(bölüm 2)Sinemada Yabancılaşma Estetiğinin Kutsal İsmi, Michelangelo Antonioni ve Sinemada Anlam Okuma
SİNEMADA ANLAM OKUMA
Her şey bir metindir. Bir film, bir konuşma, bir resim de bir metindir. Metin olması onun okunabilmesi ve alt anlam okunmaya müsait olması demektir.Her şeyin anlamları ve alt anlamları vardır. Anlam bilim adında bir bilim vardır ve her şeyin anlamlarının sıralanabileceğini ve bunların üst anlamdan alt anlamlarına doğru derecelendirilebileceğini belirtir.

Bir anlam ne kadar derin ve iyi yazılmışsa o denli derinliğe sahiptir. Bu, bir sinema filmi ya da reklâm da olsa değişmez. Etkili olabilmesi çoklu anlamları bünyesinde barındırıyor olmasına bağlıdır. Çok anlamı barındıramıyorsa düz anlama sahiptir ve burada anlam okumak gerekmez.Anlam bilim daha çok sanat sinemasında gelişmişken ve daha çok Avrupa yapımı filmlerde kullanılmaktayken; birincil anlama sahip filmler ise Hollywood tarafından tercih edilmektedir.Yalnız son yıllarda Hollywood yapımlarının bu denli etkileyici olmasının altında anlam biliminden de besleniyor olması yatar.Fakat yine de bir derecelendirme yapacak olursak anlam bilimini en çok kullanan Avrupa filmleridir diyebiliriz.Bu işin üstadı ülkemizde değerli Prof. Dr. Seçil Büker’dir.Sinemada anlam nasıl okunur, bunu özellikle sinema kuramcılarına öğreten değerli profesör kendini her daim yenilemekten de vazgeçmemektedir.

BLOW-UP’TA SİMGE/ ANLAM ÇÖZÜMLEMESİ VE ANLAM OKUMAHer şey bir anlamdır, metindir. Filmde hiçbir şeyin tesadüfi olmadığını söylemiştik. Örneğin, kırmızı bir telefon kulübesi. Burada kırmızı tehlikedir. Kahraman ne zaman telefon kulübesine girdi? Tam tehlike anında. Öldürüleceğini düşündüğü anda. Tüm bunlar seyircinin bilicine açık olarak ulaşmaz ama bilinç altına ulaşır.Şimdi filmin gidişatına uygun olarak anlam okuyalım:
Antonioni, ‘Cinayeti Gördüm/Blow Up’ adlı etkileyici başyapıtında renklerin ve sembollerin metaforların analizini inşaa eder.Filmin kahramanı Thomas ünlü bir moda fotoğrafçısıdır. Bir sabah parkta mutlu bir çiftin fotoğraflarını çeker ve stüdyosuna giderek bu fotoğrafları büyütür.Fotoğrafları sanki anlamı görmek için büyütmektedir. Göreceği bir şeyler olduğunu içsel olarak bilmektedir.Hedef kitleye ‘Burada bir anlam var ve az sonra ortaya çıkacak’ denmektedir.Bu ana kadar sıradan ilerleyen kurgu, sakinliğiyle böyle devam edecekmiş izlenimi uyandırır izleyicide/hedef kitlede.

Thomas, fotoğrafları renkli değil de siyah-beyaz çıkartır. Burada olayın gidişatından renklerin soluklaştığı, bunun da ortama daha çok uyacağı algısı yayılır. Çünkü renkli olan hayata aittir. Siyah beyaz ise soluk ve daha çok ölüme ve yaşanmayana/yaşamayana aittir. Alt anlamda hedef kitlenin bilinç altına, fotoğrafların renkli değil de siyah beyaz olarak çıkartılmasında aktarılan birincil olarak bu olacaktır.Ki bunun hiç de tesadüf bir açıklama olmadığını, tam da bu noktada yaşamayana dair olan bir iz yakalanacağını, az sonraki karelerde seyirci/hedef kitle de fark edecektir.Fotoğraflara bakıldığında park, albenisi/çekiciliği olan görünümde bulunmamaktadır. Muhteşem bir park hiç de göz alıcı görünmemektedir.Sakinliği, huzuru yansıtan iç ferahlatıcı güzellikteki park park fotoğraflarda hiç de öyle çıkmamıştır. Bu bir tesadüf müdür?

