Yaraların var senin. Çok geçmemiş üzerinden… Henüz dağlanmamış… Ya olur da yanlışlıkla dokunursam onlardan birine?!.. İstemeden sızlatırsam içini?.. Tek bir kelime ya da ne bileyim, öylesine bir gülüşle seni çok gerilere götürürsem?..Çok öncelerine… Benim, yaşamında olmadığım bir zamana yani… Sen o yaralardan birini daha yeni edinmiş, taze taze sızlarken yaran… Bense senden çok uzaklarda, içimde koca bir boşluk, bilmeden onu doldurmanı beklerken…İşte o zamanlara götürürsem seni bilmeden… Ya kızarsan bana?!.. Kalbinden söküp atarsan beni çok uzaklara?!.. Yerime koca bir öfkeyi koyarsan?.. Ne yaparım ben?!Öyle birşey var ki sende, ellerine dokunmama engel… Gözlerin bana yöneldiğinde, göremiyorum o şeyi. Bu yüzden, hep gözlerime bak, istiyorum. Çünkü o şey, ancak o zaman yerini başka birşeye bırakabiliyor. Gözlerin sıcacık bakıyor. Ellerine uzanmaktan korkmuyorum. Biliyorum çünkü, onlar da sıcak…Ama bana bakmadığında… Ya da şöyle diyeyim;

gözlerime gerçekten bakmadığında… Onların ta içine girmeden, oralardan birşeyleri çekip çıkarmadan, sadece öylesine baktığında… Gözlerin buz kesiyor bir anda. Ellerin de onlarla birlikte soğuyor. Dokunmasam da onlara, hissedebiliyorum soğuğu.Artık ben olmuyorum gözlerinde. Yerimi ‘o şey’ alıyor. Ne olduğunu çözemediğim… Öfke gibi… Nefret gibi… Sana sormaktan korkuyorum onları. Daha çok sızlamasın diye yaraların, onlar hiç yokmuş gibi davranıyorum.Bu yüzden hiç dokunamıyorum sana. Sen sakladıkça yaralarını, hiçbir zaman da dokunamayacağım. Hep yarım kalacak birşeyler! Sen hep yarım kalacaksın!Bu yüzden, saklama benden yaralarını! Bırak, teker teker göreyim hepsini… Yerlerini bileyim… Ki şimdiki gibi acıtmaktan böylesine korkmayayım canını. Ellerini sıkı sıkı tutabileyim. Eksik kalmasın aşkımız. Sana gerçekten dokunabileyim.