ankarada işler acayiptir. insanlar bir yandan uluslararası silah ticareti yaparlarken, aynı kişiler bir yandan da barış girişimlerinde bulunmaya çalışırlar; global barış planları yaparlar. bir ara part-time böyle bir şirkette çalışmıştım, barış sırasında silah satıp, kullanım aşamasına gelindiğinde panikleyen patronların ikili yaşamlarına tanık olmaya içim çok elvermedi.
Hic de eline saglik diil; hatta elinin hamuruyla savas islerine de karismis derim. ‘Her kosulda savasa karsi’ Ece Hanim. Savasa prensip olarak karsi. Kaka savas, pis savas.
Zaten her tarafimiz hayatta eline silah dahi almamis ‘askeri stratejistler’le doldu su siralar. Bi de basimizda Ece Hanim eksikti; o da gelmisler.
Bu ulkenin silahli kuvvetlerden baska guvenecek hic bi b..u olmadiginin farkindalar mi acaba? Bu kuvvetlerin aslinda cok daha fazla guclu olmasi gerektigini anlayabiliyorlar mi acaba? Eger su anki askeri seviyenin cok daha ustunde olsaydik, bu kapimizdaki savastan kolaylikla kacinabilecegimizi idrak edebiliyor mu acaba?
Hayir, hic birinin farkinda diil; ucuzundan savas aleyhtarligi yapiyor.
Evet Irak savasina dahil olmamamiz lazim; hatta abd’ye yataklik da yapmamamiz lazim. Ama savas kotu bi sey oldugu icin diil; bu savas bize daha da kotuluk getirecegi icin; bizim zararimiza olacagi icin.
Irak’ta, Filistin’de ve dünyanın ve ülkemizin kimbilir nerelerinde kaç sevgili huzur içinde kucaklıyor birbirini? Kimbilir kaç tanesi yanında yatanı bir daha toprakta görmeme arzusuyla sıkı sıkı sarılıyor…
Savaşa karşı çıkalım…
Sevdiklerini kaybedenler için…Kaybedecekler için..Kendimiz için…Laf olsun diye değil, vicdanımızı rahatlatmak için değil, sadece insan olduğumuz için…
Askeri kapasitemizin üstünde de olsak bu savaştan kaçamazdık bir.Ayrıca şu anki askeri kapasitemizin farkında değilsiniz herhalde. Bütçenin ne kadar büyük bir oranın askeri harcamalara gittiğinin de..Yine bu askeri harcamaların büyük bir bölümünün ABD’nin cebini doldurduğunun da..Savaşa girmemiz askeri gücümüzle değil, ne büyüklükte ve ne etkiye sahip bir devlet olmamızla ilgili. Elinizin hamur tutmadığı belli ama silah tuttuğunda ne yapacağı düşündürücü…
2. dünya savasi sirasinda ADB hükümeti ismet pasaya savasa katil diye cagrida bulunmuslardi fakat ismet pasa bu talebi red etti.Bu gün dünyaya baktiginizda dünyanin teknoloji ve sanayii devi ülkelerinin hepsinin 2. dünya savasina katilan ülkeler oldugunu görürsünüz.Bütün savaslarin 2.sinin bir kazanim oldugu gercegi-kazanan icinde kaybeden icinde-bir tesadüfün cok ötesinde bir seydir..bu konu ayri bir tartisma dogurur o nedenle girmiyorum ama sonuc olarak bir savas yani basinizda cereyan ediyorsa taraf olmak zorundasiniz binaenaleyh TARAF OLMAYAN BERTARAF OLUR…
Petrol kaynakları ve bunun gibi kapitalist ve somurgeci zihniyetle onursuzca savasmaya hayır..Turk askerinin kanı ABD icin akmayacak!!!Bizim savasımız bu olmalı..
“Evet Irak savasina dahil olmamamiz lazim; hatta abd’ye yataklik da yapmamamiz lazim. Ama savas kotu bi sey oldugu icin diil; bu savas bize daha da kotuluk getirecegi icin; bizim zararimiza olacagi icin.”
Yani lehimize olacağını bilsek; emperyalist politikalar gütmek, başka bir ülkeyi işgal etmek, sömürgeci olmak için yapılan savaş iyi bişey mi olacaktı? Yok öyle bişey.
Savaşın kaçınılmaz bir olay olduğunu tarih ispatlamış, bu nedenle hiç savaşsız bi dünya hayal etmek ağlak bir iyimserlik olur, ama bu gerçek hiç bir zaman savaş ile ulaşılmak istenen amaçları meşrulaştırmaz, e biz de mutlaka savaşmak zorundaysak, alçaklığa karşı savaşalım o zaman, af buyrun ayaktasigilmekten yeğdir.
Hatta insanlik onuru savasi yenecek; sevgililer rahatlikla duzusebilsin; cocuklar seker de yiyebilsin; kahrolsun kapitalist duzenin su nahos taraflari; yasasin barisci olmanin sosyal rahatliklari falan da diyelim.
Valla cok uzucu goruyorum durumlari. Kendisini her konuda sadece sloganlarla, kliselesmis kelime sekanslariyla ifade edebilen, hicbir meseleyi ayrica dusunme zahmetine katlanmayan, insanlik onuru gibi buyuk laflari bir cirpida soyleyiveren gencler…
Askeri gucumuz hususunda yorum yapan Klimt kardesim ‘onemli olan ne buyuklukte ve etkide bi devlet oldugumuz’ demisler. Hadi ya. Bu hic aklima gelmemisti. Size soyliyim: gayet kucuk ve etkisiz bi devletiz; sadece silahli kuvvetleri is yapabilecek bi devletiz; askeri anlamda pakistan ve iran’dan bile daha iyi diiliz. Ama isterseniz Yeni Zelanda gibi ordumuzun muhim bi kismini lagvedelim; boylelikle uluslararasi silah tuccarlarinin cebini doldurmak durumunda kalmayiz; ve hatta o paralarla ac insanlarimizi doyurur, bahtiyar bir sekilde yasariz.
Savas denilen vaziyet, insan ortaya ciktigindan beri, pardon ilk canli olustugundan beri var. Ve hep olacak. Insanin bilesiminde bulunan, onun unsuru olan bir hal. Yani ‘insan oldugumuz icin savasa karsi duralim’ lafinin nerdeyse tam tersi dogru. Bu savas bizim savasimiz diildir diyebiliriz; demeliyiz. Ama savas kotudur, baris iyidir diye bi onerme olamaz.
Lesclay. kardesim ise ‘lehimize olacagini bilsek emperyalist, somurgeci ve isgalci mi olacagiz’ diye sormuslar. Ohmm, iyi bi soru. Kivirtmadan cevap veriyim: evet. Ama sunu da ekliyim musaadenizle: yeryuzundeki butun devletler tarihte ve bugun zaten bu konumdadirlar. Gunumuzdeki modern ifadeler (emperyalizm vs.) bizde urkuntu yaratabilir; ama biz de diger milletler gibi kendi varolusumuzu ve devamliligimizi, bazen digerlerinin cani-topragi pahasina surdurmeliyiz.
sayın baby700…en büyük sizsiniz. Türkiye’de mi yaşıyorsunuz? Bu ülkenin şimdiye kadar neye yatırım yaptığını zannediyorsunuz. Cebimden/eğer türkiyede yaşıyorsan senin de cebinden çıkan verginin nerelere harcandığını bilmiyor musun?
Dün akşam çekilen şans topu sonuçları verilirken alt yazıda paraların ne şekilde bölüşüldüğü de yazıyordu. Bilin bakalım en büyük pay nereye gitti?
Evet, Türkiye bu savaşa girmek mecburiyetindedir. Bu kadar borçtan sonra nasıl bağımsız karar verebilirsin ki? Hem bir de bak 20 milyar dolar verecekmiş amerika bize. ne güzel di mi? Bu para da ne kadar asker ölecek, ne kadar zarara gireceğiz biraz olsun anlatıyor. Zira sam amca haybeye para vermez.
Ben bir savaş karşıtıyım. insan öldüremem. Öldürene nasıl laf anlatabilirim ki?
22 Aralık 2002 tarihli Aydınlık Dergisi’ndeki başyazısı
Vurula kırıla küreselleşiyoruz
*Hükümet ABD’nin denetiminde, Ordu millî… Bu mu AKP’nin iktidara gelmesiyle kazanılan “istikrar”?
*Devlet bölünmüş, bir kısmı Türkiye’yi tehdit eden güçlerin eline geçmiş ve gafiller “istikrar geldi” diyor.
*Hoş geldin “istikrar”! Hoş geldin Hablemitoğlu’nun gözüne sıkılan kurşunlar!
Aksoy, Üçok, Emeç, Dursun, Mumcu, Eşref Bitlis, Kışlalı ve şimdi de Necip Hablemitoğlu… Vurulanlar hep Kemalist Devrim’in aydınları, hep millî devleti savunanlar, hepsi yurtsever cepheden.
İşte böyle: Vurula kırıla küreselleşiyoruz.
Küreselleşme, dünya piyasasıyla bütünleşmedir, millî piyasa temelinde kurulan millî devletin sonudur. ABD ve Avrupa açıkça söylemiyor mu, Türkiye’de Kemalist Devrim’in sonunu getireceğiz diye, yaşanan süreç budur.
Sayin by burkheim-r scorps hazretleri… Perincek beyin ozlu sozlerini aktarmaniz pek isabetli olmus; galiba siz de o cihettensiniz ama yazma ozurlu oldugunuz icin ‘lider’in laflarini dayamissiniz. Ama adamcaizin cumleleri burada harcanmis. Siz en iyisi bunlari, diger bazi sol bosaltim organci arkadaslarin yaptigi gibi moderasyona yollayin; daha genis kitlelere ulassin, bin cicek felan acsin…
Indian beycim, ne demek allaaskina savas karsiti olmak? Size yakisiyo mu? Lutfen. Tutum alan insan, durumu anlayabilir mi? Et yiyen canli, oldurmemis sayilabilir mi? Hayvan oldurmenin yarattigi ekosistem problemleri, insan oldurmelerinden daha mi az onemli? Bakiniz etrafiniza bi tane anadolu parsi var mi? Ama bi suru tip tip insan var. Siz de onlardan birisiniz. Yapmayin rica ederim. Olaylara, insanlara, dunyaya sadece bugunun gecerli, ‘insani’ deger yargilariyla bakarsak, gercegin kucuk bir kismiyla yetinmis oluruz. Hangi kisim mi? Yasadigimiz zamani mutlak, hal-i hazirdaki sosyal normlari ihtiyac kabul eden kisim. Bi seye karsi olmaniz -mesela savasa-, sizi tanimlarken dikkate alacagimiz bi ozelliginiz olmamali. Ayip bi sey. Ama ‘savastan hoslanmiyorum’ falan diyebilirsiniz; o ayri.
evet savaş insanlık tarihini başından sonuna kadar dolduruyor, tamamen insanca bir davranış. Tecavüz de öyle. Tecavüz çok sık görülüyor, dakikada bilmem kaç kadına erkeğe tecavüz ediliyor diye tecavüzü desteklemek mi gerekiyor.
saçmalamayın lütfen.
Tutum almak, yobaz olmayı gerektirmez. Siz bana cinayetin kabul edilebilir bir durum olduğunu mantıklı bir şekilde anlatabilir, benim inanmamı sağlayacak cümleleri kurabilirseniz kendi fikrimden vazgeçebilirim. Ya siz kendi kalıplaşmış düşüncelerinizden vazgeçebilir misiniz.
Sanlı ordumuz hakkında cok da emin olmayalım. Elmalarla armutları karıstırmayalım. Savaş adamı öldürür. Mermi tepesinden gecen adam düşünür oğul Busht petrol+kan emecek diye mi öliyim diye?
Büzük meselesidir savaş, karşıtı olmak yada taraftarı olmaktan da katbekat daha büzük bişeydir.
Bizim yanında savaşa gireceğimiz Almanya, 2. Dunya savaşından sonra 5-6 sıfırlı enflasyonla bu savaştan çıktı. Ayrıca savaş döneminde silah üretimi için yönlendirdiği devasa sanayisini üretime kaydırdı. Bizim gibi tembellik, kolaycılık peşinde koşmayıp, kendine üretim ve çalışmaya verdi. Yoksa bugünlere savaşa girdi-çıktı diye gelmedi. Ayrıca bu savaştan çıkan İngiltere, Amerika, Fransa, İtalya gibi devletler zaten en gelişmiş devletlerdi.
Ayrıca her yanıbaşımızda biten savaşa taraf olsaydık örneğin, İran-Irak savaşı, bugün muhtemelen Hafif’te yazamıyor olurdunuz.
Ben bunların düşünülmeden söylenmiş kelimeler olduğunu varsayıyor daha fazla üzerinde tartışma açmak da istemiyorum ama yazamadan da duramadım.
yazık esefle baktım. bir takım kelimelerin anlamlarını unutan, onları görmezden gelen, realizmi çiğlik sanan, içini dışına kusar gibi çıkaran, doğal olanı kabullenmenin insan aklına ve doğasına ters olduğunu kavrayamayan siz yaşlılar ne kadar da kolay söylüyorsunuz savaşla barışın bir olduğunu.
ne var ki, bunun çaresizlikten kaynaklanan bir durum olduğunu düşünüyorum bir yandan da. çok güzel itiraz ediyorum. olmasın diyorum. diyorum da ne yapacağım? durdurma şansım var mı? hepimiz toplansak durdurabilecek miyiz? acaba diyorum meclis ve hükümet şunu diyebilecek mi: biz bu savaşa girmiyoruz ama girmezsek bedeli çok ağır bunu beraber ödeyeceğiz. bu cesareti gösterebilecek iktidar var mı? bunu ne kadar kabullenebilecekler? nasıl yönlendirilebilir halk bu durumda? kahraman mı olurlar iktidardakiler yoksa asar mıyız onları da?
inönü, menemencioğlu ve saraçoğlu’nun yaptıkları çok zordu 2. dünya savaşı’nda. ama iki taraf vardı o zaman. şimdi ikinci taraf yok. denge oyunu oynayamayız bıçak sırtında. akıntı tek yönde ve biz ters yönde ilerlemeye çalışıyoruz. güçlü olmak lazım bunun için sıkı sıkı tutunabilecek kadar güçlü olmak lazım. bu hâlimizle yapabilir miyiz bunu?
lanet olsun bizi bu duruma getirenlere!
p.s: 2. dünya savaşı’nda t.c. dış politikası ile ilgili olarak tarih vakfı’ndan çıkan denge oyunu isimli kitabı şiddetle tavsiye ederim. bilhassa menemencioğlu’na dikkat. onun gibi parlak bir siyaset adamının nasıl olup da gümbürteye gittiğini hâlâ anlayabilmiş de değilim.
belki savaşı durduramayız ama en azından önlerine küçük de olsa engeller çıkarırız. Huzursuz ederiz azıcık, “filin yanında pire”* olsak ne çıkar, savaşı durduramayacağız diye susalım mı, ya da daha da berbatı savaşı mı savunalım (hani şu meşhur tecavüzden zevk almaya çalış mantığı). kendimize duyduğumuz saygının gereği bu. Omurgasız olma-manın bedeli de denebilir. Senin de aksini söylediğini sanmıyorum zaten ama yılgınlık sezdim, ondan bu gevezelik…
*1965 yılında Yunanistan’ın Washington Büyükelçisi’ne hitaben, Lyndon Johnson şöyle demişti: “Parlamentonuzun ve anayasanızın canı cehenneme. Amerika Birleşik Devletleri bir fildir. Kıbrıs ise bir pire. Yunanistan da bir pire. Eğer bu yaratıklar fili kaşındırmaya devam ederlerse, filin hortumunu yer otururlar.”
Cok uzuluyorum ama, kiriliyorum bakin. Nedense herkes bana ‘bi tur umitsiz vaka’ muamelesi yapiyor ve dediklerimle ilgili dise dokunur bi sey soylemiyor. Halbuki bu tamil denen genc arkadas hafiften bi dengeleme vaziyetine gecti diye bi hassasiyet, bi hassasiyet. ‘Tamilcim, canim, biliyorum aslinda biraz yorgunsun su siralar’ veya ‘herhalde yanlis anladim seni, yoksa senin gibi aydin biri nasil olur da…’ falan gibisinden haller. Merak etmeyin. Tamil arkadas hala sizlerden beri; en az sizin kadar savasa karsi. Sadece kendini afise olmus empas yemekten kurtulamayacak bric oyuncusu gibi hissediyor biraz o kadar. Yani Turkiye’nin bi parcasi gibi.
bireysel durumlara bakmadıkça savaşla ilgili herhangi bir sorun yok. öldürmek zorunda kalmadıkça dünyanın herhangi bir noktasındaki herhangi bir savaş/olay çok da önemli değildir. ayrıca animist yaklaşımlarla yeryüzünü tek bir canlı gibi kabüllenince nahoş olayları da o canlının çeşitli halleri gibi görmek mümkündür. (insan üzerinde yaşayan mikroskobik canlılar için her duş alışımızda yağış mevsimi gelmesi gibi.)
Amerika 2. dünya savaşından beri aynı taktiği sürdürüyor..İlk önce ülkenin yönetimine göz dikiyor, gizli örgütleriyle ortalığı karıştırıyor, desteklediği partinin başa gelmesini sağlıyor-normal yolla olmazsa darbeyle,kargaşayla,terörle-, sonra dilek ve isteklerini dile getiriyor, iyice kucağına oturttuktan sonra da çekirge gibi sömürdükçe sömürüyor o ülkeyi, biz de oturmuşuz bir kere kucağına ne halk olarak ne de hükümet olarak karşı çıkmıyoruz, çıkamıyoruz-zevk mi alıyoruz nedir?:P-Hükümet halkın fikrini umursamadan sanki biz onlar için çalışan karıncalarmışız gibi bizim hakkımızda kararlar alıyor.Bizi öne sürüyorlar.Neden hala göremiyoruz anlayamıyorum: HÜKÜMET, POLİS, ASKER BİZİLER İÇİN VARDIR..Bizimle karşılaştığında onlar eğilecekler,biz eğilip el etek öpmeyeceğiz. Onlar bana siz diye hitap edecekler, ne yapmalrını istediğimizi soracaklar..Savaş çığlıkları atılırken her tarafta İstanbul’da “savaşa hayır” yürüyüşünde savaştan farklı sloganlar atıldı, partiler isimlerini yarıştırdılar..Sizce de biraz silkelenmemizin vakti gelmedi mi?Ciddi anlamda savaşa karşı olduğumuzu, bu hükümete ve diğer ülkelere duyurmamızın vakti gelmedi mi?Ne yapacağız?:Savaş çıktıktıktan sonra oturup karından konuşmaya devam mı edeceğiz?Neden iş kıçımızı kaldırıp yürümeye gelince herkes bir yerlere saklanıyor?Neden elimizin altında her köşeye ulaşabileceğimiz net varken bunu kullanıp örgütlenmiyoruz, yürümüyoruz?????
Belki duymuşsunuzdur,ama bir duyuru: Irak’ta savaşın başladığı gün saat 14’de Taksim’de buluşulacak. İstanbul’da bulunan ve sadece tepkisini göstermek isteyen arkadaslar için.
İkinci not, Türkiye 2. Dünya Savaşına dahil olmadığı için bugün beğenmediğimiz noktada. Katılsaydı muhtemelen beğenmeme gibi bir lüksümüz bile olmayacaktı. Ancak 1930’larla 2000’leri kıyaslayarak savaşa girmek ya da girmemek üzerine tartışmak değişen koşullar göz önüne alındığında pek de akılcı değil.Hele hele Türkiye’nin 1950’lerden beri izlediği ABD bağımlı dış ve iç politikası ışığında..Alın işte, adam hazine bakan yardımcısını da yanına aldı geldi. bundan daha açığı var mı? Bize faydası olacak mı bu pazarlığın, olmayacak mı? Önemli olan bu mu?
Eğer hala bu nokta üzerinde tartışıyorsak yerimizde saymaktan başka ne yapıyoruz ki?
Önemli olan öyle ya da böyle, lehimize ya da aleyhimize, dünyanın pek çok yerinde çok az kişinin hizmetinde her geçen gün artan sayıda silahlı çatışmalar olduğu. Önemli olan yaklaşık 6 milyarlık dünya nüfusunun 4 milyarının yoksulluk içinde yaşadığı ve böyle bir ortamda her dünya vatandaşının cebinden her yıl en az 120 doların silahlanmaya gittiği…
Önemli olan, inişe geçen tek süper gücün bu gidişatı yavaşlatmak için yeniden emperyalizme başlaması, ekonomiyi ikinci plana atıp silah zoruyla yayılmayı karşımıza koyması..Ve muhtemelen inerken bizi de aşağıya çektiği…
Şimdi napalım? Koç’u izleyip ABD’yi destekleyelim ve uzun vadeli çıkarlarımızı gözetelim diyenlerden mi olalım? Yoksa aman benim elimden ne gelir şurda yazdığım iki kuru gürültüden başka diyenlerden mi? İkincisini ilkine tercih ederim. Farkında olmak görmezlikten gelmekten iyidir.Farkında olmak başlangıçtır…
1) “Zaten her tarafimiz hayatta eline silah dahi almamis ‘askeri stratejistler’le doldu su siralar”
Bir küçümseme, bir ben elime silah aldım havaları… Pek yakışmış sayın baby700, vallahi robocop gibisiniz. Sizi hayranlıkla kutluyor bundan sonra bizzat katılmadığınız savaşlar konusunda yazmayacağınızı varsayarak her ahkamınızı engin deneyimlerinizle zenginleştirdiğinizi bilmenin hayranlığı ve ezikliği içinde okumayı vaad ediyorum. Aslına bakarsanız daha önce ahkam kestiğiniz konulardaki engin tecrübeleriniz altında ezildik amma işte bi kendini bilmezlik içindee gevezelik ediyoruz şimdi.
2)”Bu ulkenin silahli kuvvetlerden baska guvenecek hic bi b..u olmadiginin farkindalar mi acaba? Bu kuvvetlerin aslinda cok daha fazla guclu olmasi gerektigini anlayabiliyorlar mi acaba?”
yani fark etmiyoruz ve anlamıyoruz demek burada, sizin o müstesna anlayış kabiliyetinizi azımsamak gibi geliyor bana ama sormuşsunuz neyleyim: ANLAMIYORUZ (farkı da açtık bu arada ANLAYANA.) Bu sizin sözünü ettiğiniz kuvvetler şey oluyor değil mi, hani aslında sivile bıraksanız ev, site yapacak ama allahtan onların elinde de bak yeşil yeşil duruyo dediğimiz yerleri sulayanlar.. Ha bi de mesela bunlar boğazın kenarine böyle kaza felan olmasın diye kuleler dikiyolar şık değil ama işlevsel hem mesela muharebe arazilerini bıraksak ellerine vallahi kazık çaktırmazlar öyle harbi çocuklar (faul yaptım sarı kart). Yalnız biz anlamak istemiyoz nolcak?
3)”Eger su anki askeri seviyenin cok daha ustunde olsaydik, bu kapimizdaki savastan kolaylikla kacinabilecegimizi idrak edebiliyor mu acaba?” hımm baby kelimelerini dikatli seçer: KAÇINABİLİRDİK. Yani bir kaçılması gereken durumu içten içe kabul ediyor amma ahhh askeri seviyemiz düşük..Yazıkk (ah ki oğlunun emeğini eline verdiler diye yazmış ece ayhan öyle aklıma geldi yazdım)
düşük dediğine göre bi de kıstası var herhalde ama yazmamış. EEE biz edepsizlik edelim soralım hangi ölçekle kime göre düşük ve bu neden kaçındıramıyo bizi?
4) “Hayir, hic birinin farkinda diil; ucuzundan savas aleyhtarligi yapiyor.” aa, hayır ne münasebet, aksine ece fiyatını yükseltiyo. Amerikalıların lehlerine yazması için medyayı satın alma bütçesinden epey büyük bir parça koparacağından eminim.
5) here comes the final blow: “Evet Irak savasina dahil olmamamiz lazim; hatta abd’ye yataklik da yapmamamiz lazim. Ama savas kotu bi sey oldugu icin diil; bu savas bize daha da kotuluk getirecegi icin; bizim zararimiza olacagi icin. ” Efenim? Yani şu engin savaş tecrübenizden yararlanmak isterdik: Neden katılmamalıyız bu savaşa ve neden daha da kötülük getireceği için” Bi de şunu soralım arsızlığı u kadar bartmışken: biz iyi olsak; “daha” değil ilk kez kötülük getirecek olsa savaşa katılsa mıydık?. Ne diyosunuz efenim, bi izah etmeyi deneyin bakalım belki anlar arif olur gol bile atarız.
Bir de efendim bize zarar getireceğini söylemişsiniz, ee, biraz açar mısınız?
not: “savaş” kelmesini görünce pavlovun köpeği gibi öyle şartlandığı için “hayır” diyen insanlar olduğunu varsaymakla kalmayıp ece’nin de bu insanlardan biri olduğunu varsaymişsınız ki maalesef bu duruma tepkiniz asıl sizin “savaşa hayır” diyenleri görünce “atıl kurt “komutunu almış asil kurtlar gibi davrandığınızı düşündürmekte.