Çünkü rengin yarattığı aldatıcılık ve çekicilikten, alımdan bir o kadar yoksundur ve bu da fotoğrafa yansımıştır. Sanki ruhsuz ve tamamiyle ölüdür.Fotoğrafların sadece birinde ağaçların arasına gizlenmiş bulunan silahlı bir adam vardır.Thomas, dikkatle fotoğrafları incelerken bu durum gözünden kaçmayacaktır. Bir cinayetin olmadığını düşünür çünkü silah sesi duymamıştır.Lakin kendisini silahlı adamın fark etmiş olduğunu bu nedenle cinayeti de önlediğini düşünür ve bu yüreğine bir bakıma su serper.Çektiği birçok fotoğrafa tekrar tekrar bakar. Görmediği bir şeyi gözden kaçırmış olmak istemez. Lakin başka bir fotoğrafta bir ceset görünce yanıldığını far eder. Olayı anlamak için fotoğrafı olabildiğince büyütür.Fotoğraf epey büyüdüğü için nesneler değişmiş ve ressam arkadaşı Bill’in yaptığı tablolara benzemiştir.

Büyütülen fotoğraf arkadaşının ona gösterdiği resimle paralellik ilgisi taşıdığı gibi bir yandan filmde metononik bağ da kurmaktadır.Bill soyut resimler yapan bir ressamdır ve resimlerinde somut hiçbir nesne görülmemektedir. Aynı Thomas’ın büyüttüğü fotoğrafta da hiçbir şey belli olmadığı gibi anlamın da olmadığına alt anlama olarak atıfta bulunmaktadır.Yönetmen bu filmi için yine kendine has üslubuyla auteur olduğunu sergilemiştir: “Blow up’ta, Londra’nın başkaları için değil, benim için ne renk olduğuna karar verdim. Caddelerin rengini öyküye göre değiştirdim” demiştir.Bu filmde renklerden siyah beyaza doğru gelişen bir öyküleme içinde söylemini gerçekleştiren Antonioni, renk kullanımını filmin başında Thomas’ın stüdyodan ayrılıp otomobili ile antikacı dükkanına yol aldığı sahnede bilinçli şekilde düzenler. Bu kurgu da tesadüfi değildir.Renklerin nasıl değiştiğine bakacak olursak, şu sıralamayla karşılaşırız: Thomas siyah otomobili ile evinin önünden ayrılır ve ana yola çıkar. Kırmızı dükkanları geçer (Bahsedildiği gibi kırmızı tehlikeyi yansıtmaktadır). Mavi bir eve ulaşır (mavi evde durmaması mavinin onu bulmaması ve daha maviye ulaşmanın vakti olmadığının göstergesidir ki, buna da gösterge bilim denir. Anlam bilim ve gösterge bilim bir arada çalışır ve alış veriş yapar. Aynı post modernizm, yapısalcılık ve avangard üçgeninde olduğu gibi).

