Melahat, en sevdiği sosyal paylaşım ağında paylaştığı internet sitesi bağlantılarının hiçbirinin eklenmemiş olduğunu, paylaşmaya çalıştığı siteleri kapattıktan sonra fark edince, burada tekrarlamaya terbiyemin elvermediği tumturaklı bir küfür savurdu.Melahat’ı tanımam. Hakkında, çok tumturaklı küfürler bildiğini bildiğimden başka bir şey de bilmem. Acelem vardı. Melahat’ın paylaşamadığı site bağlantılarıyla, ya da bildiğini bildiğim tumturaklı küfürleriyle ilgilenecek vaktim yoktu. Otobüs durağına gidip en az yirmi dakika soğukta beklemek için randevum vardı. Çünkü daha dün akşam, işten eve dönüş yolunda otobüsteki iki genç konuşurken kulak misafiri olmuştum. Tamam, adamlar çalmıyor mu, çalıyor; ama iyi de hizmet veriyor. O yüzden randevuma geç kalmak istemiyordum.Önce çorabımın tekini bulmam lazımdı. Bunu bir yere yazsam okuyan mizah yaptığımı falan sanacak. Halbuki mizah falan değil. Soğuk havaya uygun beş ayrı çorap buldum; beşi de birbirinden farklı: hiçbirinin teki yok.

Melahat kahvesini içerken
Melahat kahvesini içerken

Hani diyorum, işi gücü olmayan bir yazar çıksa, tekleri bulunmayan çoraplardan roman yazar. Hatta yazar iyi yazarsa, bundan üçleme bile çıkartır. Herkes biliyor ki, tumturaklı olmanın yolu illa ki üçlemeden geçer. Alacakaranlık olmuş, Yumurta-Süt-Bal olmuş fark etmez.Ama yazar biraz meşgul biriyse, üçleme romana ayıracak zamanı yoksa kısa hikaye yazsa da olur.İşte bu satırları yazan kişi, ampul almak için gittiği marketten en alakasız bir şekilde kağıt mendil bile alıp da çıktıktan ancak on beş dakika sonra, neredeyse evine varmak üzereyken ampul almayı unuttuğunu fark ettiğinde, aklında bir Melahat’ın hikayesinin ilk paragrafı vardı, bir de kayıp çorap tekleri dedektifi bendenizin bindiği otobüsteki o iki genç vardı.Ampul almayı unuttuğu için öyle tumturaklı bir küfür etmişti ki, Melahat duysa yerin dibine girerdi.