***
Özdal TAVŞANLI

New York Üçlemesi (New York Stories) adında bir film vardır: İlki Martin Scorsese’nin yönettiği; Nick Nolte (Lionel Dobie), Rosanne Arquette (Polette)’in oynadığı ‘Hayat Dersleri’ (Life Lessons)… Steve Buscemi (Rezervuar Köpekleri’ndeki Bay Sarı) ise Lionel’in deyimiyle komedyen, Polette’in deyimiyle gösteri sanatçısı rolünde…

Filmin bir yerinde bu komedyenin gösterisini sunduğu bir bölüm var. Hareketli spotlarla aydınlatılmış metro raylarının üstünde ve kolonları arasında dolaşarak bir hikaye anlatıyor. İzleyiciler, New York’un kaymış sanat çevreleri, gösteriyi biraz yukarıdan izliyorlar. Polette’in mekanı buralar… Lionel da onunla… Hikaye şöyle: ‘…sorun aramıyordum. Evet, bazıları gerçekten bunu yapıyor ama ben değil!… Bir keresinde sokakta yürüyen bir adam gelip ayağıma bastı. Bir kazaydı; istemeden oldu ama bir şey söylemedi. Ben, ‘Özür dilerim!’ dedim. Bana döndü ve evet, evet ‘…ne var?!’ dedi bana… ‘Tamam, tamam unut gitsin!…’, dedim. Adam ayağıma bastı diye onunla kavga mı etseydim yani!… Tamam… Onunla kavga ettiğimi varsayalım… Diyelim ki şanslı çıkıp onu öldürdüm… Ve sonra polisler çıkıp gelir ve derler ki ‘Onu neden öldürdün?’ ‘Çünkü e!… E, ayağıma bastı!’ (Burada millet gülüyor…) Buna kendini savunma demezler… Bilmiyorum beyler! Bugün uyandım. Yani hep uyanığım… Bugün uyandım ve epey garip hissettim. Bilirsiniz gerçekten garip çünkü hiç üzülmüyordum; mutsuz değildim; kızgın da değildim; iyi olduğumu da söyleyemem. Kendimi yalnızca biraz ortalama… Yani yanlış anlamayın… Ilımlı biri değilimdir; sevmem! Biri nasılsın diye sorar, dersin ki, ‘Şey idare eder…’ Suratına bir tokat vurmak istediğini hissedersin. (Millet nedense burada da gülüyor…) Şöyle ya da böyle bugün kendimi ortalama hissediyorum ve bugün kendimi gerçekten beğendim…’
Lionel Dobie New York’da epeyce tanınan deneyimli bir sanatçı… Üç hafta içinde bir tablo hazırlaması gerekiyor. Yapımcısı onu sürekli sıkıştırıyor. Polette ise 22 yaşında, ne olduğundan pek emin olmayan bir ressam… ‘İyi miyim? Yeteneğim var mı? Yoksa boşuna mı uğraşıyorum!…’ gibi dertleri var. Kendisini bulunduğu çevrelerde ‘Polette’ diye tanıtıyor… ‘Polette ne?’ diye sorduklarında, ısrarla ‘Sadece Polette…’ diye yanıtlıyor.
Lionel Dobie iki de bir kızı sevdiğini ve onun için herşeyi yapabileceğini, hatta sanatı bile bırakabileceğini söylüyor. Onunla yatmak istiyor; kız defalarca reddediyor. Adam kızla ilişkisinde akılalmaz nedenlerle inişli çıkışlı bir rota çiziyor. Her reddediliş onu sert bir müzik eşliğinde tablosunun başına döndürüyor.
Yine bir nedenle kızın odasına girdiğinde, saçmasapan konuşurken birden ‘…ayağını öpebilir miyim?’ diye soruyor. Kız ‘Sapık!…’ diyerek hemen ayağını örtünün altına saklıyor. Adamın yanıtı ne, biliyor musun? ‘Özür dilerim, kişisel değil!…’
Kızın kaldığı oda, stüdyoya bitişik… Ortak duvarda bir çember var ve onun da yukarısında pencere gibi açılmış bir delik… Evet, orada Kadın yatıyor. Işık yanıyor, sönüyor; perde örtülüyor: sembolik görüntü duruma göre değişiyor. Adam yanlışlıkla basket topunu oraya kaçırıyor falan… Ama gerçekte Adam kendini hep baskı altında tutuyor. Bir sahnede karşısında yarıçıplak duran kıza ‘…sana saldırmama ne engel oluyor, ah, bir bilebilsem!’ diyor. Kız: ‘Ne?! Saldırmak mı?’ diye yanıtlıyor.
Bir başka sahnede bu kez Lionel’ın sanat çevrelerinde, bir kokteyl sırasında kızla kavga ediyor ve kız stüdyoda, misilleme yaparak başka bir erkekle yatıyor. (Bir Yeşilçam filmi olsaydı buradan hapishane sahnesine geçilirdi.) Kız içerde partide tanıştığı ve kavga nedeni olan o herifle oynaşıyor. Lionel tablosunun başında, müziğin sesi oldukça yüksek… Yukarıdaki pencereden ışık süzülüyor stüdyoya… İçeriden gülüşmeler, fısıltılar geliyor. Lionel tekrar tablosuna abanıyor. Az sonra tekrar baktığında pencereye, ışığın söndüğünü görüyor.
Filmin sonlarına doğru Polette, New York’da yapamayacağını anlıyor ve gitmek üzereyken şunları söylüyor: ‘Bir kere bile odama girdiğinde bana kötü bir ressam olduğumu söyleyebilirdin!’ Lionel da sertçe ‘Sakın bana akıl vermeye kalkışma!’ diye azarlıyor kızı… Kız stüdyoyu terkediyor. Lionel ‘Ah gençler! Onun gibiler hep gelip geçicidirler. Birini bul, sanatın için buna ihtiyacın var!’, diye mırıldanıyor. Sonra bu söylediğine inanamayarak boyalı eliyle ağzını kapıyor.
Son sahne, ünlü sanatçı Lionel Dobie’nin bilmem kaçıncı sergisinin tanıtım kokteyli… Kutlamaları karşıladıktan sonra Lionel o tablosunun önüne geliyor. Ve bu kez esmer bir kızdan -orada görevli- bir içki alıyor. İçkisini yudumlarken kız onun içki içtiği eline dokunuyor. Lionel: ‘Neydi bu?’
Kız: ‘Şans için size dokundum!’
L.Dobie: ‘Benim için mi?’
Kız: ‘Yo hayır, benim için!… Belki bana da bulaşabilir dedim.’,
L.Dobie: ‘Sanatçı mısın?
Kız: ‘Hayır, sanatçı olan sizsiniz, ben ressamım… Yani deniyorum, bunu söyleyemiyorum.’
L.Dobie: ‘Paran var mı, peki?’
Kız: ‘Burası New York; pahalı bir şehir!’
L.Dobie: ‘Ama en iyi şehir!… Az para kazanıyorsun değil mi?’
Utanarak gülüyor kız. Sonra kamera kızın kırmızı dudaklarına, boynundaki bir kas kümesinin gerilmesine ve ellerini heyecanla ovuşturmasına yakın plan daldırıyor bizleri… Lionel Dobie’nin gözünden… Film, en sevdiğim film tümcelerinden biriyle bitiyor: ‘Ben de bir yardımcı arıyordum. Oda ve stüdyoyla birlikte paha biçilmez hayat dersleri de alacaksın. İşe kimin ihtiyacı yok ki!…’
Kız ‘Oh Tanrım!…’, diyebiliyor ancak…