ateşli dudakların betimsel dehlizleri… evet, bu bir deneme… bu gece sana şiir yazmayacağım… biraz saçmalık, biraz kelime oyunu… içimden akanların önünden çekilip parmaklarımı özgür bırakacağım… dudaklarımı kuru, evet… ve evet, hala hastayım… geçecek bir hastalıktan geriye ne kaldıysa onlarla boğuşuyorum… yendim seni hayat… bir kere daha çıktın karşıma ve bu defa da yenildin… bir su tankının içindeki savaş kaçaklarıyla saldırdım sana… su tankı kurşun geçirmez… su tankı seni almaz içeri, boşuna uğraşma… kendimden yana olanları ben çoktan ayırdım bir kenara ve kokmuş ellerinden uzağa koydum bütün renklerimi… dengem bozuk… dengem çocukların ulaşamayacağı bir yerde kendini iğneyle eski bir fotoğraf çerçevesine astı… ve evet, yanımda sevgilim var… tam göğsümün üstünde… başı ve kendisi… omuzları ve kendinden bana dokundurdukları… tenimi ıslatan teri… yüzümü yakan ateşi… evet, o tam da burda şimdi… senin en görmediğin yerde… çocuklarının en ulaşamayacağı yerde ve bana iğneli… yerinde olsam uzak dururdum bu gece benden… yerinde olsam, evimin bütün pencerelerini açar ve hepsinin karşısına tek tek geçip intihara özenirdim… evet, hala hastayım ve evet içimde beni huzursuz eden bir şeyler var… onlardan kurtulmanın çabasını da duyumsuyorum ve mutlaka bu çaba ona galip gelecek… kırık çay fincanlarını düşün mesala sevgilim… onların halının üstüne dağılmış hallerini… bir zaman en sevdiğin fincandı o mesala… onunla çay içmek başka bir keyifti… ama şu anda mutfaktaki halının üstünde atomları duruyor… geri dönüşü olmayan bir yok oluş… var oluşu bir daha göremeyecek bir çocuk intiharı… yenisini almak gerekecek aynısının… o zaman unuturuz onun bütün geçmişini… işte evet, hastayım ve yeniliyorum kendimi… öyle düşün… sen uzaktasın ya şimdi… sen, göğsümde başınla uzaktasın ya… öyle düşün… o kırık fincanın geçmişini unutmak gibi düşün bunu da… evet, hastayım hala ve elbet geçecek bu da… kafam dağınık… kafam seni görmeye özeniyor evin bütün pencerelerini açıp… sana gelmeye özeniyorum… sana sığınmaya… sevişmek… evet, hastayım ve evet geçecek elbet bu da… az kaldı… her şey gibi buna da az kaldı… ertelenmelerle işaretlenmiş bir takvim düşün mesala… fincan atomları ayaklarının altına batarken ona bakmaya gidiyorsun… balkon duvarında asılı… denize yakın bir yerde… işte orda bekle beni… tam o takvimin önünde… her zamanki yerde… içine girme sakın, bir ertelenmeyi daha kaldıramam… ölürüm belki… belki ayağımın altına batan fincan atomları zehirler beni… bilmiyorum… evet, hastayım hala ve geçecek bu da elbet… yüzümdeki bütün duyuları yeniden hissedeceğim… bekle beni o takvimin önünde… geleceğim… öyle ya da böyle ölmeden göreceğim seni yeniden… evet, bu bir deneme… kafam dağınık… ordan oraya bir sıçrama akıntısı gibi… damla gibi… ya da sazan balığı… bekle beni o takvimin önünde… yüzünü denize dönme… uzaklara bakma yeniden… evinin bütün pencerelerini kapat ve martıları duyma… sana geliyorum… iyileşerek… evet, hastayım ve evet erteleniyor her şey… ve son cümlesinde bu denemenin, bir boşluk vermeli…ohevet… sana geliyorum… bekle beni…celâl hikmet11309 istanbul
yorumlar
içeriğiyle bütünleşince deneme olmuyor değil hani:)imgeler şiirsellik katmış ama olsun en azından nesir tarzında olmuş… ellerinize sağlık!
