sadece bir sabahlamada ortalama bir haftalık internete bağlanma süresince internette bağlı kalmanın verdiği huzursuzlukla uyanıverdim yaklaşık üç saatlik uykumdan tam da dershanede olmam gereken vakitte.işte bu cümle kadar karışık duygular içerisinde buldum kendimi. bu manevi angarya ile zamansızlık paniği bana ‘müddet hazzı’ yaşatmadı belki ama ben ilginç bir buluş yaptım hiç vakit kaybetmeden.”acaba insanların cümle kurma metodları aynı mı?” sorusu, bu buluşun meydana gelmesi yolunda attığım ilk adım oldu. ve adımlarım hızlandıkça karşıma bir yol ayrımı çıkageldi. birincisinin tabelasında, “insan cümle kurmadan yaklaşık bir, bilemedin iki saniye evvelinden cümlenin iskeletini oluşturur” yazıyordu. diğerinde ise “tamam cümleye başlarken öyle yapıyor ama cümlenin gidişatını, cümleye başladığı kelimelere uyumlu kelimeleri bulmaya çalışarak sonradan belirliyor” yazıyordu. hangisine sapacağımın kararsızlığı içerisinde deney yapmaya karar verdim. hemen bir çırpıda “çakalık bak turimsu kimkim yakultan be var” deyiverdim. deyiverirken çok dikkat ettim, acaba bunu cümleye başlamadan önce mi düşündüm, doğaçlama mı noktaya ulaştım diye. gerçekten de ağzımdan çıkanı kulağım duymuyordu.evden dışarı çıkarken “herneyse” dedim neticeye varmayan buluşum için ve bunu demeden önce böyle demeyi kararlaştırmıştım. bundan çok emindim.otobüs durağına yürüdüm. bütün otobüsler gideceğim yerden geçiyordu. burası bir son duraktı yani. benim gibi bazıları içinse bir ilk durak. şimdi sıra hangisine bineceğime karar vermeye gelmişti. burası yüz metrelik bir caddeydi. caddenin sağ kanadında beyazıt’a gidecek olan üç tane otobüs vardı. sol kanadın en başında, yani bana yakın olan kısmında, eminönü’ne gidecek olan iki otobüs ve yaklaşık otuz metrelik bir ara vardı. aranın ardından taksim’e gitmek üzere yolcu bekleyen üç otobüs duruyordu. kısacası, bana en uzak olan otobüs en ilerideki taksim otobüsüydü. her zaman için mantıkla ters orantılı karar vermeyi seven bir insan olarak, o en ilerideki taksim otobüsüne bineceğime söz verdim. yürümeye başladım.tam taksim otobüs grubunun en arkasında bulunan otobüsün hizasına varmıştım ki, bineceğime söz verdiğim ilk otobüsün motoru çalıştı. hizasına geldiğim otobüsü geride bırakırken ise, yavaş yavaş hareket etmeye başladı. hemen iki şık belirdi gözümün önünde. ya her şeyi göze alıp koşacaktım ya da hiç istifimi bozmadan ağır ağır yürüyüp ikinci otobüse binip on dakika bekleyecektim. hala bir şıkka gönlümü kaptırmamış, yürümeye devam ediyordum. üç saniye geçti aradan. bu şekilde daha ne kadar devam edebilirdim? yetişemeyeceğim aşikar iken neden hala içimde bir umut kırıntısı kol geziyordu? gibi sorularla meşgul olurken yine de inat ettim, koşmaya karar verdim. tam koşacaktım ki baktım karşı taraftan iki tane kız geliyor. yo, bu kadarı fazlaydı. saniyesinde vazgeçip on dakika bekleyeceğim otobüse yöneldim. aslında yine de şansımı deneyebilirdim. bu deneyiş başarısızlıkla sonuçlansa bile çaktırmadan sanki bambaşka bir yöne, bambaşka bir amaç için yetişmeye çalışıyor izlenimi bırakabilirdim sokaktakilere ve özellikle de kızlara. ama tatmin olamazdım. evet.otobüse girdim. akbilimi bastım. dört yüzbin lira kalmış akbilde. demek ki, aksaray’da metroya binmeden önce doldurmalıydım ki eve geri dönüşte