Şu anda bu savaş çığlıklarına katılanların hemen tümünün, eğer bu ülke işgal edilirse, hain ve işbirlikçi olacağına, ama burada savaşa karşı olduğunu belirtenlerin, direnerek öleceğine eminim…
20 saatlik kurslar da var, ama bir iki gün ayırıp, 20. yy tarihini incelemek de var; ne ki, kimseyi hedef almadan yazıyorum; ama bu ne burada yazarken, ne gerçek yaşamda bunun yapmayacağım anlamına gelir…
Yanında ardarda üç el silah patlasa, dizleri tutmayacağı için tuvalete yetişemeyeceği, kurduğu cümlelerden son derece aşikar biçimde belli olanların, “şunu yapın, böyle yapın” traşları, yazılarını yazıp bitirdiklerinde, belki aynaya bakarken, pembeleşmiş yanaklarında bir rahatlama ve mutluluğa dönüşüyor olabilir…
Savaş istemeyenleri aşağılayanların tarihi, eskiden de netti, bundan sonra da öyle olacak…
Savaş istiyorsanız, savaşın; ama sonra insanlıktan sözetmeyin…
SAVAŞIN KAÇINILMAZ OLMASI SAVAŞA EVET DEMEK DEĞİLDİR!O zaman nasılsa kaçınılmaz , engellenemez diye elimizi kolumuzu bağlayalım, susalım…bırakalım binlerce kişi bir hiç uğruna acı çeksin, can versin..nasılsa ölecekler di mi, kaçınılmaz son…biz öyleee izleyelim o zaman..ABD yeni bir filmi vizyona soksun, biz de her kanalda bilmem ne nitelikli füzelerin pat pat inişini izleyelim, vay be diyelim…nasılsa kaçınılmaz…
Sizler o savaşta can vermeyin diyedir o yürüyüşler..Ha yürüyüşler her zaman amacına ulaşır mı tartışılır. Ben her zaman olduğu gibi Türkiye’de bu olayın da saptırıldığının farkındayım.edy güzel yazmış. savaşmamak için yürüyüş düzenleniyor, parti sloganı atılıyor, vesaire vesaire..yani sağı solu fark etmiyor bir noktada. herkes aynı bağnazlıkla önce kendi dahil olduğu grubun daha fazla savaş karşıtı ya da daha fazla savaş yanlısı olduğunu ispatlamaya çalışıyor.Oysa bir savaş çıktığında baby700 de, ben de, sen de, hepimiz b..u yiyeceğiz.(yedirecekler)Bu kadar basit.
Savaş ve savaş üzerine ne diyebilirim ki size şahinler. Zaten biliyorsunuz ama kendinizi öyle kaptırmışsınız ki ulusal çıkarlar balonuna.
Ama politika uğruna, (size hiçbir zaman yedirilmeyecek olan) “o uzun vadeli çıkarlarınız” uğruna insan kanının, (evet iyice okuyun çünkü bu annenizin babanızın kardeşinizin, oğlunuzun ya da kızınızın kanı da olabilir) üzerine pazarlık yaptığınızı (düşünerek okuyun!) bilerek savaşı savunun.
Savaş dönemlerinde tüm ülkelerde muhalefetin sindirildiğini, demokratik kurumların saldırıya uğradığını, ülkenin aydınlarının sokak ortasında kurşunlandığını hatırlayarak savaşı savunun.
Bu savaşı en çok isteyen ülkenin insanlarının ikiz kulelerden kağıt gibi aşağıya nasıl uçtuğunu hatırlayın.
Çok değil bir ay önce sitede mimlenen kafası kopmuş Filistinli bebekleri gösteren siteleri hatırlayıp öyle konuşun.
Ve unutmayın ki Irak halkından onbinlerce insan (ki bu sadece savaş sırasında) parçalanarak ölürken ve savaş sonrasında gıda ve ilaç ambargosunda yine onbinlerce çocuk ölürken eğer siz sofraya oturup kusmadan yemek yiyebilecekseniz öyle savaşı savunun.
Binlerce link verebilirim ama hiç bir şey yapmak içimden gelmiyor şu anda.
Cahil-i cuhela-i humanist ve de hafiften sosyalist guzel insanlar yine kivil kivil konusmuslar. Elemanter bilgi eksikligi icerisinde, ideolojik gerekcelerle kendini konumlandiran sersem arkadaslar… Bastan aliyorum, dikkatle izleyiniz:
1. Savas ve baris prensip olarak karsi durulacak veya taraf olunacak bir durum degildir. Bakiniz tarih.
2. Muhtemel bir savas esiginde her devlet, millet, topluluk once kendi tarafini tutar.
3. Savasi veya barisi, ahlaki kategorilerle degerlendiremeyiz. İyidir, kotudur, olumdur, surumdur gibi yorumlarinizi icki sofrasina veya taksi soforu konusmasina saklayiniz.
4. Aktuel vaziyette, Turkiye’nin iki secenegi vardir: ABD’ye destek vermek ya da vermemek.
5. Turkiye’nin tek bir silahi vardir: Kara ordusu. Bunun da kisa vadeli etkisi vardir. Uzayacak muharebe kosullarinda ciddi lojistik problemlerle karsi karsiyayizdir.
6. Dusunus ve duruslarimizda kriter alacagimiz sey, bu ulkedeki insanlarin cogunlugudur. Yani itiraziniz yoksa, Turkler.
7. Turklerin Irak savasindan bir kazanci olamaz. Ustelik ulkenin zaten b..tan olan durumu daha da fenalasir. Irak bizim komsumuzdur ve bu cografyadaki atesli gerginlik bizi daha da hasta eder.
8. Bizim aydinimizda ve bu siteye bakan arkadaslarimizin pek cogunda bi asker alerjisi vardir. Bu zevat, asker-politika-karar mekanizmalari iliskisini, Bati formatlarinda degerlendirmeye ve buna bagli ahkamlar kesmeye bayilir. Bizde, bizim cografyada onlarda olmus oldugu gibi Magna Carta- sosyal kontrat- gucler ayriligi- demokrasi gibi hallerin bulundugunu veya bulunmasi gerektigini dusunur. Tanzimat’tan beri bu Batilimsi haller icerisinde battigimizi goremez.
9. Irak savasina karsi cikmaktan, ‘bu karsi cikis nasil olsa biseyi degistirmez’ diye vazgecelim demedim. Hatta kamuoyunda ‘abi nasil olsa g..u ABD’ye teslim etmisiz, s..e s..e istediklerini yapicaz’ seklindeki halin degisebilecegini dahi dusunmekteyim. Ama bunu ancak ‘bu savas bizim zararimiza olacak’ ustune bina edebiliriz. Irakli cocuklar olecek gibi uyuz-global bahanelere veya ‘ben her savasa karsiyim, salaktir benim adim’ seklindeki arkadaslara ihtiyac yok. Ayrica 10 yillik ambargonun bu cocuklari herhangi bir sicak savasa kiyasla 10 kat daha fazla oldurdugunu de hatirlayalim.
10. Diyelim ABD, Irak savasindan sonra Turkiye’nin dogusunu da icine alan yeni bi Kurt devletine karar verdi. Ve Iran ve Irak ve pesmerge ve pkk’yi ustumuze iteledi. Eminim bu ‘savas karsiti’ arkadaslar arasinda ‘yav zaten oralardaki Kurt, biz de soyle bi Marmara-Trakya Turk devleti seklinde AB’ye hemen gireriz’ diyenler epeyce cikacaktir.
Bi arkadas ‘savasa karsi olanlar direnerek olur; sahinler dusmanla isbirligine gider’ demis. Bu ulkede kimin ne yapacagi belli olmaz. Turkler’in ancak olaganustu durumlarda, savaslarda ve felaketlerde biraz olsun insan olduklarini hatirladiklarini hatirlatirim. Uzun suren bu ‘baris’in getirdigi ahlaksiz hayatlarinizdan dolayi sikilmiyor musunuz? Yoksa ‘sikiliyoruz ama hic diilse iyi-kotu yasiyoruz; aradabir savasa felan karsi cikarak vicdanimizi rahatlatiyoruz, hatta vicdan orgazmi da oluyoruz’ mu diyorsunuz?
ve “epeyce” ne idüğü belirsiz güzel abiler, anlamadıklarının yerine, yumurtladıklarından yaptıkları karışımlardan savaşma arzusu pişirdiklerinde ne olacağını bilmedikleri iyice açığa çıkmakta…
Zira:
Turkler’in ancak olaganustu durumlarda, savaslarda ve felaketlerde biraz olsun insan olduklarini hatirladiklarini hatirlatirim. Uzun suren bu ‘baris’in getirdigi ahlaksiz hayatlarinizdan dolayi sikilmiyor musunuz?:
türünden incilerinin parlaklığından kamaşmış gözlerini bürüyen kan kesinlikle onları boğacaktır; işbirlikçi olmadıkları sürece…
Sizlerin savaşarak fethedeceğiniz bir dünyada nasılsa yaşayamayacak olanlar, elbette sizin ‘sikici hayatlarınıza’ direnerek ölecekler…
Şüpheniz olmasın…
Pek hakim olduğunuz, kelimelerinizin arasından sızarak ekranımı kirleten tarih, anlamayı ihmal ettiklerinizi, uygun bulduğu her hangi bir yerinizden size sokacaktır…
1. Savaş ve barış her zaman için prensip olarak karşı çıkılabilecek veya taraf olunabilecek durumlardır. Prensipte savaşa karşı olmak ise savaşın kaçınılmaz olması durumunda savaşmamak demek değildir. Zaten “savaşa prensipte karşıyım” demek ile “her ne olursa olsun savaşa karşıyım” farklı anlamlara gelir. Bu iki tavır arasındaki farkı anlatmak ise buradaki yüce entellektüellere hakaret olacaktır.
Bir savaşın meşruiyetinin kaynaklarından biri kaçınılmazlık diğeri ise hukukilik olmalıdır. Savaşa hukuken cevaz verildiği durumlar da zaten kaçınılmaz olarak görüldüğü durumlardır.
Bunların dışında, sadece kısa vadeli ekonomik çıkarlar için dahil olunacak bir savaş ise olsa olsa bir utanç kaynağı olacaktır. Bakınız tarih.
2. Muhtemel bir savaşın eşiğinde elbette her devlet, millet, topluluk elbette kendi tarafını tutar ama bu muhtemel savaş, kendi savaşı değilse, haklı bir savaş değilse (bkz. par.1) kendi tarafını tutmak savaşa dahil olmak veya ganimetten arda kalanları yağmalamak demek değildir.
3. Savaşı ve barışı ahlaki kategorilerle değerlendirebileceğimize inanıyor olmakla birlikte ahlakiliğin beraberinde taşıyacağı öznelliği gözönüne alarak bundan kaçınmaya çalışıyor olsak bile meşruiyet ve küçük kardeşi hukuka uygunluk, savaşı ve barışı değerlendirebilmemize zevkle yardımcı olacaklardır.
4. Aktüel vaziyette ABD’ye destek vermek ve vermemek gibi iki seçeneğimiz vardır demeyi teşbihte hata olmaz diyerek iki renk vardır siyah ve beyaz demeye benzetebiliriz. Bir ülkenin yanıbaşında çıkacak bir savaşla ilgili bakış açısı bu kadar sığ olmamalıdır.
5. Türkiye’nin kara ordusu kime karşı bir silahtır? ABD, kendi askerlerine zarar gelmesin diye kullanmak istiyor ve biz de binlerce gencin hayatını silah olarak ABD’ye karşı kullanıyoruz mu demektir bu? Yoksa Irak bizim askerimizden çok mu korkuyor demek? Gerçekten de Irak’a Türk ordusu girer ise gerilla savaşına alışık, coğrafyayı tanıyan ve ne için savaştığını bilen Kürt ve Irak Ordularıyla ciddi bir sorun yaşayacaktır. Bu durumda en merak ettiğim şey ise bizim ordumuz canım ordumuz, korkun bizden naralarının ne tarafımıza kaçacağdır.
6. Düşünüş ve duruşlarımızda kriter alacağımız şey ise bu ülkenin çoğunluğu olan Türkler denirken Türklerden kast edilen iki anlam olabilir: a. Tüm Türkiye vatandaşları ki bu durumda kesinlike doğru bir tavır olacaktır ama neden bu ülkenin çoğunluğu denildiği giderilmesi beklenen bir şüphe olarak zihinlerimizi meşgul eder. b. Kendisini etnik açıdan Türk olarak görenler ki böyle bir zihniyette olabilecek birine cevap vermek için inilmesi gereken alçaklık benim kapasitemin çok ama çok dışındadır.
7. Evet, Türkiye, çıkacak ABD-Irak savaşından dolayı bir keze şapa oturacaktır.
8. Bu siteye bakan arkadaşlarımızın çoğunda olan asker alerjisi nedense nedensiz gözükmemektedir. Bu topraklarda yüzyıllardır egemenliğin sahibi olan askerler Tanzimat’tan çok daha önceye dayanan bir çürümenin ve çürüye çürüye batmanın en büyük sorumlularıdır. Biz Türkiyeyiz bize benzeriz bakışı ise ibra olmaya yetmemektedir.
9. Hak, hukuk, neden-sonuç…kim uğraşacak? ABD ya vuracak ya aç bırakacak, durum budur, tavrımızı koyalım, ya biz de vuralım ya da sinip kalalım.
10. PKK gelecek, Kürtler devlet kuracak… Bütün korku bu mudur? Bunları söyleyenler ne kadar samimidir? Ve illa bu kadar pragmatik yaklaşacaksak, güneyimizde bir Kürt Devleti kurulduğu takdirde Türkiye’nin bunu kendi lehine kullanabilmesinin yollarını düşünmemek ve onun yerine bunu ölümcül bir tehdit olarak algılamak ne kadar mantıklıdır? Ve ayrıca “Eminim bu ‘savas karsiti’ arkadaslar arasinda ‘yav zaten oralardaki Kurt, biz de soyle bi Marmara-Trakya Turk devleti seklinde AB’ye hemen gireriz’ diyenler epeyce cikacaktir.” şeklinde bir genelleme nasıl bir mantığın sonucudur?
Hayatımızdaki ahlaksızlığı ise barış getirmemiştir; bahsi geçen savaş ise belki uçuşan füzeleri CNN’de seyrederken pek harika fikirlerimizi saçıp dökmemize vesile olup sıkıntımızı biraz olsun unutturacak olsa da bu ahlaksızlığı alıp götürmeyecek bilakis katmerleyecektir.
Körfez savaşında Özal, olaya öyle bir pragmatik baktı ve hesap yaptı ki, bir koyup üç alıyorduk ve o zamanda efendiler, müttefikimiz Amerika yanında savaşa girmemiz gerektiğini söylediler.Nasılda açmıştık hava üslerimizi Amerika’ya (hala üsler onların elinde) bir koyup yüzmilyar dolar ($) kaybettik, hani üç alacaktık?
Şimdide aptal gibi yine aynı tuzağa düşüyoruz. Olaya ister duygusal, ister hümanist, ister global, ister halkların kardeşliği mantığıyla, ister mantıksal ister pragmatik yaklaşın bu savaş yine Türkiye’nin zararınadır.Bu konuyla ilgili bir yazı.
Bu bariscil arkadasin ‘kan sizi bogacak’, ‘tarih size sokacak’ diye yazmasi kotu oldu. Halbuki biz savasseverler, paga’yi bu bariscilarin arasina ‘haber almak’ icin sizdirmistik. Kendini afise etmis. Ya da cinsel sikintilarla ilgili bi vaziyet var. Rahatlamak icin eksi Sozluk’teki bi entry’yi tavsiye ederim kendisine: 20 santim icerisi kasinmak.
Gozunu. arkadas da ‘savasa prensip olarak karsi olmakla, her ne olursa olsun karsi olmak ayni sey diildir. Hukuki ve kacinilmaz olursa, gireriz’ buyurmus. Ama kacinilmazligin kriterini ve hukukun kimin hukuku oldugunu izah etmeye yanasmamis. Aslinda normal; zira bunlarin karsiliklari her gun her tarafca yeniden yaziliyor. Laf ola beri gele. Hala ‘hakli savas-haksiz savas’ gibi kavramlarla ugrasiyor kendileri. Ama bu bol kavsakli kaygan pistte duramadiklari icin, turk ordusunu curumenin bas sorumlusu ilan etmeye kadar ilerlemisler. En begendigim cumle ise su oldu: ‘Kendisini etnik acidan turk olarak gorenler ki boyle bir zihniyette olabilecek birine cevap vermek için inilmesi gereken alcaklik benim kapasitemin cok ama cok disindadir…’ Hehehe. Cok dogru; sizin kapasiteniz etnoloji, etno-kultur konulari icin yetersiz (disinda demiyoruz turkcede). Halbuki ben tam da etnik acidan turk olan cogunlugu kastetmistim. Ama sizin ‘melez’ kafaniz, bunu kafatasci, fasist, nazist, irkci (hepsi nasi ossa ayni sey dii mi kardesim!!!!) kavramlariyla tanimladigi icin dehsete kapilmissiniz. Korkmayin gececek. Siz su seviyenizi koruyun.
Madem çok meraklısınız savaşa, ülkeyi savaşa sokmaya, hadi buyrun gidin Irak sınırına orduya gönüllü katılın, çorbada sizin de tuzunuz bulunsun. Yok öyle klavyenin başına geçip, kahveni yudumlarken huzur dolu odanda, tehditlerden uzak yaşarken savaş naraları çekmek. Yiyorsa gidin ulan tutun silah! Yatın sipere, kafanızın üstünde vızıldayan kurşunların seslerini duyduğunuzda, ya da kimyasal bir silahı kafanıza yediğinizde yanan ciğerlerini hissettiğinizde, ya da hemen yanı başınıza düşen bir bombanın kopardığı kolunuzu öbür elinizle taşırken arkadaşınızın beyninin uçtuğunu gördüğünüzde de savaşı isteyecek misiniz bakalım? Ama o zaman çok geç olacak ve siz gözleriniz faltaşı açılmış “ben savaş istemiyoruuuum” diye bağrınırken çoktaaan yemiş olacaksınız kurşunu…
Sizi onden yolluycaz aksedir. Savas karsitlarinin cephe hattinda umulmadik yararliliklar gosterdigini biliyoruz. Ozellikle umutsuz saldirilarda cok ise yariyorlar.
Bu arada Lennon’ın vurularak oldurulmus olmasi da ayri bi ironi. Su sanssizliga bak!
artık çok geç suçlamanın bagırmanın onun bunun şunun gozunuz kapıda olsun sefer gorev emırlerınız hayırlı olsun.
nasıl olur bu be dıyenler en ön safta savasacaklarmıs digerleri lojistik:))))))
bu savası sag atlatmaya bakalım 2.devre için plan yapan var mı memleketi kurtarmak için yani savasacaz gelecez 10-15-50 sene soora bi daha haydaaaa gene kufredecez bırbırımıze gene bızım gıbılerı ahkam kesecek olsun mu olmasın mı zart zurt ben derımkı savas ıstemıyoruz falan dıyecegımıze gıdelım dırekt dalalım yanı türk-kürt kardeştir diyip onları da himayemize alalım belki torunlara sebep olarak bunları annatabiliriz. ben gidiyom kerkük e torun a bari 3-5 varil petrol bırakabileyim.ahhahahhahahaha hatta muahahahhaha Selam ve dua ile:)))))))))))))))))))))))) )))))))))))) ))))))))) )))))))))))) )))))))))))))))))))))) )))))))))
Tam da Baby700’ün istediği gibi bir blok haline geldi bu, “Dünya bana karşı, ben onlara”.
“Sizi onden yolluycaz aksedir”i hakkaten öyle düşündüğün için değil, kıl etmek için söylediğini düşünüyorum Baby700, “Yoo nereden çıkardın?” desen bile zor inanırım; ısrarcı olursan yukarıda yazdığın bir şeyi hatırlatırım:
Dediğin gibi bu ülkede hayat Batı için yazılan kitaplarda aktığı gibi akmıyor; bu ülkede ne iktidar kurumları Batı’daki iktidara benziyor, ama unuttuğun bir şey var, ne de muhalefet.
“Yollarlar en ön saflara, giderler” diye düşünüyorsan, bazılarının da böyle safça “Girin hücreye’ derim, girerler” diye düşündüğünü hatırlatmak isterim. Ama girmiyorlar, sokana kadar, zaten bin tane bela dolaşan bu ülkenin başına bin bela daha alıyorsun.
Dağılan bir imparatorluğun ardından, Japon yapıştırıcıyla değil, uhuyla tutturulmuş; Murat Belge’nin bir zamanlar yazdığı gibi “Aslında, tek çimentosu Müslümanlık olan” bir ülke burası.
Öyle strateji, “pozisyon”, “Türkiye’nin kartları” falan, rakı şişesinde durduğu gibi durmuyor burada.
Pek sayın baby bey, tam yazarken beklediğim gibi parmağınızı, hukukilik ve kaçınılmazlık kriterlerine basmışsınız. Burada bir münazara ekibi şevkiyle bu kriterleri tartışmak ne de zevkli olurdu… Ama böyle münazaraların da belli kuralları var değil mi… Sizin pek mahir olduğunuz mügalata ise sanırım pek de sevilmiyor. Tüh! O zaman en iyisi, aslında pek de muğlak ifadeleri olmayan Birleşmiş Milletler Antlaşmasını ve kararlarını herkes kendi başına çalışsın , sonra da aynaya bakarak neler öğrendiğini anlatsın. Ay ay bir an “Birleşmiş Milletler de zaten dıdıdıdıdı” diyeceksiniz gibi geldi; evet, evet, dıdıdıdıda rağmen Birleşmiş Milletlerin bize sunduğu yazılı hukuk kabulümüzdür .
Çürümenin baş sorumlusunu asker olarak görmem ise kaygan yolda fren topuklamanın değil tarihe yapılacak atıfların sonucudur. Hoşaflarının yağı kesileceğinden korkanlar için ise ne mutludur ki ortalık, besleyip kuyruklarını yağlandırabilecekleri koyunlarla doludur.
Ve buyrun siz kendi duruş ve düşünüşünüzde kriter olarak etnik kimliği alınız. Bu tavrın tüylerimizi ürpertecek sonuçlarını derpiş edemiyor olmanızı, ne de olsa bulunduğunuz çukurdan dışarıda neler olup bittiğini net görememenize yorup hoşgörürüm.
Yazınızın en eğlendirici kısmı olan “melez kafa” tanımlaması karşısında ise Allah’ın sizi de bir gün güldürmeseni temenni ediyorum.
Son olarak, tecrübe sonucu vermiş olduğunuz nasihatı dinleyerek su seviyemi koruyup küçük dar kuyulara düşmemeye gayret göstereceğime and içerim.
Daha önce de yazdığım gibi, burada ya da nerede olursa, sizin türünüzden kişilerle muhatap olmaktan ya da gerektiği kadar santim derinini (yirmi santim denmiş ve seviyeden de sözetmek unutulmamış) kaşımaktan asla çekinmem…
Adam yerine epeydir konmadığı açık bir kişiliğin, burada (kendi deyimiyle kapasitesiz gençler tarafından) ciddiye alındığında, neler yapabileceğine, giderek daha “bilimsel” bir örnek olmak üzere bu ahkâmlar…
Eğer bu savaşta ölmezseniz ve ben de kim olduğunuzu öğrenebilirsem, ve savaştan sonra buradakilerden çoğu yaşarsa ve dediğiniz gibi olmazsa herşey; doğrudan, ayrıca önemsediğiniz gibi “hukuki” zeminde de görüşürüz.
Bu arada tarihi algılama biçiminizin, gerçekten de erkek olması kendi başına ilginç değilse de, ne kadar yerinde bir tutum…
Kan elbette önce sizleri boğacak, bunun benim barışseverliğimle ilgisi yok ve tarih elbette sizlere sokacak uygun bulduğu derinlikte, ihmal ettiklerinizin hepsini ve kendi belirleyeceği yerlerinizden…
Seviyeden sözetmek için hiç de uygun bir yerde olmamanıza karşın, (ne de olsa bulunduğunuz timsah çukurunun seviyesi zorunlu olarak bellidir) ben de dikkat etmeye çalışırım…
Beni rahatsız etmediğinizi, kendinizi gördüğünüz aynanın dışardan sizi olağanüstü eğlenceli gösterdiğini de belirtmeden geçemeyeceğim…
İyi çalışmalar…
Hamiş:
Bu arada kusursuz kapasitenizin ve uzmanlıklarınızın arasında, uzaktan cinsel sorunları tespit etmek olabileceğini tahmin ettiğim, benim sorunuma da çözüm olabileceğinizi umut ettiğim için, sizin ahkamınızın harfleriyle yazınca, hemen gereken derinliği bile bulabilmeniz, hayat ve savaş uzmanı olarak, neden hala meydanları sizin heykellerinizin doldurmadığını, [At üzerinde ve elinizde bir cetvelle…] fena halde merak etmiş durumdayım…
Siirt ten milletvekili adayı olmalısınız; sizin kapasitenizdeki bir varlığın; kusura bakmayın size insan demek, bir an aşağılamak gibi olacak diye ürktüm, böyle; -sizin buradakilerle ilgili tanılarınızı yinelememe gerek yok, hepsi yukarda-, ortamlarda, paha biçilmez birikiminizi ve muhakkak çok çok çok değerli zamanlarınızı yitiriyor olmanız zihnimi sızlattı…
Bu arada ilgili entry dışında önerebileceğiniz; sizde işe yaramış başka tavsiyeniz varsa, mutlulukla öğrenmek isterim…
Hamiş 2: Hafif’te adres ve telefonlarım bulunmaktadır. İsterseniz alabilirsiniz. Ziyarete de beklerim.
Belli belirsiz de olsa, ahkamci arkadaslarin yazma seviyelerinde bi yukselis olmus; aferin. Bakin biraz sikisip zorlayinca oluyormus demek ki. Paga kardes entry’yi okuyup problemini cozmustur diye dusunmustum ama yanilmisim. Ic kasintisi daha gecmemis. Ustelik oldukca sinirlenip, ‘hayir esas ben seni… nerde istersen… tlfonum belli, ara hesaplasalim’ seklinde efelenmisler. Zaten kendileri, kendi ifadesiyle ‘ulan yaninizda 3 el silah patlasa altiniza edersiniz’ ekolunden geldikleri icin, iktidarin uzun, kalın ve gergin taraflari konusunda, acik (eski) tribun tezahuratina katilmakta beis gormemisler. Hal boyleyken seviyeden bahsetmek ilginc olmus tabi. Ama Paga’nin asil derdi sosyal iktidarla. Benim icin ‘adam yerine epeydir konmadigi acik bir kisilik’ diye bahsetmesi, kendisinin sosyal kasintilari oldugunu da ortaya koymus. Icımden adeta ‘Beni de araniza alin Paga, gerekirse dusuncelerimi gozden geciririm, kimse beni dikkate almiyor, dediklerimi dinlemiyor, yalniz ve bicareyim, birbirinizi kondurdugunuz adamlik cevresine ben de girebilir miyim, sosyal statulerden biraz ben de edinebilir miyim’ diyesim geldi. Hatta diyecektim kendilerine. Heyhat. Paga kardes sitede tlfonum, adresim var demis, ama yok. Bu arada 3 kisiye ‘gozum gormesin’ yaptigini gorunce urktum. Beni gormeyenlerin artmasindan cok endiseleniyorum.