evet, bu bir deneme görüldüğü üzere… deneme, asıl yazının eskizidir… kalem oynatırsınız… kalem ısındırırsınız… bu da öyle bi şey… beyin cimlastiği de diyebilirsiniz…ayrıca neyse ne… insanların damak tatlarına göre ya da onlar istediler diye yazmadım ben bunu… sosyomattaki bloglarıma bakarsanız tiyatro metinleri dahil her şey yazıyorum… ve ayrıca insanların şekilcilik üzerinde egolarını fışkırtmalarından nefret ederim… beğenmezsen okumazsın thing… mesela ben bu siteye geldiğimden beri hiçbi şey okumadım, çünkü okuyacak bi şey bulamadım kendime göre… ama kimseye de gidip ‘böyle yazma, şöyle yaz, beni bunları okumak zorunda bırakma’ da demedim… bu düpedüz terbiyesizliktir… bu terbiyesizler bana göre değil, siz de bana yapmazsanız sevinirim… yoksa gerçekten ‘bi bok değilmişsiniz de kendinizi bi bokmuş gibi göstermeye çalışıyorsunuz’ diye düşünmekten kendimi alamıcam…
düzelti: ‘bu terbiyesizler’ değil ‘bu terbiyesizlikler’ olacak orası…
aaao 🙁 bir terbiyesizlik yaptıysam affola sayın Celal Hikmet elinize sağlık gerçekten güzel bir deneme olmuş ben sadece imgeleri fazla buldum biraz ondan öle şey ettim. Her zamn emeğe saygılıyımdır da!
Eee, ne demeye yazıosun madem burda demezler mi adama. Zeka fışkırıyor her kelimenden. Doğal seleksiyona güvenip, bundan sonra yorum yapmamayı seçiyorum.Ayrıca uyuyan güzel modereyşına: Yazıları oylayıp, paketleme devrine geri dönmek mümkün mü acaba? Sanki öyle bi uygulama vardı zamanında.
hayır ben sana demedim sevde… yazı üstüne yorum yapılır, ‘burası bana böyle geldi, şurası şöyle olsa daha mı iyi olurdu’ denilir… bunlar geliştirici şeylerdir… ama çeneyi doksan dereceye getirip ‘her şeyi ben biliyorum, benim istediğim gibi yapacaksın yoksa yaptığın iş hiçbi şeydir’ diyenlere söyledim ben o lafları… ‘kendi bahçesinde dal olamamış biri, girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor’ dedirtmiş özdemir asaf’a böyle adamlar… her yerde varlar demek ki… kendileri ne bok ki başkalarının yaptıklarına böyle üsten bakma cüretinde bulunuyorlar… ha bi boklarsa, ortaya koydukları bi şeyler varsa ve bunlar gerçekten benim üstümde şeylerse o zaman böyle eleştiriler yine geliştiricidir… ama bi bok olmadıkları orta olan adamların saçma sapan ve dediğim gibi terbiyesizce davranmaları saygıyı hak etmiyor… siktirip gitsinler, okumasınlar, yorumlamasınlar… kimse gelip egosunu bana sürtmesin, rezil ederim onu burda…
🙂
kendi kişisel görüşlerini edebiyat üzerinden satmayı bi kenara bırak thing… bunlar senin kendine bağlayan yorumlarındır… sen ne bi teorinin ne de bi pratiğin belirleyeni olabilirsin ne de başka bi şeyi… sen sadece an itibariyle üretmediğin için edebiyatın tüketeni olabilirsin ve bu da sana üreticiye böyle saçma sapan müdahaleler yapma hakkı tanımaz… genel konuşurak ‘beğenince iyi de beğenmeyince mi kötü’ gibi klişelerin arkasına sığınarak kendi egonu genele yayamazsın… ne demek istediğimi çok iyi anlıyorsun, ama işine gelmiyo… yediremiyorsun gururuna… kendi yazımı falan savunuyor değilim, senin tavrına saldırıyorum… bak dikkat et, sana da değil, senin tavrına… sert konuşuyorum, üstten konuşuyorum, çünkü senin saçmalıklarını alttan alacak değilim… okumazsın olur biter… ben söyledim işte, beğenmediğim ya da beni çekmeyen yazıları okumuyorum… sen de böyle bi yol seç… bana ya da başkalarına yargıçlık taslama… sen hiçbi şeysin, benim hiçbi şeyliğime laf atamayacak kadar hiçbi şeysin… bu kadar basit… yerini bil…
