———Kültür sanat etkinlikleri arasında en çok sinema tercih ediliyor. Bu konudaki oran yüzde 65.7. Bunu sırasıyla yüzde 9.9 ile tiyatro, yüzde 8.8 ile sergi, yüzde 7.2 ile konser, yüzde 6.5 ile diğer etkinlikler izledi. Öğretim elemanlarının yalnızca yüzde 1.7’si opera-baleden zevk aldığını ifade etti. Sinemaya olan ilgiye rağmen, yüzde 9.3’ü bir yılda hiç sinemaya gitmemiş. Yüzde 39’u 5-10 kez, yüzde 34.1’i 1-5 kez gidiyor, yüzde 17.7’si de “evde film izlemeyi tercih ediyor.”———operaya gidilmiyor belkiama diğer sanat dallarıyla ilgileniliyor…önemli olan operamıydı yoksa?————Akademisyenlerin büyük bölümü işinden memnun, ancak en büyük sıkıntı olarak gördükleri geçim sorununu aşmak için ek işe ihtiyaç duyuyor.Bu konulara ilişkin sonuçlar ise şöyle:Yüzde 54.9’u işinden memnun, yüzde 36.2’si “bazen memnun”, yüzde 8.8’i ise “memnun değil”.Memnun olmama nedenlerinin başında ücret düşüklüğü geliyor. Bu konudaki oran, yüzde 45.9. Diğer memnuniyetsizlik nedenleri ise çalışma koşulları, stres, prestij kaybı, iş yoğunluğu.Yüzde 32’sinin aylık geliri 500 milyon-1 milyar, yüzde 27’sinin 1 milyar-1.5 milyar olan öğretim elemanlarının yüzde 59’u alt, yüzde 24’ü orta, yüzde 17’si ise üst sosyo ekonomik düzeyde yer alıyor———————-bu şartlarda kendilerine daha fazla zaman ve para ayırarak daha çokmu izlemeliler opera ve baleyi… yada zevk almak zorundalarmı acaba?
başlığa gereksiz yere takılınmış ve gereksiz bok püsür ahkamlar kesilmiş. şöyle bir nefes alın da başlığı ve mevzubahis makaleyi tekrar okuyun, opera ve baleyi sevmemek için onu en azından bir kaç kere izlemek gerekir, sahnelenen her eser (opera, bale, tiyatro, resim sergisi…) birbirinin aynı olmadığı gibi ay ben geçen gün gittim “sevil berberine” onun için gitmem bu hafta “maskeli balo’ya” diyemezsiniz, dememelisiniz.bir de makalenin en çarpıcı cümlesini kaçırmışsınız “Sosyal değerlere ilişkin görüşleri sorulduğunda, yüzde 35.6’sı “kendi kişisel prensiplerine ters düşse bile çoğunluğun düşüncesine uyacağını” söylüyor. Yüzde 66.3’üne göre de “geleneklere ters düşen davranışlarda bulunmamak” gerekiyor”. yuh!yazı okunduğu halde vahim olan akademisyenlerin kültür durumu “operaya gidilmiyor belki ama diğer sanat dallarıyla ilgileniliyor…önemli olan opera mıydı yoksa?” denilerek akademisyenlerin kültürlü olduğu, kendilerini her daim geliştirdikleri söylenmiş, nasıl ilgilenmek bu yahu. akademisyenlerin yüzde 35’i tiyatro izlemiyor, sevmek zorunda değil ama izlemiyor yahu…bir de darbuka çalıp oynayan mühendisimiz çıkmış ortaya ben eşşeğim demiş, haşa biz size eşşek demedik ve buyurmuş ki “bireysel zevkler araciligi ile insanlara fiyat bicmenin unutulmasi dilegi ile”… hadi oradan diyorum, fiyat biçmek bize mahsus değildir elbet ama bireysel zevkler insanların kişiliklerini belirler, abi bizim akademisyen sınıftaki kızlara asılıyor, ehh bireysel zevkidir kardeşim bizi ilgilendirmez. sayın mühendiz; verdiğiniz örnek pek bir ortada kalmıştır, mevzubahis makaleden anladığım bir etkinliği anlamayıp sevmiyorumun arkasına saklanma durumudur. bu arada bir ara bach dinleyiniz lütfen ama tabi bu tavsiyeme uyup ta vazgeçmeyiniz tanburi cemil efendinin eserlerini dinlemekten.