Gozunu arkadassa yine cok anlamli bi-iki cumle sarfetmis ‘Çürümenin baş sorumlusunu asker olarak görmem ise kaygan yolda fren topuklamanın değil tarihe yapılacak atıfların sonucudur. Hoşaflarının yağı kesileceğinden korkanlar için ise ne mutludur ki ortalık, besleyip kuyruklarını yağlandırabilecekleri koyunlarla doludur. ‘
Ay ay ay. Hatta damlaya damlaya gol olmasini istemeyenler, yagmur duasina cikilmasin diye buyuculeri oldurur veya uzum uzum baka baka kararmasin diye, asma yapraklarindan duvar ormek isteyen iscilerin agzina biber surulur falan diye devam edebiliriz. Neyse neyse. Gozunu’nun anlasilir tek lafi var. Diyor ki ‘BM hukuku ve kararlarini kriter aliriz’ Tamam. Yani ayni Kore’de, Vietnam’da, Korfez savasinda oldugu gibi. Mesele kalmadi o zaman.
Geldik Bulent Bey’e. Aslinda bu 3 arkadasa kiyasla daha samimi bi noktada. O yuzden kendisine sunu demek isterim. Bulent Bey, allahtan dedeleriniz ve onlarin dedeleri savas aleyhtarligi gibi bi prensibi benimsememislerdi. Yoksa yoktunuz bugun buralarda. Ayrica Irak savasina dahil olmamamiz lazim diye defalarca yazdim; artik uzatmayalim.
Sayın arkadaşımızın bir türlü bizde ve benim bir türlü onda anlamadığımız şeyleri özetle sıralamakta yarar görmeye başladım:
1. Başta ben olmak üzere, buradaki pek çok kişi, cahildir.
Bize önerisi nedir? Eğer “cehaletimiz geçtiğinde” onun gibi olacaksak bunun kime ve ne faydası olacak?
2. Başta ben olmak üzere, buradaki pek çok kişi sıradandır.
Bize önerisi nedir?
3. Başta ben olmak üzere, buradaki pek çok kişi yoksuldur.
Bize önerisi nedir?
4. Ben de dahil olmak üzere, cahil, sıradan ve yoksul insanların çoğu savaşa karşıdır.
Bize önerisi nedir?
5. Kendisini neden general Patton ya da Çöl Tilkisi sanmaktadır?
Bize önerisi; emirlerine uymamızsa, ne yapmamız gerekmektedir?
6. Cinsel sorunlarımla ilgilendiği için kendisine minnettarım; ama çözüm önerilerinin ardı kesilirse, kendimi yalnız ve aldatılmış hissedeceğim… Bu durum, onda, erişilmesi zor bir yere “transfer etmiş” gibi dursa da, vicdan azabına neden olmayacak mı?
Bana önerisi; cinsel sorunlarımdan utanmam ve bu utanç nedeniyle, savaşa karşı olduğumu gizlemem midir?
7. Gerçekte sorun ne? Burada Oğuz Atay ile ilgili şeyler yazarken araya sıkıştırdıklarından beri kendince, ‘Düz devrimci Azmi ve arkadaşlarına’ sataşmak ve eğlenmek dışında bir amacı varmış gibi görünmezken, kendini aniden: “stratej”, etno-kültür duayeni, ekol tanımlayıcı ve savaşsever ilan etmesinin manası ne?
Bizi, Atay üzerinden vurup, sonra da böyle tepemizi mi delecek?
Aylardır “fesüphanallah” çekerek izlediğimiz gidişata dair, “harbi kıvıl entri”lerden medet ummaya başlaması ve yazdıklarındaki espriden yoksun küçümsemeyi, bildiklerini sanmamızı istediklerinin çok özel şeyler olmasından mı alıyor acaba?
Eğer gerçekten burada yazdıklarını açıklayacak ve ayrıntılarıyla anlatacaksa, kendisine Beyoğlunda [yeme içme bizden] bir tartışma ortamı öneriyorum; yüzyüze… İsteyenleri davet de ederiz… Artık telefon ve adresim kendisinde bulunmaktadır.
Bir takım, gerçekten cahil, gerçekten kendini bilmez ve gerçekten genç insanlar, burada, bir araba seksist, faşist ve istenmediği pek çok kez belli edilmiş bloglar girer ve ahkam keserlerken de, ciddiye almadığım için yazmadım..
Kendisini, arada yazdıklarından takdir ettiğimiz, siteye adam gibi adamlar zaman ayırmaya başladı diye sevindiğimiz bir ortamda, baltaları ortaya çıkarmak ve bunu yaparken de gerçekten anlaşılmaz biçimde, ironik olmayan bir gerçekçilik ve gerçekçi durmayan bir seviye iddiasından, hagaragort, Erman Toroğlu ayarında kısa metinlerle ortalığı karıştırmayı marifet mi sanmaktadır acaba?
Ki bu bile, olan karşısında katlanılabilir bir olasılık… Yalnız anlaşılmayan: Toroğlu gibi yazıp, Borges yazmış gibi algılanmasını beklemesi elbette…
Bir insan bilmediği bir konuda ahkam keserse karşısındakinin alaylarına katlanmak durumundadır.
Ama, benimle; savaşa karşı olduğum için, insan olma ile ilgili ayrıntılarda savunduklarımın, bendeki kutsallığıyla ilgili; yani varoluşumla ilgili, ileri gider, elinin ayarını, dilinin kantarını bozarsa; her kim olursa olsun bu: Sadece çok ayıp etmiş olmaz; açık bir düşman kazanmış olur…
Düşman gerçekse; ben dahil hiç bir savaş karşıtının savaşmaktan kaçınmayacağını bilmesini dostça anımsatırım…
Savaş karşıtlığını, “hanım evlatlığıyla” karıştırdığının umarım farkındadır; ikisinin bir alakası olmadığının da…
İnsanların, onun gibilerine karşın, hala bazı insani değerleri olmasını anlamıyor olmasını anlayabiliriz…
Ama önerisinin somut olarak ne olduğunu bilmeden peşinden gidemeyeceğimizi de onun anlamıs gerekmez mi?
/Şu anda radyodan; savaşın maliyeti, 10. binlerce asker türünden haberler dinliyorum…
Sizin de kemerinizi bağlayıp, avcı bıçağınızı ayak bileğinize taktıktan sonra, yüzünüze is sürüp, aynaya bakarak bandananızı bağladığınızı hayal ederek…
Ve içim; “kaçınılmaz olarak” çıkacak savaşın bende ürettiği üzüntüden dolayı paramparça ve kapkara olarak…/
Dediğim gibi; savaşacaksanız savaşın: Ama arada, hiç olmazsa, insanlıktan sözetmeyin; sadece midemi bulandırıyor bu…
Elinde silahı olanın bütün değerlerin sahibi olduğu yanılgısı sizi elinde büyük bir silah olana aşık etmiş olabilir…
Ayrıca sıkıntınız yirmi santimden daha derinde de olabilir…
Dediğim gibi; girip elbette o entry’i okumadım, ama önerdiğiniz türden, size de iyi gelmiş her tür yöntem bilgisini, benimle paylaşma şerefini bahşetmenizden mutluluk duyacağımı yinelemekten alakoyamayacağım kendimi.
—
İri bir not: Neden, hep burada olmayan bir 3. kişiye anlatır gibi yazdığınızı görmezden gelip; benim tribünlerle ilişkim olduğu iddiasında bulunuyorsunuz…
İkinci iri not: Araya Irak davasına karışmamayı yazdığınızı sıkıştırdığınızda; mestan ile ağa’nın hikayesine dönmeyecek mi bu ahkamlar? Benim savaşa karşı oluşumun doğrudan Irak davasıyla ilgisi olmaması gibi, sizin savaşçılığınızın da Irak davasıyla ilgisi olmamasını tespit etmiş olmak, aslında iyi oldu…
Üçüncü iri not: Arada değindiğiniz; Kurtuluş Savaşı ile barışcılığı birbirine karşıtmış gibi gösteren, aceleci anakronizm, dehşet ve utanç verici saptırma için bizden değilse bile, varsa torunlarınızdan lütfen özür dileyin… Bu ekolün sonunun, “neresi” olduğunu sanırım benim size anımsatmam yersiz bir gayret olur…
Dördüncü iri not: Döküldüğüm ve size hepimizi aşağılama fırsatı veren kelime ve yaklaşımlarım için bütün barışçılardan, tüm kalbimle özür diliyorum…
Evet hakikaten cok asagilama firsati var, bunlari kullaniyim bari…
1. Cehalet baki kalmayabilir. Ama sizin durumunuz umitsiz. Zira buyurdugunuz gibi olaylar ve konularla ‘bi ise yaramasi, bi fayda saglamasi’ bakimindan ilgilenilirse, sizin gibi su seviyesinde nefeslenen, bi kac hucreli yuzeysel mahlukattan farkimiz kalmaz.
2. Sizin siradanliginiz, bu duruma tahammul edemeyisiniz yuzunden daha da asikar hale geliyor. Hem sirada durmak hem de disarda kosusturmak istiyorsunuz. Olmuyo tabi. Onerim su: hizayi bozmayin.
3. Yoksul musunuz? Calisin.
4. Yoksul, siradan ve cahil insanlar adina konusmaktan vazgecmekle baslayabilirsiniz.
5. Ilk hedefiniz tarih ogrenmek. Geriye!
6. Estagfirullah. Onerim bi doktora gorunmeniz.
7. Beyoglu’na gel; yeme-icme bizden demis Paga bey. Ulan hani yoksuldunuz be? Ama hay hay, ilk firsatta. Ben de sizi Beyoglu’na 387 km. uzakliktaki eski muharebe arazisine beklerim. Bi suredir devam eden tatbikatlara katilma firsatiniz olur. Arazide uygulamali egitim; bi daha asla unutmazsiniz.
Maddeler bitti. Sonrasinda bi Erman Toroglu bi de Borges benzetmesi yapilmis. Efenim ne haddimize… Biz Toroglu gibi yaziyoruz; dogru. Lakin beklentimiz de, anlasilir olmaktan fazlasi diildir. Mesela ‘Kendisini, arada yazdıklarından takdir ettiğimiz, siteye adam gibi adamlar zaman ayırmaya başladı diye sevindiğimiz bir ortamda, baltaları ortaya çıkarmak ve bunu yaparken de gerçekten anlaşılmaz biçimde, ironik olmayan bir gerçekçilik ve gerçekçi durmayan bir seviye iddiasından, hagaragort, Erman Toroğlu ayarında kısa metinlerle ortalığı karıştırmayı marifet mi sanmaktadır acaba? Ki bu bile, olan karşısında katlanılabilir bir olasılık…’ gibi edebi degeri olan, basi-kici son model turkce anlamlarla giydirilmis cumleler kurmaya muktedir diiliz.
Insan olmanin kutsalligi, biricik varolusum benim, hakkidir insana tapan kendimin, seklinde devam eden uzun yazi, Paga beyin aralara sikistirdigi ‘hop hop, gerekirse savasiriz, fena yapariz’ cumleleriyle iyice dagilmis gitmis. Silah ve erkeklik organi arasinda kurulmak istenen alegori, ifade kaldirmadigi icin arkadan desteklenen ‘ask’la halledilmeye calisilmis. Akabinde ‘…benimle paylaşma şerefini bahşetmenizden mutluluk duyacağımı yinelemekten alakoyamayacağım kendimi’ diye devam eden ve Toroglu’na bile ‘kes ugurcum kes’ dedirtebilecek bir sekans yazilmis.
Velhasil ‘iri notlar’a gelinmis. Yani irilikle ilgili sikintilar sona ermemis. Halbuki onemli olan islevi diyorlar paga beycim, kafaya takmayiniz artik. Kurtulus savasi sirasinda da ‘barisci’ arkadaslar vardi sizin gibi merak etmeyin. Beyoglu’nda birbirlerine icki ismarlayip savasin vahsetinden, insanlarin sefaletinden dem vuruyorlardi. Bu ‘yeri geldiginde seve seve oluruz’ halleri cok eskidir paga bey. Bizdeki yigitlikler maalasef cok b..ludur. Duyargalarinizi bu taraflara cevirin, durumlari anlamaya calisin. Sonra tutumunuzu elinize verirler ve hic arzu etmediginiz pozisyonlarda kalirsiniz.
Iyi, aferin, hizanizi bozmayin. Yalniz raporlu veya sabikali oldugunuza dair bi ima yapmissiniz. Hatta beni de listeye eklemek niyetindesiniz anlasilan. Yani tuvalete zor yetistim. Cok korkuyorum, o yuzden adamlarimi onden yolluycam, savasta yapildigi gibi…
Yazılanları anlamama biçiminiz metinler çoğaldıkça daha güzel ortaya çıkmakta, bu açıdan, “bir bilek güreşinden nerelere geldik?” noktasına hızla giderken; yine de yazdıklarımın ve bizzat şu an yazıyor olmanın ne kadar doğru olduğunu tartmaya çalışıyorum bir yandan. Çünkü, siz yazdıklarınız iseniz; gerçekten çok güzel, ama ben sizin yazdıklarınız değilim… Ve sanırım bu sizin için çok da güzel olmayacak; zira gerçekte yanıtlayamayınca, metindeki “alay” olanla, olmayanı ayırmanız da olanaksızlaşmış durumda… Hani siz biraz sıkıştırınca seviye yükselmişti ya ahkamlarda, bakalım siz ne zaman ilgili seviyeyi yükselteceksiniz?
Yani ben açıkça şunu düşünüyorum; ben bu adama bunları yazarak gerçekten yazdığı gibi aba altından sopa mı gösteriyorum?
Şöyle düşünüyorum: Ben bunu yapmam, ama bu yapamayacağım için değil… Gereksiz…
Gerçekten bu kişinin kendince yaptığı aşağılamaları ciddiye almalı mıyım?
:))
Tabii ki; hayır… Çünkü herkes gibi kendi bulunduğu yerden yazıyor…
Şunu netlikle söyleyebilirim sayın 700: burada (İstanbul/Beyoğlu vs.) sizin gibilerden ne kadar çok olduğunu bildiğinizden burada olmadığınızı düşünüyorum artık… Ben iyi kötü derdimin ne olduğunu anlatmış bulunuyorum; sizin derdinizin ne olduğunu anladığımızda bu ilişkinin akıbeti de belli olacak..
Ancak kantarın topuzu ile ilgili yazdıklarıma dair küçük bir anımsatma: Kendinizi ne sandığınızı bilmiyorum… Ama keskin sirkenin zarar vereceği bir küpün içinde olmamanız; insanların, ironi ile hakareti ayırt edememesi ihtimalinden yararlanarak; ne var o da yazdı, o da söyledi gibi yerlere gitmeyeceğinizden emin olmak istiyorum… Çünkü burada yazdıklarımızın gerektiğinde resmi delil olacağını siz de biliyorsunuzdur…
Buranın sanallığı, sizin sandığınız kadar gerçekdışı olmayabilir de…
Sonuçta benim yazdıklarımdan sizin anladıklarınız, özünde benim yazdıklarımın anlamına dair sınırları belirliyor…
Tıpkı sizin yazdıklarınızın benim algımın sınırlarını çizdiği gibi; her hangi bir yerde ve herhangi bir biçimde bir savaşpervere karşı her zaman yazacak gücümüz bulunacaktır.
Ancak ben henüz sizinle ilgili kişilik tahlillerine girmiyorum; zira hepsi ortada…
Duyargalarınızı bu tarafa çevirin, durumları anlamaya çalışın… Gibi mükemmel, açıklayıcı, teskin edici emirlerinizden tabii ki biz sıradan insanlar pek birşey anlamıyoruz. Duyarga sözcüğünü aslında benim bir cins Gregor Samsa olduğum türünden bir espriye varacaksak, kesinlikle yanlış ama sorun değil; ben bir sinirlilik içinde değilim ve madem bu tür yollara gireceğiz; gireriz… Çıta aslında kaçınılmaz olarak sizin elinizde; bu nedenle nerede olduğuna dair şikayetleriniz çok anlamlı olmuyor…
Şu an sürdürdüğünüz yaşantıda, birilerince kaale alınmıyor olduğunuz iddiasını ortaya atabilmek için gereken ifade biçimini oluşturan sözcüklerinizle, bu yazışmanın zihniyetini inşa eden sizsiniz…
Önerileriniz içinde; sanırım bir başkası yazsaydı, yazan hakkında, en galiz kelimeleri sarfedeceğiniz: “Yoksul musun? Çalış!” önermesi; gerçekten sizin fikrinizin bu olduğuna inansam; önce tribünler, sonra kendim ve en sonra da sizden (sizi bu kadar ciddiye aldığım için) özür dilemekten ve bu yazışmadan çekilmekten başka bir şans bırakmıyor bana…
Ama ben gene de içinde bulunmaktan sıkıntı duymadığım yoksullar ve cahiller adına ‘dökülmeye’ devam edeceğim… Neden vazgeçerek başlayayım ki? Siz neyi ve kimi savunuyorsunuz ve hikmetiniz neden sual olunmamakta?
Hiç olmazsa benim duruşumun kerameti kendinden menkul değil…
🙂
Bu arada metin çözümlemelerinizi neden sadece yemsel olanlarla sınırlı tuttuğunuz ve sadece çekiştirilebileceklere tamah ettiğinizi anlamak mümkün olsa da, açıklamasını sizden okumak daha zevkli olabilir…
Ben acele yazmıyorum; sizin yazdıklarınızı bilgisayarıma kopyalayıp, yavaş yavaş, gerektiğinde düzelterek; bazen de ilk yazıldığı gibi komik bırakarak yolluyorum yazdıklarımı… Bir amatör olmanın avantajı belki… Belki de kendi kantarımın ayarlarını yapıyor olmak gibi birkaç işe birden yarıyor olabilir…
Yine de kendime soruyorum: Bu kişiye karşı neden bunları yazıyorum?
Yanıtım şu: Ruhunu artık ne yapacağını bilemeyen bütün solcu eskileri, her yerde bana mı batmak zorunda?
(Eski solculuk; yerine göre düzgün bir geçmişe de işaret edebilir; solcu olmamak zaten bir insanın mutlu kalabilmek için başına gelebilecek en güzel durumlardan biridir… Fakat eğer solcu olursan/ kalırsan; öyle ya da böyle dertlerin olur; birşeylere alınırsın, bulaşırsın, duyargalarını ne yapacağını bilemezsin… filan.)
Kendini gerçekten bütün meseleleri halletmiş sanmak ve bunun üzerinden girilen geyiğe bile dayanamamak…
Benim üzücü biçimde gördüğüm şu; neyseki belge olarak yukarıda pırıl pırıl duran önerileriniz, aslında benim çabamın beyhudeliğini gözler önüne sermekte ise de, yine de artık ben bu işi dersimi almadan bırakmayacağım…
Öyle ucuza olmaz…
:))
—
Bu arada; ima değildi + sizin sayıca çok olduğunuz, bu yazışma başlarken de belliydi…
savaş isteyip istemediğimizi bize sormuyorlar zaten.
ama çok ilginç bir durum var: silopi’deki esnafa soruyorlar savaş ister misiniz diye…
el cevap: tabii ki isteriz, amerikan askerleri gelse, balık satsak, para kazansak fena mı olur?
din kardeşliği, güneydoğudaki sorunlar, amerika’nın uşağı mıyız? neye mal olur bize bu savaş? herşey anlamsızlaşıyor bazen… o esnafın cevabında sanki ruh halimiz.
“savaş, insanlık tarihinin gerçeğidir ve her zaman var olacaktır” şeklinde özetlenen yaklaşımın biraz tedaviye ihtiyacı var. ya da genel bir yaklaşım olduğu için, “yeterli çoğunluğun inandığı şey gerçektir” yargısıyla, bunun dışında kalanların tedavisine ihtiyaç olduğu da düşünülebilir.
savaş her zaman olmuştur, olacaktır. hatta, “insan doğasının” bir unsurudur. bunun kanıtı da kaçbin yıldır dünya nüfusu olaraktan savaşmamızdır.
“insanın doğası” kelimesini böyle sarsak genellemelerle kullanmak cehalettir. herhangi bir ‘psikolojiye giriş’ kitabı alırsanız elinize, “insanın doğası” diye adlandırdığınız hemen her şeyin, edinilmiş olduğunu görürsünüz. Bu da değişebileceğini gösterir. 5000 yılda edinildiyse de 2 günde değişmez, doğru. ama bu çabalamamak için sebep değildir.
tarih demişken, biraz daha biraz daha geriye gitmemiz gerektiğini düşünüyorum; savaşın olduğu, ve ezelden beri varmış gibi göründüğü tarihlere değil de, daha geriye, savaşın ilk ortaya çıkmaya başladığı tarihlere…
avcı-toplayıcı topluluklara kadar gidip soralım; savaşı ilk kim ve neden başlattı?
iktidar hırsı mı?
silah ticareti mi?
devlet başkanları mı?
generaller mi?
savaşı, sınırlı kaynaklar için mücadele eden topluluklar başlattı; gerisi sonradan oluştu. şimdi ‘savaş’ oturmuş, köklü bir mekanizma olarak sürüyor. bu “insan doğasının” bir unsuru olduğu anlamına gelmez. ve önemli olan, amacı saptı. En eski savaşlar, ki tarlabaşındaki travesti kavgalarına benziyorlardı; yaşamını sürdürebilmek aç kalmamak içindi. son birkaç bin yıldır çıkan savaşlarda bu özelliği göremiyorum.
bunun, insanın doğasının sapması olarak görüyorum, ve yanlış olduğunu düşünüyorum, evrilip ayaklarımızın üzerinde durduğumuzda, iktidar hırsı ve ya cinayet azmine sahip olduğumuzu sanmıyorum. eğer bu; ‘medeniyetin getirisidir’ diyorsanız; ben buna karşılık; internet, elektrik, su, aspirin, yaylı yatak ve kauçuk ayakkabıdan vazgeçmeye hazırım. (bunlardan vazgeçersek savaş biter demiyorum)
‘İnsan doğası’na geri dönelim; birsürü kavga gördüm; hepsinde karşı tarafı öldürmek isteyen, ve fırsatı olsa ve bir şekilde cezalandırılmayacağını bilse, gözünü kırpmadan eylemi gerçekleştirecek insanlar vardı. Hatta her kavgada “sen öldün” “öldürecem seni” “katil etme beni” gibi tabirler kullanılır. ve yüzlerine baktığınızda, bu konuda ne kadar samimi olduklarını anlayabilirsiniz. (bıçaklarını görünce bundan emin olursunuz.) gerçekten de öldürmek istiyorlar. ben bunu hiç hissetmedim. Eğer insan doğası buysa; “kardeşim, gel konuşalım adam gibi, ben seni öldürmek istemiyorum, seni incitmek de istemiyorum” dediğimde, ben insan olmuyorum. bu insanlıkdışı bir davranış oluyor.
insan doğası bu değildir. eğer, adamın biri karşısındakinden nefret ediyor ve onu öldürmek istiyorsa; öldürmenin iyi olduğu, gerekli olduğu, ve çözüm olduğu düşünülen ve hissedilen bir dünyada yaşadığı içindir.
öldürmenin gerekli olması; diğer insanın senin için mutlak bir tehdit oluşturması, ve başka hiçbir çözüm yolu bulunmamasından doğabilir. bu düşünce, tehdit oluşturan ve oluşturmayan olarak insanları böler ve iyilerle kötüleri ayırıp kesin çizgiyi koyar. bu sebeplede eğer bir insan kötüyse, onu öldürmekten başka şansınız yoktur. bu siyah-beyaz çizgi de, sonunda savaşlara yolaçar.
savaşın haklı olup olmamasına gelince; haklı savaş, haksız savaş şimdiki dünya düzeninde kolayca sarfedilemeyecek sözlerdir. “ama savaşın haklısı haksızı olmaz” anlamına gelmez. bilmemkaçbinyıl önce kambur atalarımız, verimli ağaçları ve hayvanları olan bölgeye sahip olabilmek için savaşıyorlardı; bölgedeki kaynaklar onlar için fazla bile olsa, birkaç yıl içinde gelebilecek bir kıtlığın, zorluk yaratacağını tecrübelerinden biliyorlardı, topluluğun, yaşamını sürdürebilmesi için (yemek ve su) gerekliydi bu. bu haklı savaştı. açlıktan ölmemek içindi. ama tarım devriminden sonra, kaynaklar herkese rahatça yetecek hale geldiğinde, savaş çoktan bir gelenek olmuştu. insan doğasından mı bahsediyoruz?
peki kişisel olarak; ben hayatımda bana vurmayan hiçkimseye vurmadım ve ettiysem de hiçbir kavgayı ben çıkarmadım. yumruk atarken tek amacım dayak yememekti. peki bu durumda nasıl birilerini vurabilirim ki? kim benden ne karşılığında bunu isteyebilir ki?
ama baby700 yaşının verdiği ağırlıkla şunu diyecektir; sen daha toysun; bu hayaller çocukça, bak işte gerçek dünya.
doğru; ama ben bu durumda çocuklara hak vermekten başka birşey yapamıyorum. bunu olabildiğince fazla kişinin anlaması da “tarih” açısından olumlu olur diye düşünüyorum.
ve akli basinda olan ahkamcilar, lutfen cevap vermeyin su adama ya… biliyorum zor ama o sayede adam kustukca kusuyor. muhtemelen bana da bir seyler diyecek ama cevap vermiycem bak goreceksiniz 🙂 nedense bu tip ciddi tartismalar insanlarin kendilerini kanitlamaya calistigi, sirf bunun icin ona buna satastigi bir yere donusuyor. yazik, yazik…
savasa gelince eminim frannyglass’in baska bir blogda verdigi bir adreste buldugum su resimleri goren ve bir kalbe sahip olan herkez bu anlamsiz savasa (aslinda esit, adil bir savas bile degil, unutmayalim.) karsi cikacaktir.
su adrese gidin, biraz asagilarda yer alan “depleted human babies – iraq / CRIME AGAINST HUMANITY?”ye tiklayin.