Thomas arabasıyla köşeyi döner, kahverengi tuğlalı evleri geçer (Nice güzel renkten geldiği nokta kahve rengidir).Bunun da anlamı geldiği noktada zor bir durum olduğu ve kaçacak yerinin az olduğuna işaret etmesidir ki, bunu bilinç altımızda fark ederiz.En sonunda ise siyah beyaz boyalı antikacı dükkanına ulaşır ve ‘şeyleri’ siyah beyaz görmek ister. Son nokta.Gelinen yer, sıcak bir park gezintisinden ve keyifli fotoğraf çekilen bir kesitten nereye taşındı? Cinayeti işleyen kişinin kendisini fark etmesi ile, Thomas’ın içini, hem tedirginlik hem de cinayetin sırrını çözme hevesi kaplamıştır.Lakin durum artık ilk parka gittiği kadar lekesiz değildir. Durum lekelenmiş, işin içine cinayet karışmıştır.İlk anlamda resimde görülen sadece leke olarak dururken alttaki anlamlarında lekelenen durumları sembolize etmektedir.Thomas’ın fotoğrafları da aynı arkadaşının resimleri gibi benekli/lekelidir ve bir şeye benzememektedir.Hem renkleri de güzel de değildir. Oysa ilk başta öyle olmadığı gibi renkler de güzeldi ve cinayete de henüz tanık olmamıştı. Filmde o sırada renklerin güzel olmasının sebebi cinayete de henüz tanık olmamasıdır zaten.Endişe ve cinayetin kanıtları arttıkça filmde renkler, semboller kullanılan alanlar da değişmektedir.Sonunda Thomas parka ve cinayet mekanına ulaşır. Baştan başa yeşil ve sakin olan park, Thomas’ın fotoğraflarına benzememektedir. Yeşilin içinde siyahı bulamayan Thomas kendisinin yanıldığını düşünür.

Çünkü fotoğrafı o denli büyütmüştür ki, siyah leke beyaza dönüşmüştür.Gerçeğe ulaşmanın, siyahla beyazı ayırmanın ne denli zor olduğunu ve belki anlamın kaybolan bir nesne gibi kaybolabileceğini, yanılabileceğimizi/gerçeğin dahi bizi yanıltabileceğini, bu noktada bu sembolle anlatır yönetmen.Gerçeğin ise, ayrıntıların içinde kaybolduğunu, son karede siyahın içinde beyazın kaybolması ve artık beyazın da görülmez olmasıyla aktarır hedef kitleye.Çözmeye çalıştığımız gizin içinde kendimiz dahil hiçbir şeyi bulamayacağımız tehlikesini de karede kaybolan kahramanı gördüğümüzde alt anlam olarak anlarız.SİNEMADA AUTEUR:
Baştan sona filminin her alanıyla kendi uğraşan yönetmendir. Senaryosunu da kendi yazar, kurgusunu da kendi yapar.Oyunculara müdahale eder. Her şeyde parmağı vardır. Ekip varsa da filmde diğer filmlere nazaran daha pasifize edilmiş bir ekiptir. Bunun yanı sıra auteur olmak için bu kadarı yetmez.

Diğer yönetmenlere, ardındaki nesle öncülük etmesi ve bir ekol yaratması gerekir. Çoğu yönetmen bunu kasıtlı yapmaz.Çoğu yönetmen auteur olmak için yola çıkmamıştır ama diğerleri onlara o bir auteur demiştir. Antonioni ise baştan sona bir auteur’dur.SİNEMADA ANLAM NASIL SERPİŞTİRİLMİŞTİR?
Filmleri tamamıyla anlamla dolu olan Antonioni ekme yapmayı da ustalık haline getirmiş bir yönetmendir.En önemli özelliklerinden biri sesi değil sessizliği çok iyi şekilde kullanmasıdır. Aksiyondan daha etkili ve belki vurucu olanın sessizlik olduğunu ispatlayan yönetmendir.Kimi zaman da eylemin değil tersine eylemsizliğin kişiye ızdırap verdiğini, izleyici koltuğunda oturana yaşatandır Antonioni…Filmlerini simgeler üzerine kuran yönetmen bunu hiç de sıkıcı olmayan bir yöntemle yapmayı başarmıştır.İlk anlam olarak turuncu gömlek giymiş bir erkek turuncu giymiş bir erkektir bu kadar ama alt anlamda şehvetini açığa çıkarmasına ramak kalmış erkek demektir. Çünkü turuncu seksin ve üremenin rengidir.Kemeriyle oynayan adam sadece kemerine dokunuyor görünecektir üst/birincil anlamda, lakin alt anlamda ise filmde seks yakın demektir.Yönetmen ekme yapıyor, gelecek sahnelerde seksle ilgili bir durum var demektir. Yani bu da biçme olacaktır. Ekme gizli haber demektir bir nevi. Biçme olayın gerçekleşmesidir.