Ücretlendirme konusuna gelince buyrun bir copy ve paste derlemesi (gidip te okuyacağınızdan şüpheli olarak bazı yerleri copy/paste yaptığım bir akademisyen yazısı); saygılarımla:Şimdi, akademik personelin tamamı maaşlarından şikayetçi. Ben bu şikayeti, özellikle “araştırma” ve “bilim”den başka işleri olmayan kürsülerde oldukça şaşırtıcı bulurum. Örneğin ben bir Temel Tıp bilimi kürsüsünde (fizyoloji) görev yapıyorum ve birisi öğrenci eğitimine yardımcı olmak, diğeri de bilimsel araştırmalar yapmak olmak üzere iki görevim var. Her ay belli bir maaş ödeniyor bana. Peki ben bunun karşılığında, ülkeme, bana ödenen para kadar bir getiri sunabiliyor muyum? Bundan da öte, acaba sadece kendimi o ücrete münasip bir oranda geliştirebiliyor muyum her ay? Yoksa, “bana ne.. devlet bana bakmaya mecbur” diye düşünenlerden miyim?Bilimsel araştırmalara ödenek verilmediğinden ve bundan dolayı da iş güç yapılamadığından dem vurulduğunu sıklıkla duymuş olabilirsiniz. Bizim gibi bir ülkede, yani bilimin lüks olduğu bir yerde, bir sıkıntı durumunda ilk kesintiye gidilen kalemlerden biri bilimsel harcamalardır ne yazık ki. Vakıa kötü olmasına rağmen, nedenleri kolayca birilerinin omzuna yüklenecek kadar da basit değil. Şimdiye kadar ödenek almış kaç çalışma, aldığı ödeneği haklı çıkaracak bir sonuç getirmiştir? Elbette bütüne oranla çok az sayıdadır bu çalışmalar. Büyük üniversiteler dışında, sürekli olarak bir probleme odaklanmış bir laboratuar veya akademik ekip bulmanız çok zordur, çünkü buna ne zaman, ne para ne de enerji yetmektedir. Sürekli, bir para kaynağı olan devletten, gerçekten sıkıntıda ve açmazda olduğunu bile bile daha fazla para istenmekte ve böylece devletin kendileri için yapacağı fedakarlık neticesinde daha iyi bir şeyler üretebileceğine dair sözler verilip, yeni “keşke”ler öne sürülmektedir. Pekala, devlet fedakarlık etsin diyenlerin yüzde kaçı, zamanı unutup, mesai saati bittikten sonra bile saatlerce üniversitedeki odalarında veya laboratuarlarında çalışmalarına gömülüp kalmışlardır? Kaç kişi uğruna fedakarlık yapabileceği bir merak konusuna sahiptir? Bunlardan kaçının saçı bilimsel meraktan dolayı dökülmüş ya da ağarmıştır? Okumak ve düşünmek parayla değil ama, nedense bunların yokluğu da hep parasızlığa bağlanır (bana kitap veya dergilerin de parayla alındığını olduğunu söylemeyin, çünkü üniversite kütüphaneleri ve kişilerin özel kitaplıklarının hallerini de gördüm).Elbette, istisnalar her zaman vardır ve şükürler olsun ki, akademik çevrede istisna sayısı, gittikçe “kaideyi bozacak” düzeye yaklaşmakta. Bunu başaran ise kesinlikle ne kanun, ne de tüzük… Sadece istek ve bilinç. Fakat genel içerik bakımından halen “ne yaptığının ve orada ne iş için bulunduğunun” farkında bile olmayan akademisyen adayları ve kıdemlileri oldukça fazla sayıda. Bu camiaya yapılan maddi manevi tüm “haksızlık”lar, birilerinin bu camiaya özellikle gıcık olmasından dolayı değil, toplumdaki genel aymazlığın, üniversite ve çevresinin payına düşen miktarından dolayıdır kanımca. Fedakarlık isteyen önce fedakarlık yapmalıdır. Albert Einstein, Thomas Edison, Archimedes ve İbn-i Sina gibi bilimcileri, bütün günlerini ekonomik kriz üzerine “ah-vah” ederek geçirirken düşünebiliyor musunuz?