Baby 700 kesinlikle haklı, avcı – toplayıcı atalarımızdan beri savaş her daim insanlığın bir parçası olmuştur. Yumruklaşmak, ticaret yapmak, cinsel ilişkide bulunmak da savaştan farklı eylemler değildir.
Bu savaş bizim savaşımız olmadığına göre bizi ilgilendiren tek tarafı vardır, o da çıkarlarımız. Ben para karşılığında insan öldürecek aşağılık bir ulusun ferdi olacağıma bana para teklif edenin karşısına dikilmeyi yeğlerim. Bu yüzden haklının tarafını tutalım ve Irak tarafında savaşa girelim önerisini getirmek istiyorum. Bu savaşın Irak için bizim Kurtuluş savaşımızdan tek farkı karşısındaki gücün korkunç derecede gelişmiş aletlerle kesin biz zafere doğru gidiyor olmasıdır.
“adalet ve barışı savunmak için ölmeyi, kitle katliamı ve savaşa suç ortaklığı ederek edinilmiş bir zenginlik içinde yaşamaya tercih ederim” diyor Irak’a canlı kalkan olarak gitmeye hazırlanan, Körfez Savaşı’nda madalya almış eski Amerikan deniz piyadesi Kenneth Nichols O’Keefe.
Şu siteden ayrıntıları öğrenebilirsiniz (www.uksociety.org). Ve haklısın ingiliz anahtarı, bu savaşa karşıyım diyen milyonlarca insanın ve ıraklıların (ki önce Amerikan ve İngiliz hükümetlerinin desteği ve cesaretlendirmesiyle canavara dönüşmüş kendi liderleri tarafından ezildiler, ardından ambargolar geldi, açlıktan hastalıktan kırıldılar: 11 yılda yarısı çocuk bir buçuk milyon öldüler)bu savaş makinesinin karşısında bedenlerinden başka siper edecekleri pek birşeyleri yok.
zafer denen şeyde savaş olması gerekmezmi ben bu ırak mevzusunda satılmışlık sezinliyorum.
Türkiye açısından değil elbette
.saddam denen şahsın bizzat amerikanın cıkarlarına calısan bir ajan olması benim için kuvvetle muhtemel bir durum.
Amerika başka nasıl bir durum isteyebilir ki ortadoğuda Bundan iyisi can sağlığı onlar için.
Kurtuluş savaşıyla hiç bir alakası yok bu durumun bana kalırsa.yani saddam satılmıslıgını ılk fırsatta ortaya koyacaktır.
Ki ,gene bana kalırsa diyeyim,
Amaç petrol falan da değil.Biraz düşününce istenilenin toprak olabılecegı fıkrı belırıyo kafamda.Yani eyvallah Belki bunalar ikinci dünya savasından soorada yapabılırlerdı bu toprak elde etme işini ama Amaç o zaman petroldu.Ve petrole el koymak ıcın topraga sahıp olmak gerekmıyor.bu durumun en gusel ornegı de ırak degıl mı zaten .yanı adamlar en buyuk ikinci petrol rezervine sahip oldugu halde olabilecek en s*k*k durumlardan birine düştüler.
Neyse olay petrol degil toprak establishing büyük israil devleti.
Hepimize hayırlı ugurlu olsun.
Bir konu daha varki değinmeden gecemeyeceım Paranoya konusunda sınır tanımam ama amerika hiç düşünüldüğü kadar güçlü bir devlet değil sadece reklamları çok iyi, markası çok güçlü.(gerçi sanırım en büyük paranoya şimdi oldu iyi mi ehuehheee)
Eve nohut pirinç un falan depolayın suyu ateşi onlar getirirler.
Güzel günler dileklerimle beraber mutlu senelerlerlelrlrelerlere.
Zamane züppesi barış güvercinleri yine guruk guruk konuşup etrafı pislemişler. Dizilin bakıyim sıraya: Paga denilen zat iyice kendini kaybetmiş. ‘İma etmiyorum sizi tehdit ediyorum’ diyor. Yine ‘sizin derdinizin ne olduğunu anladığımızda bu ilişkinin akıbeti de belli olacak’ buyurmuş. Hakikaten barışçı bi arkadaş bu Paga. Yahu kardeşim dedik ki ‘seni barışçı dış görünümün yüzünden barışseverlerin içine istihbarat yapasın diye soktuk’. Yani insan bu kadar kendini belli eder mi? Asker aleyhine bu kadar dümdüz gidersen, millet senin kimliğinle ilgili şüpheye kapılmaz mı? Beyoğlu’nda yeterince provokatör var; bi de seni almayalım. Zaten ‘burası o kadar sanal diil, gerekirse deliller var’ gibi tuhaf cümleler kurmuşsun. Şimdi yazdıklarımı da delil sepetine koy, lazım olur.
Demek etrafınızda ruhunu nereye koyacağını bilemeyen solcu eskileri var. Ay ne acıklı! Suyundan da koy falan demiyo musunuz onlara? Bendeniz bırakın solculuğu, doğma büyüme karşı-devrimciyim Paga kardeş. Ve bizde eski solculardan daha zavallı ancak tek bir tür olduğunu düşünmekteyim: Yeni solcular. Güvercin beyinli melez kafanız, hayatta karşılaştığı her durumu az-çok bildiği bi kategoriye oturtma telaşı içinde olduğu için normal karşılıyorum yazdıklarınızı. Bi de ‘her yazdığımı yollamadan önce dikkatle okurum’ falan demişsiniz. Peki bu ne evladım: ‘Bu arada metin çözümlemelerinizi neden sadece yemsel olanlarla sınırlı tuttuğunuz ve sadece çekiştirilebileceklere tamah ettiğinizi anlamak mümkün olsa da, açıklamasını sizden okumak daha zevkli olabilir…’ Hiç diilse bu dil ve metin konusundaki cümleyi doğru düzgün kursaydınız. Yani bu da mı ‘yemsel’ sayın güvercin kardeşim? Bence doktor size ‘ne yersen ye’ demiş
Pagan: Evet, bu önümüzdeki savaş her bakımdan bizi iyice perişan edecek. Silopi’deki esnaf yakında hiç kalmayacağı için söyledikleri lafların önemi yok.
Şarlo: Kendine dikkat et. Ama mühim bi tecrübe. Şanslısın. Günlük tut mutlaka; sonradan yazarım deme.
Şopar: Hem toysun hem de içinden geçeni söylememektesin. Gerçi içinden geçenleri söyleyince de ortaya katır kutur bi şeyler çıkıyo ama olsun; hiç diilse sana daha yakın. Bu konuda (ve her konuda) illa bi bakış açısı edinicem diye bişey yok. Zorlarsan zorlama olur. Yani ‘eskiden savaşlar doğaldı, şimdi iktidar vesaire için yapılıyor’ diye bi durum olabilir mi güzel kardeşim? İlkokul terk falan mısın? Hangi tarım devrimi; ‘birkaç bin yıl’ ne demek oluyor? Bunlar bir kaç milyon yıllık olaylar. Köpeğin de hareket alanı, hakimiyet alanı vardır. Başka hayvan gelip sıçamaz. Gelip sıçarsa, siz de ‘ben prensip olarak kavga etmeyen bi bobiyim; ama yaptığınız çok ayıp, çevreyi kirletiyorsunuz’ mu diyeceksiniz?
Mumru: Size bi şey diyemiycem hakikaten. Savaş çıkarsa sizi gönülsüz hemşire yapıcaz.
Scorps: Bizdeki mürekkepler maalesef kırmızıdır. Bakınız tamtamcı Türk medyası.
Stalk: ‘Komünist’ adını taşıyan bi derginin verilerine güvenilebilir mi efenim?
İngiliz: Kardeşim nerelerdesin ya… Özlettin kendini. N’aaber? Yeni yılını kutlularım; hanımın ellerinden öperim; ufaklığın yanaklarını sıkarım. Biz de çalışıyoruz, bildiğin gibi. Usta, şu sıralar bu Irak’ın yanında savaşa girme hareketi pek tavsiyeye şayan diil. O civarda yakında yeni harita çalışmaları başlıycak. Bizim Kurtuluş savaşı sırasında allahtan bu ‘prensip olarak savaşa karşıyım’ vaziyetleri pek tutmadı. Tabi liderin büyük önemi var. Ama ondan sonraki uzun barış döneminde, neredeyse her konuda ‘güreş, güreş hacı muhammed altta’ durumlarında kaldık. Umalım da bu savaş üstümüze sıçramasın. Konuştuğum bi Kore gazisi şu büyük lafı etmişti: “Çok acılar çektik; ama esas mahvolan Koreli sivillerdi. Allah kimseye kendi ülkesinde savaş vermesin”.
Franny: Şu tıkızlaşmış ve içi boş barış ahkamları kesenler Amerikalı subaydan ders alsın derim. Hani maça meselesi diyorlar.
Son yazılanlardan sonra: Ortada dalga geçmek için bile bir kişilik olduğundan duyduğum şüphe nedeniyle;
yazdıklarınızın zaten ortada -ne şans ki- olması nedeniyle, sadece timsah çukurunda değil,
daha az harf ile de yazılabilecek bir çukurda bulunduğunuzu üzülerek görmüş olmak nedeniyle de,
sadece kışkırtmanın dışında, açıkça iftiracı olmanız nedeniyle de, saysam da saymasam da ortada olan
bir yığın başka nedenle de, topladıklarınız için ve saçtıklarınız için /son diye yazmanız nedeniyle de
ve gerçek yaşamda karşılaşma ve konuşma, tartışma, adına her ne diyecekseniz onu yapma umudumu yitirmeden,
adres ve telefonlarımın sizde olduğunu yeniden anımsatarak, burada yazdıklarımızın ve
yazdıklarınızın ve yazdıklarımın yeterince açık olduğundan son derece emin biçimde, size teşekkür ediyorum.
/Cümle yeterince uzun olmuştur umarım…/
Gerçekten şaşırıp, sizi ciddiye almam iyi oldu, içinizdeki ibrikçibaşı ayaklandı ve biz de sizi biraz tanımak olanağı bulduk. Ben sizin için zaten eski solcu değil; solcu eskisi kelimesini kullanmıştım; siz doğrusunu yazmışsınız; ben varsayımımdaki basiretsizlikten ötürü, “kamuoyundan” özür diliyorum…
Elbette aslında bütün yazışma bir anlamda iç gerekliliğini yitirmiş bulunuyor.
Kendinize dönük bundan önce vermiş olduğunuz satır arası bilgilerin ışığında başlayan bu hata, son yazdıklarınızla düzelmiş oldu.
Kendinize dönük tanımlamalarınızın, birinci ağızdan olması, doğruluğunun da kanıtı olduğundan, elimiz kolumuz bağlanmakta; sizinle her hangi bir zeminde karşılıklı muhatap olma şansımız aslında yokmuş; buraya Engin Ardıç’ın kötü bir taklidi olmak için geldiğinizi düşünememiştim. Benim hatamdır; kabul ediyorum. Açıkça küfrettiğiniz değerler için; sizin, yaşamınızın hiçbir anında ödemeye maçanızın sıkmayacağı kesin gibi görünen bedeller ödedim ben, yine de öderim; ne bu borç biter, ne bir alacak oluşur…
Yazdıklarınızda açık iftira olan yerler yeterince açık ve sizinle giriştiğim bu yazışmanın benim açımdan başarısızlığını kanıtlıyor. Ama üzgün ya da sıkıntılı değilim; aksine çok eğlendim, ve türünüzle bir biçimde karşılaşılıp, yüz göz olunduğunda, nasıl bir dil oluşturulması gerektiğini daha iyi kavradım. Muhakkak, bir dahaki sefere de çok dökülecek ve bir çok hata yapacağım; bir gün tam öğrenmeye ömrüm yeterse de ne güzel olacak; ama görünen o ki; siz hep böyle kalacaksınız: Ne üzücü!
Doktorun, benim için ne yerse yesin dediği doğrudur; sağlıklı sayılabilecek tüm insanlara doktorlar zaten böyle der: Ama sizin yediklerinize dikkat etmenizde yarar olduğu, söyleminizden açıkça görünmekte… Hele son dönem beslenme rejiminizi gözden geçirmenizi şiddetle tavsiye ederim; yaramadığı belli…
:))
Tabii yine tribünlere dönerek konuştuğunuz; ve ‘tek tek’ değil toplu olarak muhatap olduğunuz, emirlerinizi yorumlamamıza kızmanız ve işi, üzülerek gözlediğim biçimde iftiraya dökmeniz gerçekten yıpratıcı oldu.
Hele seviyeden sık sık dem vurduktan sonra…
Ben tek tek yazdıklarınıza karşı değil, zihniyetinize dönük yazmaya çalıştım…
Bir de ayrıntı: düzgün bulmadığınız cümle, cehaletimden olduğu kesin bir biçimde; bana hala hatalı gibi görünmemekte. Bütün bu tartışmalardan bağımsız olarak, hatamın nerede ve nasıl olduğunu belirtirseniz size minnettar kalırım.
Keşke benim yazdıklarımla da siz, ince ya da kaba ama zekice pırıltıları olan; -ışıl ışıl olmasa da-, bir biçimde dalga geçebilseydiniz. O zaman bu yazışma belki de kendi anlamını yaratırdı. Ve şahsen ben çok mutlu olurdum.. Oysa sizin tercih ettiğiniz; artık yazılanları okumadığınızı düşündürecek kadar ilgisiz yaklaşımlar ve kerameti nereden aldığınız belli olmayan biçimde hot zot…
Neden zaman yitirdiğinizi anlamak mümkün değil ve yitirttiğinizi: ben hala kapasitenizle ilgili umutsuz değilim. Yazdıklarınızın; bir yanlış anlaşılma sonucu, belki benim de sizi soktuğum yanlış bir zemine kızmanız nedeniyle bu biçimde olduğunu düşünmek istiyorum; hala ve nedense…
Ama bir sonraki yanıtınızın ne olabileceğine yönelik önsezilerim ne yazık ki bu denli iyimser olmamamı söylüyor.
Tartışma hakkında değil de savaş hakkında bir şey söylemek istiyorum: Hakkaten anlamadığım bir durum var: Radikal sola meyilli liberal bir gazetedir di mi? Irak savaşına bütün dünyada solun yanısıra liberal aydınlar da karşı çıkıyor di mi? Peki benim şimdi anlamadığım şu:
Radikal gazetesinin yayın yönetmeni kişi alenen “Türkiye’nin çıkarlarının bu savaşta yer almasını gerektirdiğini” söylüyor. Yazıişleri müdürü Erdal bilmemne kişi de köşesinde “Türkiye’nin büyük oynaması, savaşa girmesi gerektiğini” yazıyor. Ve bu adamlar Türkiye’nin “damardan liberal-hatta sol” gazetesini yönetiyorlar! Bu işe niye bir şey demiyoruz? Erdal bilmemneye, “Git Star’da yaz kardeşim” diyen niye çıkmıyor?
Bu “büyük oynamak” lafına uyuz oluyorum, özellikle böyle, plazaların insan vücudu ısısına göre ayarlanan klimalı ortamlarında, ajans haberi dışında bir şey okumayan, ama “Burada olduğuma göre galiba ben çok önemli bir kişiyim” diyenler tarafından geğire geğire yazıldığında!
Ve bir şey daha: Radikal’de ‘hakikaten radikal’ olduğunu ilan eden, öyle de görünen ikinci tür yazarlar var bir de; Perihan Mağden falan. Savaşa da karşılar, savaş yanlılarına da. İyi çok güzel. Peki bir gün olsun, yan masalarında oturan, “Büyük oynamaya” meraklı yöneticilerine bir tek cümle olsun bir şey diyebildiklerini gördünüz mü? Nasıl bir radikalliktir bu? Hem gazetenin kendisi, hem radikal yazarları için söylüyorum bunu.
Bir de geçen gün CNN yayın yönetmenini izledim televizyonda; Başbakan’la Irak konulu toplantıdan çıkmış, canlı yayında spikerin sorularını yanıtlıyor. Spiker, “Başbakan savaşa girmeyi savunuyor mu?” minvalinde bir şey soruyor, CNN’in yayın yönetmeni, “Başbakan bu konuda net bir şey söylemedi ama biz orada bulunan televizyonların yayın yönetmenleri, Türkiye’nin savaşta yer alması gerektiği konusunda hemfikirdik” minvalinde yanıt veriyor! Bize ne sizin görüşünüzden kardeşim? Sizin bu “Türkiye’yi medya yönetiyor” havanız yüzünden millet sizin destek verdiğiniz bütün partileri mezara gömdü, hala mı akıllanmadınız ya?
Ve Kaptanhayal’den aha işte somut bir öneri: Burada bir sürü web master var görüldüğü kadarıyla; ortak bir site yapalım, kim “büyük oynayalım, Irak’a dalalım” diyor, yazalım, çızalım, dalgamızı geçelim.. İnternete kollektif tadını getirelim. Ciddi yazan ciddi yazsın, dalga geçen geçsin, falan.
Ve son bir not daha: Bu yazdıklarımın “Baby700’ün söyledikleri” meselesiyle bir ilgisi yok; bu savaş konusunu Baby700’e endekslememek gerektiği görüşündeyim. Hatta bu konu kapansa da, savaşın gerçek kahramanlarına dönsek ne güzel olur..
sözünü ettiği başbakanla ırak konulu toplantıda, çağrılı medya mensuplarına anlatılan, ima edilen, söylenen şu: Türkiye bu savaşın içinde, yani ufak tefek pazarlık sürüyor belki ama ok yaydan çıktı, türkiye abd’yle anlaştı ve savaşa destek vermekten öte, kuzel ırak’la sınırlı da olsa askeriyle giriyor. halkı hazırlayalım mesajı verildi muhtemelen. haftaya genel kurmay da benzer bir toplantı yapacak medya patronları ve medyanın mühim insanlarıyla, orada da artık neyi ne kadar anlatabilecekler, türk halkının neleri bilmesine izin var neleri bilmesine izin yok sınırlar çizilecek herhalde. birinci elden bilmiyorum tabii bunları ama duyduklarımdan edindiğim izlenim bu yönde. savaş, sansürüyle, topuyla tüfeğiyle geliyor maalesef…
Savas isteyen türk gazetecilerini, onlarin sahiplerini ve aklima gelmeyen birkac kisiyi daha bir spor salonuna kapatalim. Yesinler birbirlerini. Sonunda ayakta kalan kazansin. Hatta bizlerde evimizden bu olani biteni izleyelim. cekirdek citleyelim.
PS: radikal gazetesinin ne hangi cizgide oldugunu ögrenmek icin künyesine bakmak lazim sanirim..sahibi kimse onun cizgisindedir..
Bütün ahkamlara bir yorum yazan fakat kendi ahkamlarına anlamsız oldugu icin bir yorum yapamayan baby700 kardesim hafif.org’un yeni ombudsmanı olmustur,duyurulur..
türkiye savaşa girmesin tartışmasına değil de baby700’ün şu laflarına itiraz etmek niyetindeyim: “savas denilen vaziyet, insan ortaya ciktigindan beri, pardon ilk canli olustugundan beri var. Ve hep olacak. Insanin bilesiminde bulunan, onun unsuru olan bir hal. Yani ‘insan oldugumuz icin savasa karsi duralim’ lafinin nerdeyse tam tersi dogru. Bu savas bizim savasimiz diildir diyebiliriz; demeliyiz. Ama savas kotudur, baris iyidir diye bi onerme olamaz.”
bence olabilir. zira insan dediğimiz yaratık, gelişebilen, kendini geliştirebilen, değişebilen bir yaratıktır. yani savaş insanlık ortaya çıktığından beri var diye ilanihaye böyle gitmesi gerekmez. insanlığın her “içgüdüsünü” değişmez bir veri olarak kabul edersek zaten siyaset yapmanın anlamı kalmaz. siyaset zira bir şeyleri “değiştirmek” için yapılır. tabii bu sonuçta bir görüş. bir iddia. buna karşılık “hayır. bazı değişmez insanlık durumları vardır. buna karşı çıkmak anlamsızdır. karşı çıkanlar de beyinsizdir” diye bir önerme gelebilir. ki geliyor. daha çok sağ/muhafazakar cenahtan gelen bir görüştür bu, bildiğiniz gibi. bu görüş zaten siyaseti bir şeyleri “değiştirme” çabası olarak değil de; güç dengeleri içinde oynayarak yeni bir pozisyon kazanma, durumunu pekiştirme, orman kanununun geçerli olduğu bir dünyada hiyeraşik pozisyonunu koruma ve geliştirme çabası olarak görür. dolayısıyla bu görüştekilerin bir savaş ihtimalinde bakacağı ilk nokta “çıkar” meselesidir. bu noktadan bakarak kararını verir. insanlığın verili koşullar içinde yaşamaya mecbur olmadığını düşününler ise savaşın bir zorunluluk, bir mecburiyet olmadığını, insanlığın bu cendereden pekala kurtulabileceğini savunur. sağ-muhafazakar görüş bu kesimi “ütopik, boş laflar eden insanlar” olarak değerlendiregelmiştir. bu hep böyle olmuştur. bu yüzden bu ırak meselesinde de aynı lafların edilmesinde şaşılacak bir durum yoktur. kendi adıma konuşayım, savaşı içgüdüsel ve değişmeyen bir insanlık durumu olarak veri kabul edip bu verilere göre yaşamak niyetinde değilim. ve evet dünyada azınlıktayım. çoğunluk para, çıkar, güç kıstaslarından hareket edip istediğini yapacaktır. yapıyor da zaten. ben ve benim gibilerin önünde iki seçenek var. bekleyip susmak ya da bunun bir mecburiyet olmadığını söylemek. evet söylemek daha doğru. “nasıl olsa fikrinizin bir kıymeti yok. abd istediğini yapacak. boşuna gevezelik etmeyin” denecektir. e canım o kadarına da karışmayın bari. kimilerine saçma da gelse iki çift laf söyleme hakkımız yok mu bu memlekette? saçmalama hakkı sadece “birilerine” mi ait?
Türk medyasının diğer önemli konularda olduğu gibi, tarih boyunca savaş, silahlı çatışma , ayaklanma gibi toplumsal-siyasal-askeri eylem ve konuları izleyip aktarma konusunda da sicili hiç de parlak değildir. Sadece bu sicili yüzeysel bir şekilde gözden geçirip, Türk medyasının ne kadar Apoletli, ne kadar şiddet yanlısı ve ne kadar milliyetçi olduğunu saptamak kolaydır:
Kore Savaşında, Türk medyası, Behice Boran’ların Barış Derneği’ni suçlarken, yüzlerce Türk gencinin binlerce kilometre uzakta ABD’ye niye hizmet ettiğini, niye kanını döktüğünü sorgulamadı, sadece o gençlerin kahramanlık öykülerini abartarak anlattı.
Keza Fransa, eski sömürgesi Cezayir’de halk bağımsızlık ve özgürlük için ayaklandığında, üstelik direnişçiler göğüslerinde Mustafa Kemal’in resmini taşıdığı halde, bu Müslüman halka karşı da Fransa’nın safında yer almıştı.
yorumlar
eline sağlık ece
Make LOVE not WAR!
ankarada işler acayiptir. insanlar bir yandan uluslararası silah ticareti yaparlarken, aynı kişiler bir yandan da barış girişimlerinde bulunmaya çalışırlar; global barış planları yaparlar. bir ara part-time böyle bir şirkette çalışmıştım, barış sırasında silah satıp, kullanım aşamasına gelindiğinde panikleyen patronların ikili yaşamlarına tanık olmaya içim çok elvermedi.
Hic de eline saglik diil; hatta elinin hamuruyla savas islerine de karismis derim. ‘Her kosulda savasa karsi’ Ece Hanim. Savasa prensip olarak karsi. Kaka savas, pis savas.
Zaten her tarafimiz hayatta eline silah dahi almamis ‘askeri stratejistler’le doldu su siralar. Bi de basimizda Ece Hanim eksikti; o da gelmisler.
Bu ulkenin silahli kuvvetlerden baska guvenecek hic bi b..u olmadiginin farkindalar mi acaba? Bu kuvvetlerin aslinda cok daha fazla guclu olmasi gerektigini anlayabiliyorlar mi acaba? Eger su anki askeri seviyenin cok daha ustunde olsaydik, bu kapimizdaki savastan kolaylikla kacinabilecegimizi idrak edebiliyor mu acaba?
Hayir, hic birinin farkinda diil; ucuzundan savas aleyhtarligi yapiyor.
Evet Irak savasina dahil olmamamiz lazim; hatta abd’ye yataklik da yapmamamiz lazim. Ama savas kotu bi sey oldugu icin diil; bu savas bize daha da kotuluk getirecegi icin; bizim zararimiza olacagi icin.
