Sayı 2 – Ortaçağ UygarlıklarıOrtaçağ
Gariptir ki Ortaçağa ne zaman kimin Ortaçağ adını verdiği bilinmez. Herhalde Ortaçağ yaşanırken biri çıkıp “yaşadığımız bu çağ olsa olsa Ortaçağdır” dememiştir. İlkçağdan sonra Ortaçağın gelmesi kadar doğal bir şey olamaz tabi ki. Ancak bu mantıkla Ortaçağdan sonra da Sonçağ gelirdi ve ben şu anda bunları zırvalıyor olamazdım. Zaten niye bu kadar zırvaladığımı ben de anlamadım, müzik ansiklopedisi yazıyoruz hesapta!Neyse, bu Ortaçağ denilen çağ (ne zaman ve kimin bu ismi verdiği önemli değil) Hıristiyanlığın gelişmeye başladığı yıllardan 15. yüzyıl başlarına kadar süren dönemdir.Ortaçağın sonuna Karanlık Çağ denmesinin sebebiyse, (valla daha fazla geyik yapmayacağım bu kısım çok ciddi) kilisenin insanlara, sadece ölümden sonrasına hazırlık yapması için baskı kurması ve dünya için bir faaliyet göstermenin gereksizliğine inanmasından kaynaklanır. İşte yaklaşık bin yıl süren bu çağ müziğin gelişimini ve sürekliliğini kesip atmıştır.

Din ve müzik işlerini birbirine karıştıran Katolik papazlar kiliseye çalgı sokmama kararı alırlar. Katı prensiplerle yönetilen kilisenin tutumu bu konuda çok serttir. Zira kiliseye çalgı sokmaya çalışırken yakalanan papazlar aforoz edilir ve tören sırasında aynı çalgı papaza sokulur. Ancak zamanla bu cezadan vazgeçilmiştir. Çünkü kontrbas gibi enstrümanlar törenin oldukça uzamasına neden olmuştur. Çalgılar, müzik ve danslar kiliseye göre putperestliği ifade eder. Müzik ancak ve ancak tek sesli, kutsal, tanrıya adanan, duaların kolay ezberlenmesi için yapılan, ayinlere gizem ve tılsım katan ve banyo yaparken sıkılmamak için gösterilen bir faaliyet olabilir. Onun dışında gelişme göstermeye çalışan müzik ortaçağ papazları tarafından engellenmiş, o zamana kadar üretilen ve notaya alınan tüm müzikal belgeler kilisenin sobasında yakılarak, üzerinde kestane kebap yapılmıştır. Başka bir rivayet ise henüz kestane mevsimi olmadığı için bu bilgiyi yalanlar.İşte bu bahsi geçen lanetli Ortaçağa ait müzikal yapı ise şundan ibarettir: Müzik sadece melodiyi ifade eder, tek seslidir ve armoni yoktur, belli bir metne dayanır (Hıristiyanlıktan önce bu metin şiir ve tiyatrodan alınırken, Hıristiyanlıkla birlikte İncil’den alınmaya başlanmıştır. Tabi ki tüm telif hakları kilise aracılığıyla tanrıya iletilmektedir) ve büyük kısmı doğaçlama yoluyla yapılır (Herkes kafadan sallayıp müzik yapar, böylece müzisyenlere pek ihtiyaç kalmaz ve telif hakkı olarak da babayı alırlar).Bu dönem müzikal açıdan kısır bir dönem olduğundan Hıristiyanlar hazıra konup İbrani ayinlerinin üstüne yatmışlar, olayı kiliseye taşımışlardır. Bu döneme ait ele geçen en eski ilahi belgesi (belli ki sobada yakılmaktan çekirdek külahı yapılarak kurtulmuş) bir papirüstür. Mısır’da bulunan belgede notaya benzeyen şekiller varken, sözün Eski Yunanca, melodinin ise Doğu kökenli olduğu görülür. Bu durum dönemin müzikal yapısının ne kadar dandik bir durumda olduğunun kanıtıdır.İlk Nota Çalışmaları
El yazması olarak korunan en eski müzikal belge dokuzuncu yüzyıldan günümüze gelen Gregorius ezgileridir. Müziklerin belgeleştirilmeye ihtiyaç duyulması, kulaktan kulağa taşınan ezgilerin salak müzisyenler tarafından deforme edilmesinden bıkan kuramcıların fikridir. Başlarda müziği yazıya dökmek çok zordur. Sonradan bazı harflerin simgeleştirilerek bir ses ifade etmesi sağlanmıştır. Bu yöntem de pek akılcı değildir, zira aynı salak müzisyenler tüm simgeleri aynı sesten okurlar.Ancak o tarihlerde Toskana’da Arezzo katedralinin rahiplerinden Guido adında bir eleman korodaki çocuklara ayinleri ezberletmek için değişik bir yöntem dener. Bu yöntemde her yeni sesin bir öncekinden daha yüksek başladığı bir halk ezgisi vardır. Guido bu halk ezgisine Latince ve dinsel içerikli (sıkıyosa başka bir içerik kullansın) bir metin uydurur. Ancak o dönemdeki her türlü müzikal belgenin kilise sobasında değerlendirilmesinden olacak, bu metni eline yazar. Parmaklarındaki girinti ve çıkıntılara metnin ilk hecelerini yerleştirir. Böylece bir ses dizisinin sekiz notası birden işlenmiş olur.