Konunun hedefi akademik personel ama değerlendirme kriterlerinden biri de sanat olduğu için, bu konuda bir kaç söz söylemenin konuyu amacından saptırmak olduğunu düşünmüyorum.Sanat, bence insanları hayvanlardan ayıran en belirgin özelliktir. İnsan düşünen hayvan değildir, çünkü hayvanlar da düşünür. İnsan konuşan hayvan değildir, çünkü hayvanlar da ya bizim bildiğimiz anlamda, ya da başka şekillerde konuşur. İnsan, sanat yapan hayvandır ve insandan gayrı, hayvan sınıfına girip de sanat yapabilen başka bir yaratık bulunmamaktadır. Sanat yapmaktan kastım, sanatı, sanat yaptığının biliciyle ve sanat yapmak amacıyla gerçekleştirmektir. E, sanat yapan insanlar varsa, bunu yapamayanların da hayvanlar arasında insan sınıfına sokulabilmesi için bu eylemi bir şekilde izlemek, takdir etmek veya zevk almak suretiyle desteklemesi ya da anladığını, kendisi için bir şeyler ifade ettiğini göstermesi beklenir.Bir insan opera sevmeyebilir. Bu, onun resim sevmediğini göstermez. Baleden hoşlanmayabilir ama mimari ona çok şey ifade ediyordur. Klasik bale sevebilir, modern baleden hazzetmez. Edebiyat sever, tiyatro sevmez.Ama, ama mutlaka sevdiği ve takip ettiği bir sanat dalı ve faaliyeti olmalıdır. İnsan sınıfına sokulabilmek için…Yalnız dikkat edilmesi gereken nokta, sevdiği ve takip ettiği konunun mutlaka gerçek bir sanat dalı olmasıdır. Adına sanat ve sanatçı denen sürü sürü zibidiyi televizyondan izlemek sanatla ilgileniyor olmak değildir. Bu anlamda bir araştırma kriteri bence araştırılan kitlenin durumu hakkında gerçekten aydınlatıcı sonuçlar sağlar ve sanatın belli bir dalının izlenmiyor olmasının, değerlendirme açısından hiç bir değeri olamaz.Kişilerin zevkleri tabii ki onların sosyal seviyeleri ve kişilikleri hakkında bir fikir verebilir. Bu zevkler sanatsal olduğu sürece şekline bakılmaksızın kişi hakkında olumlu yargılara varılabilir.Şunu da belirtmek isterim: Opera ve bale kültür yapımıza zorla da sokulmuş olsa, sonuçta sanatı kavramanın ve ondan zevk almanın geniş yelpazesinden olduğunca fazla bir kısmını algılamaya fırsat tanımıştır. Ben, Türk insanını bu bakımdan Batılı kültür dediğimiz diğer ülkelerin insanlarından daha şanslı sayarım. Bir Avrupalı klasik batı müziği dediğimiz türü dinler ve zevk alır. Kendi popüler müziklerini dinler, zevk alır. Ama bir Dede Efendi, bir Saadettin Kaynak, bir Aşık Veysel, Neşet Ertaş, onlara hiç bir şey ifade etmez. İşte bizim üstün yanımız da buradan kaynaklanır. Biz, hem bizim kültürümüze yabancı müzikleri, hem de kendi kültürümüzün müziklerini dinlerken zevk alabiliyoruz (elbette bunu 70 milyona genellemiyorum ama bizim bu özelliklere sahip insanlarımız, onlardakilerle kıyaslanamayacak kadar fazla). Bu ister zorla yaptırılmış olsun, ister kendiliğinden gelişmiş olsun, sonuçta ben, klasik batı müziğini hiç bir zorlama olmadan dinliyor ve ondan zevk alıyorum. Aynı Dede Efendi’yi dinlerken olduğu gibi.Özetle;1- Sanatla bir şekilde ilgilenmeyen insan sadece kanunlar karşısında “insan”dır.2- Sanatın tüm dallarıyla birden ilgili olmak asla gerekmez.3- Sanatın bir dalı diğerinden üstün ve değerli tutulamaz.4- Sanatın bir dalını sevmeyen ve ilgilenmeyen hiç kimse o dalla ilgilenenden üstün ve değerli tutulamaz. (ve tam tersi)5- Sanatın tarifinin iyi yapılmış ve kavranmış olması gerekir.70 milyon nüfusun 70 milyon insana dönüşmesi arzusuyla, özellikle yöneticilerimizden bir çoğuna, sanat sevgisi ve anlayışı diliyorum.
