. Gene kötü, gene kötü. Piknikçilerin ve tatilcilerin istilasını engellemek içinde kötü kalacak.

Kapankayadan manzara
Kapankayadan manzara

Yedigöllere ulaşmadan yol üzerinde önce Kapankaya’ya çıktık. Burası yol üzerinde ağaçtan oluşan merdivenlerle çıkılan muhteşem manzaralı bir seyir alanı. Parlak güneşin altında her an buharlaşıverecekmiş gibi gözüken harika bir manzarası vardı.

Daha sonrada ağaçlar arasından son bahar yapraklarla kaplı belli belirsiz bir patikadan yokuş yukarı yürüyerek ulaşılan 500 yıllık bir çam ağacının yanına ulaştık. Çam ağacı ağaçtı işte. Hatta çevresindeki kayın ağaçları öyle bir kamufle etmişki ancak ağacın en tepesinde yer alan üç beş daldaki yapraklarını miyop gözlerim görünceye kadar şiddetle “hayır bu kayın ağacı iştee” diye direttim. Gövdesi oldukça geniş. Devasa bir de boyu var. Ama bence ağaçlar arasından belli belirsiz yere ulaşan güneş parçacıkları arasında ayaklarını sonbahar yapraklarına gömerek ve her adımda çıkan hışırtıları dinleyerek ona giden yolu yürümek çok daha güzel.Yedigöller Milli Parkının girişinde inip göllere doğru yürüdük. Yolda yan yana yedi ayrı borudan su akan bir çeşme var. Rivayete göre bu akan yedi yerden de su içip ardından dilek tutarsan dileğin gerçek oluyormuş. Yalan ilk baharda tuuttuğum dilek olmadı. :))

Bir dere boyunca aşağıya doğru yürümeye devam ettiğimizde bu suyun yatağına kayan toprağın ardında suların birikmesi ile oluşan gölleri gördük sırası ile. İncegöl, Sazlı Göl, Nazlı Göl, Kuru Göl (ilk baharda görmüştüm ama bu gidişimde adı gibi kurumuştu) Derin Göl, Büyük Göl ve Serin Göl. Göllerin suyu çekilmişti ilkbahara göre. Bazılarının üzeri de yosun kaplıydı. Ama büyük göl ve serin göl üzerine dökülen sonbahar yaprakları ile çocukluğumun duvar takvimlerindeki harika manzaranın aynısıydı.

Güzel ve güneşli bir sonbahar gününü kayın ağaçlarının gölgesinde ve muhteşem göllerin yakınında geçirmek bana iyi geldi. Bu güzelliği geç de olsa sizinle paylaşmak istedim.Size de tavsiye ederim.