kırık dökük vodvillerinizi alın da çalın başınıza (hem ya tutarsa?) gayri varlığını tek kaybeden ve/veya tek kazanana borçlu hikayelere tok karınlar, müteakiben kısmetimize sadece bedel ödeyen ve eşzamanlı ödetenler düşerler…zamanın siyam ikizidir, kum saati devinir döner, kumlar su misali akar, yukarılardan çağlar aşağıya düşerler, evet üstteki kristal haznede sürekli kaybetmenin safrası haki cinneti, ama ya alttaki azizim, aşağıdaki yığın da şekil şemal kaybeder, toparlanmaya çalıştıkça küçük parçaları zamanın, defaaten düşen diğer türdeşleri ayakta durma umutlarını lime lime ederler. ve hep göz ardı edilmiştir kum saatinin gizli öznesi, görünmez paydaşı hava…hava da var ardında çepeçevre camların kumdan ziyade. ziyadesi ile çalkantılı tabiyati ile, sefer olmuştur kumları yerinden etmeye…farzeyle ki, yerçekimli fenomen bir el olsun ötelerden harmoni içinde salınan, kumlar da çağrıya uymuş olsunlar elin peşi sıra birbiri ardınca nefsin boşluğa bırakan…beter odu şu ki betimin, vaveylasını yutmasıdır havanın her bir kum zerreciğinin…de ki, taneler mutlu mesuttur elin çağrısın yerine getirdikleri çün, lakin böyle diyenler b’k yesinler. gizemi bol hava, hani daha tersyüz olmadan dünyaları koyun koyuna kumlara yataklık eyleyen, hani ilk dönemeçte topraktan geleni sırtından hançerleyen, topuklarıyla itmektedir cümle bulgur kıvamlı kumcağızı biteviye bencilliğinden…bedel öderken, ödemek bedelleri; kum desen bir hoş, tutunamaz ki bir diğerine, yuvarlanmaktan gayrisi gelmez elinden, yuvarlanır yuvarlanır da, duruldum demeye görme, bir diğer kardeşinin kinetiğini içer de hareketlenir yeniden. hangi oyun hangi perde bunca trajediyi yüklenmeye cesaretlidir, dirayeti alev alev yazar var mıdır kum saatinin içinde “Can”ı arayan soran, hayatı saatin pürüzü seyrek cidarlarıyla sınırlı sayan, havayla kaynaşmaya çalışıp, çalıştıkça soluksuz kalan, ufalanan kum taneciklerinin çektiği çileleri…boşluk deyip geçmek, tek celsede hakir görmek olmaz havayı, ihtimal o da ister kumla kaynaşmayı, velevki özü geçmesin vicdanın önüne, hep “Ben” demesin daracık alemlerinde, o zaman iter de iter nefsi kumu, reddeder alalade bir operasyonda alalade bir dalakta unutulmuş paslanması mümkün olmayan bir makası, önce dalağın sonra yekün bünyenin reddi gibi. bünye bile bütün, ortak kararların ortak alındığı bir et pazarı, havanın öykündüğü, kumun özlemin çektiği bu belki de…ve yakın zamanda, çok yakında, hemen az önce biz miskine ait kalan son mekanizmaya, cüzzamı boylar aşan ruhtaki dingin gölün yüzüne de özgür bir kum tanesi düştü…o küçücük hacmin düştüğü yerdeki likit krater nasıl da görülesiydi kardeşlerim. tespih tanesi misal birbiri ardına düşmüş cümle dalgaların, yalaz alev misal kıyılarıma vurup vurup durulması, gölün öğrenmesi debdebeyi, kaosu, gözyaşını, kendisi üretmesi bir süre sonra kendi dalgalarını, yıkımını hevesle kutlayışını, zevkle dikişi tek kadehte baldıran şerbetini …rüzgarın bol olsun hep aynı mevsimi yaşayan kum taneleri…devinim ancak uzaktan el eden yerçekiminde değil, doğanın kendinde, ufacık bir esintinin bahşedilemez maceralara sürükleyebileceği sizler için az gelir şarkılar ve dahi resimler…bedel ödetirken bedeller ödeyen kardeşlerim. “Esaret”iniz bize yaşanmamışken yaşamış misal ahkam kesişlerimizi hatırlatır. realitenin aynası, zulmün arka kapısı size çıkar. kapı açılır, belli belirsiz bir ışıltı uzaktan, karanlığa dokunsan kör olursun. kuma dokunursan toprak…havaya dokunursan hava alırsın, gözleri görmez yürekleri ışıltılı aşıklara atfeyleyip.toplu halde düşmelerine bile izin vermemek nice kabalık, ihtimal bir danesinin bile yüreği