çıkaramazsın dedim mi?.. ya da ben şairim dedim mi hiçbi yerde?.. böyle bi şey çıktı mı ağzımdan?.. ya da benim yazım şöyle güzel böyle güzel dedim mi?.. benim işim yazarken başlar ve biter… ondan sonrası paylaştığım insanlara aittir… onlar bi yere koyarlar ya da koymazlar yazdıklarımı… ama senin gibi böyle terbiyesizce tavırlar takınıp ‘yok ben edebiyat eksperiyim, benim dediğimin ötesinde bi şey yazmasınız, ben buranın tabusuyum, beni yıkamazsınız, her boku ben bilirim’ tavırlarında olan adamlara da ağzının payını vermeyi bilirim… tekrar söylüyorum, ben yerimi biliyorum, sen de bil ve beğenmediysen en başından bi iki cümle okuyup sonrasını okuma benim gibi… böyle absürt durumlara da düşmezsin… benden sana tavsiye…
bunun boktan olduğunu sen söylüyorsun… ve ben ısmarlama bi şeyler yaratmıyorum… eğer ağzına göre kesilmiş hıyar istiyorsan bunun parasını bana ödemek zorundasın… bu kadar basit…
ne oldu yumuşadın birden… şimdi de benim tarafımda mı oynamaya başladın?.. hala kendi fikirlerinin genelin fikriymiş gibi sunma çalışmalarına devam ediyorsun… bu, psikolojide ezikliğin göstergesidir… kendi fikirlerini herkesin fikriymiş gibi göster ki sana karşı bi şey dediklerinde ‘hayır kardeşim, herkes böyle düşüyor, ben geniş zamanlı yüklemlerle konuşuyorum farkındaysan, herkes benim gibi düşünüyor ve sen bu işi beceremiyorsun’ diyebilme gardının arkasına saklanabilsinler… hiçbi cümlende ‘bence, bana göre, benim düşünceme göre’ gibi bi ibare göremedim… ve dediğim gibi bu kendine güvensizliğin ve ezikliğin bi göstergesidir…ha tabii bu ezikliği ve güvensizliği örtmek için karşıdakine çamur atma durumu da var… ‘sen bunun özentisisin, sen bundan almışsın bunu, sen böyle kötüsün, ben bunların hepsini görüyorum’ vs… geçiniz bunları hocam… bu tavırlarla bi saç kılı yol gidemezsiniz… geldiğiniz nokta da belli zaten… geçiniz lütfen… başka bi yerde arayınız sorununuzun çaresini… uğraştırmayınız beni…
ne dediğimi bal gibi de biliyorsun moruk… şimdi gelip de ‘ben bunları demek istedim aslında, söylediklerimin alt metni budur’ gibi tavırlara bürünme lütfen… yapma bunu… dediğim gibi, benden uzak dur… ne sen üzül ne de beni yor… en iyisi bu…
ya moruk, şu yorumlara bi tane yazını koy da madara et beni… lütfen… bunu çok istiyorum şu an…
ya bu arada iskender uygunsuz bi teklifte mi bulundu sana da bu kadar yükleniyorsun adama?.. hayır çok iyi tanırım kendisini, arkadaşımdır, dostumdur kuytu bi yerde denk getirse yapar da böyle şeyler… adam dünyanın kabul ettiği, şiirleri bilmem kaç dile çevrilmiş şairlerden biri… ama sen burnunu götüne dayamış hala ona buna bok atmaya devam ediyorsun… iskender gibi, hadi onu da geçtim beni yazdıklarım gibi bi tane bi şey koy şuraya, ondan sonra yemin ederim taşaklarını öpücem senin… lütfen yap bunu…
hayır… bence sen cevap veremeyince geri çekilip düşündün ve böyle bi şey yazma zorunluluğu duydun, çünkü yazacak bi şeyin yok… evde oturup iki edebi eser okumakla edebiyatçı (o da ne demekse, kıl olmuşumdur bu terminolojiye de) olunmuyor… üreteceksin, yaratacaksın, ondan sonra başkasının ürettiklerine bi şeyler söyleme hakkını kendinde bulacaksın…yoksa ben gerçekten senin taşaklarını öpmeye hazırım… ve bekliyorum hala bi şeyler koymanı…
