Jin, yakışıklı, munis tabiatlı -film boyunca icra ettiği, fakat ne olduğuna dair kesin bir neticeye varamadığım mesleğini düşününce- sanatkar biri olduğuna karar verdiğim, genç bir adamdır..Bir trafik kazası yaptığını gördüğü, kâbus gibi rüyasından uyanan Jin, kendisine gerçek gibi gelen bu rüyadan etkilenerek, gecenin bir yarısı evinden çıkıp, kazanın olduğu otoyola varır..Jin’i orada, biraz önce gerçekleşmiş bir trafik kazasının delillerini toplamaya çalışan polisler karşılar..Kazayı yapan kişi olay yerinden kaçmışsa da, güvenlik kameraları, onun, bir kadın olduğunu tespit etmiştir..Sonradan anlarız ki, Jin, bu rüya-kazayı, çok sevdiği, fakat ayrılmak zorunda kaldığı, eski sevgilisini arabayla takip ederken görmüştür/yapmıştır..Jin (Joe Odagiri)’in rüyasında yaptığı kazanın aynısını, gerçek hayatta yapan bayan kişi, terzilik ya da modayla uğraştığı izlenimi aldığımız, Ran (Lee Na-young) adında, güzel ama Jin beye nispetle oldukça sinirli bir hatundur..Yönetmen Kim Ki-Duk‘un çoğu filmindeki, genç bir kız ve bir oğlandan oluşan ana çatının, burada da, bu kaza sonrası kurulduğunu görüyoruz.. Ancak, ikilinin aralarındaki bağın, burada, diğerlerine göre, daha güçlü, daha derin olduğu kesindir.. Zira, Jin’in rüyasında yaptıkları, ‘uyurgezer’ Ran hanımı, doğrudan etkilemekte; oğlanın, rüyada yaşadıklarını, kızcağız, gerçek dünyada, gerçek travmalarla yaşamaktadır..Bu iki ‘yalnız’ gençten Jin’in, ayrıldığı sevgilisini çok sevdiğini, rüyalarında da olsa onun peşini bırakmadığından bahsetmiştim..Ran ise, yeni tanıştığı bu adamdan farklı olarak, eski sevgilisinden nefret etmekte; Jin, unutamadığı sevgilisini rüyasında görürken, o, unutmaya çalıştığı adamla -istemsizce- sevişmektedir ki çıldırmak işten bile değildir..Kopması pek mümkün olmayan bağlarla, ruhlarından ve de uykularından birbirlerine bağlanmış bu gençleri nasıl bir ortak akıbet beklemektedir?.

Kim Ki-Duk, -her zamanki gibi- budizm öğretilerinden kaynaklandığı belli olan, metaforik bir yaklaşımla; kısaca özetlediğimiz bu hikayedeki olan bitenlerden oldukça bağımsız, daha çok, insani ilişkiler ve iletişim üzerine düşündürmeyi amaçlamış..Önceki filmlerinde yarattığı; derinliği olan, ancak, görünürde oluşturulmuş ‘küçük’ bir dünyayı, fantastik ve simgeci bir bakışla anlatma yöntemini sürdürmeye kararlı görünen yönetmenin; bu son filmiyle, -müzmin takipçileri açısından bakıldığında- artık sıradanlaşmaya başlayan özgün ama eski üslubunun etkileyici özelliğini, yitirdiği görülüyor..