Ayaklarını çapraz yapıp oturmuş kadın sadece öyle oturmayı seven bir kadın olarak görünebilir. Bu üst anlamdır. Alt anlamda ise, kendini açmak, sır vermek istemeyen, kendini korunmasız ve savunmasız hisseden, ortamda güvende olmadığını hisseden kişidir.Hedef kitle bu oturuşu, o an sadece öyle olan/öyle oturan/başka bir anlamı ihtiva etmeyen bir kadın olarak algılarken üst anlamda; alt anlamda tedirgin bir durumun yakınlaştığını bilinç altında hissedecektir.Örneğin kötü bir şeyden bahsederken kendine dokunmayan kahraman, sevdiği ya da iyi bir şeyden bahsederken bir şekilde kendine dokunur. Kafasını ya da çenesini kaşıyabilir. Saçını ya da gömleğinin yakasını düzeltebilir. Maksat kendine dokunmasıdır.Bu ne demektir? Hedef kitle şu iletiyi alacaktır: İyi bir konudan söz ederken kendine bir şekilde dokunan kahraman, iyi durumla kendisi arasında paralellik kurmaktadır.Aynı şekilde hoşlanmadığı ya da kötü bir durumdan bahsederken kollarını açan kahraman bunu doğal ve bilinçsiz gibi yapsa da; durumla/kötü olayla kendisi arasında karşıtlık ilgisi kurmaktadır.Üst/birincil anlamda, hedef kitle kahramanı o an için sadece öylesine hareket ediyor görse de, alt anlamda durum öyle değildir.Alt anlamda kahraman kollarını açtığında kötü bir şeyden bahsetmektedir ve kötü bir şeyin kahramanla ilgisi yoktur.Kahraman iyi bir durum/fikirden bahsederken bir şekilde bedenine dokunur ve böylece hedef kitleye ulaşan iyi şeyle kahramanın paralellik ilgisi taşımasıdır.Bu durumda diyelim bir cinayet filmi izliyoruz, kahraman iyi bir şeyden söz ederken kendine dokunuyor. Fakat buna karşın kötü bir durum ya da fikirde dokunmuyor.Devam edelim örneğimize, renklerin seçimi kasıtlı kullanılmış: Yeşil bir ortamda sakin yaşayan, mülayim görünümlü bir karakter…Hedef kitle bu anlamlardan etkilenerek doğal olarak, bu kahramanın cinayeti işleyen olduğunu bırakın; kahramanın cinayeti gören dahi olduğunu tahmin etmeyecektir.Bu durumu en iyi kullanan isimlerden biri de Alfred Hitchkok’tur. Kuşlar filmi tamamen bu öğelerle bezenmiştir. (Kuşlar filmine de ileride değinilecektir.)Antonioni’nin filmlerinde simge/anlam bilim bilmeyen filmi beğenir çıkar gider. Anlam bilim bilenler ise filme aşık olup çıkar. Aradaki fark budur ama kimse sıkılmaz filmlerinde.Bu anlamda filmlerini her kesime izlettirebilmesi bakımından, eserleri klasik bir Avrupa sanat filmi formatındadır diyemeyiz.Renkler, semboller, kullanılan mekanlar, kişi seçimi, karakterin saçını neden öyle topladığı, konuşma tarzı, sesler; tüm bunlar bilinçli seçilmiştir filmlerinde.Örneğin renklerin değişimi öykünün kurgusuna göre değişmektedir.

