Türkiye, Avrupa Birliği (AB) üyelik sürecine yıllar önce başladı, hepimizin artık ezberlediği, belki de bıkmaya başladığı bir süreç bu. Gençliğimiz için, orta yaş dönemimiz için çok uzun süreler çeşitli sonuçlar için bekleyip durduk; gümrük birliği, üyelik müzakereleri, başvurunun kabul edilmesi vs. Oysa bir ülke için çok kısa zamanlar bunlar. Bakın doğu bloku çökeli nerdeyse 20 sene olacak, konuşmalarda yeri geldiğinde “batı sistemine yeni katılan doğu bloku” denilebiliyor. Yani sözün kısası, 2013 veya 2020 yılı bu yazıyı okuyanlar için uzak bir dönem olabilir ama bir ülke için bir adım ötesidir aslında.Bugünlerde Türkiye’nin AB üyeliği için en sık ortaya konan sorun, üyelik müzakereleri tamamlandığında, bazı AB ülkelerinin halklarına danışarak üyeliği referanduma götürme kararlılığında olması. Bu sorunun liderliğini ise Fransa yapıyor, tabi destekçi ülkeler de oldukça ciddi; Avusturya, Almanya, Hollanda gibi. Buradan bakınca her türlü şartı yerine getirsek te asla üye olamayacağımız sonucu çıkıyor. Oysa batıyı biraz bilenler, batı devletlerinin uluslararası politikalarını biraz inceleyenler bilirler ki; başta Fransa olmak AB liderliği yapan ülkeler oldukça fırsatçı ve pragmatisttir.Bugün Türkiye’nin AB üyeliğini engelleyeceğini propaganda çalışmalarına kadar aktarmış Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, 5 yıl sonra bakarsınız “Türkiye’nin şu, şu, şu gerekçelerle AB üyeliği şarttır” demeye başlamış, adeta Türkiye’yi davet ediyor. Sarkozy’nin reel gerçeklikten fazlasıyla taşan mevcut Türkiye karşıtlığını da doğrusu anlamak ta çok zor. Fransız çiftçisinin ve orta ölçekli sanayisinin çıkarlarının zedelenecek olması nedeniyle Türkiye’ye olumsuz bakması anlaşılabilir de, Macar yahudisi atalarının Türklere olan husumetini bugüne aktaran Sarkozy pek anlaşılmaz sanırım.Onca kültüre, eğitime ve hülyalı felsefik bakış açılarına rağmen hem de.İşte bu gerçeklikten uzak gerekçeler nedeniyle Sarkozy ikna edilir diyorum.En çok canımı sıkan ise bizdeki Sarkozy’ler. Onlar ikna edilir mi bilemiyorum.