bunu soru olarak kabul edersek -ki sayfayı göremedim,yazıyı da okuyamadım- olmaz.opera bale izlemeyenden akademisyen olmaz,ayrıca pırasa yemeyenden heykeltraş,makosen ayakkabı giymeyenden de iktisat doktoru olmaz.olmaz!
nasıl görmek istiyorsa öyle görmüş başlığı tabi, sarkac dışında. başlık sadece habere dikkat çekmek içindi, her ne kadar kimilerinin laf atma açlıklarını doyurmuş olsa da görevini yerine getirmiş.
araştırma yerinde, yalnız biraz korelasyon eksikliği var. kültür-sanat etkinlikleri ayrı bir bütçe gerektiriyor, akademisyenlerin aldıkları ücretlere göre sanatsal eğilimlerini ortaya koysalardı daha anlamlı olurdu.
sarkac, %59’un alt sosyoekonomik düzeyde olduğu bir profilde görüşün haksız kaçıyor, zira akademik kariyer oldukça uzun, yorucu ve insanın kendisini tümüyle adaması gereken bir yol ve bu yolda bundan iyisini hakediyorlar.
doğru olan profil buydu benim araştırmalarıma göre.bundan iyisi dediğinizi biraz daha açabilir misiniz çünkü bende tam akademisyenlerden bundan daha iyisini beklediğimi söyleyecek idim.
Web sitemizde size en iyi deneyimi sunabilmemiz için çerezleri kullanıyoruz. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, bunu kabul ettiğinizi varsayarız.Tamam
yorumlar
neden olmasın?
opera ve bale sevmeyen insanlar olabilir pek tabii
bu soruyu/ahkami okumamis olayim.
———Kültür sanat etkinlikleri arasında en çok sinema tercih ediliyor. Bu konudaki oran yüzde 65.7. Bunu sırasıyla yüzde 9.9 ile tiyatro, yüzde 8.8 ile sergi, yüzde 7.2 ile konser, yüzde 6.5 ile diğer etkinlikler izledi. Öğretim elemanlarının yalnızca yüzde 1.7’si opera-baleden zevk aldığını ifade etti. Sinemaya olan ilgiye rağmen, yüzde 9.3’ü bir yılda hiç sinemaya gitmemiş. Yüzde 39’u 5-10 kez, yüzde 34.1’i 1-5 kez gidiyor, yüzde 17.7’si de “evde film izlemeyi tercih ediyor.”———operaya gidilmiyor belkiama diğer sanat dallarıyla ilgileniliyor…önemli olan operamıydı yoksa?————Akademisyenlerin büyük bölümü işinden memnun, ancak en büyük sıkıntı olarak gördükleri geçim sorununu aşmak için ek işe ihtiyaç duyuyor.Bu konulara ilişkin sonuçlar ise şöyle:Yüzde 54.9’u işinden memnun, yüzde 36.2’si “bazen memnun”, yüzde 8.8’i ise “memnun değil”.Memnun olmama nedenlerinin başında ücret düşüklüğü geliyor. Bu konudaki oran, yüzde 45.9. Diğer memnuniyetsizlik nedenleri ise çalışma koşulları, stres, prestij kaybı, iş yoğunluğu.Yüzde 32’sinin aylık geliri 500 milyon-1 milyar, yüzde 27’sinin 1 milyar-1.5 milyar olan öğretim elemanlarının yüzde 59’u alt, yüzde 24’ü orta, yüzde 17’si ise üst sosyo ekonomik düzeyde yer alıyor———————-bu şartlarda kendilerine daha fazla zaman ve para ayırarak daha çokmu izlemeliler opera ve baleyi… yada zevk almak zorundalarmı acaba?