Renkler film kurgusuna göre nasıl değişir? Film sakin bir ortamda başlar. Kahramanı geniş parkta dolaşırken görürüz. Kuş seslerini duyarız. Sakinlik ve huzur içimize işleyen ilk etmendir ki, istenen de budur.Filmin sonlarına doğru kreşendo yükseldiğinde renkler değişir. Karelerde gördüğümüz yeşilden daha çok kırmızıdır. Yalnız yönetmen bunu doğal bir şekilde yapar.Kahraman şehirde dolaşırken sık sık kırmızı çift katlı otobüsler geçer. Kırmızı elbiselerin olduğu vitrinlerin önünden geçer, kalabalığa ve gürültüye karışır ve ardından kırmızı telefon kulübesine girer.Anlam okuyalım: Kulübe kapalı alandır, tehlike anında küçük, dar, kapalı ve kırmızı bir alana girmesi ve bunu o an zorunlu olarak yapması izleyicinin bilinç altına; “kahraman tehlikede” sinyalini göndermektedir.Oysa üst anlama göre kahraman kalabalıktan aceleyle geçerek kulübeye telefon etmeye girmiştir. Bu kadardır. Fakat alt anlamda ise bu kadar değildir. Olan, kahramanın tehlikede olunduğudur.

ANTONİONİ’NİN KARAKTERLERİ VE YAPI ÇÖZÜMÜ
Veysel Atayman çok güzel bir tanım yaparak ‘Ben kimim diye değil sen kimsin’ diye sorduğunu söylüyor Antonioni’nin.

Ve filmin iddiası da şu şekilde gerçekleşiyor: Kendinden kaçan burjuvazi, Blow Up’ta kendini değil ama karşıdakini sorguluyor.Acaba gördüğü yansımada kendini de bulduğu oluyor mu? Ya da kendini sorgulamaktan bu denli uzak olduğu için mi Antonioni’nin karakterleri bu denli mutsuz?Bu yüzden her şeye eşya/nesne gözüyle bakıyor ve öyle davranıyorlar. Blow Up’ta kahraman, mankenlere cansız manken muamelesi yapmaktadır.Mankenler, duygusuz ve ruhsuz, sadece eşya gibi bir yerlere yığılmış et parçalarıdır. Hatta kahraman Thomas bir tül parçasına daha fazla tutkundur bir kadının ahenginden. Kadınlar, o denli artık eşya olmuştur kahramanın gözünde…İlk/birinci anlamda sanayileşmenin ve yüzeyselleşmenin nasıl hayatımızın her alanına girdiğini ve içselleştirdiğimizi ve bir süre sonra da kanıksayıp pekiştirdiğimizi artık sorgulamaktan çıkan bir hal aldığını dile getirmektedir.
İkinci anlam:Yalnızlaştığımızı, artık birbirimizle dahi konuşamadığımızı, kendimizle hiç konuşamadığımızı aktarır.
Üçüncü anlam: Heyecanı, tutkuyu, coşkuyu başka şeylerde arar oluruz. İlgi kendimiz dışına yönelmiştir.
Dördüncü ve bilinçaltı anlam: Bu yüzden filmde kahraman arkadaşının resmi ile kendi fotoğrafı arasından paralellik ilgisi kuruyor.
İlgisi yine kendi dışındadır. İlgi duyması gereken bir hayatta yaşadığından onu çekecek bir şey de olmalıdır.İlgi doğal olarak dışarıya kayıyor. İzleyicinin fark ettiği kahramanın iki obje arasında benzerlik bulmuş olduğudur. İzleyicinin bilinç altına ulaşan ise, bir şeylerin farkına varan kahramanın iz üzerinde olduğudur.