Irak’ta, Filistin’de ve dünyanın ve ülkemizin kimbilir nerelerinde kaç sevgili huzur içinde kucaklıyor birbirini? Kimbilir kaç tanesi yanında yatanı bir daha toprakta görmeme arzusuyla sıkı sıkı sarılıyor…
Savaşa karşı çıkalım…
Sevdiklerini kaybedenler için…Kaybedecekler için..Kendimiz için…Laf olsun diye değil, vicdanımızı rahatlatmak için değil, sadece insan olduğumuz için…
Askeri kapasitemizin üstünde de olsak bu savaştan kaçamazdık bir.Ayrıca şu anki askeri kapasitemizin farkında değilsiniz herhalde. Bütçenin ne kadar büyük bir oranın askeri harcamalara gittiğinin de..Yine bu askeri harcamaların büyük bir bölümünün ABD’nin cebini doldurduğunun da..Savaşa girmemiz askeri gücümüzle değil, ne büyüklükte ve ne etkiye sahip bir devlet olmamızla ilgili. Elinizin hamur tutmadığı belli ama silah tuttuğunda ne yapacağı düşündürücü…
2. dünya savasi sirasinda ADB hükümeti ismet pasaya savasa katil diye cagrida bulunmuslardi fakat ismet pasa bu talebi red etti.Bu gün dünyaya baktiginizda dünyanin teknoloji ve sanayii devi ülkelerinin hepsinin 2. dünya savasina katilan ülkeler oldugunu görürsünüz.Bütün savaslarin 2.sinin bir kazanim oldugu gercegi-kazanan icinde kaybeden icinde-bir tesadüfün cok ötesinde bir seydir..bu konu ayri bir tartisma dogurur o nedenle girmiyorum ama sonuc olarak bir savas yani basinizda cereyan ediyorsa taraf olmak zorundasiniz binaenaleyh TARAF OLMAYAN BERTARAF OLUR…
yaşayacak; karşı olanlar savaşta ölecek…
Her zaman olduğu gibi…
Petrol kaynakları ve bunun gibi kapitalist ve somurgeci zihniyetle onursuzca savasmaya hayır..Turk askerinin kanı ABD icin akmayacak!!!Bizim savasımız bu olmalı..
Burkheim®
Şu ifadene kesinlikle katılmıyorum:
“Evet Irak savasina dahil olmamamiz lazim; hatta abd’ye yataklik da yapmamamiz lazim. Ama savas kotu bi sey oldugu icin diil; bu savas bize daha da kotuluk getirecegi icin; bizim zararimiza olacagi icin.”
Yani lehimize olacağını bilsek; emperyalist politikalar gütmek, başka bir ülkeyi işgal etmek, sömürgeci olmak için yapılan savaş iyi bişey mi olacaktı? Yok öyle bişey.
Savaşın kaçınılmaz bir olay olduğunu tarih ispatlamış, bu nedenle hiç savaşsız bi dünya hayal etmek ağlak bir iyimserlik olur, ama bu gerçek hiç bir zaman savaş ile ulaşılmak istenen amaçları meşrulaştırmaz, e biz de mutlaka savaşmak zorundaysak, alçaklığa karşı savaşalım o zaman, af buyrun ayaktasigilmekten yeğdir.
Hatta insanlik onuru savasi yenecek; sevgililer rahatlikla duzusebilsin; cocuklar seker de yiyebilsin; kahrolsun kapitalist duzenin su nahos taraflari; yasasin barisci olmanin sosyal rahatliklari falan da diyelim.
Valla cok uzucu goruyorum durumlari. Kendisini her konuda sadece sloganlarla, kliselesmis kelime sekanslariyla ifade edebilen, hicbir meseleyi ayrica dusunme zahmetine katlanmayan, insanlik onuru gibi buyuk laflari bir cirpida soyleyiveren gencler…
Askeri gucumuz hususunda yorum yapan Klimt kardesim ‘onemli olan ne buyuklukte ve etkide bi devlet oldugumuz’ demisler. Hadi ya. Bu hic aklima gelmemisti. Size soyliyim: gayet kucuk ve etkisiz bi devletiz; sadece silahli kuvvetleri is yapabilecek bi devletiz; askeri anlamda pakistan ve iran’dan bile daha iyi diiliz. Ama isterseniz Yeni Zelanda gibi ordumuzun muhim bi kismini lagvedelim; boylelikle uluslararasi silah tuccarlarinin cebini doldurmak durumunda kalmayiz; ve hatta o paralarla ac insanlarimizi doyurur, bahtiyar bir sekilde yasariz.
Savas denilen vaziyet, insan ortaya ciktigindan beri, pardon ilk canli olustugundan beri var. Ve hep olacak. Insanin bilesiminde bulunan, onun unsuru olan bir hal. Yani ‘insan oldugumuz icin savasa karsi duralim’ lafinin nerdeyse tam tersi dogru. Bu savas bizim savasimiz diildir diyebiliriz; demeliyiz. Ama savas kotudur, baris iyidir diye bi onerme olamaz.
Lesclay. kardesim ise ‘lehimize olacagini bilsek emperyalist, somurgeci ve isgalci mi olacagiz’ diye sormuslar. Ohmm, iyi bi soru. Kivirtmadan cevap veriyim: evet. Ama sunu da ekliyim musaadenizle: yeryuzundeki butun devletler tarihte ve bugun zaten bu konumdadirlar. Gunumuzdeki modern ifadeler (emperyalizm vs.) bizde urkuntu yaratabilir; ama biz de diger milletler gibi kendi varolusumuzu ve devamliligimizi, bazen digerlerinin cani-topragi pahasina surdurmeliyiz.
sayın baby700…en büyük sizsiniz. Türkiye’de mi yaşıyorsunuz? Bu ülkenin şimdiye kadar neye yatırım yaptığını zannediyorsunuz. Cebimden/eğer türkiyede yaşıyorsan senin de cebinden çıkan verginin nerelere harcandığını bilmiyor musun?
Dün akşam çekilen şans topu sonuçları verilirken alt yazıda paraların ne şekilde bölüşüldüğü de yazıyordu. Bilin bakalım en büyük pay nereye gitti?
Evet, Türkiye bu savaşa girmek mecburiyetindedir. Bu kadar borçtan sonra nasıl bağımsız karar verebilirsin ki? Hem bir de bak 20 milyar dolar verecekmiş amerika bize. ne güzel di mi? Bu para da ne kadar asker ölecek, ne kadar zarara gireceğiz biraz olsun anlatıyor. Zira sam amca haybeye para vermez.
Ben bir savaş karşıtıyım. insan öldüremem. Öldürene nasıl laf anlatabilirim ki?
Mantıksızca sacmalamıssın,mantıklı sacmalmak vardı ama sen onu da becerememissin..
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in
22 Aralık 2002 tarihli Aydınlık Dergisi’ndeki başyazısı
Vurula kırıla küreselleşiyoruz
*Hükümet ABD’nin denetiminde, Ordu millî… Bu mu AKP’nin iktidara gelmesiyle kazanılan “istikrar”?
*Devlet bölünmüş, bir kısmı Türkiye’yi tehdit eden güçlerin eline geçmiş ve gafiller “istikrar geldi” diyor.
*Hoş geldin “istikrar”! Hoş geldin Hablemitoğlu’nun gözüne sıkılan kurşunlar!
Aksoy, Üçok, Emeç, Dursun, Mumcu, Eşref Bitlis, Kışlalı ve şimdi de Necip Hablemitoğlu… Vurulanlar hep Kemalist Devrim’in aydınları, hep millî devleti savunanlar, hepsi yurtsever cepheden.
İşte böyle: Vurula kırıla küreselleşiyoruz.
Küreselleşme, dünya piyasasıyla bütünleşmedir, millî piyasa temelinde kurulan millî devletin sonudur. ABD ve Avrupa açıkça söylemiyor mu, Türkiye’de Kemalist Devrim’in sonunu getireceğiz diye, yaşanan süreç budur.
Sayin by burkheim-r scorps hazretleri… Perincek beyin ozlu sozlerini aktarmaniz pek isabetli olmus; galiba siz de o cihettensiniz ama yazma ozurlu oldugunuz icin ‘lider’in laflarini dayamissiniz. Ama adamcaizin cumleleri burada harcanmis. Siz en iyisi bunlari, diger bazi sol bosaltim organci arkadaslarin yaptigi gibi moderasyona yollayin; daha genis kitlelere ulassin, bin cicek felan acsin…
Indian beycim, ne demek allaaskina savas karsiti olmak? Size yakisiyo mu? Lutfen. Tutum alan insan, durumu anlayabilir mi? Et yiyen canli, oldurmemis sayilabilir mi? Hayvan oldurmenin yarattigi ekosistem problemleri, insan oldurmelerinden daha mi az onemli? Bakiniz etrafiniza bi tane anadolu parsi var mi? Ama bi suru tip tip insan var. Siz de onlardan birisiniz. Yapmayin rica ederim. Olaylara, insanlara, dunyaya sadece bugunun gecerli, ‘insani’ deger yargilariyla bakarsak, gercegin kucuk bir kismiyla yetinmis oluruz. Hangi kisim mi? Yasadigimiz zamani mutlak, hal-i hazirdaki sosyal normlari ihtiyac kabul eden kisim. Bi seye karsi olmaniz -mesela savasa-, sizi tanimlarken dikkate alacagimiz bi ozelliginiz olmamali. Ayip bi sey. Ama ‘savastan hoslanmiyorum’ falan diyebilirsiniz; o ayri.
“Ulusun yaşamı tehlikede olmadığı müddetçe savaş cinayettir.”
Mustafa Kemal Atatürk
Bu savaşa girmemek,Amerika’nın askerliğini yapmamaktır.Bu zaten başlı başına bu savaş ortamında taraf olmaktır.
evet savaş insanlık tarihini başından sonuna kadar dolduruyor, tamamen insanca bir davranış. Tecavüz de öyle. Tecavüz çok sık görülüyor, dakikada bilmem kaç kadına erkeğe tecavüz ediliyor diye tecavüzü desteklemek mi gerekiyor.
saçmalamayın lütfen.
Tutum almak, yobaz olmayı gerektirmez. Siz bana cinayetin kabul edilebilir bir durum olduğunu mantıklı bir şekilde anlatabilir, benim inanmamı sağlayacak cümleleri kurabilirseniz kendi fikrimden vazgeçebilirim. Ya siz kendi kalıplaşmış düşüncelerinizden vazgeçebilir misiniz.
Sanlı ordumuz hakkında cok da emin olmayalım. Elmalarla armutları karıstırmayalım. Savaş adamı öldürür. Mermi tepesinden gecen adam düşünür oğul Busht petrol+kan emecek diye mi öliyim diye?
Büzük meselesidir savaş, karşıtı olmak yada taraftarı olmaktan da katbekat daha büzük bişeydir.
Bizim yanında savaşa gireceğimiz Almanya, 2. Dunya savaşından sonra 5-6 sıfırlı enflasyonla bu savaştan çıktı. Ayrıca savaş döneminde silah üretimi için yönlendirdiği devasa sanayisini üretime kaydırdı. Bizim gibi tembellik, kolaycılık peşinde koşmayıp, kendine üretim ve çalışmaya verdi. Yoksa bugünlere savaşa girdi-çıktı diye gelmedi. Ayrıca bu savaştan çıkan İngiltere, Amerika, Fransa, İtalya gibi devletler zaten en gelişmiş devletlerdi.
Ayrıca her yanıbaşımızda biten savaşa taraf olsaydık örneğin, İran-Irak savaşı, bugün muhtemelen Hafif’te yazamıyor olurdunuz.
Ben bunların düşünülmeden söylenmiş kelimeler olduğunu varsayıyor daha fazla üzerinde tartışma açmak da istemiyorum ama yazamadan da duramadım.
yazık esefle baktım. bir takım kelimelerin anlamlarını unutan, onları görmezden gelen, realizmi çiğlik sanan, içini dışına kusar gibi çıkaran, doğal olanı kabullenmenin insan aklına ve doğasına ters olduğunu kavrayamayan siz yaşlılar ne kadar da kolay söylüyorsunuz savaşla barışın bir olduğunu.
ne var ki, bunun çaresizlikten kaynaklanan bir durum olduğunu düşünüyorum bir yandan da. çok güzel itiraz ediyorum. olmasın diyorum. diyorum da ne yapacağım? durdurma şansım var mı? hepimiz toplansak durdurabilecek miyiz? acaba diyorum meclis ve hükümet şunu diyebilecek mi: biz bu savaşa girmiyoruz ama girmezsek bedeli çok ağır bunu beraber ödeyeceğiz. bu cesareti gösterebilecek iktidar var mı? bunu ne kadar kabullenebilecekler? nasıl yönlendirilebilir halk bu durumda? kahraman mı olurlar iktidardakiler yoksa asar mıyız onları da?
inönü, menemencioğlu ve saraçoğlu’nun yaptıkları çok zordu 2. dünya savaşı’nda. ama iki taraf vardı o zaman. şimdi ikinci taraf yok. denge oyunu oynayamayız bıçak sırtında. akıntı tek yönde ve biz ters yönde ilerlemeye çalışıyoruz. güçlü olmak lazım bunun için sıkı sıkı tutunabilecek kadar güçlü olmak lazım. bu hâlimizle yapabilir miyiz bunu?
lanet olsun bizi bu duruma getirenlere!
p.s: 2. dünya savaşı’nda t.c. dış politikası ile ilgili olarak tarih vakfı’ndan çıkan denge oyunu isimli kitabı şiddetle tavsiye ederim. bilhassa menemencioğlu’na dikkat. onun gibi parlak bir siyaset adamının nasıl olup da gümbürteye gittiğini hâlâ anlayabilmiş de değilim.
Yanlış anladım umarım, yoksa savaştan yana mı tavır koyuyorsun?
belki savaşı durduramayız ama en azından önlerine küçük de olsa engeller çıkarırız. Huzursuz ederiz azıcık, “filin yanında pire”* olsak ne çıkar, savaşı durduramayacağız diye susalım mı, ya da daha da berbatı savaşı mı savunalım (hani şu meşhur tecavüzden zevk almaya çalış mantığı). kendimize duyduğumuz saygının gereği bu. Omurgasız olma-manın bedeli de denebilir. Senin de aksini söylediğini sanmıyorum zaten ama yılgınlık sezdim, ondan bu gevezelik…
*1965 yılında Yunanistan’ın Washington Büyükelçisi’ne hitaben, Lyndon Johnson şöyle demişti: “Parlamentonuzun ve anayasanızın canı cehenneme. Amerika Birleşik Devletleri bir fildir. Kıbrıs ise bir pire. Yunanistan da bir pire. Eğer bu yaratıklar fili kaşındırmaya devam ederlerse, filin hortumunu yer otururlar.”
Cok uzuluyorum ama, kiriliyorum bakin. Nedense herkes bana ‘bi tur umitsiz vaka’ muamelesi yapiyor ve dediklerimle ilgili dise dokunur bi sey soylemiyor. Halbuki bu tamil denen genc arkadas hafiften bi dengeleme vaziyetine gecti diye bi hassasiyet, bi hassasiyet. ‘Tamilcim, canim, biliyorum aslinda biraz yorgunsun su siralar’ veya ‘herhalde yanlis anladim seni, yoksa senin gibi aydin biri nasil olur da…’ falan gibisinden haller. Merak etmeyin. Tamil arkadas hala sizlerden beri; en az sizin kadar savasa karsi. Sadece kendini afise olmus empas yemekten kurtulamayacak bric oyuncusu gibi hissediyor biraz o kadar. Yani Turkiye’nin bi parcasi gibi.
gelecek baby! merak etme
bireysel durumlara bakmadıkça savaşla ilgili herhangi bir sorun yok. öldürmek zorunda kalmadıkça dünyanın herhangi bir noktasındaki herhangi bir savaş/olay çok da önemli değildir. ayrıca animist yaklaşımlarla yeryüzünü tek bir canlı gibi kabüllenince nahoş olayları da o canlının çeşitli halleri gibi görmek mümkündür. (insan üzerinde yaşayan mikroskobik canlılar için her duş alışımızda yağış mevsimi gelmesi gibi.)
Amerika 2. dünya savaşından beri aynı taktiği sürdürüyor..İlk önce ülkenin yönetimine göz dikiyor, gizli örgütleriyle ortalığı karıştırıyor, desteklediği partinin başa gelmesini sağlıyor-normal yolla olmazsa darbeyle,kargaşayla,terörle-, sonra dilek ve isteklerini dile getiriyor, iyice kucağına oturttuktan sonra da çekirge gibi sömürdükçe sömürüyor o ülkeyi, biz de oturmuşuz bir kere kucağına ne halk olarak ne de hükümet olarak karşı çıkmıyoruz, çıkamıyoruz-zevk mi alıyoruz nedir?:P-Hükümet halkın fikrini umursamadan sanki biz onlar için çalışan karıncalarmışız gibi bizim hakkımızda kararlar alıyor.Bizi öne sürüyorlar.Neden hala göremiyoruz anlayamıyorum: HÜKÜMET, POLİS, ASKER BİZİLER İÇİN VARDIR..Bizimle karşılaştığında onlar eğilecekler,biz eğilip el etek öpmeyeceğiz. Onlar bana siz diye hitap edecekler, ne yapmalrını istediğimizi soracaklar..Savaş çığlıkları atılırken her tarafta İstanbul’da “savaşa hayır” yürüyüşünde savaştan farklı sloganlar atıldı, partiler isimlerini yarıştırdılar..Sizce de biraz silkelenmemizin vakti gelmedi mi?Ciddi anlamda savaşa karşı olduğumuzu, bu hükümete ve diğer ülkelere duyurmamızın vakti gelmedi mi?Ne yapacağız?:Savaş çıktıktıktan sonra oturup karından konuşmaya devam mı edeceğiz?Neden iş kıçımızı kaldırıp yürümeye gelince herkes bir yerlere saklanıyor?Neden elimizin altında her köşeye ulaşabileceğimiz net varken bunu kullanıp örgütlenmiyoruz, yürümüyoruz?????
Neden yürümüyoruz?
Belki duymuşsunuzdur,ama bir duyuru: Irak’ta savaşın başladığı gün saat 14’de Taksim’de buluşulacak. İstanbul’da bulunan ve sadece tepkisini göstermek isteyen arkadaslar için.
İkinci not, Türkiye 2. Dünya Savaşına dahil olmadığı için bugün beğenmediğimiz noktada. Katılsaydı muhtemelen beğenmeme gibi bir lüksümüz bile olmayacaktı. Ancak 1930’larla 2000’leri kıyaslayarak savaşa girmek ya da girmemek üzerine tartışmak değişen koşullar göz önüne alındığında pek de akılcı değil.Hele hele Türkiye’nin 1950’lerden beri izlediği ABD bağımlı dış ve iç politikası ışığında..Alın işte, adam hazine bakan yardımcısını da yanına aldı geldi. bundan daha açığı var mı? Bize faydası olacak mı bu pazarlığın, olmayacak mı? Önemli olan bu mu?
Eğer hala bu nokta üzerinde tartışıyorsak yerimizde saymaktan başka ne yapıyoruz ki?
Önemli olan öyle ya da böyle, lehimize ya da aleyhimize, dünyanın pek çok yerinde çok az kişinin hizmetinde her geçen gün artan sayıda silahlı çatışmalar olduğu. Önemli olan yaklaşık 6 milyarlık dünya nüfusunun 4 milyarının yoksulluk içinde yaşadığı ve böyle bir ortamda her dünya vatandaşının cebinden her yıl en az 120 doların silahlanmaya gittiği…
Önemli olan, inişe geçen tek süper gücün bu gidişatı yavaşlatmak için yeniden emperyalizme başlaması, ekonomiyi ikinci plana atıp silah zoruyla yayılmayı karşımıza koyması..Ve muhtemelen inerken bizi de aşağıya çektiği…
Şimdi napalım? Koç’u izleyip ABD’yi destekleyelim ve uzun vadeli çıkarlarımızı gözetelim diyenlerden mi olalım? Yoksa aman benim elimden ne gelir şurda yazdığım iki kuru gürültüden başka diyenlerden mi? İkincisini ilkine tercih ederim. Farkında olmak görmezlikten gelmekten iyidir.Farkında olmak başlangıçtır…
1) “Zaten her tarafimiz hayatta eline silah dahi almamis ‘askeri stratejistler’le doldu su siralar”
Bir küçümseme, bir ben elime silah aldım havaları… Pek yakışmış sayın baby700, vallahi robocop gibisiniz. Sizi hayranlıkla kutluyor bundan sonra bizzat katılmadığınız savaşlar konusunda yazmayacağınızı varsayarak her ahkamınızı engin deneyimlerinizle zenginleştirdiğinizi bilmenin hayranlığı ve ezikliği içinde okumayı vaad ediyorum. Aslına bakarsanız daha önce ahkam kestiğiniz konulardaki engin tecrübeleriniz altında ezildik amma işte bi kendini bilmezlik içindee gevezelik ediyoruz şimdi.
2)”Bu ulkenin silahli kuvvetlerden baska guvenecek hic bi b..u olmadiginin farkindalar mi acaba? Bu kuvvetlerin aslinda cok daha fazla guclu olmasi gerektigini anlayabiliyorlar mi acaba?”
yani fark etmiyoruz ve anlamıyoruz demek burada, sizin o müstesna anlayış kabiliyetinizi azımsamak gibi geliyor bana ama sormuşsunuz neyleyim: ANLAMIYORUZ (farkı da açtık bu arada ANLAYANA.) Bu sizin sözünü ettiğiniz kuvvetler şey oluyor değil mi, hani aslında sivile bıraksanız ev, site yapacak ama allahtan onların elinde de bak yeşil yeşil duruyo dediğimiz yerleri sulayanlar.. Ha bi de mesela bunlar boğazın kenarine böyle kaza felan olmasın diye kuleler dikiyolar şık değil ama işlevsel hem mesela muharebe arazilerini bıraksak ellerine vallahi kazık çaktırmazlar öyle harbi çocuklar (faul yaptım sarı kart). Yalnız biz anlamak istemiyoz nolcak?
3)”Eger su anki askeri seviyenin cok daha ustunde olsaydik, bu kapimizdaki savastan kolaylikla kacinabilecegimizi idrak edebiliyor mu acaba?” hımm baby kelimelerini dikatli seçer: KAÇINABİLİRDİK. Yani bir kaçılması gereken durumu içten içe kabul ediyor amma ahhh askeri seviyemiz düşük..Yazıkk (ah ki oğlunun emeğini eline verdiler diye yazmış ece ayhan öyle aklıma geldi yazdım)
düşük dediğine göre bi de kıstası var herhalde ama yazmamış. EEE biz edepsizlik edelim soralım hangi ölçekle kime göre düşük ve bu neden kaçındıramıyo bizi?
4) “Hayir, hic birinin farkinda diil; ucuzundan savas aleyhtarligi yapiyor.” aa, hayır ne münasebet, aksine ece fiyatını yükseltiyo. Amerikalıların lehlerine yazması için medyayı satın alma bütçesinden epey büyük bir parça koparacağından eminim.
5) here comes the final blow: “Evet Irak savasina dahil olmamamiz lazim; hatta abd’ye yataklik da yapmamamiz lazim. Ama savas kotu bi sey oldugu icin diil; bu savas bize daha da kotuluk getirecegi icin; bizim zararimiza olacagi icin. ” Efenim? Yani şu engin savaş tecrübenizden yararlanmak isterdik: Neden katılmamalıyız bu savaşa ve neden daha da kötülük getireceği için” Bi de şunu soralım arsızlığı u kadar bartmışken: biz iyi olsak; “daha” değil ilk kez kötülük getirecek olsa savaşa katılsa mıydık?. Ne diyosunuz efenim, bi izah etmeyi deneyin bakalım belki anlar arif olur gol bile atarız.
Bir de efendim bize zarar getireceğini söylemişsiniz, ee, biraz açar mısınız?
not: “savaş” kelmesini görünce pavlovun köpeği gibi öyle şartlandığı için “hayır” diyen insanlar olduğunu varsaymakla kalmayıp ece’nin de bu insanlardan biri olduğunu varsaymişsınız ki maalesef bu duruma tepkiniz asıl sizin “savaşa hayır” diyenleri görünce “atıl kurt “komutunu almış asil kurtlar gibi davrandığınızı düşündürmekte.
Bi de siz düşünün zahmet olamazsa.
Artık bizim de şahinlerimiz var…
Şu anda bu savaş çığlıklarına katılanların hemen tümünün, eğer bu ülke işgal edilirse, hain ve işbirlikçi olacağına, ama burada savaşa karşı olduğunu belirtenlerin, direnerek öleceğine eminim…
20 saatlik kurslar da var, ama bir iki gün ayırıp, 20. yy tarihini incelemek de var; ne ki, kimseyi hedef almadan yazıyorum; ama bu ne burada yazarken, ne gerçek yaşamda bunun yapmayacağım anlamına gelir…
Yanında ardarda üç el silah patlasa, dizleri tutmayacağı için tuvalete yetişemeyeceği, kurduğu cümlelerden son derece aşikar biçimde belli olanların, “şunu yapın, böyle yapın” traşları, yazılarını yazıp bitirdiklerinde, belki aynaya bakarken, pembeleşmiş yanaklarında bir rahatlama ve mutluluğa dönüşüyor olabilir…
Savaş istemeyenleri aşağılayanların tarihi, eskiden de netti, bundan sonra da öyle olacak…
Savaş istiyorsanız, savaşın; ama sonra insanlıktan sözetmeyin…
Hiç olmazsa bunu yapmayın…
Hala aynı yerdeyiz!
SAVAŞIN KAÇINILMAZ OLMASI SAVAŞA EVET DEMEK DEĞİLDİR!O zaman nasılsa kaçınılmaz , engellenemez diye elimizi kolumuzu bağlayalım, susalım…bırakalım binlerce kişi bir hiç uğruna acı çeksin, can versin..nasılsa ölecekler di mi, kaçınılmaz son…biz öyleee izleyelim o zaman..ABD yeni bir filmi vizyona soksun, biz de her kanalda bilmem ne nitelikli füzelerin pat pat inişini izleyelim, vay be diyelim…nasılsa kaçınılmaz…
Sizler o savaşta can vermeyin diyedir o yürüyüşler..Ha yürüyüşler her zaman amacına ulaşır mı tartışılır. Ben her zaman olduğu gibi Türkiye’de bu olayın da saptırıldığının farkındayım.edy güzel yazmış. savaşmamak için yürüyüş düzenleniyor, parti sloganı atılıyor, vesaire vesaire..yani sağı solu fark etmiyor bir noktada. herkes aynı bağnazlıkla önce kendi dahil olduğu grubun daha fazla savaş karşıtı ya da daha fazla savaş yanlısı olduğunu ispatlamaya çalışıyor.Oysa bir savaş çıktığında baby700 de, ben de, sen de, hepimiz b..u yiyeceğiz.(yedirecekler)Bu kadar basit.
