Gabor Dvornik, Macaristan
Gabor Dvornik, Macaristan

Asılı, yükleniyor hayat girdaplarına.Bir dönüyor, bir duruyor, baş aşağı dünyaya Leyla Leyla bakarken. Çoktan göz yaşları akmışken, kurumuşken; ruhu kurumuş bir okyanusken…Hala onu bekliyor, istiyor, söylemiyor; söylemeyecek; kendine dahi. (!)Son nefesini ruhundan evrene üflerken, ‘Şimdi zaman bir kuru yalan.’ diye tekrarlayıp duruyordu, terler içinde kalmışken; kendinden geçmişçesine, gözlerini bir noktaya dikmiş, burada değilmiş ve gördüğü başka bir evrenmiş gibi söylendi söylendi durdu, zaman tersine akarken…Elinde bir kum saati, sımsıkı tutmuş zamanın akmasını engellemek için deviniyordu. Sözcükler onu çoktan terk etmiş ve o ruhunu terk etmek üzereyken ısrarla, ‘Şimdilerde yalnızca unutulmuş bir metin olduğunu hatırlamaya çalışıyordu; gümüş kordondan koparken üzülmemek için…Ve gözlerini diktiği boşluğa bakıp devam ediyordu mırıldanmaya sessiz ve kederli; ‘Şimdi zaman bir kuru yalan…’, ‘Şimdi zaman bir kuru yalan…’, ‘Şimdi zaman bir kuru yalan…’Asılı duran yalnızlıkta kendini boşluğa bıraktı. Sessizliği çığlığa çarptı ve yüzlerle karşılaştı, ‘Tarih akan bir yaraydı.’ Ve o bunu bilmiyordu, sapık ve zalim ruhlu kadının elinde oyuncak gerçeğe dönüşüyordu… Gün henüz ağarmamıştı…Gün ki, gerçeği saklayan, sırları gömen, dokuyu ve imgeyi mesafenin çok ötesinde bırakan gün; çoktan planını kurmuş, kuruntularından kaynattığı çörek otlarını serpiyordu ışığa. Ve bu olanaksız sürecin başlangıcına siper olur gibi akıyordu, duruyordu, bağırıyordu, susuyordu; gizlice… Kabuğundaymış gibi ve belirsiz, pusuda…Hangi realiteydi bu, beni sana bağlayan, gerçeği dışlayan, gerçeği yok eden, beni ayaklarımdan tavana asan; asalak ve sırılsıklam bırakan tutsaklık? Hangisiydi ki, düşlerime artık inanmayı bir yana bıraktığım, ekran karmaşasında hayatlar alıp elimize, suyunu sıktığımız ilişkilerin ağında kendi iç sularımızı emip, yarasa düşler sahibesi yokluklarda; çoktan etkileşen dünyada sahne ve salonun birbirine karıştığı sıkışmışlığı içimize çekiyoruz; söylesene hangisiydi?Sessiz ve kederli mırıldanmaya devam ediyordu; ‘Şimdi zaman bir kuru yalan…’, ‘Şimdi zaman bir kuru yalan…’, ‘Şimdi zaman bir kuru yalan…’ Sessizliği çığlığa çarptı, bir kuşun şarkısı oldu, denizin suyunda tuzlu bir köpükdü, dilde hiç mi hiç unutulmayan yıllar önce sevgilinin berrak tadıydı asırlardır…Sustu. Zaman sustu. Çığlık şimdi şiirdi, kalbe aktı. Ki, aslında gizli bir zehirdi; matemli, insana aitmiş gibi görünen, başı boş bir kıvılcım gibi tehlikeli ve ansızdı… Bir o kadar önemsiz, asılsız, isimsiz, iz’siz…Hiç dokunulmamış ve unutulmuş gibi. Ve aslında baştan yalanmış gibi…Sessizliği beton çığlığa çarptı. Avucuna kapatıp, sımsıkı tuttuğu, terinden ıslanmış ve mavi mürekkebin dağılmasından zor okunan yazı da hala sözcükler fışkırıyordu geri kalan kimsesizliğe; gerçeğe hesap sorarken- son kez; ‘Şimdi zaman bir kuru yalan…’1- (Yazılar herhangi birine yazılmamış olup, hayal gücünün özgür uçuşlarıdır.2- Yasal Haklar: Kaynak gösterilsin ya da gösterilmesin, hangi dilde olursa olsun içeriğin bir kısmı ya da tamamının kullanılması yasaktır. Bu yazının yasal hakları www.hafif.org ve Astral’a aittir. Bu madde, altında yazmıyor olsa dahi, Astral’ın tüm yazıları için geçerlidir.)