bir sorun yaşamayayım. bunu düşünüp bir saniye sonra unutunca, oturacak doğru düzgün bir yer bulabilmek için arkalara doğru ilerledim. en arkada olmalıydım ben! hatta en arkanın en köşesi. kimse beni göremesin ama ben herkesi göreyim. baktım, köşeler dolu. çaresiz en arkanın en ortasına oturdum. en’leri seviyorum. bir sağım bir de solum boş. bakalım kimler oturacak oraya.en arkayı en beşledikten sonra otobüs hareket etti. yanıma iki herif oturmuştu. onlar otururken suratlarına bakmadığım için tiplerini merak ettim. sağdakine kafamı hiç çevirmeden sadece gözlerimi oynatarak bakmayı denedim. galiba o da bana bakıyordu. hiç istifimi bozmayarak, vücudumu sağa kafamı da sağa çevirerek yüz seksen derece arkamdaki bir şeye bakıyormuş gibi yaptım. olmadı tabi. solumdakine ise, onun kendi soluna baktığı bir anda birazcık bakabildim. normal tipleri vardı her ikisinin de.duraklarda inenler olmayıp binenler olduğu için içerisi derişti. saçlarımı da evden çıkmadan önce şekil verip jölelemiştim. bir kadının oturduğu koltuğun yanındaki açık camdan fazla rüzgar geliyordu. aynı kadın gazete okuyordu ayrıca. hem o hem de ben rüzgardan şikayetçiydik. sonunda kadın camı kapamaya yeltendi, kapadı da. ben de cennete gitmesi için dua ediyordum aynı esnada.sıradaki durak benim ineceğim aksaray durağıydı. kapı oldukça yakın. ancak otobüs çok dolu olduğu için epey zor olacaktı inmek. tam önümde orta yaşlı veya ihtiyar olduğuna dair derin tartışmalara sebep verebilecek bir yaşta olan adam duruyordu. son dönemeçi dönünce artık bir şeyler yapmak gerek diye düşünmeye başladım. normalde, otobüs durakta durduktan sonra yerimden kalkardım. daha önce kalkmak otomatikman birinin kucağına düşmeyi kabullenmek anlamına geliyordu çünkü. ama bu kez durum farklıydı. hem ayrıca otobüs çok kalabalık olduğu için birinin kucağına düşmek de bir o kadar zordu. tam niyetlendim yerimden kalkmaya, o yaşı başı belli olmayan adam ışığa bastı. demek o da inecekti. o zaman koltuğum ile kapı arasında adamın ilerlemesinden oluşacak koridordan faydalanıp rahatlıkla inebilirdim. böyle bir rahatlamayı en son o kadın camı kaparken yaşadığımı hatırlıyordum.metro girişine gelince pek tabi akbil doldurma ihtiyacımı unutmuş bir vaziyette akbili bastım. ama o sesi duyar duymaz yeniden aklıma geliverdi. hala bir şansım olduğu umuduyla girişten geçmeyerek koşar adım akbilciye gittim. akbili doldurup geçiş hakkının hala devam ediyor olabileceğini ümit ettiğim aynı girişe döndüm. ama maalesef, ya zaman aşımına uğramıştı ya da uyanık biri geçivermişti. mecburen yeniden bastım. yürüyen merdivenler yürüdü, ben yol aldım. aşağı indiğim an kapılar tıslayıp kapandı. metro gitti.diğer metroyla ineceğim durakta indikten sonra, o tarz müzikten pek hoşlanmasam da, enrüke iglesyas’ın ‘hero’ isimli şarkısını, klibini ve en mühimi de klipteki kızın güzelliğini kabul eden adımlarla yürümeye koyuldum. yürüdüğüm kaldırıma doksan derece açıyla park etmiş bir kamyonetle karşılaştım. kamyonet hafifçe geriye gidiyordu. önünden geçeyim dedim, bu sefer de öne gitmeye başladı. ‘parlement’ marka sigarayı ters yaktığımda da ettiğim küfürlerin aynılarını sıraladım içimden. kaldırım yeniden boşalınca yoluma devam ettim.işte yine eylül gelmişti. yaz bitiyordu. ee, ben de zaten ne bekliyordum ki?