Savaş ve savaş üzerine ne diyebilirim ki size şahinler. Zaten biliyorsunuz ama kendinizi öyle kaptırmışsınız ki ulusal çıkarlar balonuna.
Ama politika uğruna, (size hiçbir zaman yedirilmeyecek olan) “o uzun vadeli çıkarlarınız” uğruna insan kanının, (evet iyice okuyun çünkü bu annenizin babanızın kardeşinizin, oğlunuzun ya da kızınızın kanı da olabilir) üzerine pazarlık yaptığınızı (düşünerek okuyun!) bilerek savaşı savunun.
Savaş dönemlerinde tüm ülkelerde muhalefetin sindirildiğini, demokratik kurumların saldırıya uğradığını, ülkenin aydınlarının sokak ortasında kurşunlandığını hatırlayarak savaşı savunun.
Bu savaşı en çok isteyen ülkenin insanlarının ikiz kulelerden kağıt gibi aşağıya nasıl uçtuğunu hatırlayın.
Çok değil bir ay önce sitede mimlenen kafası kopmuş Filistinli bebekleri gösteren siteleri hatırlayıp öyle konuşun.
Ve unutmayın ki Irak halkından onbinlerce insan (ki bu sadece savaş sırasında) parçalanarak ölürken ve savaş sonrasında gıda ve ilaç ambargosunda yine onbinlerce çocuk ölürken eğer siz sofraya oturup kusmadan yemek yiyebilecekseniz öyle savaşı savunun.
Binlerce link verebilirim ama hiç bir şey yapmak içimden gelmiyor şu anda.
Sizi gördüm ve insanlığıma lanet ettim.
Bu savaşın yurt sevgisiyle ne alakası var?
Cahil-i cuhela-i humanist ve de hafiften sosyalist guzel insanlar yine kivil kivil konusmuslar. Elemanter bilgi eksikligi icerisinde, ideolojik gerekcelerle kendini konumlandiran sersem arkadaslar… Bastan aliyorum, dikkatle izleyiniz:
1. Savas ve baris prensip olarak karsi durulacak veya taraf olunacak bir durum degildir. Bakiniz tarih.
2. Muhtemel bir savas esiginde her devlet, millet, topluluk once kendi tarafini tutar.
3. Savasi veya barisi, ahlaki kategorilerle degerlendiremeyiz. İyidir, kotudur, olumdur, surumdur gibi yorumlarinizi icki sofrasina veya taksi soforu konusmasina saklayiniz.
4. Aktuel vaziyette, Turkiye’nin iki secenegi vardir: ABD’ye destek vermek ya da vermemek.
5. Turkiye’nin tek bir silahi vardir: Kara ordusu. Bunun da kisa vadeli etkisi vardir. Uzayacak muharebe kosullarinda ciddi lojistik problemlerle karsi karsiyayizdir.
6. Dusunus ve duruslarimizda kriter alacagimiz sey, bu ulkedeki insanlarin cogunlugudur. Yani itiraziniz yoksa, Turkler.
7. Turklerin Irak savasindan bir kazanci olamaz. Ustelik ulkenin zaten b..tan olan durumu daha da fenalasir. Irak bizim komsumuzdur ve bu cografyadaki atesli gerginlik bizi daha da hasta eder.
8. Bizim aydinimizda ve bu siteye bakan arkadaslarimizin pek cogunda bi asker alerjisi vardir. Bu zevat, asker-politika-karar mekanizmalari iliskisini, Bati formatlarinda degerlendirmeye ve buna bagli ahkamlar kesmeye bayilir. Bizde, bizim cografyada onlarda olmus oldugu gibi Magna Carta- sosyal kontrat- gucler ayriligi- demokrasi gibi hallerin bulundugunu veya bulunmasi gerektigini dusunur. Tanzimat’tan beri bu Batilimsi haller icerisinde battigimizi goremez.
9. Irak savasina karsi cikmaktan, ‘bu karsi cikis nasil olsa biseyi degistirmez’ diye vazgecelim demedim. Hatta kamuoyunda ‘abi nasil olsa g..u ABD’ye teslim etmisiz, s..e s..e istediklerini yapicaz’ seklindeki halin degisebilecegini dahi dusunmekteyim. Ama bunu ancak ‘bu savas bizim zararimiza olacak’ ustune bina edebiliriz. Irakli cocuklar olecek gibi uyuz-global bahanelere veya ‘ben her savasa karsiyim, salaktir benim adim’ seklindeki arkadaslara ihtiyac yok. Ayrica 10 yillik ambargonun bu cocuklari herhangi bir sicak savasa kiyasla 10 kat daha fazla oldurdugunu de hatirlayalim.
10. Diyelim ABD, Irak savasindan sonra Turkiye’nin dogusunu da icine alan yeni bi Kurt devletine karar verdi. Ve Iran ve Irak ve pesmerge ve pkk’yi ustumuze iteledi. Eminim bu ‘savas karsiti’ arkadaslar arasinda ‘yav zaten oralardaki Kurt, biz de soyle bi Marmara-Trakya Turk devleti seklinde AB’ye hemen gireriz’ diyenler epeyce cikacaktir.
Bi arkadas ‘savasa karsi olanlar direnerek olur; sahinler dusmanla isbirligine gider’ demis. Bu ulkede kimin ne yapacagi belli olmaz. Turkler’in ancak olaganustu durumlarda, savaslarda ve felaketlerde biraz olsun insan olduklarini hatirladiklarini hatirlatirim. Uzun suren bu ‘baris’in getirdigi ahlaksiz hayatlarinizdan dolayi sikilmiyor musunuz? Yoksa ‘sikiliyoruz ama hic diilse iyi-kotu yasiyoruz; aradabir savasa felan karsi cikarak vicdanimizi rahatlatiyoruz, hatta vicdan orgazmi da oluyoruz’ mu diyorsunuz?
ve “epeyce” ne idüğü belirsiz güzel abiler, anlamadıklarının yerine, yumurtladıklarından yaptıkları karışımlardan savaşma arzusu pişirdiklerinde ne olacağını bilmedikleri iyice açığa çıkmakta…
Zira:
Turkler’in ancak olaganustu durumlarda, savaslarda ve felaketlerde biraz olsun insan olduklarini hatirladiklarini hatirlatirim. Uzun suren bu ‘baris’in getirdigi ahlaksiz hayatlarinizdan dolayi sikilmiyor musunuz?:
türünden incilerinin parlaklığından kamaşmış gözlerini bürüyen kan kesinlikle onları boğacaktır; işbirlikçi olmadıkları sürece…
Sizlerin savaşarak fethedeceğiniz bir dünyada nasılsa yaşayamayacak olanlar, elbette sizin ‘sikici hayatlarınıza’ direnerek ölecekler…
Şüpheniz olmasın…
Pek hakim olduğunuz, kelimelerinizin arasından sızarak ekranımı kirleten tarih, anlamayı ihmal ettiklerinizi, uygun bulduğu her hangi bir yerinizden size sokacaktır…
Nasıl olsa…
:))
1. Savaş ve barış her zaman için prensip olarak karşı çıkılabilecek veya taraf olunabilecek durumlardır. Prensipte savaşa karşı olmak ise savaşın kaçınılmaz olması durumunda savaşmamak demek değildir. Zaten “savaşa prensipte karşıyım” demek ile “her ne olursa olsun savaşa karşıyım” farklı anlamlara gelir. Bu iki tavır arasındaki farkı anlatmak ise buradaki yüce entellektüellere hakaret olacaktır.
Bir savaşın meşruiyetinin kaynaklarından biri kaçınılmazlık diğeri ise hukukilik olmalıdır. Savaşa hukuken cevaz verildiği durumlar da zaten kaçınılmaz olarak görüldüğü durumlardır.
Bunların dışında, sadece kısa vadeli ekonomik çıkarlar için dahil olunacak bir savaş ise olsa olsa bir utanç kaynağı olacaktır. Bakınız tarih.
2. Muhtemel bir savaşın eşiğinde elbette her devlet, millet, topluluk elbette kendi tarafını tutar ama bu muhtemel savaş, kendi savaşı değilse, haklı bir savaş değilse (bkz. par.1) kendi tarafını tutmak savaşa dahil olmak veya ganimetten arda kalanları yağmalamak demek değildir.
3. Savaşı ve barışı ahlaki kategorilerle değerlendirebileceğimize inanıyor olmakla birlikte ahlakiliğin beraberinde taşıyacağı öznelliği gözönüne alarak bundan kaçınmaya çalışıyor olsak bile meşruiyet ve küçük kardeşi hukuka uygunluk, savaşı ve barışı değerlendirebilmemize zevkle yardımcı olacaklardır.
4. Aktüel vaziyette ABD’ye destek vermek ve vermemek gibi iki seçeneğimiz vardır demeyi teşbihte hata olmaz diyerek iki renk vardır siyah ve beyaz demeye benzetebiliriz. Bir ülkenin yanıbaşında çıkacak bir savaşla ilgili bakış açısı bu kadar sığ olmamalıdır.
5. Türkiye’nin kara ordusu kime karşı bir silahtır? ABD, kendi askerlerine zarar gelmesin diye kullanmak istiyor ve biz de binlerce gencin hayatını silah olarak ABD’ye karşı kullanıyoruz mu demektir bu? Yoksa Irak bizim askerimizden çok mu korkuyor demek? Gerçekten de Irak’a Türk ordusu girer ise gerilla savaşına alışık, coğrafyayı tanıyan ve ne için savaştığını bilen Kürt ve Irak Ordularıyla ciddi bir sorun yaşayacaktır. Bu durumda en merak ettiğim şey ise bizim ordumuz canım ordumuz, korkun bizden naralarının ne tarafımıza kaçacağdır.
6. Düşünüş ve duruşlarımızda kriter alacağımız şey ise bu ülkenin çoğunluğu olan Türkler denirken Türklerden kast edilen iki anlam olabilir: a. Tüm Türkiye vatandaşları ki bu durumda kesinlike doğru bir tavır olacaktır ama neden bu ülkenin çoğunluğu denildiği giderilmesi beklenen bir şüphe olarak zihinlerimizi meşgul eder. b. Kendisini etnik açıdan Türk olarak görenler ki böyle bir zihniyette olabilecek birine cevap vermek için inilmesi gereken alçaklık benim kapasitemin çok ama çok dışındadır.
7. Evet, Türkiye, çıkacak ABD-Irak savaşından dolayı bir keze şapa oturacaktır.
8. Bu siteye bakan arkadaşlarımızın çoğunda olan asker alerjisi nedense nedensiz gözükmemektedir. Bu topraklarda yüzyıllardır egemenliğin sahibi olan askerler Tanzimat’tan çok daha önceye dayanan bir çürümenin ve çürüye çürüye batmanın en büyük sorumlularıdır. Biz Türkiyeyiz bize benzeriz bakışı ise ibra olmaya yetmemektedir.
9. Hak, hukuk, neden-sonuç…kim uğraşacak? ABD ya vuracak ya aç bırakacak, durum budur, tavrımızı koyalım, ya biz de vuralım ya da sinip kalalım.
10. PKK gelecek, Kürtler devlet kuracak… Bütün korku bu mudur? Bunları söyleyenler ne kadar samimidir? Ve illa bu kadar pragmatik yaklaşacaksak, güneyimizde bir Kürt Devleti kurulduğu takdirde Türkiye’nin bunu kendi lehine kullanabilmesinin yollarını düşünmemek ve onun yerine bunu ölümcül bir tehdit olarak algılamak ne kadar mantıklıdır? Ve ayrıca “Eminim bu ‘savas karsiti’ arkadaslar arasinda ‘yav zaten oralardaki Kurt, biz de soyle bi Marmara-Trakya Turk devleti seklinde AB’ye hemen gireriz’ diyenler epeyce cikacaktir.” şeklinde bir genelleme nasıl bir mantığın sonucudur?
Hayatımızdaki ahlaksızlığı ise barış getirmemiştir; bahsi geçen savaş ise belki uçuşan füzeleri CNN’de seyrederken pek harika fikirlerimizi saçıp dökmemize vesile olup sıkıntımızı biraz olsun unutturacak olsa da bu ahlaksızlığı alıp götürmeyecek bilakis katmerleyecektir.
Körfez savaşında Özal, olaya öyle bir pragmatik baktı ve hesap yaptı ki, bir koyup üç alıyorduk ve o zamanda efendiler, müttefikimiz Amerika yanında savaşa girmemiz gerektiğini söylediler.Nasılda açmıştık hava üslerimizi Amerika’ya (hala üsler onların elinde) bir koyup yüzmilyar dolar ($) kaybettik, hani üç alacaktık?
Şimdide aptal gibi yine aynı tuzağa düşüyoruz. Olaya ister duygusal, ister hümanist, ister global, ister halkların kardeşliği mantığıyla, ister mantıksal ister pragmatik yaklaşın bu savaş yine Türkiye’nin zararınadır.Bu konuyla ilgili bir yazı.
Bu bariscil arkadasin ‘kan sizi bogacak’, ‘tarih size sokacak’ diye yazmasi kotu oldu. Halbuki biz savasseverler, paga’yi bu bariscilarin arasina ‘haber almak’ icin sizdirmistik. Kendini afise etmis. Ya da cinsel sikintilarla ilgili bi vaziyet var. Rahatlamak icin eksi Sozluk’teki bi entry’yi tavsiye ederim kendisine: 20 santim icerisi kasinmak.
Gozunu. arkadas da ‘savasa prensip olarak karsi olmakla, her ne olursa olsun karsi olmak ayni sey diildir. Hukuki ve kacinilmaz olursa, gireriz’ buyurmus. Ama kacinilmazligin kriterini ve hukukun kimin hukuku oldugunu izah etmeye yanasmamis. Aslinda normal; zira bunlarin karsiliklari her gun her tarafca yeniden yaziliyor. Laf ola beri gele. Hala ‘hakli savas-haksiz savas’ gibi kavramlarla ugrasiyor kendileri. Ama bu bol kavsakli kaygan pistte duramadiklari icin, turk ordusunu curumenin bas sorumlusu ilan etmeye kadar ilerlemisler. En begendigim cumle ise su oldu: ‘Kendisini etnik acidan turk olarak gorenler ki boyle bir zihniyette olabilecek birine cevap vermek için inilmesi gereken alcaklik benim kapasitemin cok ama cok disindadir…’ Hehehe. Cok dogru; sizin kapasiteniz etnoloji, etno-kultur konulari icin yetersiz (disinda demiyoruz turkcede). Halbuki ben tam da etnik acidan turk olan cogunlugu kastetmistim. Ama sizin ‘melez’ kafaniz, bunu kafatasci, fasist, nazist, irkci (hepsi nasi ossa ayni sey dii mi kardesim!!!!) kavramlariyla tanimladigi icin dehsete kapilmissiniz. Korkmayin gececek. Siz su seviyenizi koruyun.
Madem çok meraklısınız savaşa, ülkeyi savaşa sokmaya, hadi buyrun gidin Irak sınırına orduya gönüllü katılın, çorbada sizin de tuzunuz bulunsun. Yok öyle klavyenin başına geçip, kahveni yudumlarken huzur dolu odanda, tehditlerden uzak yaşarken savaş naraları çekmek. Yiyorsa gidin ulan tutun silah! Yatın sipere, kafanızın üstünde vızıldayan kurşunların seslerini duyduğunuzda, ya da kimyasal bir silahı kafanıza yediğinizde yanan ciğerlerini hissettiğinizde, ya da hemen yanı başınıza düşen bir bombanın kopardığı kolunuzu öbür elinizle taşırken arkadaşınızın beyninin uçtuğunu gördüğünüzde de savaşı isteyecek misiniz bakalım? Ama o zaman çok geç olacak ve siz gözleriniz faltaşı açılmış “ben savaş istemiyoruuuum” diye bağrınırken çoktaaan yemiş olacaksınız kurşunu…
John Lennon ne demiş: “Barışa bir şans verin”
Sizi onden yolluycaz aksedir. Savas karsitlarinin cephe hattinda umulmadik yararliliklar gosterdigini biliyoruz. Ozellikle umutsuz saldirilarda cok ise yariyorlar.
Bu arada Lennon’ın vurularak oldurulmus olmasi da ayri bi ironi. Su sanssizliga bak!
artık çok geç suçlamanın bagırmanın onun bunun şunun
gozunuz kapıda olsun sefer gorev emırlerınız hayırlı olsun.
nasıl olur bu be dıyenler en ön
safta savasacaklarmıs
digerleri lojistik:))))))
bu savası sag atlatmaya bakalım 2.devre için plan yapan var mı memleketi kurtarmak için
yani savasacaz gelecez 10-15-50 sene soora bi daha haydaaaa gene kufredecez bırbırımıze gene bızım gıbılerı ahkam kesecek olsun mu olmasın mı zart zurt
ben derımkı savas ıstemıyoruz falan dıyecegımıze gıdelım dırekt dalalım yanı türk-kürt kardeştir diyip onları da himayemize alalım belki torunlara sebep olarak bunları annatabiliriz.
ben gidiyom kerkük e torun a bari 3-5 varil petrol bırakabileyim.ahhahahhahahaha hatta muahahahhaha
Selam ve dua ile:)))))))))))))))))))))))) )))))))))))) ))))))))) )))))))))))) )))))))))))))))))))))) )))))))))
DUVARA TEBEŞİRLE YAZILAN
Tam da Baby700’ün istediği gibi bir blok haline geldi bu, “Dünya bana karşı, ben onlara”.
“Sizi onden yolluycaz aksedir”i hakkaten öyle düşündüğün için değil, kıl etmek için söylediğini düşünüyorum Baby700, “Yoo nereden çıkardın?” desen bile zor inanırım; ısrarcı olursan yukarıda yazdığın bir şeyi hatırlatırım:
Dediğin gibi bu ülkede hayat Batı için yazılan kitaplarda aktığı gibi akmıyor; bu ülkede ne iktidar kurumları Batı’daki iktidara benziyor, ama unuttuğun bir şey var, ne de muhalefet.
“Yollarlar en ön saflara, giderler” diye düşünüyorsan, bazılarının da böyle safça “Girin hücreye’ derim, girerler” diye düşündüğünü hatırlatmak isterim. Ama girmiyorlar, sokana kadar, zaten bin tane bela dolaşan bu ülkenin başına bin bela daha alıyorsun.
Dağılan bir imparatorluğun ardından, Japon yapıştırıcıyla değil, uhuyla tutturulmuş; Murat Belge’nin bir zamanlar yazdığı gibi “Aslında, tek çimentosu Müslümanlık olan” bir ülke burası.
Öyle strateji, “pozisyon”, “Türkiye’nin kartları” falan, rakı şişesinde durduğu gibi durmuyor burada.
Pek sayın baby bey, tam yazarken beklediğim gibi parmağınızı, hukukilik ve kaçınılmazlık kriterlerine basmışsınız. Burada bir münazara ekibi şevkiyle bu kriterleri tartışmak ne de zevkli olurdu… Ama böyle münazaraların da belli kuralları var değil mi… Sizin pek mahir olduğunuz mügalata ise sanırım pek de sevilmiyor. Tüh! O zaman en iyisi, aslında pek de muğlak ifadeleri olmayan Birleşmiş Milletler Antlaşmasını ve kararlarını herkes kendi başına çalışsın , sonra da aynaya bakarak neler öğrendiğini anlatsın. Ay ay bir an “Birleşmiş Milletler de zaten dıdıdıdıdı” diyeceksiniz gibi geldi; evet, evet, dıdıdıdıda rağmen Birleşmiş Milletlerin bize sunduğu yazılı hukuk kabulümüzdür .
Çürümenin baş sorumlusunu asker olarak görmem ise kaygan yolda fren topuklamanın değil tarihe yapılacak atıfların sonucudur. Hoşaflarının yağı kesileceğinden korkanlar için ise ne mutludur ki ortalık, besleyip kuyruklarını yağlandırabilecekleri koyunlarla doludur.
Ve buyrun siz kendi duruş ve düşünüşünüzde kriter olarak etnik kimliği alınız. Bu tavrın tüylerimizi ürpertecek sonuçlarını derpiş edemiyor olmanızı, ne de olsa bulunduğunuz çukurdan dışarıda neler olup bittiğini net görememenize yorup hoşgörürüm.
Yazınızın en eğlendirici kısmı olan “melez kafa” tanımlaması karşısında ise Allah’ın sizi de bir gün güldürmeseni temenni ediyorum.
Son olarak, tecrübe sonucu vermiş olduğunuz nasihatı dinleyerek su seviyemi koruyup küçük dar kuyulara düşmemeye gayret göstereceğime and içerim.
Daha önce de yazdığım gibi, burada ya da nerede olursa, sizin türünüzden kişilerle muhatap olmaktan ya da gerektiği kadar santim derinini (yirmi santim denmiş ve seviyeden de sözetmek unutulmamış) kaşımaktan asla çekinmem…
Adam yerine epeydir konmadığı açık bir kişiliğin, burada (kendi deyimiyle kapasitesiz gençler tarafından) ciddiye alındığında, neler yapabileceğine, giderek daha “bilimsel” bir örnek olmak üzere bu ahkâmlar…
Eğer bu savaşta ölmezseniz ve ben de kim olduğunuzu öğrenebilirsem, ve savaştan sonra buradakilerden çoğu yaşarsa ve dediğiniz gibi olmazsa herşey; doğrudan, ayrıca önemsediğiniz gibi “hukuki” zeminde de görüşürüz.
Bu arada tarihi algılama biçiminizin, gerçekten de erkek olması kendi başına ilginç değilse de, ne kadar yerinde bir tutum…
Kan elbette önce sizleri boğacak, bunun benim barışseverliğimle ilgisi yok ve tarih elbette sizlere sokacak uygun bulduğu derinlikte, ihmal ettiklerinizin hepsini ve kendi belirleyeceği yerlerinizden…
Seviyeden sözetmek için hiç de uygun bir yerde olmamanıza karşın, (ne de olsa bulunduğunuz timsah çukurunun seviyesi zorunlu olarak bellidir) ben de dikkat etmeye çalışırım…
Beni rahatsız etmediğinizi, kendinizi gördüğünüz aynanın dışardan sizi olağanüstü eğlenceli gösterdiğini de belirtmeden geçemeyeceğim…
İyi çalışmalar…
Hamiş:
Bu arada kusursuz kapasitenizin ve uzmanlıklarınızın arasında, uzaktan cinsel sorunları tespit etmek olabileceğini tahmin ettiğim, benim sorunuma da çözüm olabileceğinizi umut ettiğim için, sizin ahkamınızın harfleriyle yazınca, hemen gereken derinliği bile bulabilmeniz, hayat ve savaş uzmanı olarak, neden hala meydanları sizin heykellerinizin doldurmadığını, [At üzerinde ve elinizde bir cetvelle…] fena halde merak etmiş durumdayım…
Siirt ten milletvekili adayı olmalısınız; sizin kapasitenizdeki bir varlığın; kusura bakmayın size insan demek, bir an aşağılamak gibi olacak diye ürktüm, böyle; -sizin buradakilerle ilgili tanılarınızı yinelememe gerek yok, hepsi yukarda-, ortamlarda, paha biçilmez birikiminizi ve muhakkak çok çok çok değerli zamanlarınızı yitiriyor olmanız zihnimi sızlattı…
Bu arada ilgili entry dışında önerebileceğiniz; sizde işe yaramış başka tavsiyeniz varsa, mutlulukla öğrenmek isterim…
Hamiş 2: Hafif’te adres ve telefonlarım bulunmaktadır. İsterseniz alabilirsiniz. Ziyarete de beklerim.
Hamiş 3: Tanıştığımıza sevindim.
Belli belirsiz de olsa, ahkamci arkadaslarin yazma seviyelerinde bi yukselis olmus; aferin. Bakin biraz sikisip zorlayinca oluyormus demek ki. Paga kardes entry’yi okuyup problemini cozmustur diye dusunmustum ama yanilmisim. Ic kasintisi daha gecmemis. Ustelik oldukca sinirlenip, ‘hayir esas ben seni… nerde istersen… tlfonum belli, ara hesaplasalim’ seklinde efelenmisler. Zaten kendileri, kendi ifadesiyle ‘ulan yaninizda 3 el silah patlasa altiniza edersiniz’ ekolunden geldikleri icin, iktidarin uzun, kalın ve gergin taraflari konusunda, acik (eski) tribun tezahuratina katilmakta beis gormemisler. Hal boyleyken seviyeden bahsetmek ilginc olmus tabi. Ama Paga’nin asil derdi sosyal iktidarla. Benim icin ‘adam yerine epeydir konmadigi acik bir kisilik’ diye bahsetmesi, kendisinin sosyal kasintilari oldugunu da ortaya koymus. Icımden adeta ‘Beni de araniza alin Paga, gerekirse dusuncelerimi gozden geciririm, kimse beni dikkate almiyor, dediklerimi dinlemiyor, yalniz ve bicareyim, birbirinizi kondurdugunuz adamlik cevresine ben de girebilir miyim, sosyal statulerden biraz ben de edinebilir miyim’ diyesim geldi. Hatta diyecektim kendilerine. Heyhat. Paga kardes sitede tlfonum, adresim var demis, ama yok. Bu arada 3 kisiye ‘gozum gormesin’ yaptigini gorunce urktum. Beni gormeyenlerin artmasindan cok endiseleniyorum.
