Bazen bir telefon, şeytan misali işkence yapar insana. Bunu anlatan zamanlar olurmuş.Aşk, ayrılık ve sindirememek üçgeninde bir dostun isyanında kendini bulursun ansızın. O ağlar benim içimden yaşlar dökülür, bilmem nereye… O sızlanır, benim sızlanamadığım ne kadar zaman oldu hatırlamıyorum.
Her şeyden uzak, dertten uzak keyifli bir Pazar içindi her şey, her şey Umuyordum açıkçası. Aşk bitince, biter miydi her şey. Silinir miydi bir silgi gibi. Öyle kolayca devam edilir miydi hayata. Bunları düşünmek istemediğim bir pazardı ama yanıtları alacaktım o an için bunu bilmiyordum…
‘Özgür’üm geçmiş karşıma söyleniyor’ diye başladı tüm hikaye…Bir telefon duvara fırlatılır mı?Gayet güzel fırlatılırmış…
Bir Pazar sabahı, bacaklar koltuğa keyifle uzatılmış, gazeteler alınmış, keyifli fakat tıka basa olmayan leziz bir kahvaltı yapılmış. Mırıl mırıl tatlımın omzunda makaleleri okuyorum, kim ne demiş diye. Fakat bizimki okuduklarından memnun kalmadı ki, dert yanmaya başladı.- Huzurlu bir Pazar olması umudumdu.- Benim de Özgür’üm, söyle. (Sesimdeki ironiyi anlamıştı. Huzursuzluk çıkarma ki huzurlu geçsindi bu ironi. Benim canım arkadaşım on yılı geçkin zamandır beni tanımasının verdiği verileri sezerek hafif gülümsedi gözlüklerinin üzerinden bir bakış fırlatıp ve konuya girdi: )- Gazetenin Pazar sayfaları vardır, herkes bilir; eğlenceli zaman geçirmenizi sağlar. Birincil görevleri budur. Yahu şu cadoloz kadın Pazar Pazar yazacak başka bir şey bulamamış mı?- Ne oldu Özgür’üm? (Sesimde onu sakinleştirmeye çalışan bir ton vardı.) Okusana cadolozluğunun sebebini öğreneyim. Her ne kadar sinirli olsa da, o yeşil gözlerinin bir yanı muzur muzur bakıyordu. Bir yanım da daha o yazıyı okumadan onun neye bozulduğunu tahmin ediyordu. ‘Bakalım yanılacak mıyım?’ diye geçirdim içimden kendimce, ondan habersiz…- Peki, okuyayım da gör; tam benlik olmuş: ‘Diyelim sevgiliniz aramıyor. Belli zamandır görüşmüyorsunuz ama ne beyninizden silebilmişsiniz ne kalp denilen o zıkkımdan… (kalbinizden kelimesini zıkkımdan olarak değiştirişi dahi hoştu. İçi acıyordu birtanemin.)Saatler geçiyor, ne yazık ki her anın farkındayım geçerken. Bir tek ben geçip gidemiyorum. Düşünüyorum bazen çare başkalarıyla tanışmak mı? Yol bu mu? Sonra bin bir soru geliyor. İyi de hayatıma sırf sevgili olsun diye birini mi alacağım?Yok, gerçekten seveceksin yani hoşlanmak anlamında…Bu seferde bunun bu kadar kolay olmadığını bildiğimi bin kere hatırlatıyorum kendime. Gel gelelim zamanın geçmesinin mümkün olmadığı anları ruhunuzun dibinde hissederken yol ne, gerçekten çare olacak çözüm ne, bunu bulmak bu kadar kolay olmuyordu.’(Bıraktı gazeteyi koltuktan yere. Başladı içini dökmeye. Harbiden tam da yarasına basmak için basılmıştı bu yazı. Ben dostların en tatlısı modunda, birtanemi dinlemeye koyuldum. Zaten ben buna koyulmasam da o anlatacaktı, o da ayrı konu…- Ne yapacağım ben?- Şimdi mi? (Anlamazlığa geliyordum, onu kızdırmak mevzu bahisti.) Gazete okuyoruz, ne yapalım şimdi?- Cansuuuu! Yeşil tatlı gözlerini üzerime dikti ve derdime derman ol dedi o bakışlar. Ben anladım. Daha fazla ileri gitmememi de söyledi ayrıca, epey iyi tanırım kendilerini. Anlamıştım.- Aramıyor değil mi şimdi seni?

(www.corbis.com adresinden alınmıştır.)
(www.corbis.com adresinden alınmıştır.)