siz kimsin moruk?.. kaç kişisiniz?.. kaç tane benlik taşıyorsun içinde?.. bu ‘çakma’ lafını hangi modacıdan ödünç aldın (çaldın demiyorum, çaldın demek senin işin ve eğer öyle dersem gene aynı şeyi söylersin bana)?.. neyin savunuculuğunu yapıyorsunuz?..bak moruk… lanet olsun ki açıklamak zorunda bıraktın beni… yeraltı edebiyat diye bi şey vardır tamam mı?.. bi duruş, bi varolma biçimi, bi baş kaldırı tarzı… bundan haberin var mı bilmiyorum… olsun ya da olmasın böyle bi oluşum vardır ve iskender de bunun t.c.deki en önemli temsilcilerinden biridir… buna fanzin edebiyatı da derler ve dili benim kullandığım dildir… serttir, isyan kokar, asidir… bu dili, bu tarzı benimsemiş insanların hemen hemen hepsi kullanır… iskender sadece önplanda olan ve tanınan bi yazar olduğu için senin gibi düşünen kıt kafalılar bütün yer altı edebiyat jargonunu onun üstünden yorumlarlar ve onun dışında herkes ‘çakma’ (bu da ne demekse) olur… ben kendimi savunmuyorum… sadece diyorum ki (bunu daha önce de bu sitede söyledim) biz iskender’le aynı dili kullanıyoruz, çünkü aynı yerden besleniyoruz… bu bizi aynı ya da beni onun ya da onu benim gölgem yapmaz… kesişebiliriz, bu tartışılır… ama aynılık konusuna geldiğinde (iskender de bunu söyleyecektir, çünkü çok tartıştık onunla bu konuları) orda durup düşünmek gerekir, çünkü bu mümkün değildir… keşke iskender gibi yazabilsem, kıskandığım adamlardan biridir, keşke yapabilsem bunu… ama mümkün değil… herkes kendisidir ve bu bi doğa kanunudur…ve evet ben sokak ağzı kavgası yaparım, çünkü balkon çocuğu değilim sizin gibi… sokakt büyüdüm ve hala sokakta yaşıyorum… elime kitapları alıp edebiyat sohbetlerinde ‘acaba bu defa kimden bahsetsem de bildiklerimi başkalarına daha iyi göstersem’ tavrında değilim… yiyorsa paçan inersin sokağa orda çarpışırız… yemiyorsa balkonda çekirdek yemeye devam edersin… bu kadar da nettir…
ha bu arada hiç iskender okumadığın belli… bu yazının iskender’in tarzına benzer hiçbi yanı yok… bunu da söylemeden geçemicem… diyeceksin ki neden en başından beri söylemedin bunu da şimdi söylüyorsun?.. bu saçmalıktan vazgeçmeni bekledim, ama sen ne kadar sivri organın varsa onların dikine gittin…neyse… iskender oku da öyle tartışalım yeniden… saçmalamaktan kurtarırsın belki biraz kendini…
lilaiçi hava dolu ağır vücutlar yükselirkenpatlayan elektriğin itimat ettiği mahluklarsuyun döndürdüğü nehrin vals kıyısındatığla örülmüş kızlar korosu önündeküçük çocuklar pişirecekler acıkmış cinlereve mevsime sözü geçen dolunaysavurarak rüzgara ölümün ih(ti) mallerinicesedimi yeryüzüne peşin ödeyecek!eski caz cinayetinden beri suçsuz tutsağımkaç şüpheye ikram edilerek üzüldüm üzüldümmü ay erir de akardı dünyaya tutunup,karnı doyan cin artık çocuklara masal olurdu.karnı doyan cin artık çocuklara engel olurdu.bir postacı gibi gelirdi gece boş bulunupkötü haberler yazardı mektuplarda imzasız, ürkütücüfazlaca bizden ve fazlaca esareten sözedenkeşfettiği toprak kendisindendaha fazla ilgi çekenfakir bir kaşiftim o dönmedolap