1883 yılında Krakatau yanardağı “uyanmıştır”. Yanardağın püskürmesi çok büyük gürültü yaratmıştır, patlama gücü de 150 megaton hidrojen bombasının gücüne eşit olmuştur. Ada nerdeyse “çatlamıştır”. Tüm canlılar yok olmuştur. Ancak kısa bir zaman sonra bu alan yine canlanmaya başlamıştır. İlk olarak da buraya körfezden bir piton gelmiştir…2. Dünya Savaşı zamanında Alman uçakları, Kuzey Denizi’ndeki ulaşım gemilerini durmadan bombalamıştır. Su bombaların patlamasından “kaynayacak” hale gelmiştir. Ancak belli bir zaman sonra denizin suları birden çoğalan balıklarla dolmuştur. Bir türün kitlesel yok oluşunun başka türlerin birden çoğalmasına neden olduğu ortaya çıkmıştır. Bu, doğanın bazı türlerin tamamen yok olmasını engelleme sistemidir.Büyük ihtimalle, ölümle karşılaşan canlılar türdeş canlılara özel sinyal gönderiyorlar. Yok olacaklarını hisseden yaratıklar sanki türdeşlerinden bıraktıkları boşluğu doldurmalarını istiyorlar. Bu durum ancak zorunlu yok oluşun sonucunda ortaya çıkabilmektedir. Bu sinyallerin fiziki açıklaması nedir, acaba? Büyük ihtimalle, sinyaller bioalanlar aracılığıyla iletilmektedir. Tehlikeli durumlarda canlılar kendi potansiyellerini yükseltmekte ve uzun aralara sinyaller gönderebilmektedirler. İnsanlar ve hayvanlar bu sinyalleri bioaktif noktalarıyla algılamaktadırlar.

Peki, doğanın oluşturduğu bu sistemin ne tür faydaları var, acaba? Her şeyden önce kendini koruma ve çoğalma içgüdüsünü sağlamlaştırmaktadır. Burada altı çizilecek bir durum daha: bazı yırtıcı hayvanların hiç biyolojik düşmanları yoktur, ancak onlar çoğalmalarını engelleyen özel mekanizmalara sahiptirler.Örneğin, fillerde sürekli olarak saldırganlık krizleri olmakta, onlar türdeşleriyle ölümüne savaşmaktalar, böylece, türün zayıfları yok olmaktadır. Köpekbalıkları ve erkek timsahlar zayıf türdeşlerini yemekteler. Bazı örümcek türlerinin dişileri çiftleştikten sonra erkeklerini öldürmekte ve yemekteler. Peki, doğal düşmanları çok olan yaratıklar neden durmadan çoğalmıyorlar..? Bunun cevabını da doğa bizim için çoktandır düşünmüştür. Sincaplar, lemmingler ve çekirgeler yaşadıkları yöreyi “aniden” terk ederek suda batıp ölüyorlar. Geyikler çöllerde ölüyor. Suda yaşayan yunus balıkları, kalamarlar ve balinalar da deniz kıyılarına atılıyorlar. Tüm durumlarda da yaratıklar, türdeşleri sinyallerini algılayamasın diye yaşadıkları yöreden uzak bir yerde intihar etmektedirler.

Öleceklerini hisseden canlılar sinyallerle türdeşlerine haber veriyor demiştik. Öyleyse bu durumu insanın faydasına kullanmak da mümkündür, örneğin, balıkçılar ağın içindeki balıklara elektroşok uygulayarak türdeşlerinin daha hızlı çoğalmasını sağlayabilirlerdi. Aslında düşünülecek bir konudur…Asıl bizi meraklandıran konu da bu hipotezin insanlık için geçerli olup olmamasıdır… Gazetelerde okuduğumuz haberlerden birçok ülkede demografik patlama yaşandığını biliyoruz, böyle devam ederse yakında insanlığın su, yiyecek, konut eksikliği gibi çıkmazlarla yüz yüze geleceğinin de farkındayız. Bazı uzmanların fikrine göre, savaşlar, hastalıklar ve doğal felaketler bir anlamda dengeyi sağlamaktadırlar.

Dolayısıyla, insanlık için bu hipotez farklı açıdan ele alınmalıdır. Nüfusun artması, açlık, kaza ve savaş gibi felaketlerden kaynaklanan kitlesel ölümlerle bağlantılıdır. Bu durumda da demografik patlamayı durdurmanın tek mantıklı yolu da, insanların mantıksız ölümünü engellemektir…