ANTONİONİ’NİN OYUNCULARI VE OYUNCULARININ ROL YAPMASININ ÖNÜNE GEÇMESİ
Çok ilginç bir hikâyedir. Kahraman senaryoyu görmek ister. Sevgili Antonioni hayır der. Oyuncu ‘Ben ne oynayacağım? diye sorar. Antonioni hiçbir şey söylemez.Antonioni’ye oyuncu sorar, ‘Benim rolüme hazırlanmam gerekmiyor mu? Ezber yapmam lazım. Ruha girmem, o karakteri analiz etmem, o karakterin nasıl bir dünyası olduğunu düşünmem gerekiyor’ der ve ekler:‘Bu filmi kabul etmem için dahi bu gerekli, daha ne oynayacağımı bilmiyorum. Nasıl kabul edebilirim ki? Bana hiçbir şey anlatmadan benden nasıl bir oyunculuk bekleyebilirsiniz ki? Ve bunun sonucunda nasıl bir başarı bekliyorsunuz benden, hiçbir şey anlamıyorum.’Antonioni oyuncuyu tamamıyla dinledikten sonra sakince, ‘İşte bunun için öğrenmeni ve kafanda hiçbir şey kurmanı istemiyorum. Sadece o saatte sete gel. Senden istediğim bu.’Oyuncu kafası karışmış şekilde yönetmenin yanından ayrılır.

Çekim günü, Antonioni oyuncuyla hala ilgilenmez. Sahnesi geldiğinde Antonioni oyuncuya ‘Şuradan sahneye gir, şunu de, şöyle de’ der. Olmazsa anlatır. Bu kadar.Filmi oyuncunun yönlendirmesini istemez ve buna karşı çıkar. Film benim filmim, oyuncunun değil der. Filmi yönlendirecek olan da yönetmendir Antonioni’ye göre.Filmin konusunu dahi sır olarak kimseyle paylaşmaz sette. Kimsenin etkilenmesini ve role girmesini istemez.

Yazar Eric Morris ve Joan Hotckis de aynı Antonioni gibi düşünmektedir. Oyunculara konservatuarın ilk sınıfında ilk önce öğretilenlerin bu olduğunu aktarırlar kitaplarında.Ayrıca Stanislawski’ye göreoyunculuk, oyuncunun psikolojik yapısından oluşan duygu ve düşüncelerin sahne üzerindeki fiziksel yansımasıdır.Fakat öğrenilmesi gereken şudur ki, Stanislawski de ‘rol yapmayı bıraktığınız an asıl oyunculukla tanışıyorsunuz’ der.Bu nedenle Antonioni, hem Eric Morris ve Joan Hotckis hem de Stanislawski ile paralellik ilgisi taşımaktadır. Oysa ki ilk etapta Stanislawski ile kesinlikle bir karşıtlık ilgisi taşıyacağını düşünenler olacaktır.Oyuncu hisseder ve yansıtır felsefesini benimser Stanislawski. Oysa görülen o ki, bırakın oyuncunun hissetmesini daha oyuncunun ne oynayacağı hakkında bilgi sahibi olmasını istemeyen Antonioni’dir ve burada nasıl bir paralellikten söz edilebilir ki?

Stanislawski tümden gelim yaparken Antonioni parçadan bütüne gidiyor. Ama aynı yerde karşılaşıyorlar. Nasıl?Stanislawski, ‘hisset ve sahneye çık’ der. Antonioni ise ‘ben söylerim ve sen o zaman hissedersin’ der. Oyuncunun hazırlanmasına izin vermemesinin nedeni ne? Rol yapmasın diye.Stanislawski ne der? ‘Samimi ol, sen ol, içindeki sen ol ve onu dışarı çıkart’. Antonioni bunların hiçbirini söylemez oyuncuya, ‘oynama’ der sadece.Hatta bunu bile demez.