kentinde:ilk cin, içi hava dolu ağır vücutlar yükselirkeniçi sonbahar dolu bir sevgili gibikarama vururdu!yüzümü bir kez sır verdiğim ayna ah aynayüzümü alıp nehre kaçardı, nehir aynada kururdu!yalandı küçük çocukları kandırıp benim yediğimeğer yüzüyorsam yalnızca derileriniüşüyeceklerse bir vedadaiyi üşüsünler diyedir!ve eğerleylakların işine son veriyorsa aşktaklitlerinden sakının diye!mesela o limanın canlı hikaye sarrafımesela o belli belirsiz himayemesela gözlerine kurşun gibi sürülen o bordoo ikiz kardeşim ölümsüzlükve nükseden ormanlarımve o nükseden ormanlarımda bir davetsiz bıçakmışçasınabeden denilen kınından çekilip hayatına saplanan ruhumve o döne döne, tülleri omzuna çekiştirerek gelen rüzgarolsun, sonbaharda gözkapaklarım dökülürmüş, ne çıkar!unutulmuş bir meleğin güncelerinde geçmiş adın ilk kezsana lila demişler sen lila olmuşsunlila rengi bir leoparlila rengi bir cengaverlila rengi bir enderun kenti olmuşsunsana ölmeye gelmiş sevenler ve bilgelerkalpleri kaşıkfikirleri su;bir bedevi diz çökmüş dip akıntılarında.sana lila demişler lila diye çağırmışlarsen lila olmuşsunbir lir, bir kemanı, gece olunca kıskanırmış yalnızcatanrı her kış başlangıcındabir melek kurban edermiş kendinesen: elleri mücevher olansen: bakışları vaaz olansen! hep bir başkalarında hep bir başka olan tanım!seni severek seni daima ben tanımladım!ne samansarısı ne annabel lee ne elsave eğer senin hakikaten bir adın varsave eğer senin bir adın olacaksa bundan sonraben bir şair olarak taşıdığım bu şerefli adıbir sana bağışladım!bir sanan bağışladım ben bir sana tasvirimisen o çılgın gibi dörtnala atların sürdüğü faytonlacehenneme yetişmek zorunda olan!sen o mahşeri tokatlayan güzel orospu!sen o kalbimin tekrarı çıban!sen o yatağımda üstünde seviştiğimiz çarşafla boğduğumzencefil kokan, kekik kokan, pamuk kokan oğlum!ne samansarısı ne annabel lee ne elsave eğer senin hakikaten bir adın varsave eğer senin bir adın olacaksa bundan sonra daben bir şair olarak taşıdığım bu sefil adıbir sana bağışladım!bağışla beni çocuğum lila!bağışla beni!hiç değilse bugün, bir sen bağışla!Küçük İskender
İskender demişken 1,5 yoğurtlu olsada yesek be..
CH, ben duyguları çıplak seviyorum.yüreğine sağlık.
@onnupro, birinin bu espriyi yapması gerekiyordu artık… =)@morfik… eyvallah moruk… =)
ooofff, Bursa, tereyağlı..
o değil de bu samanyolu tv’deki boşanmak istemiyorum programının diyaloglarını kim yazıyo acaba?.. kurguda boşluklar var… =) daha iyi yazılmalı…
mudanyadayım ben… gelin gidip yiyelim iskender… =)
=) sen de bi denizatısın zaten…
kırmızı etten nefret ediyorum benn
şalgam deyince rakı çeker benim canım… =) hastalıktan kurtulmam lazım önce, antibiyotik alıyorum bu aralar… =(ve artık istanbula dönmek istiyorum…
tavuk lahmacunu yaptırırız sana da… =)
ben su kaplumbağasıyım… =)
süt midemi bulandırıyo… alkolse yaşadığımı hissettiriyo…fazla tercih şansım yok bu yüzden… =)
“ne yaptığını bilmeyen bir insan türünün dar alanda can çekişmeleridir bunlar!umarım iyileşir…”sütle de ne alaka oldu dimii yaa pardon koptum ben birdenn:)
şu an için Bursada hiç kebab kalmamış..Bu yazıyı ve ahkamları okuyanlar İskendere hücum etmişler.Polis şu anda kebabçıların önünde güvenlik önlemi alıyormuş..