– Yok be, nuh diyor peygamber demiyor. Oysaki ben ona hepsini teker teker anlatmıştım. Tövbe tövbe… (esprili halinden kederli haline geçti birden, yüzü değişti.) Ne yapacağım ben?- Ah ah, kelin ilacı olsa diye bir lafı hatırlatmak istiyorum şu Pazar sabahında sana değerli dostum. Yahu sen erkeksin arasana kızı. Anlat içinden geçenleri. Patlamazsın ama böyle oflarsan bu patlatır seni.- Yok o istemiyor beni.- Tamam, diyelim ki istemiyor. Aşk bitti mi sen onu söyle! Sen ona aşıksın, o sana aşık mı?(Sustu bizimki… Gözleri yerde, düşünüyor.)- Aşık ustam, yapma. Sen onca lafı söyledin de kız kalktı gitti Adana’sına. Hep mi şunlar Adanalı çıkacak Yarabbim, o da ayrı konu neyse. Niye gitti? Çünkü sinirlisin. Annenle münasebetini gören her normal insanın en kısa yoldan gitmesi lazımdı zaten. Yalan mı? Bu güne kadar yanında gül gibi kaldıysa kesin seni seviyordur üstadım yapma.- Cansu…- Hı, canım?- Ben başka kız da istemiyorum.- Ama domuzluğundan aramama devam et. O kız da orada ağlıyordur beni düşünmüyor diye. Ah Allahım ne istedin bu kadınlardan da, bu erkekleri yarattın, ah! Bak en yakın dostum dahi aynı turşudan!- Hadi dışarı çıkalım.- İyi gelecekse sana çıkalım yeşil gözlüm, familya düşkünüm; çıkalım.(Sarıldım birtaneme kocaman. Onun kendine has bir kokusu var. Belki ona en çok ben sarıldım. Ablasından ve annesinden sonra bir de şimdi Ahu sarılıyor… Artık benim sarılmam olmaz tabii.)Bir hafta sonra yine Pazar…
Bu Pazar, sakin sessiz güneşli bir gün. Huzurlu bir gün adı üzerinde Pazar. Sabahın dokuzu.
Yan odadan küt diye bir ses! Duvara bir şey fırladı ya da fırlatıldı. Beraberinde de şiddetli şehvetli bir küfür savruldu ki, burada yazmam olmaz. İçeride kıyamet kopuyordu. Sesi duyan teyzem (Özgür’ün annesi) üsten telaşlı bağırmaya da başladı. Arama, ağzına …. karısı, arama. Arasan şaşarım zaten!Elini de çarpmıştı. Kanıyordu; tüm parmakları. Hızını alamayan bir deli yumruk da atmıştı duvara.-Elini nasıl çarptın?-Sus Cansu.(Korktum sustum. O da sustu. Bağıran ses iniltilerle ağlamaya başladı. Odasının girişindeki basamağa oturduk. Annesinin ‘Ne oldu?’ diye bağırmasıyla, bir kalay da o yedi ki, aman aman… Tüm bunlara ne gerek vardı.)-Su getireceğim sana.-Böyle durumlarda annesi uzak dururdu. Özgür’ü bir tek ben sakinleştirebilirdim. Ben su koyuyordum ki, şangırrrr diye bir ses duydum Eyvah dedim, ‘Eyvah!’(Acayip bir özelliğim var, böyle konularda işe yarayan: çok küçük konularda panik olurum, bir yere yetişmek, saçım güzel olmuş mu, kesin bir şey unuttum gibi, kalemim nerede derim ve bulamam. Bunun gibi panikler yaşarım ama bu kriz anlarında çok çok sakin olmuşumdur hep.O, şerefsiz telefon ben odaya girene kadar tekrar fırlatıldı. Bu telefonları hiç sevmedim zaten. Ah rahatlasa da fırlatsa olsa bitse, ne ala! Nerede…Ooo! Avize yerde! Tabiî ki bunu içimden söyledim. Özgür bunca sinirliyken ‘bu nasıl kırıldı?’ da diyemezdim. Her taraf camdı, yerler batmıştı. ‘Fevkalede arkadaşım benim!’ dedim içimden sadece…)Canım benim, suyunu iç. Hadi birtanem. Özgür için o an en iyi şey benim orada olmamdı. Benim için de öyle miydi, bu çok şüpheli bir durumdu o an için…- Gel buraya birtanem, sarıl bana.- Annesine mi sarılıyor, dostuna mı sarılıyor; öyle sokuldu bana. Koydu kafasını boynumun tam yanına. Şıpır şıpır damlaların düştüğünü duydum ve o damlaları omzumda hissettim. Kocaman adam iç çeke çeke, kocaman göbeği oynaya oynaya; sarsılarak ağlıyordu. İyi bir şeydi, ağlasındı ve o benim canımdı.- Cansu’m!- Söyle canım benim.- Ya ben onu çok seviyorum, bitmesin.- Bitmeyecek. Tamam ben onunla konuşurum. Anlatırım her şeyi.- Söyleme ama bugün olanları. (biraz dinginleşmişti.)- Söylemem balım. (Çekti omzumdan kafasını, en güzel yeşil gözler bana bakıyordu mahsunca. Sildim yanaklarından gözyaşlarını. Dudaklarımla küçük öpücükler kondurdum koca oğlanın yanağına sessizce. Sarıldık. Epey öyle durduk. Ev sessizleşti, belki ruhumuz sessizleşti. Hiç de demiyordum bu Pazar burada olmasaydım diye. O benim birtanemdi, derdinde de yanındaydım elbette.(Yasal Haklar: Kaynak gösterilsin ya da gösterilmesin, hangi dilde olursa olsun içeriğin bir kısmı ya da tamamının kullanılması yasaktır. Bu yazının yasal hakları www.hafif.org ve Astral’a aittir. Bu madde, altında yazmıyor olsa dahi, Astral’ın tüm yazıları için geçerlidir.)