Antonioni sadece ‘şunu söyle, böyle söyle, şöyle bir ruh haliyle söyle’ der.Klasik yaklaşımda, oyuncu oynayacağı karakteri ne denli benimserse, oyun başkalaşır, oyuncunun kafasındaki karakter filmde izlediğimiz karakter olur.Oysa ki, Antonioni bu görüşe baştan karşıdır. ‘Şekillendirme kafanda’ der.Hatta oyuncunun rolü kafasında şekillendirmeyeceğine güvenmediğinden de hiçbir bilgi vermez son ana kadar.Fakat Antonioni’nin profesyonelliği şurada ortaya çıkar: Bu üslupla çekilen bir filmde oyunculukların yüzeysel olmasını bekleriz. Oysa sonuç öyle değildir ve bu özelliğini bilmiyorsak yönetmenin, Antonioni oyuncularının daha önceden senaryoyu okuduklarını ve hatta ezber yaptıklarını düşünüyor olmamız normaldir.ANTONİONİ’NİN FİLMLERİNİ NASIL ÇEKİYOR? SAHNE SEÇİMİ NASIL?
Acaba, filmlerinde Antonioni’nin oyuncunun yönlendirmemesi üzerine çalıştığı ve beraberinde oyuncuyu oynamamasına yönlendirişi gibi; sahne ve mekan kullanımı da değişik midir/başka mıdır? Antonioni filmlerinde sahne kullanımını şöyle açıklıyor:‘Kimi yönetmenler önce bir öykü anlatmaya karar verir, sonra da bu öyküye uyacak dekoru seçer. Ben tam tersini yaparım; çekmek istediğim bir manzara veya bir yer vardır, bu manzara veya yerden filmlerimin konusunu çıkartırım.’SİNEMADA METONOMİK BAĞLAR
Bir eşarbın kullanımı Antonioni filmlerinde metonomik anlamlar taşıyabilir ki, muhtemelen öyledir.Siz bir şalı bir kadında gördünüz diyelim, filmin sonlarına doğru aynı şal ya da benzer bir şal diğer bir kadındadır. Bu ne anlama gelir? Öykünün diğer kadın tarafından anlatıldığı bölüme geçilmiştir.