Sonu şöyle bitiyordu:”Sivas, Sivas olalı böyle işkence görmedi.”Bilenler bilir.
başlığa gereksiz yere takılınmış ve gereksiz bok püsür ahkamlar kesilmiş. şöyle bir nefes alın da başlığı ve mevzubahis makaleyi tekrar okuyun, opera ve baleyi sevmemek için onu en azından bir kaç kere izlemek gerekir, sahnelenen her eser (opera, bale, tiyatro, resim sergisi…) birbirinin aynı olmadığı gibi ay ben geçen gün gittim “sevil berberine” onun için gitmem bu hafta “maskeli balo’ya” diyemezsiniz, dememelisiniz.bir de makalenin en çarpıcı cümlesini kaçırmışsınız “Sosyal değerlere ilişkin görüşleri sorulduğunda, yüzde 35.6’sı “kendi kişisel prensiplerine ters düşse bile çoğunluğun düşüncesine uyacağını” söylüyor. Yüzde 66.3’üne göre de “geleneklere ters düşen davranışlarda bulunmamak” gerekiyor”. yuh!yazı okunduğu halde vahim olan akademisyenlerin kültür durumu “operaya gidilmiyor belki ama diğer sanat dallarıyla ilgileniliyor…önemli olan opera mıydı yoksa?” denilerek akademisyenlerin kültürlü olduğu, kendilerini her daim geliştirdikleri söylenmiş, nasıl ilgilenmek bu yahu. akademisyenlerin yüzde 35’i tiyatro izlemiyor, sevmek zorunda değil ama izlemiyor yahu…bir de darbuka çalıp oynayan mühendisimiz çıkmış ortaya ben eşşeğim demiş, haşa biz size eşşek demedik ve buyurmuş ki “bireysel zevkler araciligi ile insanlara fiyat bicmenin unutulmasi dilegi ile”… hadi oradan diyorum, fiyat biçmek bize mahsus değildir elbet ama bireysel zevkler insanların kişiliklerini belirler, abi bizim akademisyen sınıftaki kızlara asılıyor, ehh bireysel zevkidir kardeşim bizi ilgilendirmez. sayın mühendiz; verdiğiniz örnek pek bir ortada kalmıştır, mevzubahis makaleden anladığım bir etkinliği anlamayıp sevmiyorumun arkasına saklanma durumudur. bu arada bir ara bach dinleyiniz lütfen ama tabi bu tavsiyeme uyup ta vazgeçmeyiniz tanburi cemil efendinin eserlerini dinlemekten.Ücretlendirme konusuna gelince buyrun bir copy ve paste derlemesi (gidip te okuyacağınızdan şüpheli olarak bazı yerleri copy/paste yaptığım bir akademisyen yazısı); saygılarımla:Şimdi, akademik personelin tamamı maaşlarından şikayetçi. Ben bu şikayeti, özellikle “araştırma” ve “bilim”den başka işleri olmayan kürsülerde oldukça şaşırtıcı bulurum. Örneğin ben bir Temel Tıp bilimi kürsüsünde (fizyoloji) görev yapıyorum ve birisi öğrenci eğitimine yardımcı olmak, diğeri de bilimsel araştırmalar yapmak olmak üzere iki görevim var. Her ay belli bir maaş ödeniyor bana. Peki ben bunun karşılığında, ülkeme, bana ödenen para kadar bir getiri sunabiliyor muyum? Bundan da öte, acaba sadece kendimi o ücrete münasip bir oranda geliştirebiliyor muyum her ay? Yoksa, “bana ne.. devlet bana bakmaya mecbur” diye düşünenlerden miyim?Bilimsel araştırmalara ödenek verilmediğinden ve bundan dolayı da iş güç yapılamadığından dem vurulduğunu sıklıkla duymuş olabilirsiniz. Bizim gibi bir ülkede, yani bilimin lüks olduğu bir yerde, bir sıkıntı durumunda ilk kesintiye gidilen kalemlerden biri bilimsel harcamalardır ne yazık ki. Vakıa kötü olmasına rağmen, nedenleri kolayca birilerinin omzuna yüklenecek kadar da basit değil. Şimdiye kadar ödenek almış kaç çalışma, aldığı ödeneği haklı çıkaracak bir sonuç getirmiştir? Elbette bütüne oranla çok az sayıdadır bu çalışmalar. Büyük