Küfür olarak bildiğimiz ‘Orospu Çocukları’ (Ben kendileri kadar terbiyeli olamadığım için açık açık yazdım..) tamlamasını ad olarak seçmiş bu film, -öncelikle- bu, gayet dikkat çekici adıyla merak uyandırıyor.Filmin konusunu okuduysanız bunun -sanıldığı gibi- bir küfür olmadığını anlayabilirsiniz. Kendilerine böyle kaba bir şekilde hitap ediliyor olsa da- gerçekten de o, dünyanın en eski mesleğiyle iştigal eden kadınların/kadınlarımızın boy boy çocuklarıdır filme konu olan.. Biraz kara kaderine razı, daha çok da öfke dolu bir ifadeyle kendi kendilerine -kolayca- ‘orospu’ diyebilen kadınların çocukları..’Gönüllere taht kurmuş’ Beynelmilel‘ in senaristi Sırrı Süreyya Önder imzasını görünce -ilk filmini ister istemez referans kabul edip- yine iyi bir film seyretmek üzere salonda yerimi aldım.Zaman, yine 12 Eylül 1980‘ in hemen sonrasıdır.. Tek suçları “insanları sevmek” olan, -bir güzel hayalin peşine büyülenmişçesine düşmüş- gençlerin, zindanlarda, işkenceyle ve aşağılamayla kırıma uğradığı kara günler..Beynelmilel’ in askeri yönetimi tiye alan ve de ‘acıyı bal eyleyen’ alaycı ama yumuşak üslubu bu filmde bulabilmek zor.Belki bunun sebebi, olayın polise intikal etmiş bu bölümünde, gaddarlığın adeta zirve yapıyor olmasıdır. Belki de, her bakımdan ciddi- o dönemin, Beynelmilel’ de yeterince sertlikte ele alınamamasının bir telafisidir, şimdiki bu sert üslup.Burada da mizah vardır ancak filmin, mizahı, işkencenin en beterini, en kanlısını hain gomonistlere uygulayan polis üzerinden yapması da beklenemez. Ayrıca İstanbul’ un gevendeleri de yoktur.. Benzerleri olsa bile çalgıcılar sırasını savmışlardır da artık..Böylelikle, hem karanlığa gömülmüş umudu yükseltmek, hem de hikayeye lezzet katacak mizahı yapmak sırası şimdi de orospulara ve onların çocuklarına kalmıştır.Mehtap Anne’ nin Yeri
Gencecik kardeşi Filistin askısında son nefesini vermiş, kocası da aynı iğrenç tezgahta işkence gören bir devrimci kadın, küçük kızıyla yalnız kalmış, sığınacak yer aramaktadır.Polis, bir an evvel aynı işlemlerden geçirmek üzere onun da peşindedir. Kadının ise tek amacı vardır: Kızıyla birlikte yurt dışına kaçabilmek.Kendisini -bi şekilde- İtalya’ ya atabilmişse de, biricik kızını, -İstanbul’ daki tek dostları olan ‘lümpen’ Saffet’ in vasıtasıyla- Mehtap Anne’ nin yanına bırakmak zorunda kalır.Mehtap Anne, çevredeki ‘hayat kadınları’nın çocuklarına bakıcılık yapan, aynı meslekten kendini emekli etmiş, -en azından- çevresinden saygı gören, ‘görmüş geçirmiş’ bir kadındır.Babayla ilgili herhangi bir umut kalmamıştır. Peki, çocuk ve anne birbirlerine kavuşabilecek midir?.Bu kavuşmayı gerçekleştirme misyonuyla İtalya’ dan İstanbul’ a gelen -yarı Türk, yarı İtalyan- Donatella, burada nelerle, kimlerle karşılaşacaktır?.Hayatını, dönemin bilumum yasa dışı işlerinden kazanan, Mehtap Ana’ nın büyütmesi Saffet’ in hayatında -Donatella sonrası- nasıl bir değişiklik olacaktır?.Dallas dizisinden etkilenerek kızına Sue Ellen adını vermiş ‘O… Hatice’, çiğnediği -kahrolası- töreden kaçıp sığındığı bu evde, bıyığı yeni terlemiş öz oğlundan ya da azrailinden, daha ne kadar saklanabilecektir?.Peki, en büyük hayali ‘müstakbel’ kocasıyla akşamları televizyonda dizi seyretmek, ya da beraberce sinemaya gitmek olan Mehtap Anne, o ‘ideal’ herifini bulabilecek midir?.Hızımı alamadım valla!. Hadi izninizle bi soru daha sorayım: En azından bütün bu soruları yanıtlayabilen bir senaryodan oluşan filmin ilgi çekmemesi mümkün müdür?.

Happy End’ siz Bitmem Ağbi
İlgi çekmemesi elbette mümkün değil ama böyle bir senaryodan illa ki -dört dörtlük- iyi bir film çıkar demek de -gördük ki- mümkün değilmiş..Oysa film, çok güzel açılıyor, güçlü bir şekilde ilerleyerek, anne ile kızın, Mehtap Anne’ nin yanına sığınmasına kadar başarıyla akıyor.Daha sonra film, o evdeki -hüzünlü ama sıcak, duygusal ama komik- havayla ‘idare’ ediyor ve -olayların gidişi icabı- tansiyonun giderek artması beklenen finale doğru da yalpalamaya başlıyor. Ne oluyorsa oluyor, -sanki- senarist, yönetmene: “Buraya kadar getirdim kardeşim ama bundan sonrasında ben yokum, siz başınızın çaresine bakın” demişçesine, film -tuhaf bi şekilde- sıradanlaşıyor.Ne diyeyim.. Anladığım kadarıyla- ‘Mutlu Son’ uğruna, saçma sapan, zorlama bir finalle koskoca filme yazık edilmiş.Filmi üstün bir performansla (Tek başına desem valla başım ağrımaz..) omuzlarında taşıyan, hatta bi ara –şöyle bir- toparlayan Demet Akbağ’ ın, doğal, usta ve sevimli oyunculuğundan; salonu yerlere yatıran, misal: “Mememin altına artık değil kalem, Milli Eğitim Bakanlığını bile koysam yine de durur..” gibi esprilerinden bahsetmeyerek, filme -bir de ben- yazık etmek istemiyorum doğrusu..O değil de, sinema gişesinden bilet alırken filmin adını ‘sansürsüz’ telaffuz ederek: “Orospu çocuklarına iki bilet..” diyebilecek doğrucu ve cesur seyirciye ve de muhatabı, soğukkanlı elemana ise buradan saygılarımı sunuyorum..