Bu meta şal olmak zorunda değildir. Herhangi bir nesne, bir pervane dahi olabilir. Absürd de olabilir ama dikkat edilmesi gereken, daha sonra o ya da benzer bir öğenin metonomik bağ olarak kullanılıp kullanılmadığıdır.İşte o zaman anlam da değişmekte ve ortaya yeni bir anlam çıkmaktadır.Bir yandan anlam değişirken diğer yandan önceki anlam pekişmekte ve ikinci anlamla örtüşmekte ve paralellik ilgisi kurmaktadır.Bu arada diyelim iki ortada öğe var. Bunlar filmdeki gibi sanat aracı fotoğraf ve resim olsun. Paralellik ilgisi var. İki metonomik anlam nasıl olur?Eşyalar birinden diğerine geçer. Burada her zaman metonomik bağ var mıdır? Buna bakmak lazımdır, durumun gidişatı nasıl, gerçekten anlam değişiyor mudur?BİRBİRİNİ ÖRTÜYOR MU, PEKİŞTİRİYOR MU YOKSA ANLAMLAR ARASINDA KARŞITLIK İLGİSİ Mİ KURULUYOR?
Şal örneğinden devam edelim; birinci kadında mor bir şal gördük. Filmin devamında bambaşka bir karede ve bambaşka karakterlerde benzer mor bir tül gördük.Bir, anlatımın bu karakterlere geçtiğini belirtebilir ki, buna metonomik bağ dendiğini belirtmiştik.KARŞIT ANLAM YARATMAK
İkincisi karşıt anlam yaratabilir? İlk kadın çok mutlu ve huzurlu bir karakterdir diyelim. Hayatında tehlike yoktur.İkinci karakter ise bambaşka ve karşıt özelliklere sahip olduğu gibi hem hayatı altüst olmak üzere olabilir hem de hayatının tedirginlikler üzerine kurulu olduğunu anlatmak amacıyla ve aradaki uçurumu ve tam anlamıyla bağsızlığı anlatmak ve bu noktaya dikkatleri çekmek için de bu metonomik bağ kullanılmış olabilir.FİLMİ OKUMAK
İşte tam bu noktada filmi okumak lazım. Nasıl okuruz? Gidişata bakılır. Karşıtlık mı yoksa paralellik ilgisi mi kullanılmış?Kullanılan paralellik ve karşıtlık ilgisi bir bölümde mi yoksa filmin tamamına mı yayılmış unsurlardır? Hangi sahnelerde hangi unsurlar ağırlıktadır?Paralellik ilgisi kurulan noktaların birleştirdiği anlamlar nelerdir? Karşıtlık ilgisi kurulan noktaların birleştirdiği anlamlar var mıdır?Örtüştüğü noktalar nerelerdir? Tüm bunlar sıralı mı devam etmektedir?Sıralı devam etmiyorsa, diyelim atlayarak gitse de sahneler arasında yine bir anlam ilgisi var; o zaman bu sıralamanın altında bir anlam olmalı. Buna bakmak lazım. Bir bakıma şifre çözmek gibi.Peki, paralellik ve karşıtlık ilgisi kurulan noktaları topladığımızda ortaya çıkan başka bir metonomik bağ var mıdır?Yani tüm paralellik ilgisi anlamlar ve karşıtlık ilgisi kurulan anlamlar karşı karşıya getirildiğinde bunlar bütünlük mü oluşturmaktadır yoksa parçalı anlamlara mı sahiptir yoksa bunlar da kendi aralarında karşıtlık ilgisi mi oluşturmaktadır?ANLAMIN İÇİNDE SAKLI KAVRAMLAR
Bunlara bakıldığında her hangi bir objenin nerede metonomik bağ olarak kullanıldığı ayrıca hangi nesnenin karşıtlık ya da paralellik içinde bulunduğu ortaya çıktığı gibi bu metonomik bağlar başka bir amaca da hizmet edebilir. O da şudur ki bu bir kavram da olabilir.Örneğin dini inanışları da sembolize eden bütünsel bir kavram olduğu gibi daha öznel, kahramanın geçmişinden bir anıyı sembolize de ediyor olabilir.Bu noktada eğer dini bir kavramı sembolize ediyorsa ulaşacağı anlam daha farklı olacağı gibi öznel anıları gün ışığına çıkartan bir obje konumunda olduğunda; anlamı hem seyirci için, hem kahramanın kendisi için hem de yönetmen için değişecektir.Dini bir sembol kullanıldığında bu filmin tamamını ifade eden bir kavram olabilir. Ki, bu çoğunlukla alt anlamda verilecektir. Yalnız kişinin öznel dünyasına ait bir obje ise sadece o insanı anlatan bir metonomik bağ olarak kullanılması daha büyük bir olasılıktır.

Böyle bir durumda dahi kahramanın iç dünyasıyla özdeşleşemeye girecek olan izleyici, kendini objede bir renk olarak bulacaktır ve çoğunlukla seyirci koltuğunda otururken bunun farkına dahi varmayacaktır.Metonomik bağlar korku filmlerinden, psikolojik yapımlara kadar her dalda kullanılmaktadır. Bunlar derin anlamları beraberinde sürüklerken aksiyonun kopmasına neden olmadıkları gibi sürükleyiciliği de pekiştirmektedir.Hatırlayacaksınız, bu anlamların ve metonomik bağların bolca kullanıldığı etkileyici bir film olarak hafızalara kazınan bir isim de güncel bir örnek olarak Da Vinci Şifresi’dir.

notlar:- Aklınıza takılan sorular olabilir: Bu soruların tümü 1. bölümde açıklanmıştır. Lütfen sorularınız için, ‘Her Yönüyle Dünya Sineması’ yazısına bakınız.-Yasal Haklar: Kaynak gösterilsin ya da gösterilmesin, hangi dilde olursa olsun içeriğin bir kısmı ya da tamamının kullanılması yasaktır. Bu yazının yasal hakları www.hafif.org ve Astral’a aittir. Bu madde, altında yazmıyor olsa dahi, Astral’ın tüm yazıları için geçerlidir.