Milan Kundera (1929 doğumlu Çek asıllı yazar, hani şu Prag’dan sürülen –neden bizden iyilere hiç dayanamayız?-, komünist partisi üyesi iken partiden de kovulan, Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği’nin yazarı) ile o kadar isterdim ki tanışmayı… Aslında yıllardır Paris’te yaşıyor, bir gidişte bal gibi randevulaşılıp Şanzelize’de kahve içerken sohbetin tadına varılabilir.

Neyse işte, Kundera, Kimlik’te (*) neler anlatmış, üzerinde sohbet edelim mi? Memnuniyetle, ama önce bir kaç alıntı:”Bir çocuk arabası iten, biri sırtında, öteki göbeğinin ütünde iki çocuk daha taşıyan br erkekle flört etmeye kalktığını, karısının bir vitrine takılmasınan yararlanarak, adama fısıltıyla randevu verdiğini düşündü. Ne yapardı acaba? Çocuk ağacına dönüşmüş o adam, o haliyle tanımadığı bir kadına dönüp bakabilir miydi?”
(Sayfa 19)”Karılarından kaçmayı başarmış şambabaları! Metreslerine koşacak yerde, oyun oynamak için kumsala koşuyorlardı!” (Sayfa 20)
“Gül kokusuna dönüşmek istiyordu, yayılan ve fetheden bir gül kokusu: böylece tüm erkekleri teker teker dolaşmak ve erkekler aracılığı ile de yeryüzünü tümüyle kucaklamak. Yayılan gül kokusu: serüven eğretilemesi. Tatlı ve kalabalık bir beraberliğin romantik vaadi, erkekler arasında yapılacak yolculuğa bir çağrıyı gizleyen bu eğretileme, erişkin yaşın eşiğnde söndü. Yapı olarak, aşıktan aşığa koşacak bir kadın değildi ve bu belirsiz, lirik düş, dingin ve mutu geçeceğe benzeyen evliliğinin beşiğinde hemen uyudu” (Saya 46)

O evlilik, sözde! dingin ve mutlu geçerken romanın baş kişisi güzel ve akıllı ama orta yaşlı Chantal kendisinden 14 yaş genç Jean-Marc’a rastlıyor ve anında vuruluyorlar birbirlerine… Sonrası evliliği sonlanması tabii… Chantal ve Jean-Marc’ın birbirlerini kaybetmekten delice korkarak sürdürdükleri karabasanlarla dolu yaşamları…”Aslında Jean-Marc ondan daha genç, Chantal’a gelince artık yaşlandı. Zaman zaman gelen ateş basmalarını istediği kadar gizlesin yaşlandı ve bu artık görülüyor” (Sayfa 96)
Bu kitabın edebi eleştirisini yapacak değilim… Sadece kitabı tekrar tekrar elime aldığımda yüzyıllardır yanıtlanamayan o kadar çok soru yeniden kümelendi ki beynimde:-Aşkın özü birbirini kaybetme korkusu mudur aslında?-Birbirlerini garantilemiş, kaybetme diye bir kaygıları kalmamış çiftler, aşkı da bozuk para gibi harcar giderler mi?-Uzun süren ilişkiler neden cinselliğin düşmanıdır?-Cinsellik yoksa aşk var mıdır?-Salt cinsellik neden aşkın a’sı bile değildir?

Ya ilişkiler? Yüzyılın fenomeni neden genç erkek-orta yaşlı kadın birlikteliği oldu? Ya da bu fenomen yaşlı adam-genç kız mitosunun tahtını salladı mı? Peki annelik kadına hep yakışır ya… Babalık neden Milan Kundera’nın deyimiyle erkekleri “şambabası”na dönüştürüyor? Neden cinsel cazibelerini yitirmiş gibi hissediyor ya da görünüyorlar o zaman?

Bu soruların hiçbirinin yanıtı yok aslında. Belki de var ama yüzlerce yanıtın kimbilir hangisi doğrudur? Siz ne düşünüyorsunuz?Haaa, Chantal ile Jean-Marc’ın aşkı mı? Söylemem, kitabın o şaheser son bölümünü kendiniz okumalısınız.(*)KİMLİK-Milan Kundera-Çeviren Aykut Derman-Can Yayınları