modern jazz’in, müzikte gelinmis en son nokta oldugunu savunurum hep. 20. yy. bestecileri de ucuktu gerci (fikir bakimindan, armonik acidan degil), o baska. ne bileyim, schönberg, e. satie filan… en cok heavy metal dinlerim, klasik bati müzigi egitimi almistim ve bir anda hooop diye kendimi piyasacilik yaparken buldum. hem de avrupa’nin ortasindayim ve türk piyasa müzigi yapiyorum, hayat ne ilginc. ben ki, kral tv müzik ödülleri verilirken o binayi bodoooof diye tezekle doldurmak isteyenlerin önde gideniyim, parasizligin gözü körolsun, bu islere girdim. sokakta caliyordum, biri geldi, mapus müzüü calip calmadigimi sordu. yok dedim, o zaman orhan’dan cal, bilmiyorum dedim, ferdi’den cal, bilmiyorum dedim, sen ne biliyosun dedi. acaba sislenecek miydim oracikta, hani adam mapusaaneyi özlemis… neyse, beni hayatinda gördügü en igrenc müzisyen olarak orda birakti ve gitti. artik kiliselerde takiliyordum, rock bile yapmaya basladim bir alman gruba dahil olaraktan, ama yine parasizliktan türk piyasaciligina döndüm. egitimimi bi sekilde finanse etmek durumundaydim. televizyonlara cikmaya basladim ve rezil olmaya basladim (kime, neye göre? kendime rezil oluyorum). ama öyle birine asik oldum ki beraber metallica’nin fade to black’ini caldik (kabul ediyorum, bu da güz gülleri gibi oldu ama olsun). bundan sonra böyle devam edecek, piyasaciliksa fade to black, anasini satiim, mapus müzüü degil en azindan. calicaz iste onunla, hem cok güzel yesil gözleri var, almancasindaki polonya aksani da cok hos. tek basina yabanci bir ülkede kadin olmak, ögrenci olmak, piyasaci olmak, asik olmak… ve var ben mapusane müzüü calmamak!