Saat 4.30 sabah olmak üzere, ama cin gibiyim. Sürekli konuşuyorum, konuşmaktan boğazım ağrıdı, artık kelimeler dilime dolanıyor, ama hala konuşmaktan vazgeçmiyorum.0

Yaklaşık 4 aydır birbirimizi görmüyoruz. O kadar çok şey birikmiş ki, laf lafı açıyor, birde anlatacaklarımızı unutuyoruz. Olmadık konulara giriyoruz. Gece fısır fısır yapılan sohbetlerin sonunda en mahrem şeyler konuşulmaya başlanıyor. İtiraflar, yalansız, dolansız çıplak düşünceler.. Seviyorum bu dökülmeleri, biliyorum o benim dostum.. Gece gündüz farketmiyor ama, gece saklıyor kelimelerin ayıplarını, utançlarını.. Işığı söndürdük, o bir koltuğa uzandı ben diğerine, üzerimizde battaniyeler.. Gecenin karanlığında birbirimize bakmadan konuşuyoruz. Bazen öylesine fısıldıyoruz ki, sadece ne dediğimizi anlamak yada daha iyi duymak için doğruluveriyoruz.. Birden koyverdiğimiz kahkahalar gecenin karanlığında çok güçlü çıkıyor, küçültüyoruz kahkahalarımızı.. Sonra aniden konuşurken sesi titriyor birimizin, anlatanda dinleyende o an aynı duyguyu yaşıyor, gözyaşları akıveriyor kimsenin görmediği karanlığa.. Uyuman lazım diyor işe gideceksin, evet diyorum.. Tam sessizlik uzamışken bambaşka bir konudan bahsediveriyor birimiz, yine kelimeler sarmalıyor her yanımızı..Şu an uykusuzluktan ölüyorum, sadece 1 saat belki uyudum… Ama içim yıkanmış gibi, hafiflediğimi hissediyorum, hala boğazımda bir ağrı var, çok konuşmaktan mı acaba? Çok erken uyuduğum günlere nazaran daha bir dingin daha bir enerjiğim yine de..Seni senden daha iyi anlayan, sanki iç sesin konuşuyormuş gibi aynı pencereden bakıp aynı düşünceleri dile getiren, yada sana daha önce görmediğin açılardan, olayları yorumlayan dostumu dinlemek onunla herşeyi paylaşmak çok iyi geldi bana.. Sabah ben gidiyorum diye seslendim usulca, dur dedi ben bırakacağım seni.. Pijamalarının üstüne geçirdiği paltosuyla arabaya bindik, hala konuşuyorduk…