Sinemaya laf etmiştim, müziğin hatırı kalmış.Önce bir geçmişimle hesaplaşmak gerekiyor bu müzik konusunda. Yüksek şahsımla aynı sonuçları, aynı hisleri paylaşmadığınızdan emin olduğum için feci kişiselleştirip anlatmak istiyorum.Müziğin hayatımda genel bir yeri olmasına rağmen hayatıma yön verdiği bir kaç hadise var. Elbette müzik endüstrisinden ekmek yemek manasında bir yön değil bahsettiğim. Müziğin kendi gibi, baktığınızda göremediğiniz bir etkiden söz ediyorum.Hayatımda genel bir yeri olmasından kastım günlük hayatımda sürekli yanımda olması. Sony’nin dünya devi olmasına sebebiyet verecek bir sevinçle karşılanan icadından, walkmen’den söz ediyorum elbette. Sanırım herkes kulağında sürekli kulaklıklarla gezen tiplere aşina olmuştur artık. İşte bende o güruhun çok uzun zamandan beri üyesiydim.Walkmeni yanımda taşımaya başlayarak televizyonun farkettirmeden hayatımıza soktuğu, hareketlere anlam kazandıran arka plan müziğini hayatıma monte etmiş oldum. Müziğin alkol gibi etkisi olduğunu şimdi daha iyi görebiliyorum. Daha bir cesaret kazanmış, daha bir yaptıklarımdan emin olmuştum. Zararını gördüm mü bilemeyeceğim ama hayatımın dönüm noktalarında hep yanımda olduğunu biliyorum.Özellikle varlığını farkettiğim zaman dilimi haddinden fazla uzattığım okulumu bitirmeye yemin ettiğim senedir. Amacıma ulaşmak için MD recorder almaya karar verdim. Yaklaşık 6 ay para biriktirecek kadar okulu bitirmek konusunda ciddiydim. Amacım bütün algı kapılarımı kapatıp sadece bu şirin aletle iletişim kurarak ders çalışma acısını hissetmemekti.Herşey yolunda gidiyordu. Taa ki bir vizede feci sıçarak finalden 80 almak zorunda kalana kadar. Burada filmi yavaşlatmak isterim. Kocaeli Üniversitesi vinsan kampüsünde okuyanlar beni daha iyi anlayacaklardır. Kampüsün önünden upuzun bir yol geçer. İstanbula giden otobüsleri, bütün resmi kaplayan Kartepe’nin, eteklerinde kaybolup giden asfalt yolun sonuna doğru bakarak beklersiniz. Sıçtığımın haberini aldıktan sonra, perişan vaziyette ufka doğru bakarak otobüs beklerken Moby’nin Natural Blues’u çalmaya başladı. Şarkının her yönden atmosfere uygunluğu tartışılmazdı.. ‘repeat 1’ ı açtım bir hafta sonra kapattım. Mezun oldum!Algı kapılarımı kapatmam derslerime iyi geldiyse bile kız arkadaşımla ilişkime iyi gelmedi. Aramız bozuldu ve ayrıldık. Ciddi bir ilişki olduğu için acısıda ciddi oldu. MD’im çoktan, en kötü zamanlarımda yanımda olan arkadaşım olmasına rağmen dinlediğim şarkılardan çıkarttığım anlamlarla yaramı derinleştirmekten başka işe yaramıyordu. Ta ki Elektronik müziğin yararını keşfedene kadar. Elektronik müzik denen meret şarkı sözü içermediği için çıkartılacak anlamı ve üzebilecek konusu yok. Bu müzik eşliğinde “alkolle sadece teyp kafası silinmez” deyimime ulaşarak nekahat dönemime girdim.Velhasıl kelam acılarım natural blues’ı canlı dinlediğim gün son buldu. Çıkarttığım sonuç müziğin yasal bir uyuşturucu olduğu. Neşelenme problemi yaşayan insanoğluna destek. Çok uzun zaman oldu kulaklık takmayalı.Neşem yerinde ondan olsa gerek.Bu natural blues’ın sözleribu da sözlerin asıl kaynağı.Amerikanın köleleri çalışırken hep beraber söylerlermiş bu nakaratı.
yorumlar
Mutlu ve gencken Unfinished Sympathy’i duyunca cok endiselenmistim.10+ yildan sonra, o karanlik gun gelince, nedenini anladim.”You’re the book that I have opened”.Taptigin insani nasil unutabilirsin. Gelecege nasil tutunabilirsin.
iste ornek:
Christopher Walken @ Fatboy Slim – Weapon Of Choice
da benim için benzerdir.. bu şarkıyı her duyduğumda dünya ile ilişkim kopuyor.. ölmeye başlıyorum ve bu beni hiç rahatsız etmiyor..acaba 10000 kere dinlersem ölürmüyüm ?keşke..
hakkında bir deney duymuştum.bi arkadaş anlatmıştı.kim bilir belkide sallamıştı hıyar.efendim rusyada 16 yaşındaki bir kıza(yaşın önemi var mı bilmiyorum vardır herhalde)her gün 6,7,8 saat müzük dinletiyorlar.6 ay sonra kızı bırakıyorlar kız evinin yolunu bulamıyor.bana masal gibi gelmişti.müzik bir nevi kaçış.meçhule kaçış.
Sınav perdesi yazısında sinemayla güzel sanatları ayırdığım gibi müziğin kendi içinde de böyle bir ayırıma ihtiyac var. Yapılan her müzik güzel sanat kapsamına girmiyor. Güzel sanatlarda hissedileni aktarabilmek esas.
Burada hissetmekten kastım şarkı sözleriyle veya cıstak müzikle gaza getirmek gibi sinemaya benzeyen zorlamalı bir hissettiriş değil. Beethoven’nın, Presto Agitato’yu, dinleyicisine, tanımını okumaya ihtiyaç duyurmadan she is the one’nına ithaf ettirtmesi gibi bir hissettiriş. Özellikle kendisini tenzih etmek isterim.
Sonatın mevzu bahis eleştiri linki kaybolduğu için buraya bendeki kısmını yapıştırıyorum.
“The third movement of the Moonlight Sonata has the tempo indication “presto agitato”, meaning very quick and agitated and that it certainly is. In fact this movement captures exceedingly well the picture many people have of the composer: proud, defiant, unyielding and powerful.”
siyahın mateminin baby700’e sorduğu “hissettiğini mi göstermeye çalışıyorsun” sorusu tarzı yaklaşımlar için cevabım “evet”Basurum sağolsun, özellikle bazı bölgeler çok hassas. Sfinkter kasları yerine kol kasları çalışanlardan değilim onu söylemeye çalışıyorum.