Gozunu arkadassa yine cok anlamli bi-iki cumle sarfetmis ‘Çürümenin baş sorumlusunu asker olarak görmem ise kaygan yolda fren topuklamanın değil tarihe yapılacak atıfların sonucudur. Hoşaflarının yağı kesileceğinden korkanlar için ise ne mutludur ki ortalık, besleyip kuyruklarını yağlandırabilecekleri koyunlarla doludur. ‘
Ay ay ay. Hatta damlaya damlaya gol olmasini istemeyenler, yagmur duasina cikilmasin diye buyuculeri oldurur veya uzum uzum baka baka kararmasin diye, asma yapraklarindan duvar ormek isteyen iscilerin agzina biber surulur falan diye devam edebiliriz. Neyse neyse. Gozunu’nun anlasilir tek lafi var. Diyor ki ‘BM hukuku ve kararlarini kriter aliriz’ Tamam. Yani ayni Kore’de, Vietnam’da, Korfez savasinda oldugu gibi. Mesele kalmadi o zaman.
Geldik Bulent Bey’e. Aslinda bu 3 arkadasa kiyasla daha samimi bi noktada. O yuzden kendisine sunu demek isterim. Bulent Bey, allahtan dedeleriniz ve onlarin dedeleri savas aleyhtarligi gibi bi prensibi benimsememislerdi. Yoksa yoktunuz bugun buralarda. Ayrica Irak savasina dahil olmamamiz lazim diye defalarca yazdim; artik uzatmayalim.
seviyeye olan vurguyu hafiletmeniz yeterli sayılmaz…
Ama telefonlarımın hafifuyku’da olduğunu belirtirken düştüğüm hata için özür diliyorum…
Ayrıca mesaj olarak, adres ve telefonlarımı size yolluyorum…
Cinsel sorunlarım dışında iktidarla olan sorunlarımı da, anlamanız doğrusu, sizin hakkınızda yeterince derin düşünemediğimi hissettirdi birden…
Ama ikinci bir entry daha yapacağım az sonra; dökülenleri siz toplarsınız…
İyi çalışmalar…
Sayın arkadaşımızın bir türlü bizde ve benim bir türlü onda anlamadığımız şeyleri özetle sıralamakta yarar görmeye başladım:
1. Başta ben olmak üzere, buradaki pek çok kişi, cahildir.
Bize önerisi nedir? Eğer “cehaletimiz geçtiğinde” onun gibi olacaksak bunun kime ve ne faydası olacak?
2. Başta ben olmak üzere, buradaki pek çok kişi sıradandır.
Bize önerisi nedir?
3. Başta ben olmak üzere, buradaki pek çok kişi yoksuldur.
Bize önerisi nedir?
4. Ben de dahil olmak üzere, cahil, sıradan ve yoksul insanların çoğu savaşa karşıdır.
Bize önerisi nedir?
5. Kendisini neden general Patton ya da Çöl Tilkisi sanmaktadır?
Bize önerisi; emirlerine uymamızsa, ne yapmamız gerekmektedir?
6. Cinsel sorunlarımla ilgilendiği için kendisine minnettarım; ama çözüm önerilerinin ardı kesilirse, kendimi yalnız ve aldatılmış hissedeceğim… Bu durum, onda, erişilmesi zor bir yere “transfer etmiş” gibi dursa da, vicdan azabına neden olmayacak mı?
Bana önerisi; cinsel sorunlarımdan utanmam ve bu utanç nedeniyle, savaşa karşı olduğumu gizlemem midir?
7. Gerçekte sorun ne? Burada Oğuz Atay ile ilgili şeyler yazarken araya sıkıştırdıklarından beri kendince, ‘Düz devrimci Azmi ve arkadaşlarına’ sataşmak ve eğlenmek dışında bir amacı varmış gibi görünmezken, kendini aniden: “stratej”, etno-kültür duayeni, ekol tanımlayıcı ve savaşsever ilan etmesinin manası ne?
Bizi, Atay üzerinden vurup, sonra da böyle tepemizi mi delecek?
Aylardır “fesüphanallah” çekerek izlediğimiz gidişata dair, “harbi kıvıl entri”lerden medet ummaya başlaması ve yazdıklarındaki espriden yoksun küçümsemeyi, bildiklerini sanmamızı istediklerinin çok özel şeyler olmasından mı alıyor acaba?
Eğer gerçekten burada yazdıklarını açıklayacak ve ayrıntılarıyla anlatacaksa, kendisine Beyoğlunda [yeme içme bizden] bir tartışma ortamı öneriyorum; yüzyüze… İsteyenleri davet de ederiz… Artık telefon ve adresim kendisinde bulunmaktadır.
Bir takım, gerçekten cahil, gerçekten kendini bilmez ve gerçekten genç insanlar, burada, bir araba seksist, faşist ve istenmediği pek çok kez belli edilmiş bloglar girer ve ahkam keserlerken de, ciddiye almadığım için yazmadım..
Kendisini, arada yazdıklarından takdir ettiğimiz, siteye adam gibi adamlar zaman ayırmaya başladı diye sevindiğimiz bir ortamda, baltaları ortaya çıkarmak ve bunu yaparken de gerçekten anlaşılmaz biçimde, ironik olmayan bir gerçekçilik ve gerçekçi durmayan bir seviye iddiasından, hagaragort, Erman Toroğlu ayarında kısa metinlerle ortalığı karıştırmayı marifet mi sanmaktadır acaba?
Ki bu bile, olan karşısında katlanılabilir bir olasılık… Yalnız anlaşılmayan: Toroğlu gibi yazıp, Borges yazmış gibi algılanmasını beklemesi elbette…
Bir insan bilmediği bir konuda ahkam keserse karşısındakinin alaylarına katlanmak durumundadır.
Ama, benimle; savaşa karşı olduğum için, insan olma ile ilgili ayrıntılarda savunduklarımın, bendeki kutsallığıyla ilgili; yani varoluşumla ilgili, ileri gider, elinin ayarını, dilinin kantarını bozarsa; her kim olursa olsun bu: Sadece çok ayıp etmiş olmaz; açık bir düşman kazanmış olur…
Düşman gerçekse; ben dahil hiç bir savaş karşıtının savaşmaktan kaçınmayacağını bilmesini dostça anımsatırım…
Savaş karşıtlığını, “hanım evlatlığıyla” karıştırdığının umarım farkındadır; ikisinin bir alakası olmadığının da…
İnsanların, onun gibilerine karşın, hala bazı insani değerleri olmasını anlamıyor olmasını anlayabiliriz…
Ama önerisinin somut olarak ne olduğunu bilmeden peşinden gidemeyeceğimizi de onun anlamıs gerekmez mi?
/Şu anda radyodan; savaşın maliyeti, 10. binlerce asker türünden haberler dinliyorum…
Sizin de kemerinizi bağlayıp, avcı bıçağınızı ayak bileğinize taktıktan sonra, yüzünüze is sürüp, aynaya bakarak bandananızı bağladığınızı hayal ederek…
Ve içim; “kaçınılmaz olarak” çıkacak savaşın bende ürettiği üzüntüden dolayı paramparça ve kapkara olarak…/
Dediğim gibi; savaşacaksanız savaşın: Ama arada, hiç olmazsa, insanlıktan sözetmeyin; sadece midemi bulandırıyor bu…
Elinde silahı olanın bütün değerlerin sahibi olduğu yanılgısı sizi elinde büyük bir silah olana aşık etmiş olabilir…
Ayrıca sıkıntınız yirmi santimden daha derinde de olabilir…
Dediğim gibi; girip elbette o entry’i okumadım, ama önerdiğiniz türden, size de iyi gelmiş her tür yöntem bilgisini, benimle paylaşma şerefini bahşetmenizden mutluluk duyacağımı yinelemekten alakoyamayacağım kendimi.
—
İri bir not: Neden, hep burada olmayan bir 3. kişiye anlatır gibi yazdığınızı görmezden gelip; benim tribünlerle ilişkim olduğu iddiasında bulunuyorsunuz…
İkinci iri not: Araya Irak davasına karışmamayı yazdığınızı sıkıştırdığınızda; mestan ile ağa’nın hikayesine dönmeyecek mi bu ahkamlar? Benim savaşa karşı oluşumun doğrudan Irak davasıyla ilgisi olmaması gibi, sizin savaşçılığınızın da Irak davasıyla ilgisi olmamasını tespit etmiş olmak, aslında iyi oldu…
Üçüncü iri not: Arada değindiğiniz; Kurtuluş Savaşı ile barışcılığı birbirine karşıtmış gibi gösteren, aceleci anakronizm, dehşet ve utanç verici saptırma için bizden değilse bile, varsa torunlarınızdan lütfen özür dileyin… Bu ekolün sonunun, “neresi” olduğunu sanırım benim size anımsatmam yersiz bir gayret olur…
Dördüncü iri not: Döküldüğüm ve size hepimizi aşağılama fırsatı veren kelime ve yaklaşımlarım için bütün barışçılardan, tüm kalbimle özür diliyorum…
Evet hakikaten cok asagilama firsati var, bunlari kullaniyim bari…
1. Cehalet baki kalmayabilir. Ama sizin durumunuz umitsiz. Zira buyurdugunuz gibi olaylar ve konularla ‘bi ise yaramasi, bi fayda saglamasi’ bakimindan ilgilenilirse, sizin gibi su seviyesinde nefeslenen, bi kac hucreli yuzeysel mahlukattan farkimiz kalmaz.
2. Sizin siradanliginiz, bu duruma tahammul edemeyisiniz yuzunden daha da asikar hale geliyor. Hem sirada durmak hem de disarda kosusturmak istiyorsunuz. Olmuyo tabi. Onerim su: hizayi bozmayin.
3. Yoksul musunuz? Calisin.
4. Yoksul, siradan ve cahil insanlar adina konusmaktan vazgecmekle baslayabilirsiniz.
5. Ilk hedefiniz tarih ogrenmek. Geriye!
6. Estagfirullah. Onerim bi doktora gorunmeniz.
7. Beyoglu’na gel; yeme-icme bizden demis Paga bey. Ulan hani yoksuldunuz be? Ama hay hay, ilk firsatta. Ben de sizi Beyoglu’na 387 km. uzakliktaki eski muharebe arazisine beklerim. Bi suredir devam eden tatbikatlara katilma firsatiniz olur. Arazide uygulamali egitim; bi daha asla unutmazsiniz.
Maddeler bitti. Sonrasinda bi Erman Toroglu bi de Borges benzetmesi yapilmis. Efenim ne haddimize… Biz Toroglu gibi yaziyoruz; dogru. Lakin beklentimiz de, anlasilir olmaktan fazlasi diildir. Mesela ‘Kendisini, arada yazdıklarından takdir ettiğimiz, siteye adam gibi adamlar zaman ayırmaya başladı diye sevindiğimiz bir ortamda, baltaları ortaya çıkarmak ve bunu yaparken de gerçekten anlaşılmaz biçimde, ironik olmayan bir gerçekçilik ve gerçekçi durmayan bir seviye iddiasından, hagaragort, Erman Toroğlu ayarında kısa metinlerle ortalığı karıştırmayı marifet mi sanmaktadır acaba? Ki bu bile, olan karşısında katlanılabilir bir olasılık…’ gibi edebi degeri olan, basi-kici son model turkce anlamlarla giydirilmis cumleler kurmaya muktedir diiliz.
Insan olmanin kutsalligi, biricik varolusum benim, hakkidir insana tapan kendimin, seklinde devam eden uzun yazi, Paga beyin aralara sikistirdigi ‘hop hop, gerekirse savasiriz, fena yapariz’ cumleleriyle iyice dagilmis gitmis. Silah ve erkeklik organi arasinda kurulmak istenen alegori, ifade kaldirmadigi icin arkadan desteklenen ‘ask’la halledilmeye calisilmis. Akabinde ‘…benimle paylaşma şerefini bahşetmenizden mutluluk duyacağımı yinelemekten alakoyamayacağım kendimi’ diye devam eden ve Toroglu’na bile ‘kes ugurcum kes’ dedirtebilecek bir sekans yazilmis.
Velhasil ‘iri notlar’a gelinmis. Yani irilikle ilgili sikintilar sona ermemis. Halbuki onemli olan islevi diyorlar paga beycim, kafaya takmayiniz artik. Kurtulus savasi sirasinda da ‘barisci’ arkadaslar vardi sizin gibi merak etmeyin. Beyoglu’nda birbirlerine icki ismarlayip savasin vahsetinden, insanlarin sefaletinden dem vuruyorlardi. Bu ‘yeri geldiginde seve seve oluruz’ halleri cok eskidir paga bey. Bizdeki yigitlikler maalasef cok b..ludur. Duyargalarinizi bu taraflara cevirin, durumlari anlamaya calisin. Sonra tutumunuzu elinize verirler ve hic arzu etmediginiz pozisyonlarda kalirsiniz.
Pozisyonum da uygun olarak, hizada bekliyorum…
Sizdeki yiğitlikleri bilmem; ama bizdekiler, resmi belgelerde de mevcuttur…
Ve anlaşılan, yeni belgelere doğru güzelce süzülüyoruz…
:))
Iyi, aferin, hizanizi bozmayin. Yalniz raporlu veya sabikali oldugunuza dair bi ima yapmissiniz. Hatta beni de listeye eklemek niyetindesiniz anlasilan. Yani tuvalete zor yetistim. Cok korkuyorum, o yuzden adamlarimi onden yolluycam, savasta yapildigi gibi…
askere gitmeyin, cocugunuz varsa askere yollamayin.
hapis yatin ama komsunuza kursun sikmayin.millet ucuz petrol alacak diye ölmeyin.
Yazılanları anlamama biçiminiz metinler çoğaldıkça daha güzel ortaya çıkmakta, bu açıdan, “bir bilek güreşinden nerelere geldik?” noktasına hızla giderken; yine de yazdıklarımın ve bizzat şu an yazıyor olmanın ne kadar doğru olduğunu tartmaya çalışıyorum bir yandan. Çünkü, siz yazdıklarınız iseniz; gerçekten çok güzel, ama ben sizin yazdıklarınız değilim… Ve sanırım bu sizin için çok da güzel olmayacak; zira gerçekte yanıtlayamayınca, metindeki “alay” olanla, olmayanı ayırmanız da olanaksızlaşmış durumda… Hani siz biraz sıkıştırınca seviye yükselmişti ya ahkamlarda, bakalım siz ne zaman ilgili seviyeyi yükselteceksiniz?
Yani ben açıkça şunu düşünüyorum; ben bu adama bunları yazarak gerçekten yazdığı gibi aba altından sopa mı gösteriyorum?
Şöyle düşünüyorum: Ben bunu yapmam, ama bu yapamayacağım için değil… Gereksiz…
Gerçekten bu kişinin kendince yaptığı aşağılamaları ciddiye almalı mıyım?
:))
Tabii ki; hayır… Çünkü herkes gibi kendi bulunduğu yerden yazıyor…
Şunu netlikle söyleyebilirim sayın 700: burada (İstanbul/Beyoğlu vs.) sizin gibilerden ne kadar çok olduğunu bildiğinizden burada olmadığınızı düşünüyorum artık… Ben iyi kötü derdimin ne olduğunu anlatmış bulunuyorum; sizin derdinizin ne olduğunu anladığımızda bu ilişkinin akıbeti de belli olacak..
Ancak kantarın topuzu ile ilgili yazdıklarıma dair küçük bir anımsatma: Kendinizi ne sandığınızı bilmiyorum… Ama keskin sirkenin zarar vereceği bir küpün içinde olmamanız; insanların, ironi ile hakareti ayırt edememesi ihtimalinden yararlanarak; ne var o da yazdı, o da söyledi gibi yerlere gitmeyeceğinizden emin olmak istiyorum… Çünkü burada yazdıklarımızın gerektiğinde resmi delil olacağını siz de biliyorsunuzdur…
Buranın sanallığı, sizin sandığınız kadar gerçekdışı olmayabilir de…
Sonuçta benim yazdıklarımdan sizin anladıklarınız, özünde benim yazdıklarımın anlamına dair sınırları belirliyor…
Tıpkı sizin yazdıklarınızın benim algımın sınırlarını çizdiği gibi; her hangi bir yerde ve herhangi bir biçimde bir savaşpervere karşı her zaman yazacak gücümüz bulunacaktır.
Ancak ben henüz sizinle ilgili kişilik tahlillerine girmiyorum; zira hepsi ortada…
Duyargalarınızı bu tarafa çevirin, durumları anlamaya çalışın… Gibi mükemmel, açıklayıcı, teskin edici emirlerinizden tabii ki biz sıradan insanlar pek birşey anlamıyoruz. Duyarga sözcüğünü aslında benim bir cins Gregor Samsa olduğum türünden bir espriye varacaksak, kesinlikle yanlış ama sorun değil; ben bir sinirlilik içinde değilim ve madem bu tür yollara gireceğiz; gireriz… Çıta aslında kaçınılmaz olarak sizin elinizde; bu nedenle nerede olduğuna dair şikayetleriniz çok anlamlı olmuyor…
Şu an sürdürdüğünüz yaşantıda, birilerince kaale alınmıyor olduğunuz iddiasını ortaya atabilmek için gereken ifade biçimini oluşturan sözcüklerinizle, bu yazışmanın zihniyetini inşa eden sizsiniz…
Önerileriniz içinde; sanırım bir başkası yazsaydı, yazan hakkında, en galiz kelimeleri sarfedeceğiniz: “Yoksul musun? Çalış!” önermesi; gerçekten sizin fikrinizin bu olduğuna inansam; önce tribünler, sonra kendim ve en sonra da sizden (sizi bu kadar ciddiye aldığım için) özür dilemekten ve bu yazışmadan çekilmekten başka bir şans bırakmıyor bana…
Ama ben gene de içinde bulunmaktan sıkıntı duymadığım yoksullar ve cahiller adına ‘dökülmeye’ devam edeceğim… Neden vazgeçerek başlayayım ki? Siz neyi ve kimi savunuyorsunuz ve hikmetiniz neden sual olunmamakta?
Hiç olmazsa benim duruşumun kerameti kendinden menkul değil…
🙂
Bu arada metin çözümlemelerinizi neden sadece yemsel olanlarla sınırlı tuttuğunuz ve sadece çekiştirilebileceklere tamah ettiğinizi anlamak mümkün olsa da, açıklamasını sizden okumak daha zevkli olabilir…
Ben acele yazmıyorum; sizin yazdıklarınızı bilgisayarıma kopyalayıp, yavaş yavaş, gerektiğinde düzelterek; bazen de ilk yazıldığı gibi komik bırakarak yolluyorum yazdıklarımı… Bir amatör olmanın avantajı belki… Belki de kendi kantarımın ayarlarını yapıyor olmak gibi birkaç işe birden yarıyor olabilir…
Yine de kendime soruyorum: Bu kişiye karşı neden bunları yazıyorum?
Yanıtım şu: Ruhunu artık ne yapacağını bilemeyen bütün solcu eskileri, her yerde bana mı batmak zorunda?
(Eski solculuk; yerine göre düzgün bir geçmişe de işaret edebilir; solcu olmamak zaten bir insanın mutlu kalabilmek için başına gelebilecek en güzel durumlardan biridir… Fakat eğer solcu olursan/ kalırsan; öyle ya da böyle dertlerin olur; birşeylere alınırsın, bulaşırsın, duyargalarını ne yapacağını bilemezsin… filan.)
Kendini gerçekten bütün meseleleri halletmiş sanmak ve bunun üzerinden girilen geyiğe bile dayanamamak…
Benim üzücü biçimde gördüğüm şu; neyseki belge olarak yukarıda pırıl pırıl duran önerileriniz, aslında benim çabamın beyhudeliğini gözler önüne sermekte ise de, yine de artık ben bu işi dersimi almadan bırakmayacağım…
Öyle ucuza olmaz…
:))
—
Bu arada; ima değildi + sizin sayıca çok olduğunuz, bu yazışma başlarken de belliydi…
:))
savaş isteyip istemediğimizi bize sormuyorlar zaten.
ama çok ilginç bir durum var: silopi’deki esnafa soruyorlar savaş ister misiniz diye…
el cevap: tabii ki isteriz, amerikan askerleri gelse, balık satsak, para kazansak fena mı olur?
din kardeşliği, güneydoğudaki sorunlar, amerika’nın uşağı mıyız? neye mal olur bize bu savaş? herşey anlamsızlaşıyor bazen… o esnafın cevabında sanki ruh halimiz.
….savaşa karar verenlerin ve savaşı yönetenlerin kendileri ve çocukları en ön saflarda savaşmalıdır.Bakın savaşlar o zaman nasıl ‘şıp’ diye bitiyor.
T.Alkan’ın 29 Aralık Pazar günü yazısının sonu.
Ve ne acı ki ben şimdi askerim
:(((
“savaş, insanlık tarihinin gerçeğidir ve her zaman var olacaktır” şeklinde özetlenen yaklaşımın biraz tedaviye ihtiyacı var. ya da genel bir yaklaşım olduğu için, “yeterli çoğunluğun inandığı şey gerçektir” yargısıyla, bunun dışında kalanların tedavisine ihtiyaç olduğu da düşünülebilir.
savaş her zaman olmuştur, olacaktır. hatta, “insan doğasının” bir unsurudur. bunun kanıtı da kaçbin yıldır dünya nüfusu olaraktan savaşmamızdır.
“insanın doğası” kelimesini böyle sarsak genellemelerle kullanmak cehalettir. herhangi bir ‘psikolojiye giriş’ kitabı alırsanız elinize, “insanın doğası” diye adlandırdığınız hemen her şeyin, edinilmiş olduğunu görürsünüz. Bu da değişebileceğini gösterir. 5000 yılda edinildiyse de 2 günde değişmez, doğru. ama bu çabalamamak için sebep değildir.
tarih demişken, biraz daha biraz daha geriye gitmemiz gerektiğini düşünüyorum; savaşın olduğu, ve ezelden beri varmış gibi göründüğü tarihlere değil de, daha geriye, savaşın ilk ortaya çıkmaya başladığı tarihlere…
avcı-toplayıcı topluluklara kadar gidip soralım; savaşı ilk kim ve neden başlattı?
iktidar hırsı mı?
silah ticareti mi?
devlet başkanları mı?
generaller mi?
savaşı, sınırlı kaynaklar için mücadele eden topluluklar başlattı; gerisi sonradan oluştu. şimdi ‘savaş’ oturmuş, köklü bir mekanizma olarak sürüyor. bu “insan doğasının” bir unsuru olduğu anlamına gelmez. ve önemli olan, amacı saptı. En eski savaşlar, ki tarlabaşındaki travesti kavgalarına benziyorlardı; yaşamını sürdürebilmek aç kalmamak içindi. son birkaç bin yıldır çıkan savaşlarda bu özelliği göremiyorum.
bunun, insanın doğasının sapması olarak görüyorum, ve yanlış olduğunu düşünüyorum, evrilip ayaklarımızın üzerinde durduğumuzda, iktidar hırsı ve ya cinayet azmine sahip olduğumuzu sanmıyorum. eğer bu; ‘medeniyetin getirisidir’ diyorsanız; ben buna karşılık; internet, elektrik, su, aspirin, yaylı yatak ve kauçuk ayakkabıdan vazgeçmeye hazırım. (bunlardan vazgeçersek savaş biter demiyorum)
‘İnsan doğası’na geri dönelim; birsürü kavga gördüm; hepsinde karşı tarafı öldürmek isteyen, ve fırsatı olsa ve bir şekilde cezalandırılmayacağını bilse, gözünü kırpmadan eylemi gerçekleştirecek insanlar vardı. Hatta her kavgada “sen öldün” “öldürecem seni” “katil etme beni” gibi tabirler kullanılır. ve yüzlerine baktığınızda, bu konuda ne kadar samimi olduklarını anlayabilirsiniz. (bıçaklarını görünce bundan emin olursunuz.) gerçekten de öldürmek istiyorlar. ben bunu hiç hissetmedim. Eğer insan doğası buysa; “kardeşim, gel konuşalım adam gibi, ben seni öldürmek istemiyorum, seni incitmek de istemiyorum” dediğimde, ben insan olmuyorum. bu insanlıkdışı bir davranış oluyor.
insan doğası bu değildir. eğer, adamın biri karşısındakinden nefret ediyor ve onu öldürmek istiyorsa; öldürmenin iyi olduğu, gerekli olduğu, ve çözüm olduğu düşünülen ve hissedilen bir dünyada yaşadığı içindir.
öldürmenin gerekli olması; diğer insanın senin için mutlak bir tehdit oluşturması, ve başka hiçbir çözüm yolu bulunmamasından doğabilir. bu düşünce, tehdit oluşturan ve oluşturmayan olarak insanları böler ve iyilerle kötüleri ayırıp kesin çizgiyi koyar. bu sebeplede eğer bir insan kötüyse, onu öldürmekten başka şansınız yoktur. bu siyah-beyaz çizgi de, sonunda savaşlara yolaçar.
savaşın haklı olup olmamasına gelince; haklı savaş, haksız savaş şimdiki dünya düzeninde kolayca sarfedilemeyecek sözlerdir. “ama savaşın haklısı haksızı olmaz” anlamına gelmez. bilmemkaçbinyıl önce kambur atalarımız, verimli ağaçları ve hayvanları olan bölgeye sahip olabilmek için savaşıyorlardı; bölgedeki kaynaklar onlar için fazla bile olsa, birkaç yıl içinde gelebilecek bir kıtlığın, zorluk yaratacağını tecrübelerinden biliyorlardı, topluluğun, yaşamını sürdürebilmesi için (yemek ve su) gerekliydi bu. bu haklı savaştı. açlıktan ölmemek içindi. ama tarım devriminden sonra, kaynaklar herkese rahatça yetecek hale geldiğinde, savaş çoktan bir gelenek olmuştu. insan doğasından mı bahsediyoruz?
peki kişisel olarak; ben hayatımda bana vurmayan hiçkimseye vurmadım ve ettiysem de hiçbir kavgayı ben çıkarmadım. yumruk atarken tek amacım dayak yememekti. peki bu durumda nasıl birilerini vurabilirim ki? kim benden ne karşılığında bunu isteyebilir ki?
ama baby700 yaşının verdiği ağırlıkla şunu diyecektir; sen daha toysun; bu hayaller çocukça, bak işte gerçek dünya.
doğru; ama ben bu durumda çocuklara hak vermekten başka birşey yapamıyorum. bunu olabildiğince fazla kişinin anlaması da “tarih” açısından olumlu olur diye düşünüyorum.
ve akli basinda olan ahkamcilar, lutfen cevap vermeyin su adama ya… biliyorum zor ama o sayede adam kustukca kusuyor. muhtemelen bana da bir seyler diyecek ama cevap vermiycem bak goreceksiniz 🙂 nedense bu tip ciddi tartismalar insanlarin kendilerini kanitlamaya calistigi, sirf bunun icin ona buna satastigi bir yere donusuyor. yazik, yazik…
savasa gelince eminim frannyglass’in baska bir blogda verdigi bir adreste buldugum su resimleri goren ve bir kalbe sahip olan herkez bu anlamsiz savasa (aslinda esit, adil bir savas bile degil, unutmayalim.) karsi cikacaktir.
su adrese gidin, biraz asagilarda yer alan “depleted human babies – iraq / CRIME AGAINST HUMANITY?”ye tiklayin.