üniversiteler dışında, sürekli olarak bir probleme odaklanmış bir laboratuar veya akademik ekip bulmanız çok zordur, çünkü buna ne zaman, ne para ne de enerji yetmektedir. Sürekli, bir para kaynağı olan devletten, gerçekten sıkıntıda ve açmazda olduğunu bile bile daha fazla para istenmekte ve böylece devletin kendileri için yapacağı fedakarlık neticesinde daha iyi bir şeyler üretebileceğine dair sözler verilip, yeni “keşke”ler öne sürülmektedir. Pekala, devlet fedakarlık etsin diyenlerin yüzde kaçı, zamanı unutup, mesai saati bittikten sonra bile saatlerce üniversitedeki odalarında veya laboratuarlarında çalışmalarına gömülüp kalmışlardır? Kaç kişi uğruna fedakarlık yapabileceği bir merak konusuna sahiptir? Bunlardan kaçının saçı bilimsel meraktan dolayı dökülmüş ya da ağarmıştır? Okumak ve düşünmek parayla değil ama, nedense bunların yokluğu da hep parasızlığa bağlanır (bana kitap veya dergilerin de parayla alındığını olduğunu söylemeyin, çünkü üniversite kütüphaneleri ve kişilerin özel kitaplıklarının hallerini de gördüm).Elbette, istisnalar her zaman vardır ve şükürler olsun ki, akademik çevrede istisna sayısı, gittikçe “kaideyi bozacak” düzeye yaklaşmakta. Bunu başaran ise kesinlikle ne kanun, ne de tüzük… Sadece istek ve bilinç. Fakat genel içerik bakımından halen “ne yaptığının ve orada ne iş için bulunduğunun” farkında bile olmayan akademisyen adayları ve kıdemlileri oldukça fazla sayıda. Bu camiaya yapılan maddi manevi tüm “haksızlık”lar, birilerinin bu camiaya özellikle gıcık olmasından dolayı değil, toplumdaki genel aymazlığın, üniversite ve çevresinin payına düşen miktarından dolayıdır kanımca. Fedakarlık isteyen önce fedakarlık yapmalıdır. Albert Einstein, Thomas Edison, Archimedes ve İbn-i Sina gibi bilimcileri, bütün günlerini ekonomik kriz üzerine “ah-vah” ederek geçirirken düşünebiliyor musunuz?
Konunun hedefi akademik personel ama değerlendirme kriterlerinden biri de sanat olduğu için, bu konuda bir kaç söz söylemenin konuyu amacından saptırmak olduğunu düşünmüyorum.Sanat, bence insanları hayvanlardan ayıran en belirgin özelliktir. İnsan düşünen hayvan değildir, çünkü hayvanlar da düşünür. İnsan konuşan hayvan değildir, çünkü hayvanlar da ya bizim bildiğimiz anlamda, ya da başka şekillerde konuşur. İnsan, sanat yapan hayvandır ve insandan gayrı, hayvan sınıfına girip de sanat yapabilen başka bir yaratık bulunmamaktadır. Sanat yapmaktan kastım, sanatı, sanat yaptığının biliciyle ve sanat yapmak amacıyla gerçekleştirmektir. E, sanat yapan insanlar varsa, bunu yapamayanların da hayvanlar arasında insan sınıfına sokulabilmesi için bu eylemi bir şekilde izlemek, takdir etmek veya zevk almak suretiyle desteklemesi ya da anladığını, kendisi için bir şeyler ifade ettiğini göstermesi beklenir.Bir insan opera sevmeyebilir. Bu, onun resim sevmediğini göstermez. Baleden hoşlanmayabilir ama mimari ona çok şey ifade ediyordur. Klasik bale sevebilir, modern baleden hazzetmez. Edebiyat sever, tiyatro sevmez.Ama, ama mutlaka sevdiği ve takip ettiği bir sanat dalı ve faaliyeti olmalıdır. İnsan sınıfına sokulabilmek için…Yalnız dikkat edilmesi gereken nokta, sevdiği ve takip ettiği konunun mutlaka gerçek bir sanat dalı olmasıdır. Adına sanat ve sanatçı denen sürü sürü zibidiyi televizyondan izlemek sanatla ilgileniyor olmak değildir. Bu anlamda bir araştırma kriteri bence araştırılan kitlenin durumu hakkında gerçekten aydınlatıcı sonuçlar sağlar ve sanatın belli bir dalının izlenmiyor olmasının, değerlendirme açısından hiç bir değeri olamaz.Kişilerin zevkleri tabii ki onların sosyal seviyeleri ve kişilikleri hakkında bir fikir verebilir. Bu zevkler sanatsal olduğu sürece şekline bakılmaksızın kişi hakkında olumlu yargılara varılabilir.