SAKANA
SAKANA

Su ile birleşen yeşil sabunun, kokusu yayılırdı etrafa. Kazanların altındaki alevleri seyrederken, yüzümüzün acıdığını hisseder, elimize bir parça kil alıp, onu ovalardık. Oturduğumuz yerden kalkar, kazanların, kaynar suyunda yüzen, bembeyaz olmaya yüz tutmuş çarşafları sopa ile şöyle bir karıştırır sonra sopaları çarşaflardan kurtarmaya çalışırdık. Kazanın içindeki su dönerken, çarşaflar engellerdi bu dönüşü.İşi, eğlenceye dönüştürmek hünerdi. Anam, kazanların içinden çarşafları çıkarıp, sakananın ortasındaki taşların üzerine koyarken, topacı getirmemiz için seslenirdi.Topacın yukarıdan aşağıya iniş anı, yüzümüze, gözümüze, üzerime su sıçrayacağını işaret eder, gözlerimizi kapamamıza neden olurdu. Anamın alnından aşağıya inen ter , gözlerine, sonra yanaklarına oradan da kocaman memelerinin arasına süzülüp giderdi.Çeşmeden soğuk suyu doldurur, çarşafları da içine attıktan sonra durulama işlemi başlardı.Bu esnada anamın pamuk ellerine dokunmayı çok severdim.Çarşaflar, leğenden çıkarıldıktan sonra ,sıkma işlemi için bir ucundan ben tutardım, başlardık çevirmeye.İşte bu arada benim çok güldüğüm, anamın da “yapma oğul” dediği hınzırlığı yapardım.Çarşafı, karşılıklı bükerken annemin çevirdiği tarafın tersine çevirirdim, annem tekrar düzeltir ben yine değiştirirdim.Ben pes edene kadar devam ederdi.Durulanan çarşaflar, bakır leğenlere yerleştirilir, sakananın bahçesindeki ağaçların arasındaki tellere tahta mandallar ile asılırdı.Asılan çarşaflara yaklaşmamamız ve orada oynamamız için uyarılırdık.Çarşaflar kururken, su kazanlarının yanında kaynayan çaydanlıkta güzel bir çay demlenir, evden getirilen azıklar yenilirdi.Bu kısa aradan sonra, sakananın bahçesinde kadınlar el işi yapar biz çocuklar da seslenilince duyulabilecek bir yerde oyunlar oynardık.Akşam olduğunda, kuruyan çarşaflar güzelce katlanır, sakanadan eve doğru yolculuk başlardı.