Eeee baska bi sacmalıyacağın varmı baby700 gibi karın agrısı..Baskalarına yazma ozurlu diyeceğine kendine bak istersen..
Bir savaşta ne kadar çok mürekkep,ne kadar az kan akıtılırsa o kadar başarılı olmuş sayılırız,unutmayalım..
Scorps®
gereken her cevap verilmiş benden küçük bir istatistik;2001 yılında tüm dünyada yapılan askeri harcamalar;839 milyar dolar
ABD nin harcaması 329 milyar dolar AB nin harcaması 116 milyar dolar T.C nin harcaması
11 milyar dolar(kaynak KOMÜNİST dergisi).
Baby 700 kesinlikle haklı, avcı – toplayıcı atalarımızdan beri savaş her daim insanlığın bir parçası olmuştur. Yumruklaşmak, ticaret yapmak, cinsel ilişkide bulunmak da savaştan farklı eylemler değildir.
Bu savaş bizim savaşımız olmadığına göre bizi ilgilendiren tek tarafı vardır, o da çıkarlarımız. Ben para karşılığında insan öldürecek aşağılık bir ulusun ferdi olacağıma bana para teklif edenin karşısına dikilmeyi yeğlerim. Bu yüzden haklının tarafını tutalım ve Irak tarafında savaşa girelim önerisini getirmek istiyorum. Bu savaşın Irak için bizim Kurtuluş savaşımızdan tek farkı karşısındaki gücün korkunç derecede gelişmiş aletlerle kesin biz zafere doğru gidiyor olmasıdır.
“adalet ve barışı savunmak için ölmeyi, kitle katliamı ve savaşa suç ortaklığı ederek edinilmiş bir zenginlik içinde yaşamaya tercih ederim” diyor Irak’a canlı kalkan olarak gitmeye hazırlanan, Körfez Savaşı’nda madalya almış eski Amerikan deniz piyadesi Kenneth Nichols O’Keefe.
Şu siteden ayrıntıları öğrenebilirsiniz (www.uksociety.org). Ve haklısın ingiliz anahtarı, bu savaşa karşıyım diyen milyonlarca insanın ve ıraklıların (ki önce Amerikan ve İngiliz hükümetlerinin desteği ve cesaretlendirmesiyle canavara dönüşmüş kendi liderleri tarafından ezildiler, ardından ambargolar geldi, açlıktan hastalıktan kırıldılar: 11 yılda yarısı çocuk bir buçuk milyon öldüler)bu savaş makinesinin karşısında bedenlerinden başka siper edecekleri pek birşeyleri yok.
zafer denen şeyde savaş olması gerekmezmi ben bu ırak mevzusunda satılmışlık sezinliyorum.
Türkiye açısından değil elbette
.saddam denen şahsın bizzat amerikanın cıkarlarına calısan bir ajan olması benim için kuvvetle muhtemel bir durum.
Amerika başka nasıl bir durum isteyebilir ki ortadoğuda Bundan iyisi can sağlığı onlar için.
Kurtuluş savaşıyla hiç bir alakası yok bu durumun bana kalırsa.yani saddam satılmıslıgını ılk fırsatta ortaya koyacaktır.
Ki ,gene bana kalırsa diyeyim,
Amaç petrol falan da değil.Biraz düşününce istenilenin toprak olabılecegı fıkrı belırıyo kafamda.Yani eyvallah Belki bunalar ikinci dünya savasından soorada yapabılırlerdı bu toprak elde etme işini ama Amaç o zaman petroldu.Ve petrole el koymak ıcın topraga sahıp olmak gerekmıyor.bu durumun en gusel ornegı de ırak degıl mı zaten .yanı adamlar en buyuk ikinci petrol rezervine sahip oldugu halde olabilecek en s*k*k durumlardan birine düştüler.
Neyse olay petrol degil toprak establishing büyük israil devleti.
Hepimize hayırlı ugurlu olsun.
Bir konu daha varki değinmeden gecemeyeceım Paranoya konusunda sınır tanımam ama amerika hiç düşünüldüğü kadar güçlü bir devlet değil sadece reklamları çok iyi, markası çok güçlü.(gerçi sanırım en büyük paranoya şimdi oldu iyi mi ehuehheee)
Eve nohut pirinç un falan depolayın suyu ateşi onlar getirirler.
Güzel günler dileklerimle beraber mutlu senelerlerlelrlrelerlere.
Zamane züppesi barış güvercinleri yine guruk guruk konuşup etrafı pislemişler. Dizilin bakıyim sıraya: Paga denilen zat iyice kendini kaybetmiş. ‘İma etmiyorum sizi tehdit ediyorum’ diyor. Yine ‘sizin derdinizin ne olduğunu anladığımızda bu ilişkinin akıbeti de belli olacak’ buyurmuş. Hakikaten barışçı bi arkadaş bu Paga. Yahu kardeşim dedik ki ‘seni barışçı dış görünümün yüzünden barışseverlerin içine istihbarat yapasın diye soktuk’. Yani insan bu kadar kendini belli eder mi? Asker aleyhine bu kadar dümdüz gidersen, millet senin kimliğinle ilgili şüpheye kapılmaz mı? Beyoğlu’nda yeterince provokatör var; bi de seni almayalım. Zaten ‘burası o kadar sanal diil, gerekirse deliller var’ gibi tuhaf cümleler kurmuşsun. Şimdi yazdıklarımı da delil sepetine koy, lazım olur.
Demek etrafınızda ruhunu nereye koyacağını bilemeyen solcu eskileri var. Ay ne acıklı! Suyundan da koy falan demiyo musunuz onlara? Bendeniz bırakın solculuğu, doğma büyüme karşı-devrimciyim Paga kardeş. Ve bizde eski solculardan daha zavallı ancak tek bir tür olduğunu düşünmekteyim: Yeni solcular. Güvercin beyinli melez kafanız, hayatta karşılaştığı her durumu az-çok bildiği bi kategoriye oturtma telaşı içinde olduğu için normal karşılıyorum yazdıklarınızı. Bi de ‘her yazdığımı yollamadan önce dikkatle okurum’ falan demişsiniz. Peki bu ne evladım: ‘Bu arada metin çözümlemelerinizi neden sadece yemsel olanlarla sınırlı tuttuğunuz ve sadece çekiştirilebileceklere tamah ettiğinizi anlamak mümkün olsa da, açıklamasını sizden okumak daha zevkli olabilir…’ Hiç diilse bu dil ve metin konusundaki cümleyi doğru düzgün kursaydınız. Yani bu da mı ‘yemsel’ sayın güvercin kardeşim? Bence doktor size ‘ne yersen ye’ demiş
Pagan: Evet, bu önümüzdeki savaş her bakımdan bizi iyice perişan edecek. Silopi’deki esnaf yakında hiç kalmayacağı için söyledikleri lafların önemi yok.
Şarlo: Kendine dikkat et. Ama mühim bi tecrübe. Şanslısın. Günlük tut mutlaka; sonradan yazarım deme.
Şopar: Hem toysun hem de içinden geçeni söylememektesin. Gerçi içinden geçenleri söyleyince de ortaya katır kutur bi şeyler çıkıyo ama olsun; hiç diilse sana daha yakın. Bu konuda (ve her konuda) illa bi bakış açısı edinicem diye bişey yok. Zorlarsan zorlama olur. Yani ‘eskiden savaşlar doğaldı, şimdi iktidar vesaire için yapılıyor’ diye bi durum olabilir mi güzel kardeşim? İlkokul terk falan mısın? Hangi tarım devrimi; ‘birkaç bin yıl’ ne demek oluyor? Bunlar bir kaç milyon yıllık olaylar. Köpeğin de hareket alanı, hakimiyet alanı vardır. Başka hayvan gelip sıçamaz. Gelip sıçarsa, siz de ‘ben prensip olarak kavga etmeyen bi bobiyim; ama yaptığınız çok ayıp, çevreyi kirletiyorsunuz’ mu diyeceksiniz?
Mumru: Size bi şey diyemiycem hakikaten. Savaş çıkarsa sizi gönülsüz hemşire yapıcaz.
Scorps: Bizdeki mürekkepler maalesef kırmızıdır. Bakınız tamtamcı Türk medyası.
Stalk: ‘Komünist’ adını taşıyan bi derginin verilerine güvenilebilir mi efenim?
İngiliz: Kardeşim nerelerdesin ya… Özlettin kendini. N’aaber? Yeni yılını kutlularım; hanımın ellerinden öperim; ufaklığın yanaklarını sıkarım. Biz de çalışıyoruz, bildiğin gibi. Usta, şu sıralar bu Irak’ın yanında savaşa girme hareketi pek tavsiyeye şayan diil. O civarda yakında yeni harita çalışmaları başlıycak. Bizim Kurtuluş savaşı sırasında allahtan bu ‘prensip olarak savaşa karşıyım’ vaziyetleri pek tutmadı. Tabi liderin büyük önemi var. Ama ondan sonraki uzun barış döneminde, neredeyse her konuda ‘güreş, güreş hacı muhammed altta’ durumlarında kaldık. Umalım da bu savaş üstümüze sıçramasın. Konuştuğum bi Kore gazisi şu büyük lafı etmişti: “Çok acılar çektik; ama esas mahvolan Koreli sivillerdi. Allah kimseye kendi ülkesinde savaş vermesin”.
Franny: Şu tıkızlaşmış ve içi boş barış ahkamları kesenler Amerikalı subaydan ders alsın derim. Hani maça meselesi diyorlar.
Koka: Mutlu yıllar…
İçinde yanıt yazmayacaksınız diye üzülmüştüm; bir şans denedim; toplamışsınız dökülenleri, sağolun…
Engin deneyimlerinizin aydınlattığı yolda yeni bir yıla giriyoruz…
Başta siz olmak üzere, tüm insanlık ailesine barış dolu bir ömür dilerim…
Hâlâ aramadınız; görüşebilmek ümidiyle…
—
Ayrıntılı yazmayı tabii ki sonraya bırakıyorum; affınıza sığınarak.
Özeleştiri veriyorum.
Son yazılanlardan sonra: Ortada dalga geçmek için bile bir kişilik olduğundan duyduğum şüphe nedeniyle;
yazdıklarınızın zaten ortada -ne şans ki- olması nedeniyle, sadece timsah çukurunda değil,
daha az harf ile de yazılabilecek bir çukurda bulunduğunuzu üzülerek görmüş olmak nedeniyle de,
sadece kışkırtmanın dışında, açıkça iftiracı olmanız nedeniyle de, saysam da saymasam da ortada olan
bir yığın başka nedenle de, topladıklarınız için ve saçtıklarınız için /son diye yazmanız nedeniyle de
ve gerçek yaşamda karşılaşma ve konuşma, tartışma, adına her ne diyecekseniz onu yapma umudumu yitirmeden,
adres ve telefonlarımın sizde olduğunu yeniden anımsatarak, burada yazdıklarımızın ve
yazdıklarınızın ve yazdıklarımın yeterince açık olduğundan son derece emin biçimde, size teşekkür ediyorum.
/Cümle yeterince uzun olmuştur umarım…/
Gerçekten şaşırıp, sizi ciddiye almam iyi oldu, içinizdeki ibrikçibaşı ayaklandı ve biz de sizi biraz tanımak olanağı bulduk. Ben sizin için zaten eski solcu değil; solcu eskisi kelimesini kullanmıştım; siz doğrusunu yazmışsınız; ben varsayımımdaki basiretsizlikten ötürü, “kamuoyundan” özür diliyorum…
Elbette aslında bütün yazışma bir anlamda iç gerekliliğini yitirmiş bulunuyor.
Kendinize dönük bundan önce vermiş olduğunuz satır arası bilgilerin ışığında başlayan bu hata, son yazdıklarınızla düzelmiş oldu.
Kendinize dönük tanımlamalarınızın, birinci ağızdan olması, doğruluğunun da kanıtı olduğundan, elimiz kolumuz bağlanmakta; sizinle her hangi bir zeminde karşılıklı muhatap olma şansımız aslında yokmuş; buraya Engin Ardıç’ın kötü bir taklidi olmak için geldiğinizi düşünememiştim. Benim hatamdır; kabul ediyorum. Açıkça küfrettiğiniz değerler için; sizin, yaşamınızın hiçbir anında ödemeye maçanızın sıkmayacağı kesin gibi görünen bedeller ödedim ben, yine de öderim; ne bu borç biter, ne bir alacak oluşur…
Yazdıklarınızda açık iftira olan yerler yeterince açık ve sizinle giriştiğim bu yazışmanın benim açımdan başarısızlığını kanıtlıyor. Ama üzgün ya da sıkıntılı değilim; aksine çok eğlendim, ve türünüzle bir biçimde karşılaşılıp, yüz göz olunduğunda, nasıl bir dil oluşturulması gerektiğini daha iyi kavradım. Muhakkak, bir dahaki sefere de çok dökülecek ve bir çok hata yapacağım; bir gün tam öğrenmeye ömrüm yeterse de ne güzel olacak; ama görünen o ki; siz hep böyle kalacaksınız: Ne üzücü!
Doktorun, benim için ne yerse yesin dediği doğrudur; sağlıklı sayılabilecek tüm insanlara doktorlar zaten böyle der: Ama sizin yediklerinize dikkat etmenizde yarar olduğu, söyleminizden açıkça görünmekte… Hele son dönem beslenme rejiminizi gözden geçirmenizi şiddetle tavsiye ederim; yaramadığı belli…
:))
Tabii yine tribünlere dönerek konuştuğunuz; ve ‘tek tek’ değil toplu olarak muhatap olduğunuz, emirlerinizi yorumlamamıza kızmanız ve işi, üzülerek gözlediğim biçimde iftiraya dökmeniz gerçekten yıpratıcı oldu.
Hele seviyeden sık sık dem vurduktan sonra…
Ben tek tek yazdıklarınıza karşı değil, zihniyetinize dönük yazmaya çalıştım…
Bir de ayrıntı: düzgün bulmadığınız cümle, cehaletimden olduğu kesin bir biçimde; bana hala hatalı gibi görünmemekte. Bütün bu tartışmalardan bağımsız olarak, hatamın nerede ve nasıl olduğunu belirtirseniz size minnettar kalırım.
Keşke benim yazdıklarımla da siz, ince ya da kaba ama zekice pırıltıları olan; -ışıl ışıl olmasa da-, bir biçimde dalga geçebilseydiniz. O zaman bu yazışma belki de kendi anlamını yaratırdı. Ve şahsen ben çok mutlu olurdum.. Oysa sizin tercih ettiğiniz; artık yazılanları okumadığınızı düşündürecek kadar ilgisiz yaklaşımlar ve kerameti nereden aldığınız belli olmayan biçimde hot zot…
Neden zaman yitirdiğinizi anlamak mümkün değil ve yitirttiğinizi: ben hala kapasitenizle ilgili umutsuz değilim. Yazdıklarınızın; bir yanlış anlaşılma sonucu, belki benim de sizi soktuğum yanlış bir zemine kızmanız nedeniyle bu biçimde olduğunu düşünmek istiyorum; hala ve nedense…
Ama bir sonraki yanıtınızın ne olabileceğine yönelik önsezilerim ne yazık ki bu denli iyimser olmamamı söylüyor.
Bense hala iyiniyetli kalmayı istiyorum.
Durum budur…
İyi çalışmalar…
Tartışma hakkında değil de savaş hakkında bir şey söylemek istiyorum: Hakkaten anlamadığım bir durum var: Radikal sola meyilli liberal bir gazetedir di mi? Irak savaşına bütün dünyada solun yanısıra liberal aydınlar da karşı çıkıyor di mi? Peki benim şimdi anlamadığım şu:
Radikal gazetesinin yayın yönetmeni kişi alenen “Türkiye’nin çıkarlarının bu savaşta yer almasını gerektirdiğini” söylüyor. Yazıişleri müdürü Erdal bilmemne kişi de köşesinde “Türkiye’nin büyük oynaması, savaşa girmesi gerektiğini” yazıyor. Ve bu adamlar Türkiye’nin “damardan liberal-hatta sol” gazetesini yönetiyorlar! Bu işe niye bir şey demiyoruz? Erdal bilmemneye, “Git Star’da yaz kardeşim” diyen niye çıkmıyor?
Bu “büyük oynamak” lafına uyuz oluyorum, özellikle böyle, plazaların insan vücudu ısısına göre ayarlanan klimalı ortamlarında, ajans haberi dışında bir şey okumayan, ama “Burada olduğuma göre galiba ben çok önemli bir kişiyim” diyenler tarafından geğire geğire yazıldığında!
Ve bir şey daha: Radikal’de ‘hakikaten radikal’ olduğunu ilan eden, öyle de görünen ikinci tür yazarlar var bir de; Perihan Mağden falan. Savaşa da karşılar, savaş yanlılarına da. İyi çok güzel. Peki bir gün olsun, yan masalarında oturan, “Büyük oynamaya” meraklı yöneticilerine bir tek cümle olsun bir şey diyebildiklerini gördünüz mü? Nasıl bir radikalliktir bu? Hem gazetenin kendisi, hem radikal yazarları için söylüyorum bunu.
Bir de geçen gün CNN yayın yönetmenini izledim televizyonda; Başbakan’la Irak konulu toplantıdan çıkmış, canlı yayında spikerin sorularını yanıtlıyor. Spiker, “Başbakan savaşa girmeyi savunuyor mu?” minvalinde bir şey soruyor, CNN’in yayın yönetmeni, “Başbakan bu konuda net bir şey söylemedi ama biz orada bulunan televizyonların yayın yönetmenleri, Türkiye’nin savaşta yer alması gerektiği konusunda hemfikirdik” minvalinde yanıt veriyor! Bize ne sizin görüşünüzden kardeşim? Sizin bu “Türkiye’yi medya yönetiyor” havanız yüzünden millet sizin destek verdiğiniz bütün partileri mezara gömdü, hala mı akıllanmadınız ya?
Ve Kaptanhayal’den aha işte somut bir öneri: Burada bir sürü web master var görüldüğü kadarıyla; ortak bir site yapalım, kim “büyük oynayalım, Irak’a dalalım” diyor, yazalım, çızalım, dalgamızı geçelim.. İnternete kollektif tadını getirelim. Ciddi yazan ciddi yazsın, dalga geçen geçsin, falan.
Ve son bir not daha: Bu yazdıklarımın “Baby700’ün söyledikleri” meselesiyle bir ilgisi yok; bu savaş konusunu Baby700’e endekslememek gerektiği görüşündeyim. Hatta bu konu kapansa da, savaşın gerçek kahramanlarına dönsek ne güzel olur..
sözünü ettiği başbakanla ırak konulu toplantıda, çağrılı medya mensuplarına anlatılan, ima edilen, söylenen şu: Türkiye bu savaşın içinde, yani ufak tefek pazarlık sürüyor belki ama ok yaydan çıktı, türkiye abd’yle anlaştı ve savaşa destek vermekten öte, kuzel ırak’la sınırlı da olsa askeriyle giriyor. halkı hazırlayalım mesajı verildi muhtemelen. haftaya genel kurmay da benzer bir toplantı yapacak medya patronları ve medyanın mühim insanlarıyla, orada da artık neyi ne kadar anlatabilecekler, türk halkının neleri bilmesine izin var neleri bilmesine izin yok sınırlar çizilecek herhalde. birinci elden bilmiyorum tabii bunları ama duyduklarımdan edindiğim izlenim bu yönde. savaş, sansürüyle, topuyla tüfeğiyle geliyor maalesef…
Bush ve sahinlerini,
Saddam ve Nükleer doktorlarini,
Savas isteyen türk gazetecilerini, onlarin sahiplerini ve aklima gelmeyen birkac kisiyi daha bir spor salonuna kapatalim. Yesinler birbirlerini. Sonunda ayakta kalan kazansin. Hatta bizlerde evimizden bu olani biteni izleyelim. cekirdek citleyelim.
PS: radikal gazetesinin ne hangi cizgide oldugunu ögrenmek icin künyesine bakmak lazim sanirim..sahibi kimse onun cizgisindedir..
Bütün ahkamlara bir yorum yazan fakat kendi ahkamlarına anlamsız oldugu icin bir yorum yapamayan baby700 kardesim hafif.org’un yeni ombudsmanı olmustur,duyurulur..
Scorps®
scorps ne demek scorps?
Slow rock yapıyolar:Scorpions..Biliyosun iste..Hosuma gidiyodu eskiden bende nick yapıyım dedim..
Scoeps®
türkiye savaşa girmesin tartışmasına değil de baby700’ün şu laflarına itiraz etmek niyetindeyim: “savas denilen vaziyet, insan ortaya ciktigindan beri, pardon ilk canli olustugundan beri var. Ve hep olacak. Insanin bilesiminde bulunan, onun unsuru olan bir hal. Yani ‘insan oldugumuz icin savasa karsi duralim’ lafinin nerdeyse tam tersi dogru. Bu savas bizim savasimiz diildir diyebiliriz; demeliyiz. Ama savas kotudur, baris iyidir diye bi onerme olamaz.”
bence olabilir. zira insan dediğimiz yaratık, gelişebilen, kendini geliştirebilen, değişebilen bir yaratıktır. yani savaş insanlık ortaya çıktığından beri var diye ilanihaye böyle gitmesi gerekmez. insanlığın her “içgüdüsünü” değişmez bir veri olarak kabul edersek zaten siyaset yapmanın anlamı kalmaz. siyaset zira bir şeyleri “değiştirmek” için yapılır. tabii bu sonuçta bir görüş. bir iddia. buna karşılık “hayır. bazı değişmez insanlık durumları vardır. buna karşı çıkmak anlamsızdır. karşı çıkanlar de beyinsizdir” diye bir önerme gelebilir. ki geliyor. daha çok sağ/muhafazakar cenahtan gelen bir görüştür bu, bildiğiniz gibi. bu görüş zaten siyaseti bir şeyleri “değiştirme” çabası olarak değil de; güç dengeleri içinde oynayarak yeni bir pozisyon kazanma, durumunu pekiştirme, orman kanununun geçerli olduğu bir dünyada hiyeraşik pozisyonunu koruma ve geliştirme çabası olarak görür. dolayısıyla bu görüştekilerin bir savaş ihtimalinde bakacağı ilk nokta “çıkar” meselesidir. bu noktadan bakarak kararını verir. insanlığın verili koşullar içinde yaşamaya mecbur olmadığını düşününler ise savaşın bir zorunluluk, bir mecburiyet olmadığını, insanlığın bu cendereden pekala kurtulabileceğini savunur. sağ-muhafazakar görüş bu kesimi “ütopik, boş laflar eden insanlar” olarak değerlendiregelmiştir. bu hep böyle olmuştur. bu yüzden bu ırak meselesinde de aynı lafların edilmesinde şaşılacak bir durum yoktur. kendi adıma konuşayım, savaşı içgüdüsel ve değişmeyen bir insanlık durumu olarak veri kabul edip bu verilere göre yaşamak niyetinde değilim. ve evet dünyada azınlıktayım. çoğunluk para, çıkar, güç kıstaslarından hareket edip istediğini yapacaktır. yapıyor da zaten. ben ve benim gibilerin önünde iki seçenek var. bekleyip susmak ya da bunun bir mecburiyet olmadığını söylemek. evet söylemek daha doğru. “nasıl olsa fikrinizin bir kıymeti yok. abd istediğini yapacak. boşuna gevezelik etmeyin” denecektir. e canım o kadarına da karışmayın bari. kimilerine saçma da gelse iki çift laf söyleme hakkımız yok mu bu memlekette? saçmalama hakkı sadece “birilerine” mi ait?
Stalk: ‘Komünist’ adını taşıyan bi derginin verilerine güvenilebilir mi efenim?
ülkede namuslu kalmış insanlar hep aynı cepheden çıkıyorsa evet
Türk medyasının diğer önemli konularda olduğu gibi, tarih boyunca savaş, silahlı çatışma , ayaklanma gibi toplumsal-siyasal-askeri eylem ve konuları izleyip aktarma konusunda da sicili hiç de parlak değildir. Sadece bu sicili yüzeysel bir şekilde gözden geçirip, Türk medyasının ne kadar Apoletli, ne kadar şiddet yanlısı ve ne kadar milliyetçi olduğunu saptamak kolaydır:
Kore Savaşında, Türk medyası, Behice Boran’ların Barış Derneği’ni suçlarken, yüzlerce Türk gencinin binlerce kilometre uzakta ABD’ye niye hizmet ettiğini, niye kanını döktüğünü sorgulamadı, sadece o gençlerin kahramanlık öykülerini abartarak anlattı.
Keza Fransa, eski sömürgesi Cezayir’de halk bağımsızlık ve özgürlük için ayaklandığında, üstelik direnişçiler göğüslerinde Mustafa Kemal’in resmini taşıdığı halde, bu Müslüman halka karşı da Fransa’nın safında yer almıştı.
———-
Kaynak:
Önce Gazeteci, Sonra Türk!