kamera toprak yolda ilerleyen arabanın camından çekim yapıyor. küçük bir el kamerası, japon yüksek teknoloji ürünlerinden. fonda motor gürültüsü. eski bir dizel motor olduğunu hemen anlıyor motor sesi dinlemeye yatkın kulağımız. kamera sola doğru dönüp arabanın içini gösteriyor. bu bir kamyonet, oldukça eski bişi. kameraman ve diğer kişi aralarında konuşuyorlar, türkçe olduğundan türk olduklarını hemen anlıyoruz. diğer kişi şoföre soru soruyor; bu defa ingilizce. şoför, kırk yaş civarında, deri bir mont giymiş, oldukça eskimiş. sakalları uzamış, on beş günlük falan olmalı, güneş yanığı bir ten, kafasında yün bir bere, nerede ise geldik diyor, az kaldı. ingilizcesi oldukça bozuk, sigara içiyor, kamera sigaraya zoom yapıyor. sonra ön camdan dışarıya dönüyor, uzayan toprak bir yol, çorak topraklar, hiç ağaç yok, tıngır mıngır bir yolculuk. dağlara doğru tırmanmaya devam ediyorlar, uzakta karlı dağlar hayal meyal seçiliyor. görüntü kararıyor.görüntü tekrar başlıyor. yamaçta bir köye doğru yaklaşıyoruz. kameraman zoom yapıyor, biraz bulanık oldu, tekrar düzeltiyor. şimdi daha net. sıvasız evler, penceresiz, boşluklara naylon gerilmiş, ince duman sızıyor bacalardan, küçücük bir köy işte dağların arasında, ağaçsız, çorak. kar yağınca yollar kapanıyordur diye düşünüyoruz. kadraja yaşlı bir adam giriyor, yolun solundan ağır ağır yürüyor, kamera yaklaşıyor, üç günlük sakal, çok eski olduğu belli, yamalı bir pantolon ceket var üstünde. yaklaştıkça araç yavaşlıyor. yaşlı adamın hizasında duruyor. şoförün camında adamın sadece başını görebiliyor kameraman. şoför bir şeyler söylüyor lisan-ı farisi olduğundan anlamıyoruz. yaşlı adam gülüyor, kafasını evet anlamına gelecek şekilde aşağı yukarı sallıyor, gülünce görüyoruz üç tane dişi var, onlar da sapsarı ve incecik. şoför teşekkür olduğunu sandığımız bir iki şey söyleyip vitesi takıyor gürültüyle, devam ediyoruz. görüntü yine kararıyor.bir evdeyiz. kameraman yerde oturmuş çekim yapıyor. bir divanda bir kadın oturuyor, yaşlı, kırış, kırış suratlı, şişman bir köylü karısı. şoför diğer adamın sorduklarını farisi’ye çevirerek kadına soruyor. kadın gülerek yanıtlıyor. yanıtları şoför tekrar çeviriyor, diğer adama doğru anlatıyor. sofu bu köydenmiş hakikaten, diğer adam kameraman dönerek alçak sesle bir şeyler söylüyor, anlamıyoruz. kadın yerel bir giysi giymiş. anadolu köylerindeki kadınlardan ayıran tek giysisinin desenleri. kadın anlatıyor, çocukken sofu henüz köydeymiş, yüzünü hatırlıyor. uzun boylu, kemikli yüzlü, yakışıklıymış diye çeviriyor kadının söylediğini, sakalı simsiyah parlarmış, el kol hareketleri de yapıyor ifadesini güçlendirmek için, yüzünü gösteriyor. peştun imiş, dağların öte tarafından afganistan ya da pakistan’dan gelmiş. iyi bir adammış, dindarmış, alimmiş, köyde herkes tarafından sevilirmiş. zaten leyla’nın babası da pek severmiş onu, hatta oğlu gibi tutarmış. bir süre dinliyoruz, kamera kararıyor, konuşma sesleri gittikçe azalıyor.yeniden çekim başlıyor. köyün kahvesi olduğunu tahmin ettiğimiz bir mekan. bu sefer diğer adam tam karşıda oturuyor, sobanın yanında. baş