Bir gün sevgilimle beraber Taksim’de eğlendikten sonra sabahı doğrudan Kalamış parkında karşılamıştık. Öyle canım cicimli, aşkımlı, sen ölürsen ben de arkandan gelirimli bir ilişki olmamasına rağmen hoş bir etkileşimimiz vardı. Aklımıza geleni çatır çatır söyleyebiliyor hiçbir eleştiriden gocunmuyorduk. Açıkçası ikimiz de öyle bir 15-20 gün içinde bu ilişkinin biteceğini de biliyorduk zaten aman bitmesin diye bir çabamız da yoktu.Neyse, Kalamış’ta bir banka oturduk, havadan, sudan, dalgaların nasıl oluştuğundan, bazı ufak-tefek zihin oyuncuklarından bahsederken bana birden”Beni özleyecek misin?”diye sordu. Hay allah… Bu ilişkinin doğası bu soruya hiç mi hiç uygun değildi, bunun için biraz düşündüm – bir tuzak soru olmalıydı. Bir-iki hafta içinde ben başka bir şehire gidecektim ve bir daha görüşemeyecektik. Seviyordum, orası ayrı fakat cevap bu olmamalıydı. Uykusuz 30. saatin başlangıcındaydık ve ben, içinde zeka pırıltısı olabilecek hiç bir şey düşünemedim. Bu duygusallığı da bozmak istemedim, o sonuçta bir bayandı.”Evet, seni çok özliycem.” dedim. Bir sessizlik oldu. Acaba aklından ne geçiyordu? Sessizliği ben bozdum:”Sen beni özliyecek misin?” cümlesinin soru işaretini koymadan cevap geldi:”Sana ne!”. Evet, bu ilişkinin doğasına bu uygundu işte! Eee lafı da koymuştu hani. Yani öyle gülerek falan da değil çat diyesöyledi işte. Bunu bir kenara yazdım.Acıkmıştık, Kadıköy’e yürüyerek geldik ve bir kafeye oturduk. Bişeyler istedik, yemeye başladık yine şundan bundankonuşurken alacağım ufak öcün sorusu geldiii:”Yemekleri beğendin mi?””Sana ne!”. Öcümü almıştım, tam hınzır bir şekilde gülecekken cevap geldi:”Özliycem!”Hayatımda sonradan bu duyguyu çok ender yaşadım. Mor olmak! Ama bu öyle bir morluk ki, bu duyguyu devamlı yaşabileceğimi bilsem ortalıkta milka ineği gibi gezmeye razıyım.