Şunu da belirtmek isterim: Opera ve bale kültür yapımıza zorla da sokulmuş olsa, sonuçta sanatı kavramanın ve ondan zevk almanın geniş yelpazesinden olduğunca fazla bir kısmını algılamaya fırsat tanımıştır. Ben, Türk insanını bu bakımdan Batılı kültür dediğimiz diğer ülkelerin insanlarından daha şanslı sayarım. Bir Avrupalı klasik batı müziği dediğimiz türü dinler ve zevk alır. Kendi popüler müziklerini dinler, zevk alır. Ama bir Dede Efendi, bir Saadettin Kaynak, bir Aşık Veysel, Neşet Ertaş, onlara hiç bir şey ifade etmez. İşte bizim üstün yanımız da buradan kaynaklanır. Biz, hem bizim kültürümüze yabancı müzikleri, hem de kendi kültürümüzün müziklerini dinlerken zevk alabiliyoruz (elbette bunu 70 milyona genellemiyorum ama bizim bu özelliklere sahip insanlarımız, onlardakilerle kıyaslanamayacak kadar fazla). Bu ister zorla yaptırılmış olsun, ister kendiliğinden gelişmiş olsun, sonuçta ben, klasik batı müziğini hiç bir zorlama olmadan dinliyor ve ondan zevk alıyorum. Aynı Dede Efendi’yi dinlerken olduğu gibi.Özetle;1- Sanatla bir şekilde ilgilenmeyen insan sadece kanunlar karşısında “insan”dır.2- Sanatın tüm dallarıyla birden ilgili olmak asla gerekmez.3- Sanatın bir dalı diğerinden üstün ve değerli tutulamaz.4- Sanatın bir dalını sevmeyen ve ilgilenmeyen hiç kimse o dalla ilgilenenden üstün ve değerli tutulamaz. (ve tam tersi)5- Sanatın tarifinin iyi yapılmış ve kavranmış olması gerekir.70 milyon nüfusun 70 milyon insana dönüşmesi arzusuyla, özellikle yöneticilerimizden bir çoğuna, sanat sevgisi ve anlayışı diliyorum.
başlığa neden takılmayayım? kesin bir yargı içeriyordu, ben de bu yargının bana göre yanlış olduğunu söyledim, bu kadar. bok püsürdür belki de…
sayın mete1, saygılarımla.
bunu soru olarak kabul edersek -ki sayfayı göremedim,yazıyı da okuyamadım- olmaz.opera bale izlemeyenden akademisyen olmaz,ayrıca pırasa yemeyenden heykeltraş,makosen ayakkabı giymeyenden de iktisat doktoru olmaz.olmaz!
nasıl görmek istiyorsa öyle görmüş başlığı tabi, sarkac dışında. başlık sadece habere dikkat çekmek içindi, her ne kadar kimilerinin laf atma açlıklarını doyurmuş olsa da görevini yerine getirmiş.
araştırma yerinde, yalnız biraz korelasyon eksikliği var. kültür-sanat etkinlikleri ayrı bir bütçe gerektiriyor, akademisyenlerin aldıkları ücretlere göre sanatsal eğilimlerini ortaya koysalardı daha anlamlı olurdu.
sarkac, %59’un alt sosyoekonomik düzeyde olduğu bir profilde görüşün haksız kaçıyor, zira akademik kariyer oldukça uzun, yorucu ve insanın kendisini tümüyle adaması gereken bir yol ve bu yolda bundan iyisini hakediyorlar.
doğru olan profil buydu benim araştırmalarıma göre.bundan iyisi dediğinizi biraz daha açabilir misiniz çünkü bende tam akademisyenlerden bundan daha iyisini beklediğimi söyleyecek idim.