köşe diyebiliriz. soba gürül gürül yanıyor, camlar buharlanmış, dışarısı görünmüyor. gece olabileceğini tahmin ediyoruz. kadrajda köylüler var, hepsinin sakalları beyazlamış, yaşlı insanlar oldukları belli. ellerinde küçük çay bardakları var, türkiye’den geliyormuş. hatta bir tanesinin üzerinde yaldızlı ay yıldız var, adam kameraya gösteriyor, kamera zoom yapıyor bardağa, yaldızı dökülmüş ay yıldızı görüyoruz, sonra kamera geri çekiliyor, bu sefer adamın yüzünü görüyoruz, keyfi yerinde, gülüyor, çay bardağını şerefe der gibi kameraya kaldırıyor, farsça bir şeyler mırıldanıyor, anlamıyoruz, sigara sarmak için kesesini çıkarırken bardağını yanındaki masaya bırakıyor. kamera diğerlerini de alacak kadar geri çekiliyor. diğer adam şoföre artık adı ile sesleniyor, adının mahmud olduğunu öğreniyoruz. kısık sesle bir şeyler soruyor. sadece leyla, sofu, imam kelimelerini duyabiliyoruz. mahmud anladığını ifade etmek için kafa sallıyor. sonra dönüp diğerlerine çevirmeye başlıyor. köylüler konuşmaya başlayınca mahmud çevirmeye başlıyor. leyla’nın babasının köyün imamı olduğunu öğreniyoruz. sofu köye ilk geldiği gece camiye sığınmış. çok soğuk bir kışmış, bir insanın o karda dağları aşıp gelmesine şaşırdıklarını söylüyorlar, hep birlikte kafa sallıyorlar. sofu bir süre camide yatıp kalkmış. Sonra köyün girişindeki tek odalı eve yerleşmiş, evin kirası karşılığında evin sahibini ağılına bakıyormuş, temizliyormuş. içlerinden biri çok çalışkan adamdı diyor, diğerleri yine baş sallayarak tasdik ediyorlar. hiç namaz kaçırmazmış, namazdan sonra imam ile oturup konuşurlarmış, hem farisi, hem arabi bilirmiş, çok bilgili adammış, çok güzel konuşurmuş, kalplere hitap etmeyi bilirdi diyor bir tanesi. uğultular yükselirken kamera kararıyor.kameramanın yürürken nefes alıp vermesini duyuyoruz. diğer adam ve mahmud önden yürüyorlar. köyün çıkışına doğru bir evin önünde durup kapıyı çalıyorlar. Kapı açılıyor içerden ufak tefek, beyaz sakallı bir ihtiyar çıkıyor, bizimkileri görünce sevindiğini belli eden hareketler yapıyor, içeri davet ediyor. kamera kapandı. kamera tekrar açıldı, yaşlı adam çay getiriyor bir tepside. şoför anlattıklarını çeviriyor; karısı dört sene önce ölmüş, çok hastalanınca şehirdeki hastaneye indirmişler, üç ay hastanede kalmış ama kurtulamamış. ölünce yalnız kalmış, başta çok zor gelmiş, ama sonra alışmış. sürekli ibadet ediyormuş. babası çok bilgili adammış, her şeyi öğretmiş. köyün imamlığını da babası öldüğünden beri o yapıyormuş. çocukları okumak için şehre gitmişler. sonra da iş bulup evlenmişler, birkaç ayda bir geliyorlarmış, zaten köyde sadece yaşlılar kalmış. tekdüze bir sesle anlatmaya devam ediyor. diğer adam dayanamayıp sözünü kesiyor, leyla diye. bu sözü duyunca yaşlı adam susuyor, mahmud’a bakıyor. leyla diyor; çok güzeldi, ay gibi bembeyaz ve parlak yüzü vardı, gözlerinin yeşili çok derindi, bir gören hayran olur, gözünü alamazdı diyor. bu aradan hafifçe gözleri sulanıyor, iç çekiyor. babam keşke evlenmelerine izin verse idi, o zaman bu kötü olayların hiç biri olmazdı diyor. aşıkların arasına girmek günahmış