OĞLUM İÇİNYokuştan aşağı koşar adım esen, sert rüzğar genç adamın ceketini savuruyor, dengesini bozuyordu. Lüks arabanın yanında istifini bozmamaya çalışarak, dimdik durmaya çabalıyordu. Gözleri bazen otelin kapısına, bazen de gökyüzünde toplaşan bulutlardaydı. İlk bakışta kararan bulutların getireceği yağmurdan endişelendiği görüntüsü vardı. Fakat dudağına yayılan hafif gülümseme bu düşünceyi yalanlıyordu.Genç adam, kapısında beklediği lüks arabadan çok, kırları, bahçeleri düşünüyordu. Dudağında gezinen gülümseyişle beraber, “Şimdi köyümde olaydım, dağlardan esen rüzgâr bağrıma bağrıma vuraydı” diye düşünüyordu. İş hanının kapısında beklediği adamı yine göremeyince, tekrar iç dünyasına doğru yola çıktı. Gökyüzüne döndü. “Yağmur geliyor” Yollardaki telaşlı adımlarla yürüyenlere döndü, “Bahçelere sel gelir mi?”İşe başlayalı henüz bir hafta olmuştu. Patronu Bülent beyin şöför aradığını duyan bir hemşerisinin önerisiyle işe alınmıştı. Doğrusu bir haftalı sürede hemşerisini de utabdırmamıştı. Dikkatli ve titiz bir şöfördü. Sert karakterine rağmen, Bülent bey “Önceki şöförümü ararım diyordum ama sarsıntısız sürüyorsun tebrik ederim” demişti.Çeşit olarak sürmediği araba kalmamıştı nerdeyse. Yanında çalıştığı bazı kişilerin lüks arabaların arada sırada sürmesi onlara da alışmasını sağlamıştı. Ama en çok kamyon şöförlüğü yapmıştı. Arada sırada aklına gelirdi, gece karanlığında ıssız yollarda direksiyon sallayışı. “Şükür!” diye mırıldandı. Bir süredir işsiz kalmış, eş-dostan borç alarak idare etmişti. İş bulmak eskisinden daha zordu. O nedenle sıkıntılı günlerde birden bire gelen telefondan çok mutlu olmuştu. Hemşerisinin telefondaki sesi “Ankara’da özel şöförlük işi var, gelir misin?” derken, bir an hayal mi gerçek mi diye öylece kalmıştı.Yağmur damlaları tektük saçlarına düşmeye başladı. Çocukluğunda havadan düşen damlaları ağzıyla yakaladığı günler geldi aklına. Bir an kendini kaptırıp, yine yağmur damlalarını yakalayacağını sandı. Hayalindeki yaramaza kızdı. Bu işi kaybetme ihtimali bile içini ürpetti. Ne kadar zamandır iş aramıştı. Hanımı idare ediyor, birşeyler pişiriyorsu, aç kalmıyorlardı. Aç kalmıyorlardı ama oğlunun masum istekleri bile yüreğini dağlıyordu. Arkadaşlarında gördükçe çikolata, kola bazen de muz istiyordu. “Oğlum kola zararlıymış.” Derken ne kadar üzüldüğünü hatırladı. Paran varken almamak ve paran yokken alamamak ne kadar farklıydı. Zararlı birşeyi almamaları gerektiğini söylemek bile zor gelmişti. Her akşam koşarak geldiği evine, utanarak gelir olmuştu. Hanımı güleryüz gösteriyordu ama oğlunun bakışlarının boş ellerinde olduğunu farketmek… Aynı acıları tekrar yaşar gibi içini çekti. Düşünceyle başını öne doğru eğdi. Aklına oğlu gelmişti. “Bülent beyin verdiği avansı hemen göndermem iyi oldu. Hanım bir şeyler almıştır oğluma”Beklediği iş adamı kapıda görünmüştü. Hayallerden sıyrılıp hemen kapısını açmaya koştu. Bülent bey aceleci tavırlarla arabaya binerken, seslendi;—Bana bak Hasan, yollar ıslanıyor ama acelem de var. Hadi bakalım ustalığını şimdi göster.