Ne zaman bir ekmek fırının önünden geçsem sıcak ekmek kokusu çocukluğuma alır götürür beni. Gözlerimde eski günlerin anısını taşıyan bir dizi siyah beyaz fotoğraf karesi kalır. Minicik avuçlarımda ısıttığım bozuk paranın karşılığında sımsıcak ekmeğin köşesinden koparıp ısırışımdır o koku…Ekmek fırının yanı başında bekleyen yoksulluğun kirli elbiseleri düşer usuma. Bir dilencinin yalvarışını yıkar omuzlarıma bir dilim ekmek için.Küçük botlarımın karda bıraktığı izlerin üşümesine inatla yürürüm aynı yolu. Hala bilirim ki taze ekmek sabaha katılan keyiften öte mutluluğun zihnimdeki imajıdır.Apartman merdivenlerini tırmanırken yaşlı komşumuzun çoktan kalkıp ocakta kaynatmaya başladığı ayva reçelinin tarçınla buluşma serüvenidir o koku…Ayak parmaklarımla yükselip evin ziline basarken açılan kapıda beni karşılayıp “ah kuzucum bize taze ekmek almış” diye yanağımdan öpen sütninemin boynundan burnuma sızan şefkatinin kokusudur o.Çay bardağına kendini bırakıveren damlalar, birkaç zeytin tanesi ve çilek reçelinin dudak kenarımdaki renkli, muzip, coşkulu gülüşüdür o koku…Sabahın en sessiz saatlerinde ta geceden yoğrulan hamurun emek ve çileye hükmeden kutsallığı fırıncının ellerinde nimete dönüşürken uyanırım insan olmaya. Sıcak ekmeğin üstünde eriyen tereyağı gibi dağılırım bu kokuyla.Sabah yüzüme değen ilk su damlasının tenimde dans eden buluşmasıdır sabunla… Babamın sinekkaydı traşı, annemin lavanta kolonyası ve ocakta kaynayan sütün akşama dondurma olma ihtimalidir bu koku…Bir kokusu vardır sabahın derinden duyabilenler için. Güneşin ışıkları uzaktan yansırken sokaklara aydınlanan odaların, açılan pencerelerin, pencere önünde güneşe uyanan çiçeklerin kokusudur bu.Artık hiç alamadığım…