güzel bi paylaşım oldu sevde… =)iskender’in bundan rahatsız olacağını sanmıyorum onnu… =) gayet de memnun olur… =)
alkol varsa başka şeyin hükmü yoktur… =)
önce ayılmak gerekir… =)
Hep sarhoş olmalı. Her şey bunda; tek sorun bu.Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız.Ama neyle?Şarapla,şiirleya da erdemle,nasıl isterseniz.Ama sarhoş olun.Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üstünde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun; “Saat kaç?” deyin. Yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir yanıtı size: “Sarhoş olma saatidir! Zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz.”BaudelaireParis Sıkıntısı
kahve kesmez beni… =)
herkes alkolik olamaz… alkolik olmak cesaret ve dayanıklılık ister, irade ister… diğerleri dediğin gibi ayyaş olabilir ancak… savrulurlar… alkoliklik bilinç ister… biz bilinçli kaybedenleriz… bu yüzden çekildik yeraltına… burdan saldırıyoruz hayata; altından… ve kazananız aslında; bilinçli kazanan…şu hastalıktan kurtulsam da başlasam tekrar içmeye… =)
fiti de yanımda, yeraltında… =) kırmızı dehlizim o benim… derinliğim… o da beni sarhoş eden dünya dışı nimetlerden… varlığım… =) dişi yanım… kadınım… =)
istediğimiz de yok zaten… içimizde bulduk birbirimizi ve toprağın altına gidene kadar orda kalacak ruhlarımız… yeraltımız şato… yeraltımız şarap mahzeni… alkolle yıkayıp dualarımızı, kırmızıya boyayacağız evreni…geçiciliklerle uğraşmıyoruz artık… yeterince cinayet işlendi…
ama ben artık kimseyi öldürmicem… =)
sıkılırsın sen de elbet bi gün benim gibi…ya da en kötü ihtimal yorulursun…
“insanlardan nefret ediyor musun hank?..””hayır, ama onlar etrafta yokken daha rahat ediyor gibiyim…”
Kuruvaze DİYOR Kİ, (11 Mart 2009 17:25)asla yeterince cinayet işlenmemiştir! =)
ortadakine vur rocky… ortadakine vur…
kırmızım… =) klavyesi bozuk onun moruk… yoksa çoktan katılmıştı karşılaşmaya…
aha yeni klavye almışlar… =) geliyor şimdi… =)
bizim başımız da tek… korkacak bi şey yok… =)
selam kuruvaze =)da kimmiş beni unutan onu anlamadım ?
tamam o zaman sorun yok… =)
ben doğduğumdan beri kırmızıyla beraberim ve benden başka sevgilisi olmadı onun… sen başka bi renkle karıştırıyo olmalısın moruk…
hiçbi zaman da sorun olmaz umarım… yoksa yeniden cinayet işlemeye başlamak zorunda kalıcam…
He, wat zeg je..
bu konuda paylaşımcı değilim moruk… yarin yanağından gayrı her şeyi paylaşırım, ama onu asla…üzülüyorum ben insanları öldürdükçe…
Psikopata bağlandılar, karamsarlığın sonu budur..
her şeyin üstünde dururken ve yanımda hayatımın anlamı varken hiçbi şeye dönmem ben yüzümü… hiçbi şeyi önemsemem, çünkü zaten yanımdadır hayatın bütün ciddiyetselliği…insanları öldürmedikten sonra savaş çıkarmanın anlamı nedir?..
