bildirgec.org

oyun

| 09 August 2006 08:20

merhaba günnük,yazı karakterin değişmiş senin; büyümüş, değişmiş, serpilip gitmişsin. selvi boylu olmuşsun, al yazayım o zaman.oyunlar dönüp duruyor aklımda epeydir. belki hoş bir konu olur da yazmaya gönlüm olur dedim. iyi mi ettim, bilemedim şimdi. bakıp göreceğiz.1-) satrançsatrancın mucidine ödül olarak ne istediği sorulunca “1. kareye 1, 2. kareye 2, 3. kareye 4 adet pirinç…” istemiş. icadın hediye edildiği kral önce dalga geçildiğini sansa da biraz hesap, biraz deneme/yanılmadan sonra adamın çok pirinci olacağını farkedip gülümsemiş derler. derin düşünme ve strateji gerektirdiğinden bana çalışma ortamımı hatırlatıyor. o yüzden fazla ısınamıyorum kendisine. cep telefonumla oynuyorum bazen yol uzunsa. eski şampiyonlardan (belki hâlâ onlardan biridir, bilmiyorum) kasparov ve karpov’un maçları anlatılırdı eskilerden. oyun yerine savaş gibi geçerdi. biri titizdi sanırım. diğeri 3 ay boyunca duş almamış, traş olmamış. ve kendisine verilen 15 dk hamle süresinin her seferinde son saniyelerinde oynuyor filan. bırakıp gitmiş oyunu nitekim diğeri dayanamayıp. sonraları ibm’in deep blue makinesiyle yapılan maçlarla tekrar gündeme geldi. deep blue üzerinde çalışan satranç yazılımının bir açığını farkeden insan rakibi, ikinci oyunda da aynı açığa oynayınca ibm yetkililerinden birinin açığı düzeltmek üzere bilgisayara müdahale ettiğini iddia ederek 3. oyunu yarıda bıraktı diye hatırlıyorum. şizofrenlerden bazılarının satranç şampiyonlarını yendiğini de okumuştum. ilginç, zeka gerektiren ve dahilikle delilik arasındaki o meşhur çizgiyi inceltebilecek bir spor olarak bilirim ben kendisini. şah-mat!2-) damaben ilkokuldayken, abilerimden biri öğretmişti. gayet basit mantığı ile hemen her yaştaki insan oynayabilir. klasik açılışlardan hemen önce söylenen şu cümle ile tanınır her yerde:- “yemek mecburi mi?”- “e haliyle. ne anladım ki o zaman.” :)satranç’a esin kaynağı olduğunundan şüphelendiğim (piyonun karşıya ulaşması sonucunda vezir olması gibi benzerliklerden bahsediyorum) damadaki şu klasikler hep hoşuma gider:- 16. pul olarak kullanılan zar, hep “6” yukarı gelecek şekilde sağ alt tarafa konur.- dama olan piyonun üzerine daha önce “yenil”en aynı renkte başka bir piyon koyulur farkedilmesi için.- oyunun ortalarına doğru daha fazla pulu “yenil”miş olan kişinin aklına birden şu soru gelir: “son üç taş dama di mi?” :)3-) japon damasıdama tahtasının sol üstüne 3’erli 3 sıra halinde 9 beyaz, sağ alta da siyahlar dizilerek başlayan oyunun amacı, rakibinden daha önce 9’lu setlerin yerlerini değiştirmektir(sağ alttaki sol üste, sol üstteki sağ alta gitmeye çalışır). damadan-tavladan sıkılanlar tarafından icat edildiğini düşündüğüm bu oyun, sürekli oynandığında küfür ettirme özelliğine sahiptir. (bkz: olm göz kalmadı lan bende! çeksene şu taşını da!)4-) bilye”gülle”, “külle” gibi isimlerle de bilinen bu oyun 80 öncesi hemen herkese, 80 sonrasının da bir kısmına çocukluğu hatırlatır. “pazar konseri”ni seyretmek istemeyen çocuklar, aynı anda gizli bir emir almış gibi evlerinden sokağa süzülürken ceplerindeki bir sürü bilyeyi birbirlerine sürterek sahiplik hislerini geliştirmektedirler. kumara yatkınlık yaratma gibi bir yan etkisi vardır. bağımlılarının ve iyi oynayanlarının binlerce bilyesi olması normaldir. “cam göz” (2 katı büyüklükte), “kemik” (daha küçük ve süt beyazı) ve “cıncıklı” (ayna gibi parlayan anlamında kullanmış burda şair) gibi türleri vardır. farklı olan türlerinin de diğer bilyelere göre katsayıları vardır. canın sıkılıp büyüdüğünü hissettiğinde ya da birilerine kızdığında yüksekçe bir yere çıkıp tek tek fırlatırsın. en zevkli kısmı da budur bence :)5-) topaçsonraları, üzerine hoş olmayan yan anlam yüklenen “topaç” oyunu ucuna keskin olmayan bir çivi çakılmış yumurtamsı bir tahtayla oynanır. en zevklisi yalnız oynananıdır. bir ucu parmağa takılıp çekilince kıpırdamayacak şekilde halkalı, diğer ucu da düğümlü bir ip ile çevirilir. doğu taraflarında “höküç”, “deveme” gibi isimlerle de bilinir. rakipli oynanan türünde amaç değişebilir; diğerinin topaçını kırmak, daha uzun süre çevirmek vs vs. pek sevmem ben kendisini. niye derseniz, dönen şeye güven olmaz. :)6-) bisikletdoğrudan bir “oyun” olmasa da, “oyun gereci” olduğundan buraya aldım kendisini. üç tekerlekli olanını annemle alıp eve getirmiştik. sonra daha binmeden bir şey için hemen çıktık. döndüğümde 3 büyük abimin bisiklete aynı anda binmeye çalışıp, dahası binip, dahası kırdıklarını görünce epey ağlamıştım. hiç tamir edebilen çıkmadı onu. sonunda attılar sanırsam ufak tefek hayallerimle birlikte. sonraları uzun, kırmızı ve ortadan ayrılabilen “pinokyo” marka bir bisiklet aldı bana ilkokul müdürüm. severdi beni. sonra “bisan ihlas” marka yine kırmızı 18 vites-26 “cant” bir dağ bisikleti, yine sonra sonra 5 vites-26 “cant”-koç kafa direksiyonlu-ince tekerlekli bir yarış bisikleti… bisiklete binmeyi kendi kendime öğrendiğim gün, ablamın sorunlu komşularından birinin kızına çarpıp üzerinden geçmiştim. Allahtan bir şey olmadı kıza. çoook zaman sonra epey hızla o tümsekten atlayıp bisikletin ön maşası kırılınca ve suratımın yarısını toz-toprak-taş’la değiştirince soğudum kendisinden… iz kalmadı allahtan suratta da temelli ayrılmadık kendisinden. şimdi yine fiyatlarına bakıyorum arada :)7-) bilardoşimdilerde en favori sporumdur kendisi. en bilinen türü “amerikan” denilen ve 6 delik, 16 topla oynanan türüdür. ardından deliksiz masada 3 topla oynanan “3 top”/”3 bant” ve ingiliz kökenli olup epey detaylı kuralları olup epey büyük bir masada epey çok topla oynanan “snooker” gelir. 3 bant’ı yalnız oynamanın, psikolojik tedavi amaçlı kullanılabileceğini iddia ediyorum. ne zaman sinirli olsam gidip 1-1.5 saat oynarım hala haftada 3-4 kere (hepsinde sinirden değil tabi 🙂 )”3 top”la başlayıp (vurduğun topu diğer ikisine çarptırman yeterlidir), “3 bant”a doğru gelişen bir eğilimi vardır 3 top oyuncularının. 3 bant biraz daha zordur, ama çok daha zevklidir. zaman içerisinde gelişirsin, ama asla öğrenmen bitmez. gariptir, denenesidir. (son üç top dama mı abi??)8-) kağıt oyunları4-5 yaşlarımda “pişti”yle başlayan kağıt maceram devamında “51”, “papaz kaçtı”, “pis yedili”, “blöf”, “ihale”, “king” ve benzerleriyle devam etti. blöf, ihale ve king sırayla aralarında en zevklilerinden. geneldeki eğilimse, king’e kadar hemen herşeyi oynayıp king’i görünce bildiklerini yeterli görüp geri dönmektir. sıraya konulamasa da genelde bu sıranın devamında briç, poker, blackjack vardır. briç genelde “entel” sporu olarak görülür. ben de öyle görürüm şahsen mesela 🙂 karışık gelir bana, kursları vardır. ama 52 kağıtla yapılabilecek en güzel şey bence ikişerli birbirine dayayıp yaptığın kağıttan kulelerdir. ama dikkat edilmesi gereken bunu yaparken, yanınızda 15 dk’da bir üfleyip kulenizi yıkan bir ablanızın olmamasın! ya o yaşta delimanyak olursunuz, ya hırs küpü, ya da abla katili. ben ne mi oldum? 1 ve 2’den biraz biraz karışık :)9-) tavlayurttayken umut’la “halooğlu” (bkz: hala oğlu) ufuk öğretmişlerdi bana. önceden “asker” ve “kız” tavlasını biliyordum. eskiden kahvehanemiz olmasına rağmen gerçeğini öğretecek kadar uzun süre yanında kaldığım bir aile bireyim olmadı sanırım. ya da kaldığım süre içinde öğretecek zamanları/gönülleri/fırsatları.temelde şansa bağlı olan bu oyunda önemli olan, “elindeki verilerle en iyiyi yapmaya çalışmak, doğru zamanda risk almak, gerektiğinde sabretmek, sonun gelmeden mücadeleye son vermemek”tir. kökenini bilmesem de, hikayesini hatırlamaya çalışayım (iran şahıyla ilgiliydi diye hatırlıyorum):toplamda 4 alan 4 mevsimi, 15’erden 30 pul aydaki gün sayısını, bir taraftaki 12 kapı 12 ay’ı simgeliyor. “üniversite tavlası”, “esir” gibi daha az bilinen türleri var. şans faktörüne renk katmak isteyenler için bir öneri: 3 zar kullanın, istediğiniz 2 tanesini seçin. çok şey değişecek, göreceksiniz!zarlar hakkında da bir yapım hikayesi:- zardaki karşılıklı yüzdeki sayıların toplamı hep 7’dir (1-6, 2-5, 3-4 karşılıklı yüzlerdedir).haaa çok bilen çok mu yanılır? evet! @ion, hâlâ yener beni. ya da ben yenilirim. bilerek yenildiğim iddiasını inanılır tuttuğum sürece, yenilmek çok koymayacak gibi…oynayın arkadaşlar, “dünya sizin oyun alanınız”!

Yorum yapabilmek için giriş yapmış olmalısınız.

yorumlar

zephyr | 27 March 2004 14:15

insanı hırsa sevkediyor yahu..işe önce kenarlardan başlayınca daha bi hız kazanılıyor sanki.

Yorum yapabilmek için giriş yapmış olmalısınız.