—Peki efendim.Patronun kapısını kapatıp, şöför kapısına doğru yürüdüğü o kısa sürede bile hayallere daldı. Çocuğu gözlerinin önüne gelmişti. Ağzı-burnu çikolata bulaşmış halde ve neşeyle kendisine bakıyordu. Bu düşünceler ve çocuğunun neşeli hayali, Hasan’ın patronuna saygısına minnet duyguları da katıyordu.Patronu hemen seslendi;—Kızılay’a, dün gittiğimiz binaya gidiyoruz. Birkaç dosya bırakacağım, birkaç da imzadan sonra beni eve bırakacaksın.Hasan gaza basarken, Bülent bey yumuşak koltuklara kendini bırakarak cümleyi tamamladı;—Oğlum gelecek bu gün. İstanbul’da üniversitede okuyor.—Gözünüz aydın efendim.—Bak görüyorsun halimizi. Oğlum çoktan gelmiş bile olabilir, biz eve gidip hasret gidereceğimize iş peşinde koşturuyoruz.Hasan, ‘Gözünüz aydın’ sözüne bir ‘sağ ol’diye cevap alamayışına biraz üzülmüştü ama aldırmamaya çalıştı. Patronunun tavizsiz, sert görünüm çizmeye çalıştığını iyice öğrenmişti artık.—Öğleden önce mi gelecekti?—Evet, ama sana ne! Bana bak, bir iki cümle söyledik diye ‘Efendim’i bıraktın. Bu ne samimiyet, ciddi ol.Hasan, başını dik tutmaya çalışarak yola döndü;—Peki efendim.Dudağındaki burukluğu, oğlunun gülümseyişi çabucak silmişti bile.*** *** *** ***Yağmurun şiddetini artırmasıyla sürücüler yavaşlayacakları yerde, daha da telaşlı, daha da hızlı sürmeye başlamıştı. Hasan, patronunu kızdırmamak, artık konuşmadan gitmek istiyordu ama trafiğin yavaşladığı bir esnada, yol kenarında baygın mı, ölü mü olduğu belli olmayan bir adamı farketmişti. Telaşla patronuna döndü;—Efendim, yol kenarında bir adam yatıyor. Durup bakayım mı?—Yol kenarında bir adam varmış da, durup bakacakmış da… Bize mi kalmış. Boşver sen, yasarhoş filandır.—Pek sanmıyorum efendim. Üzerinde iç çamaşırları görünüyordu. Sanırım soyulmuş.—O zaman polis bakar, sen devam et.—Bazen adamları bıçaklayıp atıveriyorlar. Kimse yardım etmeyince de kan kaybından ölebiliyor.—O zaman da ambulans gelir yahu, sen işine baksana.Sesine öfke katarak devam etti;—Seni kim tavsiye etmişti.—Orhan bey efendim. Babamla arkadaşmış.—Haa. iyi. Baban Orhan beyin eski arkadaşı diye konuşup duruyorsun. Bana bak, Orhan beyin de hatırı bir yere kadar. Geri dönecekmişiz gibi yavaşlayıp durma, gaza bas, gaza. Yoksa işinden olacaksın.Umudunu kaybeden Hasan, sıkıntılı sıkıntılı;—Peki efendim.Hasan gaza bastı, hâkimiyeti kaybetmemeye çalışarak, olabildiğince hızlanmıştı. Arabanın içi sessizleşmiş, cama vuran taneler ve lastiklerin yağmurlu yoldaki ahenkli sesinden başka ses kalmamıştı.*** *** *** ***Kızılay’da kısa sürede işlerini bitirmişler, geçtikleri yoldan geri dönüyorlardı. Aynı yere gelince, Hasan’In gözü ister istemez yol kenarındaki adamı aramaya başladı. Gittikleri yol meyilli olduğundan, epey önceden kenarda yatan, üzerinde sadece iç çamaşırları olan adamı farketti. Adam yüzükoyun yerde yatıyordu. Bacakları da çamur içinde kalmıştı. Yoldan geçenler, nerdeyse sadece atletli sırtını görebiliyordu. Şöför Hasan, “Yağmurun sıçrattığı çamurlar atletini de kaplarsa hiç görünmeyecek” diye düşündü.Kırmızı yandı, kavşakta durdular. Bulundukları kavşaktan 100-150 metre ilerdeki adama baktı, baktı. Dayanamayıp patronuna döndü;—Efendim, ne ambulans, ne polisler gelmemiş. Adam hâlâ orda duruyor.