İlaç; kişiye duyulan aşk, sizi çıldırtıyor, önerim, ilahi aşk..
evet evet, psiko patlaması yaşıyoruz… atom patlaması gibi… ya da doğal gaz… ya da sivilce patlaması… sen de katıl bize pilli… iniş takımlarını kaldırıyoruz…
Katılacağım ama, yaşama tutkum ve içimdeki sosyetem izin vermiyor, şu an.. Şarabı temiz kadehten içmeyi severim..
sen cinayeti de temiz bıçakla işlersin şimdi… bu modeller de var tabii…
”dengem çocukların ulaşamayacağı bir yerde kendini iğneyle eski bir fotoğraf çerçevesine astı…Bu cümleyi sevdim..
kalem en iyisi moruk…ama benim durduk yere uykum geldi… nasıl olacak bu iş bilmiyorum…
“hatıra olsun diye birbirimizi öldürdük”
Aşkları terkediştir cinayetlerim, acır, aldatır, şevkatle sararım, yaralarını..Sevgisizliğime, teşekkür ederler, giderken aşıklarım..Hastalar mı iyileşirler hemen, ardımda kalmaz gözyaşları..
“insan kendini daha çok sevebilmek için karşısındakini sever…”
http://img24.imageshack.us/my.php?image=87649509.jpg][IMG]http://img24.imageshack.us/img24/9725/87649509.th.jpg
çay güzel oldu sanki şimdi…
iyi denemeydi dostum…BELESH sanırım bir yazıda yazmıştı da hoşuma gitmişti.
eyvallah moruk… =)belesh de iyi kullanmış eşses kelime oyununu… =)
canım sıkılıyo…
az önce sosyomata yazıp koyduğum şiirdir:it yasıbirgüngelipgeçerkenölümkendimideteslimedeceğimonave bitmeyen bir dışa vurumla durmadan küfredeceğim kadere ve onun yandaşlarına kendimden geri kalan bütün ruhumu bağışlayacağım ulu orta doğurdukları çocuklarının geleceklerini garantiye alsınlar ve bütün renklerin adlarını yeniden ve kendilerine göre belirlesinler diyesusacağımhiç konuşmadığım kadar susacağımvebasıp gideceğim buralardanölürüm de belki bilmiyorumdaha henüz planlamadım yaz tatilimiamaöyle bir ruh halindeyim ki şimdiöyle bir yanmayla doldu ki ciğerlerimhiçbir öpücükhiçbir sarılmahiçbir dokunmahatta hiçbir sevişme dahi kurtaramaz benigit şimdigözümden süzülen yaşları da al ve gitarkanda bıraktığın denizatları kendini yedigölgende biriktirdiğin kumruların hepsi intiharın eşiğindegit şimdive sakın bir daha geri gelmediyesim var sanaama….it gibi seviyorum seni lanet olasıcacelâl hikmet11309 mudanya
ay oku oku bitmedi acıktım anasını satıyım
doyurucu bi yazı olmamış mı yani?.. =)
ting uzatmadın mı sence de?
burdaki yazıyı dün gece yazdım ve evet, mudanya yazacağıma istanbul yazmışım el alışkanlığından… sabahtan beri altında konuşuyorsun, sana üç dakka gibi geldiyse bu yaşlanma belirtisidir moruk…diğer şiiri de bi saat önce yazdım… ve bunların açıklamasını da yapmak zorunda değilim ayrıca, ama seni madara etmek için en olursa yaparım bay amut yürüyen…
afedersin @thing demek istemiştim
yazı karnımı degil beynimi doyurur ancak, gece mece demedim feslegenli makarna hüplettim vallaha:)
aman tanrım, afiyet olsun… =) dokunmaz umarım hamur işi moruk… =)
alıştık artık kilo alabilmek için gece böyle şeyler yemeye, yemessek iyi ama ne yaparsın 🙂
valla pek sağlıklı değil bence… gece sıkıştırır, tuvalete kaldırır, uyku bozukluğu yapar, erken yaşlandırır… falan…iyi değil hiçbi şekilde…
şaka maka ben de acıktım ha… =(
kahkaha attım buna… =)
Küçük İskender
=)
Bukowski, İskender, nooluyoruz, benzerini arayanlarla doldu sayfalar, siz kimsinize cevap arayınız benliğinizde..Taklitçilik, bir yere kadar, gün olur örnek bulamayıp tıkanırsınız..