Yöntemin uygulanışı şöyledir: UTqueant laxis (‘ut’ sonradan ‘do’ olur), REsonare fibris, MIra gestorum, FAmuli tourum, SOLve polluti, LAbi reatum, SAncte Ionnes (Sa’nin sonradan si olduğu tahmin edersiniz heralde). Ayrıca avucunun içi boş kalmasın diye, seslerin birbirine orantısal incelik ve kalınlıklarını gösteren ayrı renklerde dizek çizgileri kullanmış ve daha önce kullanılan simgeleri buraya yerleştirmiştir. Bu yöntem müzik tarihinde “Guido d’Arezzo’nun -Çok Kötü Yanmış- Eli” olarak anılır.

Dindışı Müzikal Yapı
Ortaçağda müzik işleri tamamen kilisenin elindedir. Ancak kilise müziği zamanla halk arasında, çocuklar tarafından okulda ve oyunda söylenmeye başlanmış, kutsal müzik gündelik yaşama girmiştir. Tabi ki halk bundan zamanla sıkılır ve gizli gizli din dışı sözler ve ezgiler üretir.Notaya alınmış dindışı ezgilere 11. yüzyıldan sonra rastlanmasının tek sebebi o yüzyıla kadar kış mevsiminin çok sert geçmesi ve kiliselerin hala notayla ısınıyor olmasıdır. Gerçi ele geçen dindışı ezgilerinde yine kilise kalıpları içinde türediği görülür. Yapısı değişmeyen müziğin konularında büyük farklılıklar vardır.Çok sesliliğe ilk adımın da bu yüzyıllarda atıldığı sanılmaktadır. Aynı ezgileri kilisede koro söylerken, dışarıda halk farklı sözlerde söylerse tabi ki çok sesli bir şeyler olur. İşte halkın müzik adına bu içten içe baş kaldırışı zamanla gezgin müzisyenleri, özgün müzikleri ve sözleri oluşturur.Bir çoğumuzun bildiği Carl Orff’un Carmina Burana adlı yapıtı aslında 13. yüzyıla ait bir dizi şarkıdır. Tamamı din dışı dünyadan, şehvet, kadın, içki, sarhoşluk, delikanlılığın kitabi (o sıralar bir kez yazmışlar işte adamlar, niye tekrar yazıyorlar anlamam) ve töre dışı konuları içeren bir metindir. İşin daha ilginci bu metni Goliards adındaki henüz yemin etmemiş öğrenci papazlar farklı üniversitelerde yazmışlardır. Bu yüzden eser Latince, Eski almanca ve Fransızcadan oluşur. Carl Orff (delikanlı adamdır) 1930’da aynı duygularla metni besteleyip üne kavuşturur.

Ortaçağ Çalgıları
Bu çağda çalgı ve orkestrasyon (papazlar sağ olsun) hakkındaki bilgisizlik ayyuka çıkmıştır. Belki de bu bilgisizlik bir sürü abuk subuk çalgının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Geçen sayıda bahsi geçen ilkçağ çalgılarından “lir” ve “çirata”ya (okuyanlar bilir) eklenen teller maliyeti artırdığından zamanla yok olmuş, yerini daha az telli “viyola” ve “lut”a bırakmıştır. Haçlı Savaşlarından sonra ortaya çıkan lut, taşıması kolay, şekli güzel ve çalması çok zor bir çalgıdır. Haçlılar belli ki savaş ganimeti olarak doğudan lutu getirmişler, ancak bir türlü ne işe yaradığını bulamamışlar, çalmayı becerememişlerdir.Yine İspanya yoluyla Avrupa’ya giren “kitara” da bu tip bir çalgıdır ve o yıllarda moda haline gelmiştir. Dört telli bir çalgının moda olması gibi doğal bir şey olamaz herhalde. Çok eski bir çalgı olan “arp” ortaçağda olgunluk dönemi yaşar. İlk arp ağaç kesilmeden yapılmıştır, büyüdükçe çalması zorlaşır.

Ortaçağın en önemli çalgılarından biri “gayda”dır. Gayda çalmak için etek giyme zorunluluğu çalgının popülaritesini düşürür. Yerine aynı ses verme düzenine sahip org tercih edilir. Ancak zamanın orgları dört yüzden fazla borudan ve havayı sağlayan pedal ve körüklerden oluştuğundan, arkadaş toplantılarına götürmesi çok zordur.[Sayı #1] – [Sayı #3]