İç seslerimiz sustu artık. Yerlerini cep telefonlarından yükselen melodiler aldı. Durmadan birileriyle konuşurken, duymaz olduk çoktandır içimizi… Hatta varlığını bile unuttuk.Sadece başkalarıyla biraradayken… onlardan yansıyan şeylerde bulur olduk ‘ben’ denilen o şeyi. Yalnız kaldığımızda hemen saklanıveriyordu bizden… Güneşini kaybetmiş bir gölge gibi birden yok oluyordu.Çünkü cep telefonlarımız susmuyordu hiç!.. Bizi kendimizle yalnız bırakmıyordu. Oysa O’nu tanımak için… susturmalıydık sesleri. Zaten hep birileriyle birlikte değil miydik gün boyu?! Hep başkalarıyla var olmuyor muyduk? Onların yüzlerindeki bir ifade ya da seslerindeki bir anlam, bizden bir parça olmuyor muydu onlardan bize yansıyan? Kendimizi herkeste buluyorduk da bir tek kendimizde bulamıyorduk.Oysa sesler sussaydı bir süre, belki yeniden ortaya

çıkardı o ses. Hep başkalarına kulak verdiğimiz için küsmüş, konuşmayı unutmuş olsa da, bu sessizlik konuşacak cesareti bulmasını sağlayabilirdi belki de. Konuşmaya başlardı derinlerimizde… Bize uzun uzun anlatırdı oradan nasıl göründüğümüzü. En gerçek yansımamızı gösteren bir ayna olurdu bize.O zaman başka aynalara bu kadar gerek duymazdık. Başkaları olmadan da görebilirdik kendimizi. Kendimizi gördükçe, gölgemiz çekilirdi karşımızdaki yüzlerden. Karşımızda yepyeni yüzler görürdük. İlk kez karşılaşmışçasına yabancı… Ama çok daha ‘gerçek’ öncekinden…Gerçek insanlarla dolu olurdu çevremiz. Onlardan biri de biz olurduk.