—Eee?—Kavşağı geçince, durup yardım edelim, diyecektim.—Bu gün senden hiç memnun değilim. İşe başladın başlayalı konuştuğundan fazla konuştun bu gün. Benim sabrımı taşırmak üzeresin. Kulaklarını aç, son defa söylüyorum, ben acele eve gitmek, oğluma sarılmak istiyorum. Bunu sana söylemek zorunda kalmak bile beni delirtiyor.Bu uzun konuşması sırasında, şöförün direksiyondaki ellerinin titrediğini farketmemişti. Hasan, bütün cesaretini topladı. Elleri gibi sesi de titreyerek;—Ya bu adam?Patronu artık sesini yükseltti, iyice öfkesini dışarı vuruyordu artık.-Bir sürü araba geçiyor, birisi alır.Hasan kavşağı geçince, kenara yanaştı. Bir haftadır saygıda kusur etmediği adamın bağırmsına aldırmadan indi aşağı. Gözünün önüne gelen oğlunun yüzündeki çikolatalar da gülüş de süzülüp inmeye başladı. Oğlunun yüzünde bu kez çamur vardı, ağlıyordu.Kapıyı çarparak inen patronunun sesini duydu; “Kovdum seni, defol oğluma götürmedin. Beni bekliyor oğlum. Ben yıllarca oğlum için çalıştım, şimdi oğlum gelmiş, sen görmemi geciktiriyorsun.”. Patronunun öfkeli haline bakmak bile istemiyordu. Kulağında patronunun bir çift sözü tekrarlanıyordu “Oğlum için !” Bu sözle tekrar tekrar oğlu gözlerinin önüne geliyor ve işten kovulmanın acısı artıyordu ama başka türlü de davranamayacağını biliyordu. . Yerde yatan adamın yanına vardığında, patronunun sesi uzaklaşıp, rüzgâra, araba seslerine, yağmura karışmış gibi geldi. Sonra çarpan kapı sesiyle, arabadan indiğini anladı ve ses yaklaştı; “…oğlum için çalıştım, bu yaptığın cezasız kalmayacak…” sesi kulağından beynine darba darbe süzülüyordu ama aldırmadı. Yerdeki adamın bağrındaki bıçak yarasını görmese, dönüp bağıracaktı belki de “Oğluna da sana da!” diyeYaralı genç adamı ters çevirdi, kanla kaplı atletini yırtıp yarasına baktı. Şaşırmıştı, yara derin görünmüyordu. Kontrol etti, nabzı atıyordu. Bu kadar kan kaybı uzun süre kaldığından kaynaklanmıştı anlaşılan. Fakat bu küçük yarayla uzun süre bayılmasının nedenini anlamamıştı. Gencin uzun saçlarını, parmaklarıyla geriye tarayınca şişlikleri gördü. Bıçaklanmış, sonra da fena dayak yemiş, ihtimal kafasına aldığı bir taş, sopa veya kabze darbesiyle bayılmıştı. Kanayan yarası da güçsüzleştirip kendine gelmesini zorlaştırmıştı.Bunları düşünmesine sebep olan, kavgacı kamyon şöförü arkadaşlarını düşündü. Onlar için hastaneler gide gele epey tecrübe kazanmıştı.Genci kucaklamaya, yol kenarına çekmeye çalışırken, patronunun bir iki adım geride çamura dizlerinin üstüne düştüğünü gördü. İçi titredi, “Adamın sağlık sorunu var galiba. Ya buracıkta ölüverirse.” Seslendi;-Patron, şu gence bir ambulans bulayım, hemen sizi götüreceğim.Nankör değildi, kovulmuş olsa da, patronunu orda bırakmamaya, evine kadar götürmeye kara vermişti. Fakat çamura dizlerinin üstüneçökmüş patronu, dizleye dizleye yaklaşınca birden içinde bir acının büyüdüğünü, içinin kavrulduğunu hissetti. Hayalinde oğluna sıkıca sarıldı gördü. Patronunun omzuna dokundu, sesi titreyerek.-Yardım edin, arabanıza taşıyalım. Merak etmeyin, yaşıyor oğlunuz..Ahmet Ünal Ç[email protected]