Bostancı sahiline vurmuştu ispermeçet balinası İdris. Aslında isminin idris olduğunu kimse bilmez; ben şimdi siz illa bir ismi olsun istersiniz diye söylüyorum. Normal ismi pek öyle kolay telaffuz edilir cinsten değil.Daha çok “iiiiiii-iiiiiğğğğr—-, eiiiiiyiiitiiiiiip” gibi bir şey. Her neyse. İdris’in dertleri başından aşmış. Ev sahibi bunları sürü halinde evden kovmuş çok gürültü ediyorlar diye, bunlar da alıştıkları muhitin 200 metre derinnine taşınmak zorunda kalmışlar. Yeniev çok boktan. Güneş görmüyor, mahalle sakinleri karanlık.Geceleri tuhaf fenerleriyle asesler dolaşıyor. gerçi gece mi, gündüz mü kimsenin fazla taktığı da yok. İdrisler ailecek taşınınca aralarından su sızmayan kankisi muhalif remorayla da ayrılmış. Muhalif’in olayı belli değil. Yakın zamanda işinden kovulmuş patronunu yunuslar gagalayınca. Kız arkadaşını da meşhur bir gazeteci düdüklemiş. Televizyon olmadığı için Gümüş’ün son bölümnü kaçırmış. Bunalımda anlayacağınız zavallı.Neyse… Muhalif’in hikayede yeri yok.İdris kimseye anlatamamış. Diyememiş “ulan benim benim-ayağım mı var? allah bir ses vermiş, gerisini böylece ‘kalın’ koyuvermiş”. Yaşamak için ses çıkartmaları lazım. Bu şekilde kazanıyorlar hayatlarını. Haaa; sığa yeniyetme kefal sürüsü gelirse o farklı. Onları yemek için fazla ses çıkartmamak gerekiyor. Ama varoş çocuğu kefaller. Çöpten besleniyorlar. O bakımdan pek “tercih edilesi” bir öğün değiller. Eeee; kolay değil kaşalot olmak. Zaten parmakla gösterilecek kadar az kalmış etrafta…Bir gün; (ya da gecede olabilir, pek emin değilim) İdris sürüsüyle kavga etmiş. Efendim; bu binbir güçlükle bir karides yakalamış. Sürü tutturmuşbize de vereceksin diye. Ulan sanki sik kadar karides (insan şeysi kadar. kendi şeysi kadar olsa bastırır biraz, ama değil.) hepsini doyuracak! Hiç işte; “LAVUKLUK” başka bir şey değil. Göya komünist düzende birey olarak değil grup olarak düşünmek gerekiyormuş. O zaman anamızı- bacımızı da paylaşalım .mnakyiim daha neler! “Verirsindi” yok efendim “vermezsindi” bunlar sağlam kavgaya tutuşmuşlar.En sonunda İdris vurmuş bunlara kafayı (birkaç tanesini de yığmış haa, orası ayrı), kalbi kırılmış başka bir şey değil. Bir gece önce Azerbaycan Televizyasında seyrettiği açık oturumda oralarda sözü geçtiği aşikar olan bir amcanın hissederek sarfettiği “Nefret Edirem Bu Planetten” lafından alabanda, vurmuş kendini kıyıya.- Anaaa Yusuf la bak lan bak!- Aboooov!- Olum o ney lan öyle kıyıdaki?- Ayı herhal- Yuh ayı! ne gezer la bostancıda ayı?- Ne bileyim olm?! Çingenelerden kaçmış serinlemek için gelmiş zaar.- Hah! zaardır o zaar- He! ben de öyle diyorum zaar.- Öyle değil len! “zaar” yani öküz.- Bana bak! ayıboluyo ama sabah sabah!- Lan çok cahalsın harbiden yaa!Yusuf ile Berke, İdrisi ilk farkedenlerdi. Sonra gören geldi anasını satiyim. Bunu çomakla dürtenler mi istersiniz, balonla tepesine vuran çocuklar mı ararsınız, “Aloooouuuuuvvv! Kimse var mı içerdeee” diye seslenenler mi, “Amerigalılar koymuş bunu buraya kessin!”, “Abi satlık mı?”, “Kolonya dökelim, bunalmış sıcaktan zahir” diyenler mi. Hele bi tane teyze vardı, yarım soğanla bir güzel ovdu idrisi.İdris bu son darbeden sonra kaçıp daha medeni bir sahilde girişimini sürdürmeyi düşündü ama pis fırlamış, dermanı da tükenmişti. O yüzden çaresiz bekledi. Tabii kaçmak için kıpırdanınca soğan iyi geldi sandılar, teyzenin filesindeki iki kilo soğanın dibini gördüler. Pardon, idris gördü. Aslında siz de görmeliydiniz; vallahi çok duygusal bir sahneydi. 20 kadar insan bir taraftan balinayı ovuyor, bir taraftan da ağlıyorlar. Koreli turist kafilesi otobüsü durdurup bu hisli dakikaları filme çektiler. Gözleri yaşardı duyarlılığımız karşısında. Yani gözleri derken… aman neyse şimdi söylemeyeyim, günah.Balinasever’in köpeği Pambuk’un balinalara allerjisi vardı. Balinasever de Pambuk’u bu özelliğini farkedince bunu Norveç’e göndermiş, özel eğitim aldırmıştı. Yani maazıallah bir deprem falan olursa yararlılık gösterecekti Pambuk. Krem fabrikası yıkılırsa oralar hariç. Krem görünce acayip tırsıyordu Pambuk; Ne hikmetse Norveçten sonra böyle olmuştu. Her şey balinalar içindi.Balinasever, sevimli olduğu kadar akıllı köğeği Pambuk’u rutin sabah çişine çıkarttığı sırada cep telefonu çaldı. Telefonu çıkartıp arayanın “MİnT” olduğunu görünce, daha önceden tembihlendiği üzere garip davranmamaya gayret ederek suratına bir gülümseme oturttu, telefonu açtı.- Ayselciğim?- Afferim S7. Unutmamışsın- Ayyy canım beniiim! unutur muyum seni hiç, aşkolsuuun :)- Hemen K7,5 u hazırla.- Görüşelim canımcığım hakikaten ben de özledim çok.- Hemen şimdi eve gidince paspasın altına bak çaktırmadan.- Tamam canım. Tabii…- Çok muhteşem ajanımız oraya “Bostancı sahiline git” yazılı bir not yapıştırdı.- Ben de öpüyorum hayatım.- Byeeee- …- Kusura bakma S7. Kaptırdım kendimi bir an. Aramızda kalsın.- Tamam canım benim, sen de kendine çok iyi bak- Eyvalla…- …- (kapat)Pambuğa gerektiğinde can yeleği olabilen ve çikolatadan imal “özel” elbisesini giydirip aslında taksi olmayan taksi ve tabii ki özel ajan şöförle birlikte çok gizli yollardan Bostancıya doğru yola koyulmaları uzun sürmedi. Yolda pastaneden su almak için durmalarına rağmen planın 23 saniye ilerisindeydiler.Şaka lan yok öyle bişey 🙂 Taksicinin adı Sör Grant. Taksi bildiğiniz siyah Hackneylerden. O saatte açık olur diye Ziverbey’den gidiyorlar.Yarım saat kadar sızmışım TV karşısında. Gecenin bir vakti sucuklu yumurta yemeyeceğim bir daha. Çok sıcak lan!Sıcak evet.