Yer sofrasının etrafına oturmuştuk. Hevesle bekliyordum. Ağzımın suyu akıyordu. Her darbeyi dikkatle takip ediyordum zira haksızlığa zerre tahammülüm yoktu. Sıcak ekmeğin kokusu yayılmıştu havaya. Bıçak tatlı tatlı hareket ettikçe ekmeğin üzerinde keşke daha kalın olsa be dediğim kahverengi bir tabaka oluşuyordu. Bir an hareket durdu. Heyecanlandım. Sanırım dakikalardır korkunç bir açlıkla beklediğim o an gelmişti. Annem başını kaldırdı. Saçlarını ortadan ayırırdı annem. Gözleri kapkaraydı. Gülümsedi. Elindekini uzattı. Gülümsedim. Sarelle sürülmüş ekmeğimi alıp sıradaki kardeşin ekmek için gözlerini anneme dikişini izleyerek yemeye başladım.Her şeyin az olduğu zamanlardaydık. Her şey kıymetliydi. Fakirdik. Oldukça fakirdik. Sarellenin çeşmeden aktığı zamanlardaydık. Bazen babam sarelle kavanozunu doldurmaya giderken beni ya da kardeşlerimden birini de götürürdü yanında. Çeşmeden akan çikolata küçücük kafamda harika bir sihir gösterisiydi. Filmlerdeki gibi yemek masası yoktu evimizde. Zaten masayı koyacak yerimiz de yoktu. Her pazar yer sofrasının etrafında dizilirdik. Hergün yenmezdi sarelle çünkü pahalıydı. Ama babam bizim herşeyi tatmamızı isterdi. Haftada birgün herkese bir dilim sarelleli ekmek. Ayin gibi. Bir dilimden fazla olsaydı keşke. Belki kardeşim yemezdi kimbilir. Yok yok küçükten hayır yoktu. Belki ağabeyim ha? Ohoo, bitirmiş bile…Ev küçüktü. Gece olunca oturma odası çocuklar için ufak bir yatakhane halini alırdı. Küçücük odaya dizilirdi yataklar. Tek başına yatmak nasıl birşeydi acaba? Gürültü patırtı olmadan. Rahatsız edilmeden hayaller kurardı insan. Gece çişe kalkınca birilerini uyandırıp fırça yemeden sabahı etmek mesela.Sabah daha zor olurdu. Uyanır uyanmaz yatakların toplanması gerekirdi. İnsanın biraz daha uyuyası gelirdi. Kışın sıcak yataktan çıkmak da istemezdin. Annem kızmazdı. Sadece bakardı. Bakardı ve en sıcak geceden buz gibi bir sabaha dalardınız. Büyükler yatakları toplardı. Küçükler ortalıkta ağlar zırlardı.

Ben yalnız kalmak isterdim. Kitap okumak isterdim. Ama etrafta hep birileri vardı. Üzerinde televizyonun durduğu bir masa vardı. Küçüktü ve bir sürü işi bir arada yapmaktan çok çabuk yaşlanmıştı. Masa örtüsü yere kadar uzanmazdı. Çengelli iğne verirdi annem. Oku kızım derdi, baban sana kitap getirecek. Çengelli iğnelerle örtüleri masanın eteğine tutuşturur kapalı bir ortam yapardım. Minder verirdi annem. Ne de güzel evim olurdu o zaman. Büyünce kendime ait bi yerim olurdu belki.Annem hep aynı kabanı giyerdi. O kadar eskiydi ki bakmaya utanırdım. Annem çok akıllıydı. Öğretmen okulunu kazanmış ama anneannem kız kısmı okumaz deyince gidememişti. Evde oturup hepsi mühendis olan dayılarımın ödevlerini yapmıştı. Anneannem onlar düzgün yazmıyor deyip anneme yazdırmıştı ödevlerini. Kızların insandan sayılmadığı bir yerde doğmuştu annem. Diz üstü tek giydiği için onu ev hapsine alan ama kendi eşleri mini etek giyen dayılarımla büyümüştü. Okumamızı isterdi. Gerekirse aç kalalım siz okuyun derdi. Kalırdı da. Babam eve güzel bir yiyecek getridiğinde ben sevmem derdi. Büyüyünce farkına vardım hiç yemediğin birşeyi sevmemezlik edemezdin.Babam hep sinirliydi. Çok öfkeliydi. İlkokula gitmeden hepimize okuma yazma öğretti, her akşam kafamıza vura vura ödevlerimizi yaptırırdı. Hep bir telaş hep bir hesap içindeydi babam. Yetmiyor derdi. Tek başına memur maaşı ile doktorlar, eczacılar, öğretmenler okuttu. Biz büyüyüp meslek sahibi olunca tanıdım babamı. Parasızlık derdi olmadan tatlı bir adamdı. Çok eğlenceliydi. Annemle aynı kapan içinde büyümüştü ama çok açık fikirliydi. Bir gün ergenlik manyaklığı ile anneme bağırdığımda aşık o karışma demişti. Aşık olmamdan utanmamıştı, hiç zoruna gitmemişti. Annem sus ayıp dediğinde bu işin ayıbı olur mu kafasında kelebekler uçuyor şimdi deyip beni şok etmişti.Yazlar çok sıcaktı büyüdüğüm yerde. Masanın altındaki evde yaşanmazdı o zaman. Dama çıkardım. Bir kitabın en az beş- altı kere okunduğu zamanlardaydık. Kütüphane çok uzaktı. Minibüse binecek param olmazdı. Çocuk kalbini, denizler altında yirmi bin fersahı kaç kere okuduğumu ben bile hatırlamam şimdi.