vardır kumtaşlarının. giyotine gönderir misal, sıranın kendisine gelmesini bekleyen, ardarda dizilenler haznenin konik saydam tepesine. türümün sizler için ürettiği lanet tasarımlar bile idam sehpasını çağrıştırır. düşmeyi bekleyen bir kum tanesi, karanlık ve nemli bir kanalda, hareket için alarmı bekleyen spermler gibi belki de, devinimi haz belirlemiş, el eden bir kadın olmuş öteden, yerçekimi olmuş ne gam…ne farkeder sistemi modelleyebildiğinde kırık dökük gerçeklerinle, bir öbek şapşallığınla. sonrasında sende bir tanrısı olmaz mısın nazar eylediğinde kurduğun imitasyon gerçekliğin…ve hiç şüphesiz kumlarında…devcileyin elleri uzatıp ters çevirmek öpüşen iki cam huniyi…daha tazece düşmüş aşağıdakilerin yükselen itirazlarına aldırmadan-heyy, tanrılığını bil, daha yeni düştüm, yeni dirilttim kendimi intihar gülümden, sıra benden geçti, eski haline getir kum saatinive sen “Kün” dedin, terse döndü zaman bileğinin bir zarif hareketiyle. kudretin sınırsız, hava ve kum ermine amadeler. sonsuz olasılığın lif lif saçıldığı geçmişten geliyorlar, bir nokta, sadece bir nokta “An”a, iki parabol tepesinin o noktasal kesişim alanına şöyle bir uğrayıp, bir soluk dahi alamadan, sonsuz nurani ipin gergef misal gerildiği geleceğe düşüyorlar…çarpmanın etkisi ertesi sadece kargaşa ellerinde, sadece hayalkırıklıkları. şimdiyi yaşamak yok onlara, rolleri taa en başından belli onların, onlar dinamiğin fedakar sembolleri, şehitleri, izcileri, öncüleri, niyazileri… hep hareket etmesi gereken hacimsiz ve isimsiz varlıklar. ağırlıklarıyla daha az evvel itmişlerdi her an her yerde olan havadan derdikleri imeceyle yoldaşlarını tepesinde haznenin ve şimdi ödettikleri bedeli kendileri ödemekteler. programlanmışlar, güdüleri düşmeye, başka bildikleri de birşey yok, bir minvalde ödemekten ve ödetmekten bedelleri gayrisi gelmiyor ellerinden. yağmur taneleri misal o küçük öpülesi ellerinden. oysa nasıl da pırıltılılar uygun ışık düştüğünde üzerlerine, rastgele saçılan hüzmeler, grift bir o kadar da kırılgan yapıları…gören göz kum demez, gören göz insan der kardeşim insaflıysa, der ama içinden geçirir, zira yürekte filizlenen kelime dile yerleşse de, sıkılamaz havaya, yapışır kalır milyon papilla üstüne…oysa kum onbinlerce elyazmasına kucak açan bir şehirdir. oysa herbirinde “An” yazılı zamanın minicik ayak izleridir. oysa kum “Ümit”ten filizlenen bir şiirdir…Sen kum nedir bilmezsin. Deniz gormedin ki. Yum gozlerini zamani dusun, Deniz bir gozunde. Kum bir gozundedir.

evet, kum saatidir, bir danesini hiç değilse, ele alıp düşüncelere ram’olma demidir.üzme ilmine vakıf, bunca yükün gönüllüsü olmuş yürekdaşlara….Yazının kaat arkası:herhangi bir x acısına merhem olması için kaleme alınan bir metin, hani o “yazmaz isem çıldıracağım” histerisine müteakip yaratıklanıverir dimağ tarafından. enikonu doğum hadisesine benzer duyulmasa da çığlıklar, akıtılmasa da kan, ter. rahmim kalemim, Adem’im keder…ve “acı”, “kelime” eğrilerinin tatlı eğimleriyle zaman ekseninin hemen üzerinde, y ekseninin irtifasında salınmaları esnasında bişey oluverir. bu iki farklı olgu birbirlerine değer. hani belki milisaniyeler bile sürmemiştir hadisenin vuku bulması. lakin bir pusula iğnesi misal o ana değin yalnızca sancının kuzeyini göstermiş olan dimağın dengesi altüst oluverir kesişmeyle ve oynamaya başlar, salınmaya, yeri gelip fırıl fırıl dönmeye ibresi…aradığı sancı değil yazı için kendince daha güzel kelimeler, betimler, deyişlerdir gayri. öyle ki, kısa sürede önüne geçer herşeyin, ne acı kalır ortada ve acının tortusu kabuslar. belki de bu yüzden, uyuşturmak için beyni yazar kişiler.