diyor. çayından bir yudum alıyor. kamera kararıyor.kamera çekim yapmaya başlıyor. tekrar araçtayız. yokuş aşağı iniyoruz. gökyüzü kapkara bulutlar ile kaplı. çok yakında yağmur yapma ihtimali kuvvetli. kameraman yana dönüyor. mahmud’un ağzında yine yarısı içilmiş bir sigara var. dönüp gülüyor, yarım yamalak ingilizcesi ile yakışıklı mıyım anlamına gelecek bir şeyler söylüyor. diğer adam da sigara içiyor, gülerek mahmud’un omzuna vuruyor. çok yakışıklısın diyor. kamera yavaş yavaş kararıyor.kamera çekim yapmaya başlıyor. kafeterya gibi bir yer. önünden trafik akıyor. yolun öbür tarafı deniz. denizin karşısı görünüyor. istanbul olduğunu anlıyoruz. tam bu sırada genç bir kız geliyor masaya. kamera ona dönüyor. neşeli, heyecanlı bir kız, yirmi yaş civarında olmalı. masaya oturuyor. diğer adamın ve kameramanın elini sıkıyor. adının gülşah olduğunu söylüyor. kıvırcık, parlak siyah saçları var. uzun, keskin hatlı bir yüzü var. sofu’nun özelliklerini almış diye düşünüyoruz. parlak yeşil gözleri ise leyla’nın yadigarı olmalı. kamera gözlerine doğru zoom yaparken yavaşça kararıyor. kamera tekrar çalıştığında masanın üstüne koyulmuş olduğunu anlıyoruz. gülşah ve diğer adamı profilden görüyor. ikisinin de önünde birer fincan çay var. gülşah bir yudum alıyor, bir sigara çıkarıyor paketinden, adam yakıyor, bir nefes duman çekiyor, gül kırmızısı dudaklarının arasından üflüyor, gözleri derinlere dalıyor, kaldığı yerden anlatmaya devam ediyor. annemle babam ilk geldiklerinde çok sıkıntı çekmişler, babam uzun süre iş bulamamış, sonra yayınevleri onu tanıdıkça yavaş yavaş çeviri işleri almaya başlamış, bu arada annemde dantel işliyormuş, çok güzel işler, diye anlatıyor. annem hala çok güzel bir kadın, görünce siz de hayran olacaksınız. inşallah tanışırsınız, babamla annemin aşkı masal gibi hakikaten, allah hepimize böyle aşk nasip etsin diyor, yaşının verdiğini yaşam enerjisi sürekli konuşuyor, babam hem farsça, hem arapça, hem türkçe şiirler okur, dindardır ama bugün etrafta gördüğünüz insanlar gibi değildir, o konuşurken çok büyük keyifle dinlersiniz, tanrıya, peygambere, insana, aşka dair hikayeler anlatır. dinleyince siz de çok seveceksiniz babamı. umarım yakında görme fırsatınız olur diye devam ediyor. gülşah konuşurken kamera yavaş yavaş geriye çekiliyor, ses azalıyor, konuşmalar tatlı bir mırıltıya dönüyor, yavaşça görüntü kararıyor.bittiğini anlıyorum. uzanıp masanın üstündeki tütün ve çarşaf paketini alıyorum. tek çarşaftan bir sigara sarıyorum, tütünü sıkıştırıyorum falan. yakıyorum, derin bir nefes çekiyorum., tavana bakıyorum. duman ciğerime doluyor. leyla içerden gelip divanın üstüne atlıyor, gelip kucağıma çıkıyor. sarı tüylerini okşuyorum. mırıldanmaya başlıyor. bir nefes daha çekiyorum. sofu da yavaş yavaş geliyor. ayağımın dibine kıvrılıp yatıyor. saat çok geç oldu, üçe geliyor. yatmam lazım. bir nefes daha çekiyorum. işe gitmem lazım, para kazanmam lazım. sigarayı söndürüyorum. yatmak üzere ayağa kalkarken leyla’nın rahatı kaçıyor. yere atlıyor. ışığı söndürüp odadan çıkıyorum. peşimden yatak odasına doğru geliyorlar.