Çay kutusundan solo test, portakaldan lamba, gazoz kapağından oyuncak yaptığımız zamanlardı. Bebek alınmaz evde dikilir ya da örülürdü. Mahallede bir iki video olur tüm mahalle oturup Kemal Sunal filmi izlerdi. Hülya Avşar beğenilir, icraatın içinden de Turgut Özal dinlenirdi. Kara Şimşek başladığında mahallede in cin top oynar, pzar sabahları kovboy filminden sonra sokak tahta atlı çakma kovboydan geçilmezdi.Komşudan çekinmeden damızlık yoğurt istenir, müsaitseniz annemler akşam size gelecek denirdi misafirlik öncesi. Okulda hatıra defterlerini değiştirip bana kalbin kadar temiz bu sayfayı ayırdığın içinle başlayan yazılar yazdığımız zamanlardaydık.Yılbaşları sayesinde çekirdekten karışık çereze terfi ettiğimiz zamanlardaydık. Tavuk, pilav, salata ve karışık çerez yerdik. Patlayana kadar yer gece yarısında Prenses Banu’nun çıkmasını beklerdik. Büyükler uyumadan oturma odası boşalmadığından yatamayıp sersem sepelek ortalıkta dolandığımız yıllardı onlar.

İşte o zamanların birinde, daha ilkokula gidiyorum tutturdum oruç tutacağım diye. Annem yapma yavrum acıkırsın diyor ama dinlemiyorum. Babam karışma hanım yarım günlük oruçtan tutar diyor. Çocuk orucu var o yıllarda; yarım gün aç kalıp öğlen dayanıyorsan yemeğe. İnada bindi benimki öle ağlaya akşamı ettim. Babam işten geldi, ben baygınım. Bu hala oruç mu tutuyor dedi anneme. Ölecek birazdan dedi annem. Babam kocaman olmuş benim kızım dedi. Babam çok severdi beni, çok da döverdi. Hele beni çok döverdi. Kardeşlerime de haksızlık yapılsa dayanamazdım ben. Karşı çıkardım. Dayağı yer inatla huyumdan vazgeçmezdim. Babamın bisikleti vardı. Arkasına bindirdi beni, hadi gezmeye gidelim dedi. Beni oyalayıp vakit geçirecek sanıyorum. Pastaneye gittik. Pastaneye gitmemişim daha önce. Mis gibi kokuyordu. O zamanlar rulo şeklinde ince uzun yaş pastalar vardı. Çok yağlıydı. Genelde odun kütüğü modelindeydi ve rendelenmiş çikolatamsı birşeyle süslüydü. Bir yaş pasta bir sürü de kuru pasta aldı babam. Beni bisikletin arkasına bindirdi. Önüne yaş pastayı aldı. Arkaya kucağıma da kuru pastayı verdi. Gazoz da alacağım kızıma dedi. Susuzluk açlık başıma vurmuş. Dudaklarım çatlamış. Hava sıcak üstelik. Rüzgar esiyor bisikletin hızıyla. Serin serin çarpıyor suratıma ilerledikçe. Nasıl da güzel. Kuru pasta da öyle güzel kokuyor ki. Açıyorum paketi. Başlıyorum yemeye. Eve gidene kadar bol bol yiyorum. Annem sofrayı kurmuş evde. Oturuyorum. Hala orucum kafamda. Yediğimin farkında değilim. Annem ye kızım diyor ezan okununca. Herkes aferim ama bir daha tutma büyüyene kadar, zaten çok sevabın oldu diyor. Yiyemiyorum. Karnım tok. Israr kıyamet. O an lambalar yanıyor kafamda. Ben yedim ki diyorum. Herkes gülmeye başlıyor. Tüm gün aç kalarak elde ettiğim karizma yerle bir oluyor tabi. Ama yine de yemekten sonra koca bir dilim yaş pasta ve gazoz içecek kadar yer kalmış midemde.Herşeyin anlamlı, her yaşananın doyumsuz olduğu zamanlardaydık o yıllarda…